akademisyenler

  • Konuyu başlatan Konuyu başlatan s_18_128
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

s_18_128

Üye
Katılım
25 Eyl 2007
Mesajlar
97
Tepkime puanı
1
Abdulaziz Muhammed Avadallah HAKKINDA YAZILANLAR

MISIR'LI TÜRKOLOGLAR İLK KEZ TÜRKİYE'DE
Zaman 25 Aralık 2006

30 yıllık akademik hayatları boyunca binlerce öğrenciye Türkçe öğreten Mısırlı iki Türkolog, Türkiye'yi ilk kez gördü.

Türkiye'ye hayran kalan hocalar, "Öğrencilerimize hep Türkçe ve Türkiye'yi anlatıyorduk; ancak bu toprakları görme şansımız hiç olmamıştı. Artık gözlerimizin gördüğü Türkiye'yi öğrencilerimize daha canlı anlatacağız." dedi.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın davetlisi olarak gelen Mısırlı 2 Türkolog, ilk kez gördükleri Türkiye'ye hayran kaldıklarını söylediler.

Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in geçen seneki Mısır seyahati sırasında 'Türkçe öğreten hocaların Türkiye'yi görmedikleri' konusu gündeme geldi. Bunun üzerine ilk planda 3 öğretim elemanı Türkiye'ye davet edildi. Mısır El-Ezher Üniversitesi'nden Prof. Dr. Abdulaziz Muhammed Avadallah ve Kahire Üniversitesi'nden Dr. Semia Muhammed Celal Bedevi ile birlikte daha önce Türkiye'ye konferans ve toplantılar için gelen Ayn Şems Üniversitesi'nden Prof. Dr. Macide Mahluf, Türkiye'ye geldi. Mısırlı konuklar, Bakanlık Dış İlişkiler Genel Müdürü Doç. Dr. İbrahim Özdemir tarafından ağırlandı. Türkologlar, İstanbul, Ankara ve Konya'da tarihî ve turistik yerleri gezerek, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu ile Gazi, Ankara ve Selçuk üniversitelerinin Türk dili ve edebiyatı, Arap dili ve edebiyatı ile ilahiyat fakültelerini ziyaret etti. Hocalar, Mısır'da Türkçe öğreten diğer öğretim elemanlarıyla Türkçe öğrenen en başarılı öğrencilerin de Türkiye'ye davet edilmesini istedi.

Ömürlerini Türkçeye verdiler

Mısırlı Türkologları Türkiye'de ağırlamaktan mutluluk duyduklarını anlatan Genel Müdür İbrahim Özdemir, "Güzel Türkçemizin öğretilmesi için ömürlerini veren ve iki ülke arasında dil ve kültür köprüsü kuran bu hocalarımıza ne kadar teşekkür etsek azdır." dedi. Mısır'da 30 yıldır öğrencilere Türkçe öğreten Muhammed Avadallah ise Türkiye'de gördüğü yakın ilgi ve dostluk karşısında bundan böyle Türkiye ve Türkçeye iki kat fazla hizmet edeceğini ifade etti. Türkçeyi Ekmeleddin İhsanoğlu'ndan öğrenen Macide Mahluf ise Mısır'daki televizyon programlarında zaman zaman Türkiye ile ilgili programlarda konuştuğunu, başta Ermeni meselesi olmak üzere her konuda Türkiye'nin yanında olduğunu belirtti. Semia Bedevi de ilk defa geldiği Türkiye'de karşılaştığı ilgi ve misafirperlikten çok etkilendiğini ifade etti. Misafir hocalar, son zamanlarda Mısır'da Türk müteşebbislerce açılan işyerlerinde Türkçe bilen personele ihtiyaç duyulduğu için Türkçeye ilginin arttığını dile getirdi.
 
Abdulvahap Kara ( 19.11.1961) 19.11.1961’de Istanbul’da doğan Yard. Doç. Dr. Abdulvahap Kara, Zeytinburnu Gazipaşa İlkokulu, Abdülhak Hamit Ortaokulu ve Yeşilköy Ticaret Lisesini bitirdikten sonra, 1982’de Boğaziçi Üniversitesi Elektronik Yüksek Teknisyenliği bölümünden mezun oldu. 1982-1985 Yeşilköy Atatürk Havalimanı Elektronik bölümünde görev yapan Kara, 1986 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünü bitirdi. 1987-1988 arasında Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünde görev yaptıktan sonra, Almanya’nın Münih şehrinde bulunan Hürriyet Radyosu’na giderek, burada 1988-1995 yıllarında Kazak Türkçesi yayınlarda editör olarak çalıştı.

1995 yılında yurda dönerek Mimar Sinan Üniversitesi Tarih Bölümünde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başlayan Kara, 1997’de Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde “Kazakistan’da 1986 Almatı Olaylarının İçyüzü ve Etkileri” adlı teziyle Yüksek Lisans eğitimini ve 2002’de “Mustafa Çokay’ın Hayatı ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin Bağımsızlığı Yolundaki Mücadelesi” adlı teziyle Doktora eğitimini tamamladı.

Doktora tezi “Türkistan Ateşi Mustafa Çokay’ın Hayatı ve Mücadelesi” adıyla kitap olarak basıldı ve Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 2002 Biyografi dalında birincilik ödülüne layık görüldü. Türkiye’de ve Kazakistan’da yayınlanmış bir çok makalesi bulunan Kara, İngilizce, Almanca, Rusça ve Fransızca gibi batı dillerinin yanı sıra Kazakça, Özbekçe, Kırgızca gibi Orta Asya Türk lehçelerini de bilmektedir.

 
Abdurrahman Küçük ( 1945) Ankara Milletvekili-MHP
ERZİNCAN-TERCAN - 1945, Rasim, Leyla - Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi - Fransızca, Arapça - Prof.Dr., Öğretim Üyesi - MEB Öğretmeni, MEB Yaykur Planlama Prog. ve Değ. Başuzmanı, Kredi ve Yurtlar Kurumu Kredi Müdür Yardımcısı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi ve Dekan Yardımcısı, Fakülte Kurulu ve Yönetim Kurulu Üyesi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Kurulu Üyesi - TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanı - Evli, 4 Çocuk.

 
Abdülkadir Akcan ( 1952) Bayındırlık Bakanı -Afyon MHP Milletvekili

BOLVADİN - 1952, Bekir Sami, Ayşe Dudu - Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Almanya Hannover Veteriner Yüksekokulu Hayvan Yetiştiriciliği ve Kalıtım Araştırmaları Enstitüsü Doktora - Almanca - Veteriner Hekim, Profesör Dr., Öğretim Üyesi - A.Ü. Veteriner Fakültesi Çiftlik Müdürü ve Yönetim Kurulu Üyesi, F.Ü.Veteriner Fakültesi Dekanı, F.Ü.Yönetim Kurulu, Senatosu Üyesi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Veteriner Fakültesi Kurucu Dekanı ve Öğretim Üyesi - Evli, 2 Çocuk.

HAKKINDA YAZILANLAR

Yeni Bakan Akcan
Milliyet 20 Eylül 2001

İstifa eden Koray Aydın’ın yerine MHP Afyon Milletvekili Prof. Abdülkadir Akcan atandı. Başbakan Bülent Ecevit, Akcan’ın atama kararını açıklarken "Memlekete hayırlı olsun" dedi.

Ankara Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’nden mezun olan Akcan, Almanya Hannover Veterinerlik Yüksek Okulu Hayvan Yetiştiriciliği ve Kalıtım Araştırmalararı Enstitüsü’nde doktora yaptı. Akcan, evli ve iki çocuk babası.
 
Abdülkadir İnan ( 1889) Kültür tarihimize devlet kuruculuğundan ve istiklâl mücâhidliğinden önce dilbilimci, tarihçi ve halkbilimci olarak geçmiştir. Başkurdistan’ın Çıgay köyünde 1889’da doğmuş ve 1980’lerde Ankara’da ölmüştür. Sağlığında yalnızca beş eseri yayınlanmıştır. Ölümüne yakın günlerde üç bine yakın makalesinden seçmeler yapılarak yayına hazırlanmış ve ilk cildi yayınlanmıştır. Ölümünden sonraki yıllarda da ikinci cildi yayınlanmıştır. Bunlar bin sahifeye yaklaşan hacmı yanında muhtevası ile de Türk milletinin esas ve temel kaynaklarını araştıran, tetkik eden, yorumlayan yazılmamış ve yazılamayacak kadar derin ve tarihî malzemenin yorumları idi.
Başkurt Türklerinden olan Abdülkadir İnan böylece büyük bir Türk kültür tarihçisi durumundadır. Rusya’nın Çarlık döneminde Troyitsk’de Resuliye ve Yüksek Öğretmen Okulu’nda öğrenim görmüştü (1914). Resuliye Okulu Müdürü Abdurrahman Resuli ve Rusya Türkleri’nin ünlü yazarı, MUALLİM dergisi yayımcısı Hasan Ali Efendi’nin özendirmesi ile Türk folkloru konusunda çalışmaya başladı. Öğretmenlik görevini sürdürmeye başladığı sıralarda bu konuda geniş bir zamana ve imkâna da kavuşmuştur (1915-1923).

