Adı Senfoni Kalsın

hantala

Kıdemli Üye
20 Tem 2007
3,277
33
HER YERDEYİM VALA:D
Adı Senfoni Kalsın
104542.jpg

Yazarı: Tahir Abacı
Yayınevi: Kandil Yayınları
Basım Tarihi: Şubat 2004
Sayfa Sayısı: 160




Yıl 2023 inandığı değerlerin gerektirdiği öncelikler yüzünden hayata ve avukatlığa geç başlayan Sinan Koral, kendisini 'Atı alanın Üsküdar'ı geçtiği' bir ortamda bulur. İnandığı değerler, sonra da başına iş açmayı sürdürür. Bir hukuki belgeyi tamamlamaya uğraşırken, aşkların ve jestlerin anlamını yitirmiş olduğunu fark eder. Şovalye ruha kalan bir kere daha 'rest'tir. Adı Senfoni Kalsın, hukuk dünyasını, bilgisayarlar dünyasını ve fütürizmi edebiyatımıza taşıyan bir ilk roman.



KİTAP VE YAZAR HAKKINDA
Tahir Abacı, 1951 İstanbul doğumlu. Babasının görevi nedeniyle, ilk ve orta öğrenimini Anadolu'nun çeşitli kentlerinde tamamladı. İlk yazı ve şiirleri de bu dönemde, Malatya'da çıkan dergi ve gazetelerde yayımlanmıştı. Yüksek öğrenimi için yeniden İstanbul'a gelen Abacı, İÜ Gazetecilik Enistitüsünü ve Hukuk Fakültesini bitirdi. Avukatlığın yanı sıra dergicilik ve yayımcılık faaliyetlerini de yürüten yazarın deneme, inceleme, hikaye ve roman alanında yayımlanmış çok sayıda kitabı var. Hukuk, Adalet ve Gelecek üzerine “Adı Senfoni Kalsın”ın hikayesi zamanımızdan pek uzak sayılmayacak bir gelecekte, 2023 yılında geçiyor. Bilgisayar tabanlı teknolojik gelişmelerin hikayede kapladığı ağırlıklı yer nedeniyle bilimkurgu edebiyatına, gelecekteki hayat tasarımıyla ütopyalara yaklaşsa da, her iki türden de farklı o; “Adı Senfoni Kalsın”, geleceğe yansıtılmış hukuk dünyası üzerinden gündelik yaşama yöneltilmiş toplumsal bir taşlama.
Otuz üç parti tarafından kurulan koalisyonun başbakanının iki hafta sonunda görevini bıraktığı, yeni hükümet kurma çalışmalarının meclisteki yetmiş yedi partiden elli birinin katılımıyla sürdüğü, Avrupa Birliği konusundaki görüşmelerin yine ertelendiği bir sırada, uzun sürmüş üniversite eğitimini tamamlayıp İstanbul Barosuna kayıt olan ve ilk davalarını kovalayan Sinan isimli genç bir adamın bakış açısından anlatılıyor hikaye. Yıllardır süren bir miras davasını üstlenen Sinan, gerekli tapu belgelerini araştırmak amacıyla “B…” ili sınırlarındaki bir ilçeye trenle yaptığı yolculuk sırasında tuhaf olaylarla karşılaşacak, belgelerin izini sürmekte ısrarcı olunca da kendisinden önce aynı davayı üstlenen diğer avukatlarla tanışacaktır. İşte bu iz sürmenin hikayesini anlatıyor roman. Öyle tuhaf bir bir iz ki bu, kimi zaman doğunun ücra bir köyüne ***ürüyor Sinan’ı, kimi zaman İstanbul’un en görkemli hukuk bürolarına. Ruhunu yitirip salt biçime dönüşmüş hukuk müessesesine ve geçimini o müessese etrafından kazanan insan tiplerine temas ediyor hikaye; şanslı zamanlarında eski kuşak hukukçularla tanışıp hukuk ve adalet tartışmasına giriyor Sinan, ama çoğu kez kurtlar sofrasında pay kapma savaşı veren gözü dönmüş “saygın” ve “semirtik” avukat tipleriyle köşe kapmaca oynuyor…
Sevgilisi Romans’tan ayrılmanın kalp ağrılarını genç ve güzel avukat Senfoni ile dindirmeyi ümit eden Sinan, belki de mesleğe yeni atılmışlığının temizliği ve adalete inancıyla attığı her adımda biraz daha hayal kırıklığına uğrayacaktır. Kimi yerde -mesela Kafka’nın “Şato”su gibi- romanlara yapılan göndermelerle zenginleşen, kimi yerde en gelişmiş müzik aletlerinden yükselen senfonik müzik parçaları eşliğinde ilerleyen “Adı Senfoni Kalsın”, ana hikayenin akışını kesen yan hikayecikler ve insan tipleriyle hukuk dışı alanlara da temas ediyor. Böylelikle kentteki devrimci gençlik hareketlerinin, doğu kırsalındaki gerilla mücadelelerinin, cezaevlerindeki kötü koşulların, insan bedenleri üzerinden yapılan ticaret ve fuhşun varlıklarını bugünden sadece biçimsel farklılıklar taşıyan içerikleriyle sürdürdüklerini anlıyoruz. Mizah öğesine geniş bir yer açmasına rağmen Tahir Abacı’nın yakın gelecek kurgusundaki kötümserlik hikayesinin her anında belli ediyor kendisini.