Rus istilâsına karşı Başkurdistan’ın bağımsızlığını korumak amacıyla girişilen mücâdeleye etkin bir biçimde katıldı. Bir ara Başkurt Eğitim Bakanlığı Bilim Kurulu üyeliğinde bulundu. Başkurt kadınlarının beşik ninnileri, Ruslarla yapılan mücâdeleleri konu edinen destan parçaları gibi folklor malzemelerini toplarken, Zeki Velidî Togan’ın tavsiyesi üzerine çalışmalarını bütün Türk boylarının folklorunu kapsayacak genişliğe ulaştırdı. Türk destanları (özellikle Kırgızlar’ın Manas Destanı) ve Şaman dini üstüne özgün araştırmalar ortaya koydu. Petrograd (-Leningrad) kitaplıklarında çalışırken pek çok bilimsel kitabı Başkurdistan’a getirmişti. Bağımsızlık savaşı sonunda Türkistan’daki komitenin yardımı ile Zeki Velidî Togan ile birlikde Asya’daki Türkler’in yaşadığı bölgeleri dolaştı. İran ve Afganistan’a, oradan da Hindistan’a ve Avrupa’ya geçti (1924).

Paris ve Berlin’deki bilimsel çalışmalarına, Türkiye’ye geldikten sonra asistan olarak girdiği Türkiyat Enstitüsü’nde devam etti. Zeki Velidî Togan ile Yeni Türkistan dergisini (1927) çıkardı.

Halk Bilgisi Haberleri (1928) dergisinin yayımına katıldı. Türkiye Halk Bilgisi derneği’nin bilimsel komisyonu üyesi iken Erzurum ve Hasankale’de folklor araştırmaları yaptı. Birinci ilmî seyahate ait rapor (1930) bu dönemin ürünüdür. “Yeni Türk” dergisinde ve “Azerbaycan Yurtbilgisi” ile zamanının hemen bütün Türkçü/Milliyetçi dergilerinde pek çok değerli araştırmaları yayınlanmıştır. Çok verimli bir kalemi ve kafası vardı. Şimdiki Türk Dil Kurumu’nun ilk şekli olan ve hemen hepsi de büyük Atatürk’ün istekleri doğrultusunda kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nde vazifeler aldı. Birincisinin ilk umumî kâtibliğini üstlendi. Ruşen Eşref ve Maarif Vekili Reşid Galib’in daveti üzerine Ankara’ya gitti.

Cemiyette ihtisas kâtibi olarak görev aldı. İlmî komisyon ve kılavuz kolu çalışmaları üyesi iken pek çok defa Atatürk ile görüşmüş, Atatürk’ün dil konusunda yaptğı toplantılara ve çalışmalara katılmıştı.

Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kurulurken (1935), Atatürk kendisinden fakültede doğu Türk lehçelerini incelemesini ve bu konuda ders vermesini istedi. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde 1944’e kadar profesörlük yapan Abdülkadir İnan, Türk lehçelerinin özellikleri ve tasnifi Türkolojinin tarihçesi, Orhon ve Yenisey yazıtları, Kırgızcanın genel özellikleri ve Manas Destanı gibi konularda dersler verdi. Bu dersleri de “Türkoloji ders Hülâsaları” adlı kitabında toplayarak yayınladı (1936).
Ayrıca Güneş Dil Teorisi üzerinde de durmuş, bu teorinin temel özelliklerini ve kurallarını açıklamış, bazı Türkçe ve Islavca kelimeleri bu teoriye göre çözümlemişti. 1944 yılında unvan ve kadrosu kaldırılan İnan tercüman ve okutman olarak 1955’e kadar görevde kaldı.

Bu arada Türk Dil Kurumu’nda başuzman olarak da çalışıyordu. Şaman dininin genel özelliklerini belgesel olarak ortaya koyuyordu. Diyanet İşleri Başkanlığı Danışma Kurulu’nda çalışırken Kur’an-ı Kerim’in Türkçe çevirileri üzerinde önemle duran, hurafelerin kökeni üzerinde bir araştırma da yazan İnan, 1964’den sonra Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nde uzman olarak çalışmıştır.

Onun 1980’lerdeki ölümüne kadar Türk kültür tarihinin çok önemli ve bilinmeyen konularında durmadan çalıştığına arkasında bıraktığı birbirinden emsalsiz eserleri en güçlü tanıklardır. Eserlerinin ve makalelerinin sayısı binleri buluyor.

MİSYONU
Cumhuriyet’in kültür temelinde harcı bulunan adam Abdülkadir İnan, Cumhuriyetimiz’in temelleri atılırken kurulan dil ve tarih kurumlarında, üniversitelerimizin kuruluş ve teşkilâtlanmalarında da çok önemli roller almıştır. Atatürk’ün bir akademi gibi çalışan Çankaya toplantılarının en devamlı ilim adamlarından birisi de o idi.

Aynı zamanda büyük bir istiklâl savaşçısı, devlet adamı ve Türk dili ve kültürü âlimi olan İnan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminde Atatürk’ün çevresinde yer alan isimlerdendir. Abdülkadir İnan, Cumhuriyetimiz’in temelleri atılırken kurulan dil ve tarih kurumlarında, üniversitelerimizin kuruluş ve teşkilâtlanmalarında da çok önemli roller almıştır. Atatürk’ün bir akademi gibi çalışan Çankaya toplantılarının en devamlı ilim adamlarından birisi de o idi.

ABDÜLKADİR İNAN’IN TEMEL ESERİ: ‘TARİHDE VE BUGÜN ŞAMANİZM’

Türk Tarih Kurumu yayınları arasında birkaç kere basılan bu ünlü eser kendi dönemine kadar konu ile ilgili yayınlar arasında başköşeyi alır. Bu eserin de Atatürk’ün ilgisi ve teşviki ile uzun araştırmalar sonucunda hazırlandığını Abdülkadir İnan söylerdi. Türk ve Batı kaynaklarında Şamanizm ile ilgili hemen her eser incelenmiş ve çok iyi bildiği Rusça yanında üç Batı dilindeki literatürü de inceleyerek yazıldığı için bugüne kadar bir benzeri bile yazılamamıştır.

Çünkü rahmetli hoca hiç açık nokta bırakmamacasına konuya hakim bir durumda kalmıştır. Türkçemizde Şamanizm konusunda Atanaş Manof’dan M. Türker Acaroğlu’nun yaptığı ve 1930’lu yıllarda rahmetli Yaşar Nabi Nayır’ın ilk Varlık Yayınları arasında çıkan eserinden başka bir eser bulunmadığı göz önüne alınırsa, Abdülkadir İnan’ın bu eseri hazırlayıp yayınlamasındaki isabet de ortaya çıkar.

Abdülkadir İnan’ın eseri bize Türkler’in en eski inançlarında ve ibadetlerinde bile İslâma çok yakın ve yatkın bulunduklarını göstermektedir.

Bugünkü dünyamızda yalnızca Yakutistan’da Şamanizm yaşamaktadır. Şamanizm konusu ve Şamanlık bundan yıllarca önce yalnızca Ziya Gökalp’in eserlerinde ve özellikle kısa bir bölüm halinde yer almıştır.

Ayrıca yine Abdülkadir İnan’ın İslâmiyetdeki batıl inançlar konusunda yaptığı bir başka araştırma da Diyanet Yayınları arasında küçük bir kitap halinde yayınlanmıştı. Bu hacmı küçük ve fakat muhtevası büyük eserin de yeniden yayınlanması bugün için büyük bir ihtiyaç ve zarurettir. Ayrıca yine İnan hocanın Türkçe Kur’an tercümeleri konusundaki sistematik, bilimsel eserinin de taşıdığı öneme binaen yeniden basılması lâzımdır.

Bu küçük eser de Diyanet Yayınları’ndandır. İlk yayınlanmasının üzerinden otuz yıl kadar uzun bir zaman diliminin geçmesine karşın bu eser de yeniden bir daha yayın sahasına çıkarılmamıştır. Bu esere de çok büyük bir ihtiyaç vardır. İki büyük cilt halinde yayınlanan araştırmalarına gelince: Bu iki cildin de Türk Tarih Kurumu Yayınları arasındaki baskısı çok az bir miktarda basılmıştır. Keza mevcudu da kalmamıştır. Gerek bu iki araştırma kitabının ve gerekse Şamanizm’in yeniden yayınlanması çok iyi olacaktır.
Bizden hatırlatması.