İnsani ilişkilerden uzaklaştıkça
Romanın ısrarla vurgu yaptığı nokta, teknolojinin ve ağırlıklı olarak bilgiişlem alanındaki gelmelerin gündelik hayat ve hukuk üzerinde yaratacağı değişimler. Yazar, burada da ironik bir anlatımla belli etmiş eleştirisini. Helikopter ya da uçakların gündelik ulaşım araçlarına dönüştüğü, davaların bilgisayarlar aracılığıyla yürütüldüğü bir zamanda hayat hiç de daha mutlu etmiyor insanları. Yoksulluğu yok etmiyor, teknolojinin nimetleri eşit oranda paylaşılmıyor.
Bir avukatın gezici bilgisayarıyla bir yandan hızlı hızlı duruşmalarını izlerken arada Erzurum’daki bir boşanma davasına katılması, Ağrı dağındaki bir villanın tahliyesini istemesi ya da Bafa gölündeki bir cinayeti kovuşturması adaletin daha iyi işlemesini de sağlamıyor; eski ile yeni arasında henüz bir denge tutturamadığı bir zamanda bilgisayarların kapladığı yer hukuku çoğu kez gülünçleştiriyor. Bir alıntı yapalım örneklemek için; “Süruroğlu, dönüp aceleyle cübbesini giydi, masasının başına oturdu. “İzin verirsen şu duruşmayı da aradan çıkaralım. Kısa sürer.” Masa üstü bilgisayarına dokundu. Ekranda İstanbul 127. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin mübaşiri Şevket Konmaz’in yüzü belirdi. “Tamam abi, şimdi alıyoruz sizi. Avukaaaaaaat Ahmet Yusuf Süruroğlu, avukaaaaaaat Senfoni Kuğuuuuuuuu”… Ekranda yargıç ile her iki tarafın avukatlarının yüzleri belirdi.
Teknolojinin gündelik hayata bu denli katılmasının sonucu olarak insanlar arası yüz yüze ilişkilerin zayıfladığı, hukukun insansızlaştığı anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Müşterileri ilişkilerinin bile aygıtlar üzerinden yürütüldüğü bir anda hukuk bürolarına bile ihtiyaç kalmamış, güzel bürolar döşemenin yegane getirisi “statü” olmuştur. Ancak bu bir geleneğin yitiminden başka bir şey değildir. Çünkü romanda eski bir avukatın ağzından dile getirildiği gibi, o eski büroları kültürel işlevleri de vardır. Nitekim “her biri bir kültür tapınağı gibi idi” diyecektir yaşlı kurt; “bin tane beyiti ezbere bilen meslektaşlar bilirim. Öyle bürolar vardı ki, her akşam musiki meclisleri kurulurdu. Kimi meslektaşların büroları, avukat bürosu gibi değil, yayınevi bürosu gibi çalışırdı. Şiir dergisi bürosuna gidiyorum sanırdın, hop karşına avukat bürosu çıkardı. Şimdi ne öyle avukatlar var, ne doğru dürüst bürolar. Siz gençler hukuku salt hukuk olarak yaşadığınızı sanıyorsunuz. Hukuk sadece hukuktan ibaret olmadığı için de hukuku bilmiyorsunuz”. Ve bir başkası “hukuk artık gösteri kabilinden bir şey oldu” diye ekleyecektir; “insanlar, hukuk sorunlarını çözünce, haklarını güvenceye alınca değil, onları eğlendirince mutlu oluyorlar. Kılı kırk yararak adaleti arayan yargıç değil, davaya törensel boyut katmasını bilen yargıç makbul. Benim zamanımda görkemli fakülte binaları değil ama işin ilmini yapan hocalar vardı.”