Orada Mustafa Kemal Paşa var

Ord. Prof. Dr. Hikmet Bayur rahmetliden dinlemiştim: Atatürk’ün Çankaya’daki akademik sohbetlerinde bulunulduğu sıralarda, konuşmalar çok uzun sürer ve Abdülkadir İnan bazen uyuklarmış. Bir defasında Cemal Paşa’dan konuşulurken de böyle olmuş. Atatürk’e hazır bulunanların işareti ile uyuklayan Abdülkadir Bey gösterilmiş. Atatürk, kendisine seslenerek:
“- Abdülkadir Bey, bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
Diye sorulunca, hazret birden bire kendine gelir. Hiç bir duraksama yapmadan der ki:
“- Ben onun büyüklüğünü Türkistan’dan bilirim...”
Herkes birbirine bakar: Bu adam neler saçmalıyor, diye.
Atatürk ise oralı olmadan devam eder:
“- E, ... Anlat bakalım, nasıl?
Abdülkadir Bey devam eder:
“- Biz istiklâlimizi ilân etmiş, Ruslarla çarpışıp dururken çıktı geldi. Vara yoğa işimize karışmaya başladı. Biz kendisine çıkıştık:
“- Senin buralarda ne işin var? Biz kendi yağımızla kavrulup gidiyoruz. Sen Anadolu’ya gitsene? Hem orada biliyorsun bir istiklâl savaşı veriliyor. Yunanlılar Kütahya, Afyon ve Bursa’yı aldılar. Eskişehir de düştü. Türk’ün son kalesi Ankara üzerine yürümeye hazırlanıyorlar. Ankara da düştü mü, anavatan istiklâlini kaybetti mi Türkistan’ın, Başkurdistan’ın istiklâlinin ne kıymeti kalır ki? Senin yerin orasıdır. Türklüğün son mücadelesinin yapıldığı topraklardır!...”
İşte bize o çıkışmamız üzerine verdiği cevaptan onun büyüklüğünü anlamıştım. Bize:
“- Orada Mustafa Kemal Paşa var!...” dedi.
Elbette, huzurda bulunanlar Abdülkadir İnan’ın bu defa uyumadığını, bütün konuşmaları büyük bir dikkatle izlediğini anlamakla mahcub olmuşlar ve bu arada gözleri yaşarmıştı.
Abdülkadir İnan’ın büyük bir Türk milliyetçisi olduğunu kaydetmeye lüzum görmüyorum. Fakat aynı zamanda onun büyük bir Türk kültür tarihçisi ve araştırmacısı olduğu noktasında herkes fikir birliği içindedir. Araştırdığı ve yayınladığı konuların hemen her biri Türk millî kültürünün hiç bilinmeyen ya da çok az bilinen bir konusunu aydınlığa çıkarmıştır. Onun “Tarihde ve Bugün şamanizm” gibi, “Manas Destanı” gibi pek çok eseri vardır ki hemen her zaman okunan ve aranan eserlerindendir. Ayrıca, metinde zikrettiğimiz gibi iki büyük cilt halinde yayınlanan yüzlerce araştırması da onun adının Türk milleti ile beraber yaşayacağının en güzel kanıtıdır.
 
Abdüllatif Şener ( 1954) Abdüllatif Şener, 1954 yılında Sivas’ın Yıldızeli ilçesinde doğdu. Babası Bedirhan Bey, annesi Ayferat Hanım. İlk ve ortaöğrenimini Sivas’ta tamamladı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. İçişleri Bakanlığı ve İş ve İşçi Bulma Kurumu Genel Müdürlüğü’nde çalıştıktan sonra 1978'de Maliye Bakanlığı’nda Gelirler Kontrolörü olarak göreve başladı. Gazi Üniversitesi'nde doktora yaptı. Gazi Üniversitesi Bolu İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde dekan yardımcısı oldu. Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümü'nde öğretim üyeliği yaptı. Maliye Bakanlığı'nda Gelirler Kontrolörü olarak çalıştı. AKP kurucu üyesi oldu.

19. Dönem ve 20. Dönem Refah Partisi, 21. Dönem Fazilet Partisi, 22. Dönem AKP Sivas milletvekilidir. 54. Hükümet (Erbakan-Çiller Hükümeti) Maliye Bakanı. 58. Hükümet (Gül Hükümeti) ve 59. Hükümet (Erdoğan Hükümeti) Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı.

22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde kurucusu olduğu AKP’den milletvekili adayı olmadı. Halen TOBB Üniversitesi öğretim üyesi…. Yayınlanmış bir kitabı, çok sayıda ilmi ve siyasi makalesi bulunmaktadır.
İngilizce ve Fransızca ve Arapça biliyor. Evli, ikisi kız, ikisi erkek dört çocuk babası.

 
Acar Baltaş Türkiye’de geniş kitlelere, psikolojinin insan ihtiyaçları ve iş hayatının sorunları için bir çözüm olduğunu göstermiş bir öncüdür. 1983 yılından bu yana, sağlıklı insanların hayat kalitesini ve işletmedeki verimliliği artırmaya yönelik seminerler vermiş, uygulamalar yapmıştır. Prof. Dr. Zuhal Baltaş’la birlikte kaleme aldığı ve Türkiye’de ilk kişisel gelişim kitabı olan Stres ve Başaçıkma Yolları kitabı, geniş toplulukların stresi tanımasını sağlamıştır. Bunu Üstün Başarı; Bedenin Dili; Ekip Çalışması ve Liderlik kitapları izlemiştir. Acar Baltaş, Türk kültürünün değer sisteminden çıkan eğitim programları ve ekip çalışması konusunda birçok kuruluşun uluslararası başarılarının hazırlayıcısı olmuştur. Türkiye’deki en etkili konuşmacılardan biri olan Acar Baltaş, 21. yy’da iş hayatı, değişim, ekip çalışması, liderlik ve duygusal zekâ konularında yazılı ve görsel medyada çok sayıda röportaj ve program yapmıştır. 1996-1999 yılları arasında Türk A Milli Futbol Takı*mı’nın, 2002 yılından bu yana da Galatasaray futbol takımının psikolojik danışmanlığı görevini yürüten Acar Baltaş, Prof. Dr. Zuhal Baltaş’la birlikte kurucusu oldukları Baltaş-Baltaş Yönetim Eğitim ve Danışmanlık Merkezi’ni ve Baltaş-Ek*sen Seçme, Değerlendirme ve Organizasyon Merkezi’ni yönetmektedir.
 
Adnan Çoker ( 1927) 1927 İstanbul’da doğdu.
1944-51 Güzel Sanatlar Akademisi Zeki Kocamemi Atölyesinde çalıştı. Resim
bölümünü bitirdi.
1955 Devlet bursu ile Paris’e gitti.
1956-57 Andre Lhote Atölyesinde çalıştı.
1957-60 Henri Goetz Atölyesinde çalıştı.
1960 DGSA Resim Bölümünde asistan oldu
1961 İstanbul Sanat Festivali Resim ve Heykel Sergisi, Resim Birincilik Ödülü
1962 23.Devlet Resim ve Heykel Sergisi, Resim Birincilik Ödülü
1963 "Mavi Grup"u kurdu.
1964-65 Fransız bursu ile Paris’e gidip Hayter Atölyesinde gravür, Goetz Atöltyesinde resim çalıştı
1965 Salzburg "Yaz Akademisi"nde Emilio Vedova Atölyesinde resim çalıştı.
1966 İDGSA’da Yüksek Resim Bölümü öğretim üyeliği aldı.
1973 DYO Başarı Ödülü
1976 Mimar Sinan Üniversitesi’nde Profesörlük ünvanını aldı.
1976 Uluslararası İskenderiye Bienali, İkincilik Ödülü
1977 İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Müdürlüğüne
1981 Türkiye İş Bankası Yarışması Resim Büyük Ödülü
1982 Ev Ofis Dergisi Büyük Onur Ödülü
1983 Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü Başkanlığı
1990 III. Uluslararası Asya-Avrupa Sanat Biennali "Dostluk ve Barış Sanat Ödülü"
1994 Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülünü reddetti.
İstanbul’da yaşıyor.
KİŞİSEL SERGİLER
1953 Dil Tarih-Coğrafya Fakültesi, Ankara
1954 Helikon Galerisi, Ankara
1954 Maya Galerisi, İstanbul
1955 Maya Galerisi, İstanbul
1961 Türk Alman Kültür Merkezi, İstanbul
1962 Türk Alman Kültür Merkezi, İstanbul
1966 Türk Alman Kültür Merkezi, İstanbul
1969 Galeri I, İstanbul
1973 Amerikan Kültür Merkezi, İstanbul
1979 Devlet Güzel Sanatlar Galerisi, İstanbul
1986 Maçka Sanat Galerisi, İstanbul
1988 Garanti Bankası Harbiye Sanat Galerisi, İstanbul
1988 Mine Sanat Galerisi, İstanbul
1989 Retrospektif Sergi, Derimod Kültür Merkezi, İstanbul
1989-90 Maçka Sanat Galerisi, İstanbul
1990 Mine Sanat Galerisi, İstanbul
1991 Arda Sanat Galerisi, Ankara
1993 Galeri Nev, Ankara
1994-95 Galeri B, İstanbul
1996 Aksanat Galerisi, İstanbul
1996 Mine Sanat Galerisi, İstanbul
GRUP SERGİLERİ
1957 Henri Goetz Atölyesi’nden bir grup sergisi, Van Gogh’un evi, Paris
1958 Galerie Mariac, Paris
1959 "Yabancı Sanatçılar Konkuru", Museé d’Art Moderne, Paris
1959 Vanesborg, İsveç
1960 "Goetz Atölyesinden 7 Ressam Sergisi", Les Caves de la Tour Eiffel, Paris
1961 "Goetz Atölyesinin Genç Sanatçıları Sergisi", Studio St. Germain, Paris
1961 "Deuxiéme Biennale de Paris", Museé d’Art Moderne, Paris
1962 Uluslararası Venedik Bienali, Venedik
1962 "An Exhibition of Painting and Sculpture by Contemporary Turkish Artists", The Pennsylvania Academy of The Fine Arts, Philedelphia
1964 "Çağdaş Türk Sanatı Sergisi", Roma, Berlin, Paris, Brüksel
1966 "Bianco E Nero" Sergisi, Lugano
1966 V. Tahran Bienali, Tahran
1969 "Asamblaj I, Asamblaj II, Sınırlı Dünya ve Doğu Çerçevelemeleri", Sao Paolo Bienali
1970 "Çağdaş Türk Resmi", Binghampton, NewYork Eyalet Üniversitesi Sanat Galerisi, NewYork
1974 "Beş Eleman" ve "Küme Tablo", UNESCO, Paris
1974 "Bugünün Türk Resmi Sergisi", Hollanda
1976 II. Uluslararası İskenderiye Bienali, Mısır
1980 "Uluslararası Plastik Sanatlar Sergisi", Belgrad
1982 "Resim Tarihimizde Bir Dönem: Soyut Dışavurumculuk", Devlet Güzel Sanatlar Galerisi, İstanbul
1983 "Son Yüzyılın Nadide Elli Türk Resmi", Galeri Baraz Organizasyonu, Alarko Sanat Galerisi, İstanbul
1986 "Yüzyılın İkinci Yarısında Türk Resmi", Galeri Baraz Organizasyonu, Yıldız Silahane, İstanbul
1987 "Güncel Boyutlarıyla Resim Sanatımız", Galeri Baraz Organizasyonu, AKM, İstanbul
1987 "Türk Resminde Modernleşme Süreci", Galeri Baraz Organizasyonu, AKM, İstanbul
1988 "Çağdaş Türk Resminden I", Yahşi Baraz Koleksiyonu, Yıldız Üniveristesi, İstanbul
1989 "Büyük Sergi" Çağdaş Türk Ressamları, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara
1990 "III. Uluslararası Asya-Avrupa Sanat Bienali", Ankara
1990 "Etkinlikler Sürecinde 15. Yıl", Galeri Baraz Organizasyonu, AKM, İstanbul
1990 "Çağdaş Türk Resminden Bir Kesit", Galeri Baraz Organizasyonu, Cemal Reşit Rey Sergi Salonu, İstanbul
1991 "Çağdaş Türk Resminden II", Galeri Baraz Organizasyonu, Yıldız Üniversitesi, İstanbul
1991 I. İstanbul Sanat Fuarı, TÜYAP, İstanbul
1992 II. İstanbul Sanat Fuarı, TÜYAP, İstanbul
1992 "NewYork – İstanbul", Galeri Baraz Organizasyonu, AKM, İstanbul
1993 III. İstanbul Sanat Fuarı, TÜYAP, İstanbul
1995 "Çağdaş Türk Sanatında Resim ve Kavramsal Eğilimler I", Galeri Baraz Organizasyonu, Koç Üniversitesi, İstanbul
1995 V. İstanbul Sanat Fuarı, TÜYAP, İstanbul
1995 "Çağdaş Türk Sanatında Resim ve Kavramsal Eğilimler II", Galeri Baraz Organizasyonu, Koç Üniversitesi, İstanbul
1995 "Modern Türk Resim ve Heykel Sanatından Bir Kesit", Galeri Baraz Organizasyonu, Kaş Galeri, İstanbul
1996 "Çağdaş Türk Ressamları", Galeri Baraz, İstanbul
1996 VI. İstanbul Sanat Fuarı, TÜYAP, İstanbul
1996 "Çağdaş Türk Resminde Özgün Üsluplar", Galeri Baraz Organizasyonu, Cemal Reşit Rey Sergi Salonu, İstanbul
1997 "Çağdaş Türk Resminden III", Galeri Baraz Organizasyonu, Yıldız Üniversitesi, İstanbul
1997 "Çağdaş Türk Resminde Estetik Dinamikler II", Galeri Baraz Organizasyonu, Koç Üniversitesi, İstanbul
1998 "Türkiye İş Bankası Koleksiyonu" Tophane-i Amire Binası, İstanbul
1998 "41. Yıl – 41 Sanatçı – 41 Yapıt" Sergisi, Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Sergi Salonu, İstanbul
1998 "Türk Resminde Soyut Eğilimler", Galeri Baraz Organizasyonu, AKM, İstanbul
 
Afet İnan ( 1908)- (08.06.1985) 1908 yılında doğdu.Atatürk, 11 Ekim 1925'te İzmir'e geldiğinde, birçok kurumun yanı sıra okulları da gezerek konuşmalar yaptı. Yine o günlerde İzmir ilkokullarından birinde bir toplantıda Afet Hanım'la karşılaştı. Afet İnan, ilköğrenimini Eskişehir'in Mihalıççık ilçesinde, Ankara ve Biga'da tamamladıktan sonra, Bursa Kız Öğretmen Okulu'nu 1925 yılında bitirmiştir. İlk görevine 17 yaşındayken, babasının görevi gereği bulundukları İzmir'de Reddi İlhak İlkokulu'nda başlamıştır. Atatürk, Afet İnan'ın ailesinin Makedonya kolunu tanıdığından, kendisinin meslek ve durumu ile ilgilendi. Afet İnan'ın isteği, öğrenimini sürdürmek ve yabancı dil öğrenmektir. Bunun yerine getirilmesi için Atatürk, Afet İnan'ın babası ve annesi ile görüşerek, kendisini o yıl İsviçre'nin Lozan şehrine Fransızca öğrenmeye gönderir (1925 - 1927).

Sonra, İstanbul'da Fransız Kız Lisesi (Notre Dame de Sion)nde bu öğrenimini sürdürür (1928-1929). Ortaöğrenim tarih öğretmenliği sınavına girerek öğretmenlik belgesini alır ve Ankara Musiki Öğretmen Okulu'na, Tarih ve Yurt Bilgisi öğretmeni olarak atanır (1929-1930). Türk Tarih Kurumu'nun kuruluş çalışmalarında yer almış ve orada uzun yıllar Asbaşkanlık yapmıştır. Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü'nün de müdürlüğünü yapmıştır. Akademik çalışmalarına devam eden Afet İnan, 1938'de lisans, 1939'da doktora çalışmalarını tamamlayarak 1942'de doçent ve 1950'de de profesörlüğe yükselir. Prof. Dr. Afet İnan'ın Atatürk ve Türk tarihi ile ilgili birçok yayını bulunmaktadır. 8 Haziran 1985 tarihinde ölmüştür. Atatürk vasiyetnamesinde Afet İnan için; "yaşadığı müddetçe şimdilik (şimdiki halde) ayda 800 lira verilecektir" diye vasiyette bulunmuştur.
 
Ahmed Mekki Üçışık HAKKINDA YAZILANLAR

Kadıköy’ün unutulmaz Müftüsü Ahmed Mekki Üçışık
İrfan Özfatura
Türkiye 12 Mayıs 2004

Abdüllatif Ağabey, Mekki Efendinin yanında çalışma bahtiyarlığına erişen az sayıda nasipliden biri. Sağolsun köşesinde defalarca yazmasına rağmen bizi kırmıyor, oturup o mübarek ile yaşadıklarını anlatıyor:
60’lı yıllar, hem okuyor, hem vergi dairesinde çalışıyorum. Bütün gün algı-vergi meseleleri, öfkeli mükellefler, cerbezeli muhasebeciler, sigara dumanı, evrak, zarf, dosya, mühür, dekontlar, paraflar, imzalar... Kullanmasını pek de beceremediğim kollu Facıt, tuşlar, rakamlar, hata affetmeyen hesaplar... Para, para, para, kirli banknotlar... Tutuk ve mahçup bir Anadolu ****** olduğum için bocalıyorum. Zaten sağım kadın, solum kadın. Odada taife-i nisa hakimiyeti olduğu için onlar rahat rahat yayılıyor, birer “Gelincik” ya da “Bahar” telliyor, dantelden, fincandan konuşuyorlar. Kilo problemleri, oje, krem tavsiyeleri, kahve falları, indirimler, ucuzluklar filan... Yapayalnızım, nasıl sıkılıyorum anlatamam.

Yürü! Kadıköy’e!..
Bir gün Müdür Bey yanına çağırıyor, düğme ilikleyip kapıyı tıklatıyorum. İçerden kuru bir “Gir!” sesi geliyor. Giriyorum, sözü döndürüp dolaştırmadan “Kadıköy Müftülüğünde açık, bizde de eleman fazlası varmış. Bir adam istiyorlar” diyor, “seni düşündüm ne dersin?

Sanki “hayır” deme gibi bir şansım var, sağolsun kibarlık ediyor. Ne diyeyim, boynumu büküyor “nasıl emrederseniz” diye mırıldanıyorum. Valla adam doğrusunu yapıyor, diğerleri benden hızlı ve tecrübeli. Hem kör değil ya uyum gösteremediğimi pekala farkediyor.