Hukuk ve Edebiyat
Hak bilinci ya da hukuk nosyonu toplumsal belleğimize hala yerleşmiş değil, ama üzerinde yaşadığımız coğrafyada neredeyse iki yüz yıldır sürüyor hukuk mücadelesi. Geriye dönüp baktığımızda Tanzimat, Meşrutiyet, Milli Mücadele, Milli Şef, Demokrat Parti, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül gibi karakteristik dönemlerin her birinde topluma yeni bir çehre vermek ya da yapısal krizleri çözmek adına hukuksal düzenlemelere gidildiğini, her dönemin iktidarını kendi zihniyetine uygun pek çok kanun maddesi ile pekiştirmek istediğini görüyor, ama hukuksal düzenlemelerle toplumsal adalet arasında ne yazık ki dolaysız bir ilişki kuramıyoruz.
Dış dünyayı model alan doğası gereği her romanda bir mahkeme kurulur. Yazar bir yargıçtır aslında, yarattığı kişilerin kaderlerine o yol verir; kimi zaman mükafatlandırır onları, kimi zaman cezalandırır. Bu hak dağıtımı yazarın dünya görüşüne, kişisel karar ve seçimlerine bağlıdır. Birey ve toplum için iyi ve kötünün ne olduğu ya da hangi suçların hangi cezalara çarptırılması gerektiği hakkındaki yargıları, o yazarın zihinsel yapısının, hukuk kavrayışını ve adalet duygusunun dışa vurumudur.
Tanzimat’tan bu yana Türk romanının hemen hepsinde de ortak bir tema kendisini hissettirir. Hak arayışıdır bu; kanundur, nizamdır, adil bir düzendir. Kimi zaman hukuk işletilmediği için mağdurdur insanlar, kimi zaman kanunlar güçlünün yanındadır. İmparatorluğun yapısal sorunlarını romanlarla tartışan ve romana eğitici bir rol biçen Osmanlı yazarlarının adalet duygularını sergileyen hikayelerde yetersiz bir hukukun rahatsızlıkları çok açıktır. Bu yetersizliği ilahi adaletle doldurur Osmanlı aydını. Sonrasında Cumhuriyet toplumu yansır romanlara. Hakları olan, hakkını arayan insanlar vardır artık. Romanlarda ise o hakkı dağıtmak için Anadolu’nun en ücra köşelerine aydınlama ışığını hukukun üstünlüğü şiarıyla taşımaya çalışan idealist hakimler, savcılar, avukatlar vardır, ama doğrudan hukuk dünyasını anlatan pek az roman örneği gösterebiliriz. Abacı’nın bir söyleşisinde de ifade ettiği gibi, daha önce mahkeme dosyalarından konu devşiren, kriminal konuları içeren, hatta avukatların özel hayatlarını anlatan romanlar yazıldı belki, ancak, “Adı Senfoni Kalsın” doğrudan hukuk dünyasına odaklanışı, tamamen o dünyada geçmesi ve hemen bütün roman kişilerinin hukukçu olmalarıyla farklılaşıyor.
A. Ömer Türkeş
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.