O pazartesi yeni işime başlıyorum. Müftü Efendi, Ahmed Mekki Üçışık adında tatlı dilli güleryüzlü bir Vanlı. Adını duymuşluğum var ama yakından tanıyınca içim açılıyor, nasıl ferahlıyorum anlatamam. Vazifem katiplik, bana masamı daktilomu gösteriyor, çay söylüyor, simit getirtiyor. Derken Mekkî Efendinin talebeleri geliyorlar. Ali Sezer, İbrahim Boğalı ve Kemâleddin Bey... Arabça bir kitap açıyor ve derse başlıyorlar. Kendini dindar sanan ben bir şey bilmediğimi ve bir hiç olduğumu anlıyorum. Kendi kendime “Allah Allah, nereye geldim böyle” diyorum. Mekkî Efendi konuştukça kalbimin yıkandığını, arındığını hissediyorum. Bir ara bana dönüyor, “Nasıl? Burayı beğendin mi” diye soruyor. Memnuniyetimi ifade edecek kelime bulamıyorum, “ahireti bilmem ama dünya cenneti böyle bir yer olmalı” diyorum.

Hürmette kusur etme!
Mekki Efendiyi yakinen tanıyanlar beni kenara çekiyor ve “O, hem Seyyid Abdülhakîm Arvâsî gibi bir velinin oğlu, hem de anne tarafından Seyyid Fehîm hazretlerinin torunudur. Böylesi büyük iki insan evladını nasıl yetiştirirlerse Mekki Efendi’yi de öyle yetiştirdiler. Onun mütevazı tavrı seni şaşırtmasın, mübarek hem babasından, hem de amcasından (Seyyid Tâhâ Efendiden) çok şey aldı” diyorlar. Yani usulünce “ayağını denk al, karşında hem zahiri ilimlerde icâzetli, hem de büyüklerin teveccühüne mazhar olmuş bir veli var” demeye getiriyorlar. Lâkin Mekki Efendi sıradan insanlar gibi davranıyor. Nasıl diyeceksiniz. Mesela gün boyu sağda solda dolanıyor, iskemleler üzerine ilişiyor, müftülük makamına asla oturmuyor. Soracağımı hissedince “bu koltuğu Zekeriyya Efendi gibi bir âlim şereflendirdi” diyor, “gayri bizim oturmamız uygun olmaz.” Artık onun da en az Zekeriyya Efendi kadar büyük bir âlim olduğunu biliyorum ama o öyle mütevazı ki kendini ulemadan saymıyor.
Bazen soru sormaya gelenler oluyor, onu kıyıda köşede görünce “Hey amca, Müftü Efendi yok mu” diye soruyorlar. Mübarek onlara yer gösteriyor, çay söylüyor, “bir sorunuz varsa cevaplamaya çalışalım evladım” diyor.
Namâzı mutlaka cemaatle kılıyoruz, lâkin imamlıktan ısrarla kaçıyor, daima beni ileri sürüyor. Birkaç defa imamete geçmelerini rica ediyorum. Gözlerini iri iri açıp “Ne ben mi?” buyuruyor, “asla, gök kubbe başıma yıkılır sonra!..”

Mesai mi? O da ne?
Mesai bitiyor ama hizmet bitmiyor, beni peşine takıyor, cami cami dolanıyoruz. Bazı imam ve müezzinler haberli olmak ve hazırlanmak istiyorlar ama o kendisi için külfete girilmesinden hoşlanmıyor. Onu bilenler biliyor. Mesela Ali Sezer Hoca, Mekki Efendiyi gördü mü ne imâmete geçiyor, ne hutbeye çıkıyor. Bu işleri müezzinlere bırakıyor, kendi boynunu büküp kapı önüne çekiliyor. Elpençe divan duruyor, sadece sorulanlara cevap veriyor.
Bir sabah henüz besmele çekmiş işe başlamışız. İri yarı, kasketli bir bitirim bitiyor, Mekkî Efendiye, “Müftü baba” diyor, “çalışmak için taa Kars’tan gelmişim, kimse bize iş vermiyor, memleketime döneceğim, ama param yok.” Adam profesyonel, iki de bir camdan bakıyor, “aha araba da çalıştı, kaçırmasak bari “ (o günlerde Anadolu otobüsleri Kadıköy meydanından kalkıyor) deyip heyecan yapıyor. Doğrusunu isterseniz benim gözüm tutmuyor ama Mekki Efendi bir insanın yalan söyleyebileceğine ihtimal vermiyor ki!
Büyük bir saflıkla biletin fiyatını soruyor. Adam “kırk lira” diyor. Mekki Efendinin maaşı 350 lira, tutup elli lira çıkarıyor, önüne koyuyor.
Neyse, o gün de akşam oluyor, birlikte vapura biniyoruz. Ne görsek beğenirsiniz, aynı adam aynı masalı anlatarak yolcular arasında dolanmıyor mu? İki koltuk sonra önümüze düşecek, göz göze geleceğiz. Kimbilir Müftü Efendi bu sahtekâra nasıl kızacak derken kulağıma eğiliyor, “Kalk Abdüllatif dışarı çıkalım” diyor, “bizi görürse utanabilir! Allah kimseyi mahçup etmesin!”
 
Ahmet Ateş ( 1917)- (20.10.1966) 1917 yılında Urfa'nın Birecik ilçesinde, Ağca Köyünde dünyaya gelen Ahmet Ateş, Yüksek Öğretmen Okulu ve istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdi. 1939'da Prof. Dr. Helmut Ritter'in asistanı olarak istanbul Üniversitesinin Arabiyat kürsüsüne intisap etti. 1943'te Doçent olan Ateş, pek çok milletlerarası ilmi konferanslarda Türk ilim alemi adına temsilci olarak katıldı. Ahmet Ateş, kurucusu da olduğu Şarkiyat Enstitüsü Müdürlüğü, İslâm Ansiklopedisi Yazı Heyeti Başkanlığı, yine kurucusu olduğu Milletlerarası Şark Tedkikleri Cemiyeti idare heyeti üyeliklerinde çalıştı.

Prof. Dr. Ahmet Ateş, çok yazan biri olmasına rağmen, çalışmalarında ilmî titizlikle, yüksek ilmî seviyeye son derece hassasiyet gösteren biri olarak, Türk kültür ve irfan hayatında pek çoğu meçhul olan meseleleri gün yüzüne çıkardığı gibi, yazılmış pek çok yanlışı da tashih etmesiyle tanınmıştır. Arap, Fars Dilleriyle, edebiyatları sahasında dünya çapında bir otorite olan Prof. Dr. Ahmet Ateş, 20 Ekim 1966'da Hak'kın rahmetine kavuşmuştur.

Prof. Dr. Ahmet Ateş, Afganistan Neşriyat Müdürlüğü'nün, Kabil'de düzenlediği "Hâce Abdullah Ensari'nin Ölümünün 900. Yıldönümü" (26 Eylül -Ekim, 1962) Anma toplantısına davet edilmiş, Afganistan intihalarını dönüşte Türk Kültürü Dergisinin (Ocak, 1963, Sayı, 3) ve (Mayıs, 1963, Sayı, 7) nüshalarında Türk okuyucularına sunmuştur
 
Ahmet Buran Elazığ ilinin Keban ilçesine bağlı Aşağıçakmak köyünde doğan Ahmet Buran, ilk tahsilini köyünde, orta okul ve lise tahsilini ise Elazığ’da, Elazığ Orta Okulu, Atatürk Lisesi ve Elazığ Lisesinde okuyarak tamamlamıştır. 1980 yılında girdiği Fırat Üniversitesi Edebiyat ( Fen-Edebiyat) Fakültesinden 1984 yılında mezun olmuş, aynı yılın Ekim ayında, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünün açtığı yüksek lisans imtihanını kazanarak Türk Dili Anabilim Dalında yüksek lisansa başlamıştır.. Bu arada Fırat Üniversitesinde Türkçe derslerini okutmak üzere Üniversite Senatosunca dışarıdan ücretli öğretim elemanı olarak Türkçe Bölümünde görevlendirilmiştir.

Temmuz 1985 tarihinde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde açılan Araştırma Görevliliği sınavını kazanarak 15 Kasım 1985 tarihinde Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başlamıştır.

1984 yılında başladığı yüksek lisans çalışmasını Keban, Baskil ve Ağın Yöresi Ağızları adlı tezle, 1986 yılında başladığı doktora çalışmasını ise, Prof. Dr. Tuncer Gülensoy’un yönetiminde hazırladığı Anadolu Ağızlarında İsim Çekim Ekleri adlı tez ile 1989 yılında tamamlamıştır.

1990 yılı Kasım ayında Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne Yrd. Doç. Dr. olarak atanan Ahmet Buran, 15 Ekim 1992-15 Aralık 1992 tarihleri arasında Burdur ilinde vatani görevini yapmış ve 13 Ekim 1995 tarihinde Doçent, 2001 yılında da Profesör olmuştur.
1995-1997 Yılları arasında F. Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanlığı; 1995-2003 yılları arasında Fırat Üniversitesi Dil Eğitim Öğretim ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü; 1997-2000 yılları arasında, F. Ü. Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu Müdürlüğü; 2000-2003 yılları arasında F. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü görevlerinde bulunan Prof. Dr. Ahmet BURAN, 2003-2005 yılları arasında, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesinde Türkoloji Bölümü Başkanı olarak görev yapmıştır.

12 kitabı bulunan Prof. Dr. Ahmet BURAN, yurt içi ve yurt dışında çok sayıda bilimsel toplantıya katılmış, bildiriler sunmuş, makaleler yayınlamıştır. Yeni Türk Dili Anabilim dalı öğretim üyesi olan BURAN, Ağız Araştırmaları(dialektoloji), Eski Anadolu Türkçesi ve Çağdaş Türk Lehçeleri üzerine yaptığı çalışmalarla tanınmaktadır.
İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) üyesi olan Prof. Dr. Ahmet BURAN evli ve iki çocuk babasıdır.

Prof. Dr. Ahmet BURAN Kaynakçası

Kitaplar:

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Harput’tan Hazar’a Elazığlı Şairler, Elazığ belediyesi yay. Elazığ 2006 ( Doç. Dr. Ali Yıldırım ve Y. Doç. Dr. Tarık Özcan ile)

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Nimri Dede, Hayatı ve Şiirleri, Manas Yay. Elazığ 2006

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Mehmet Bedri Yücesu, Hayatı ve Şiirleri, ManasYyay. Elazığ 2006 (Ali Yıldırım ile) (Yayına hazır)

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Türkiye Türkçesi Ağızları, Arkış Yay. Elazığ 2006 (Ercan Aklaya ve Fatih Özek ile) Yayına hazırlanıyor.

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Saatname, ………… (Yayına Hazır)

Makaleler:

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Türkiye’de Standart Dil Yaratma Çabaları ve Kürtçe, Muzaffer Özdağ Armağanı, C. 4. 2003, s….

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Konuşma Dili-Yazı Dili İlişkileri ve Cumhuriyet Devrinde Yazı Dilinin Ağızlardan Aldığı kelimeler Üzerine Bir Değerlendirme, Zeynep Korkmaz Armağanı, TDK yay. Ankara 2004, s. 80-102

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Türkçe Saatnameler ve Hibetullah İbni İbrahimin Saatnamesi, Jurnal of Turkic Civilization Studies, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, No 1 / 2004, s.263-281

Prof. Dr. Ahmet BURAN, The Role Of Kyrgyz and Russian Languages in Political Realities of Kyrgyzistan, Dialogue (Berween Civil Society and Government in Kyrgyzistan), January 2004, s.30 (dil tartışmasında bir bölüm)

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Kırgız Tili Söylönböy Kalsa Ölöt, Zaman Kırgıztan, 2 Aprel , 2004 Cıl, s. 19

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Karma Diller, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Sosyal Bilimlere Dergisi, Sayı 13, 2005, s. 79-87
(Aynı yazı, Türklük Bilimi Araştırmaları Dergisi Tuncer Gülensoy Özel Sayısında da yayınlanacak)

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Kırgızistan’daki Dillerin Bugünü ve Geleceği, Türk Yurdu, Sayı 216, Agustos 2005, s. 31-32

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Türk Tilderinde “Mayram” Sözünün Manilik Çöyrösü Cana Tekteşlik Baylanışı, Til Cana Kotormo, Cilt 1 /2005, s.38-40 (Çin/ Uygur Özerk Bölgesi)

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Kavran Alanı- Kelime Alesi İlişkileri Bakımından Türkçede Bayram, Prof. Dr. Saim Sakaoğlu Armağanı………….. (yayınlanacak)


Bildiriler:

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Cumhuriyet ve Dil, Türkiye Cumhuriyetinin 80. Yılı Bilgi ve Kültür Şöleni, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, 29 Ekim 2003, Bişkek / Kırgızistan (yayınlanmadı)

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Türkiyadağı Dialektologiyalık Zertteuler men Türkitanudağı Diyalektologiyalık Meseleleri, Sersen Amancalov Cene Kazirki Kazak Filologiyasının Özekti Meseleleri Konferentsiyası, A. Baytursınulı Atındağı Til Bilimi İnstitutı, 25 Kasım 2003, Almatı /Kazakistan (yayınlanmadı)

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Prosses Osvokniya i Obuçeniya Rodnogo i Nirodnıx Yazıkov Vı Kırgızstane, ICANAS XXXVII, (Mejdunarodniy Kongress Vostokovedov, 16-21 Avgusta 2004, Moskova/ Rusya (yayınlanmadı)

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Çok Dilli Toplumlarda Dil ve İletişim Sorunları- Kırgızistan örneği, 1. Uluslar arası İpek Yolu Tarih ve İletişim Smpozyumu, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, 17-18 Mayıs 2004, Bişkek/Kırgızistan (yayınlanmadı)
(Ayrıca aynı sempozyumda oturum başkanlığı)

Prof. Dr. Ahmet BURAN, 2. Uluslararası Türk Uygarlığı Kongresi, Kırgızistan -Türkiye Manas Üniversitesi, 4-6 Ekim 2004 Bişkek/ Kırgızistan (oturum başkanlığı)

Tezler: (Yüksek Lisans)

Süleyman Kaan Yalçın, İlköğretim 1. ve 5. Sınıf Türkçe Ders Kitaplarındaki Sözvarlığı Unsurlarının Eğitsel Açıdan Değerlendirilmesi, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ 2005, XVII +245 s. (Danışman: Prof. Dr. Ahmet BURAN)

Gülzada Narmamatova, Sanat-ı Digerestter,(Metin-İnceleme-Dizin) Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bişkek 2005, XII +221 + 38
(Danışman: Prof. Dr. Ahmet BURAN)

Işın Bilge Kağan Selçuk, Oş İli Özgön İlçesi Köylerinde Yaşayan Türklerin Ağızları ( İnceleme-Metin-Sözlük), Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bişkek 2005, V + 123

Panel-Konferans:

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Eğitim ve Bilim Dili Olarak Kırgızca, Baytik Atındagı Orto Mektep, 15 Mayıs 2004 Bişkek/Kırgızistan

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Orta Asya’daki Kültür ve Uygarlıkların Araştırılması Projesi, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, 29 Eylül 2005, Ankara

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Dünyadaki Son Gelişmeler Karşısında Türk Dilinin Geleceği, Fırat Üniversitesi, ……….. Elazığ

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Türkiye’de Dil ve Kimlik Sorunları, Aydınlar Ocağı, …………….Malatya

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Kırgızistan İzlenimleri, TİSAV Elazığ Şubesi,……….. Elazığ

Radyo-Televizyon Konuşmaları

Kırgız Dilinin ve Kırgızların Bugünü ve Geleceği (Azatlık Radyosu )
Eğitim-Kültür ve Devlet Dili Olarak Kırgızca(BBC radyosu)


Çalışma Grupları:
Kişi Adları Çalışma Grubu(TDK)
Derleme Sözlüğü Çalışma Grubu(TDK)
Veteriner Terimleri Sözlüğü Çalışma Grubu (TDK)
Su ürünleri Terimleri Sözlüğü Çalışma Grubu (TDK)

Proje:

Orta Asya’daki Kültür ve Uygarlıkların Araştırılması Projesi ( Proje Yürütücüsü)
 
Ahmet Davutoğlu ( 1959) 1959 yılında Taşkent'te doğdu. Ortaöğrenimini İstanbul Erkek Lisesi'nde tamamladı. Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi ve Siyaset Bilimi Bölümlerinden mezun oldu. Aynı üniversitenin Kamu Yönetimi Bölümünde yüksek lisans, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde doktorasını tamamladı. 1990-1995 yılları arasında Marmara Üniversitesi'nde çalıştı. 1993'te doçent, 1999'da profesör oldu. Halen Beykent Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler Bölümü başkanlığını yürütmektedir.

ESERLERİ

Stratejik Derinlik / Türkiye'nin Uluslararası Konumu
Ahmet Davutoğlu
Küre Y.
Türkiye'yi çevreleyen yakın kara, yakın deniz ve yakın kıta havzaları, coğrafi olarak dünya anakıtasının merkezini, tarihî olarak da insanlık tarihinin ana damarının şekillendiği alanları kapsamaktadır. Soğuk savaş sonrası dönemin getirdiği dinamik uluslararası ve bölgesel konjonktürde en yakın havzasından başlayarak dışa açılması kaçınılmaz olan Türkiye'nin stratejik derinliğinin yakın kara, yakın deniz ve yakın kıta bağlantıları ile yeniden tanımlanması ve bu derinliğin jeopolitik, jeoekonomik ve jeokültürel boyutlarının dış politika parametreleri olarak kapsamlı bir şekilde yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.
Modernite Avrupa-merkezli bir tarihî sürecin eseriydi; küreselleşme ise kaçınılmaz bir şekilde başta Asya olmak üzere bütün insanlık birikimini tarihin akış seyrinde tekrar devreye sokacak unsurlar taşımaktadır. Tarihî birikimi etkin bir açılıma temel sağlayacak toplumların öne çıkacağı bu süreçte Türkiye Tarihî derinliği ile stratejik derinliği arasında yeni ve anlamlı bir bütün oluşturma ve bu bütünü coğrafî derinlik içinde hayata geçirme sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Stratejik açıdan mihver bir ülke olan Türkiye, bu sorumluluklarının gereğini yerine getirmesi durumunda, yeni dengelerin oluşacağı daha istikrarlı uluslararası konjoktürlere daha uygun şartlarda giren merkez bir ülke konumu kazanacaktır.
X
 
Ahmet Gürtaş Doç.Dr. Ahmet GÜRTAŞ, 2.7.1940 yılında Konya-Beyşehir ilçesinin Doğanbey kasabasında 6 çocuklu bir ailenin en küçük ****** olarak dünyaya geldi. 1952 yılında Doğanbey’de ilkokulu, 1953 yılında hıfzını tamamladı. 1960 yılında Konya İmam- Hatip Okulundan, 1964’de İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun oldu. 1964-1966 yılları arasında Balıkesir İmam-Hatip Okulunda meslek dersleri öğretmenliği ve müdür yardımcılığı yaptı.
1964 yılında Konya Yüksek İslam Enstitüsü’ne Arap Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak atandı. Bu kurumda ders vermeye, 1972-1974 yılları arasındaki askerliği ve 1980 yılında MEB Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği görevi hariç, 1982 yılına kadar devam etti.

1982-1984 yılları arasında Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı, 1984-1988 yıları arasında ise TDV İslam Ansiklopedisi Kurucu müdürlüğü görevlerinde bulundu.

1989 yılında Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne Arap Dili ve Belagati bilim dalı öğretim görevlisi olarak atandı. 1989-1993 yılları arasında devlet bakanlığı müşavirliği görevini de yürüttü.. 7.2.1994 tarihinde “Atatürk ve Din Eğitimi” isimli çalışmasıyla Din Eğitimi doktoru unvanını aldı. Aynı yıl, Arap Dili ve Belagati Ana Bilim Dalına yardımcı doçent olarak atandı. Uzun yıllar söz konusu bilim dalı başkanlığı görevini de yürüten Ahmet Gürtaş, 8.11.1999 tarihinde doçent oldu.1991 yılından vefatına kadar DİB Selçuk Eğitim Merkezi’nde Arapça nahiv, belagat ve metin tercümesi dersleri verdi.

Arap dili ve öğretimine dair çok sayıda basılmış eseri, sadeleştirme çalışmaları, fakülte dergilerinde yayınlanmış pek çok makalesi, ilmi ve siyasi konularda tebliğleri vardır.”Kur’an okumayı öğreniyorum” isimli Kuran elifbası bu alanda hazırlanmış en başarılı ve orijinal eserlerden biridir.

24.11.1999 tarihinde geçirdiği kalp ameliyatı sonrasında oluşan komplikasyonlar sonucu 8.12.1999 tarihinde Konya’da hayatını kaybetti.
 
Ahmet Kadirov ( 1954) Doğum Tarihi 1954
Doğum Yeri Çeçenistan
Milliyeti Çeçen
Uyruğu Rus
Medeni Durumu Evli
Eğitim Durumu Taşkent İslam Enstitüsü (1980)
Yabancı Dil
Önceki Görevleri 1989-1994 Kuzey Kafkasya İslam Enstitüsü Kurucusu ve Rektörü

1996 Çeçenistan'ın resmi Müftüsü

1999 Şamil Basayev ve Hattab başkanlığundaki grublara karşı çıkarak, Çeçenistan Devlet Başkanı Mashadov'a karşı muhalefet başlattı.

1999 Mashadov tarafından Müftülük görevinden alınarak, vatan haini ilan edildi.

2000 Rusya tarafından Çeçenistan Cumhuriyeti yönetimine atandı.

5 Ekim 2003 tarihinde yapılan Çeçenistan Devlet Başkanlığı seçiminde Çeçenistan Devlet Başkanı seçildi.
Halen Bulunduğu Görev 9 Mayıs 2004 tarihinde Çeçenistan Devlet Başkanı iken düzenlenen bir suikast sonucu hayatını kaybetti.
 
Ahmet Şenol ( 1948)- (2001) 1948 yılında ulukışla'da doğdu.AİTİA mezunu. Halk oyunları ile ilgili çalışmaları H:G:M: halk dansları örnek grubunda başladı.1978 yılında Tubil derneğinin kurucuları arasında yer aldı.1988 yılına kadar Tubil Başkanlığının yürüttü.1986 yılnda İhsan Hınçer Folklora Hizmet Ödülü'nü aldı. 1988 yılında Fransa/Dijon Milletlerarası Halk Oyunları yarışmasında jüri üyeliği, 1987-2000 yılları arasında MEB'da Halk Oyunları Danışma Kurulu Üyeliği, öğretim görevliliği ve jüri üyeliği yaptı.

ESERLERİ:Halk Oyunları Bibiliyografyası-1 1989, Halk Oyunları Bibiliyografyası-2 1996, Türk Halk Oyunları Terimleri Sözlüğü (1998), Türk Halk Oyunları Giysileri MEB Y. 1999, ayrıca derleme kitapları da vardır.Halk oyunları ile ilgili çeştli sempozyumlarda ve 3,4,5 Milletlerarası Folklor Kongrelerine iştirak edip, bildiriler sundu.Ankara Üniversitesi DTCF Halk Bilimi Bölümü'nde Halk Oyunları Öğretim Görevlisi olarak 1991-2000 arasında hizmet verdi.

KAYNAK:Halk Oyunları Arşivi Derleyen Ahmet Şenol cd serisi kapağı.
 
Ahmet Tan ( 1949) İstanbul Milletvekili- DSP

İSTANBUL - 1949, Mehmet - Zeynep, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi, London City Üniversitesi Media Studies, SBF Siyaset ve Yönetim Bilimi Yüksek Lisans - İngilizce - Gazeteci, Yazar, Siyasal Bilim Doktoru - Cumhuriyet Gazetesi Londra ve Ankara Temsilcisi, Haber Müdürü, Sabah Gazetesi Yazarı, Gazi ve Ankara Üniv. İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi - XX nci Dönem İstanbul Milletvekili - Turizm Eski Bakanı - AGİTPA Türk Grubu Başkanı - Evli, 1 Çocuk
 
Ahmet Hamdi Tanpınar ( 23.06.1901)- (24.01.1962) Ahmet Hamdi Tanpınar, 23 Haziran 1901 tarihinde İstanbul'da doğdu.İstanbul'da Ravaz-i Maarif İbtidaisi'nde, Sinop ve Siirt rüşdiyelerinde, Vefa, Kerkük ve Antalya sultanilerinde öğrenim gördü. Baytar mektebini bırakarak girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden 1923 yılında mezun oldu. Erzurum, Konya ve Ankara liseleriyle, Gazi Eğitim Enstitüsü ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı, aynı akademide estetik ve sanat tarihi dersleri verdi (1932 - 1939). 1939 yılında İstanbul Üniversitesi'ne Yeni Türk Edebiyatı Profesörü olarak atandı. Maraş Milletvekili olarak 1942-1946 yıllarında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bulundu. Bir süre Milli Eğitim Müfettişliği yaptıktan ve Güzel Sanatlar Akademisinde eski görevinde çalıştıktan sonra 1949 yılında İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne yeniden döndü ve bu görevde iken 24 Ocak 1962 tarihinde İstanbul'da öldü.


ESERLERİ
Şiir:
Şiirler (1961 - Bütün Şiirler)

Hikaye:
Abdullah Efendi'nin Rüyaları (1943), Yaz Yağmuru (1955).

Roman:
Huzur (1949), Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1962), Sahnenin Dışındakiler (1973), Mahur Beste (1975), Aydaki Kadın (1987).

Deneme:
Beş Şehir (1946), Yahya Kemal (1967), Edebiyat Üzerine Makaleler (1969), Yaşadığım Gibi (1970).

Tarih:
XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi (1949), Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Mektupları (1974 - Der. Z. Kerman).

HAKKINDA YAZILANLAR

Hazır Reçete Yok !
Her şey bizden bir yeni terkip bekliyor
Mahmut Çetin

Türk aydını, Osmanlı devletinin Batı karşısında çözülmesiyle yeni bir kültür dünyasına açılır.Bu çaba Osmanlı devletinin yıkılması ve onun değer yargılarının tasfiyesiyle hızlanır.Aydınlarımız bu maksatla önce yerli olanla islami olanı ayırıp, yerli olana bağlanmayı dener.Ardından yerli olan kültür kaynağını iyice daraltıp folklordan hareketle teorik bütüne ulaşmayı düşünürler.Folklordan hareketle bir çok fikri üretim yapılmasına rağmen, bu arayış asıl amaç olan ‘yeni bir teorik zemin’i oluşturamaz.I.Tarih Kongresiyle ortaya yeni bir tez atılır.Tez şudur: “Bütün dünyaya şamil medeniyetin mebde ve menşei Orta Asya’dır.”(1)

Erol Güngör esaslı bir eleştiriye tabi tuttuğu bu tezi şöyle özetler.Yeni teze göre Orta Asya medeniyetin beşiğidir.Türkler Orta Asya’da yaşarken bir kuraklıkla yurtlarından ayrılmışlar, dünyanın değişik yerlerine göç etmişler ve medeniyeti dünyaya yaymışlardır.Bu arada Anadolu, Mısır ve Mezopotamya’da yeni yeni medeniyetler kurmuşlardır.Etiler, Hititler ve Sümerler gibi.Türkler müslüman olunca yeni bir göç dalgasıyla yeniden Anadolu’ya ulaşmışlar, buradaki Eti , Hitit kültürleriyle yeniden kaynaşmışlardır.Anadolu 4 bin yıllık Türk yurdudur.Cumhuriyetle bu en eski Türk kültürlerine sahip çıkılmıştır.(2)

Karahanlı-Selçuklu-Osmanlı zinciri Türk tarihinden bir sapma mı ?

Teorinin buraya kadar olan kısmı, Anadolu üzerinde gözü olan Batı ülkelerine karşı sevimli bir çıkış olarak görülebilir.Ancak teoriyi üretenler hızını alamayıp asıl Türk tarihinin kaynağını Anadolu Medeniyetleri adı altında Eti-Hitit-Sümer zincirine bağlar ve Türk tarihinin Karahanlı-Selçuklu-Osmanlı zincirini asıl özden bir sapma olarak niteler.Bu nedenle Türklerin müslümanlaşmasından sonraki dönemler, gözden geçirilmesi gereken dönemlerdir.Aydınlar başlangıçta -genellikle- kabul etmekle birlikte zaman bu tezi geçersiz kılar.

İki ara bir dere: Batı

Karahanlı-Selçuklu-Osmanlı dönemini es geçerek oluşturulmak istenen tarih anlayışlarının geçersizliği, arayış içindeki odakları, Batı medeniyetini evrensel tek bir medeniyet olarak görmeye ve ona entegre olmaya itmiştir.

Batı medeniyetine entegre olma düşüncesi Nurullah Ataç tarafından teorik birliğe ulaştırılmaya çalışılır.Belki de yabancılaşma dönemi boyunca sınırlı da olsa başarıya ulaşmış tek düşünce budur.1938 yılından sonra fikir hayatımıza bu düşünce hakim olmuştur.Bu görüşe göre Batı medeniyetinin gelişme çizgisi, bütün insanlık için ortaktır.Batı medeniyeti dışında ortaya çıkan medeniyetler ayrıktır ve onların ancak folklorik bir değeri vardır.Yerli medeniyetlerin tasfiye edilip, Batı medeniyetine adapte olmaları tarihi bir zarurettir.Bundan dolayı Yunan, Latin ve Fransız kaynaklarından Batı kültürü aktarılarak, pozitivizmde karar kılınmıştır.Resmi görüşe paralel olarak, Batı’dan aktarılan yeni fikir akımları sınıf ya da üretim temelinden yoksun olmasına rağmen siyasi yönelişlerde ve kadrolaşmada kaynak olmuştur.Batı alıntılarıyla, aktarmacılığıyla devlete ‘kapılanma’ mümkün olduğundan resmi siyaset ve kültürü kendilerine göre yorumlayan siyasi gruplar, üretimden kaynaklanmayan gelirlerle ‘sübvanse’ edilerek ithal bir kültür ortaya konmuştur.(3)Bu aktarma kültürün etkisi günümüzde azalarak sürmektedir.

Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren ileri sürülen tarih görüşleri 1950 sonrası serbestlik ortamıyla, devlet görüşü olmaktan çıkmıştır.Bu görüşlerin ileri sürüldüğü dönemlerde ise daima karşı tezler var olmuştur.

Kültüre dayalı çözüm: ‘değişerek devam etmek’

Bu karşı tezlerden biri de Anadoluculuktur.Özellikle Yahya Kemal’in tarih görüşü bu isimle ifade edilmiştir.Bu görüşe göre Türk Tarihi, Malazgirt Zaferiyle başlar.Dilin ve milletin önceki macerası, bu tarihin bir çeşit mukaddimesinden ibarettir.Malazgirt Zaferi, İstanbul’un Fethi ve Milli Mücadele, Fransız İnkılabı çapında ‘doğu rönesansı’na kaynaklık etmişlerdir.

Yahya Kemal’in fikri halefi durumundaki büyük yazarımız Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur adlı şaheserinde roman örgüsü içinde üç önemli tezi de yoğurmaktadır.Tarihinin sürekliliği, kültür devrimlerinin başarısızlığı ve milli çözüm: halkın gücü.

Bizim üç ana başlıkta topladığımız Huzur tezleri, bütüncül bir tarih tezi ortaya koymuştur.“Yalnız bir şeyi biliyoruz.O da bir takım köklere dayanmak zarureti, tarihimize bütünlüğünü iade etmek zarureti.bunu yapmazsak ikiliğin önüne geçemeyiz.Muvazalar daima tehlikelidir.”(4)

Tarihi bütünlüğün sağlanması, yani tarihin bir takım zoraki tezlerle değil, sadece vakıa-olgu olarak değerlendirilmesini gerektirir.Tarihin belirli devirlerini tasviye edip yerine mantıki tezler teklif edememe durumu, toplumda mutlak bir yabancılaşmayı başaramasa da değer yargılarını yozlaştırmaktadır.
Bu tahribat nedeniyle fertler, toplumlarına has hüviyetlerini temsil edemez hale gelmektedir.Hüviyetini bulamayan fertlerin oluşturduğu toplum bunalımlara gebe bir toplumdur. “Evvela insanı birleştirmek.Varsın aralarında hayat standardı yine ayrı olsun; fakat aynı hayatın ihtiyaçlarını duysunlar.”(5)Köklerine bağlı fertler, farklı içtimai sınıflara mensup olsalar bile ‘biz şuuru’nu muhafaza edeceklerdir. “Maziyi ihmal edersek hayatımızda ecnebi bir cisim gibi bizi rahatsız eder.”(6) Tarihi birikimden kaçmak boşuna bir çabadır.İnsan için hafıza neyse, millet için de tarih odur.Nasıl insan fikir değiştirebildiği halde hafızasını silip atamamaktaysa, milletler de günlük zaruretler nedeniyle tarihi birikimlerini silip atamazlar.Silip atmaya kalktıkları durumda bile hayatın tabii akışı ‘günlük dayatma’ları geçersiz kılacaktır.Yabancılaştırmanın başarıldığı iddia edilen sömürge topraklarda bile toplumsal doku hepten silinememekte ve tarihi birikim ‘ecnebi bir cisim gibi’ insanları rahatsız etmektedir.

Halkın içinde ve önünde aydın

Toplum için değişik bakış açılarıyla değişik tasnifler yapılabilir.Bunlardan biri de halk ve aydın ayırımıdır.Halk ve aydın ikiliği yabancılaşma döneminin başından itibaren cemiyetimizde etkisini gösterir.Türk toplumu için bu iki kesim de yeni dönemin rengini vermeğe tek başına yeterli değildir.Huzur romanındaki karakterlerden Mümtaz, Türkiye’nin kültür birliği sağlanamadığından gelecekten ümitsizdir.Ancak romanın diğer kahramanı İhsan yani romandaki Yahya Kemal, “Güçlük var.Fakat imkansız değil.Biz şimdi bir aksülamel devrinde yaşıyoruz.Kendimizi sevmiyoruz.Kafamız bir yığın mukayeselerle dolu; Dede’yi Wagner olmadığı için, Yunus’u Varlaine, Baki’yi Goethe ve Gide yapamadığımız için beğenmiyoruz...Coğrafya, kültür, her şey bizden bir yeni terkip bekliyor; biz misyonlarımızın farkında değiliz.Başka milletlerin tecrübesini yaşamaya çalışıyoruz”(7) der.

Başkasının hayatını yaşayamazsınız

Medeniyetlerin farklı gelişme çizgileri vardır.Ancak batıcı ortodoks görüşe göre Batı medeniyeti evrensel ideal gelişim sürecinden geçmiştir.Bu medeniyetin dışındaki medeniyetlerin yaşaması, Batı medeniyetine adapte olmasına bağlıdır.Bu görüş kültür hayatımıza hakim olmuş ve aydınımızı kültür ikiliğine yani kimlik bunalımına düşürmüştür.Bu hususta Tanpınar’ın işareti şudur: ‘başka milletlerin tecrübesi’nden faydalanılabilir, ama onun tecrübesini yaşamak mümkün değildir.

Kaynaklar
1.İnanç ve Kültür Sadettin Elibol s.133
2.Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik Erol Güngör s.66
3.Niçin Arabesk Değil Sibel Özbudun s.40
4-7.Huzur Ahmet Hamdi Tanpınar s.302-304
 
Ahmet Turan Alkan ( 1954) 1954 Sivas doğumlu. İlk ve orta tahsilini Sivas'ta tamamladıktan sonra 1978 yılında SBF'nin İdare ve Siyaset Bölümü'nden mezun oldu. Bu esnada Sivas'ta üç yıl süreyle mahalli matbuatta çalıştı. Çeşitli dergilerin yayınlanmasına katkıda bulundu. 1980 yılında askerlik hizmetini Tatvan ilçesinde yedek subay olarak yerine getirdi. Üç yıl serbest çalıştıktan sonra 1985'de Cumhuriyet Üniversitesi'ne girdi. 1987'de yüksek lisans eğitimini, 1991'de doktora çalışmasını tamamladı. 1993'de yardımcı doçentliğe atandı. 1994 yılında Cumhuriyet Üniversitesi bünyesinde kurulan İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi'ne geçti ve halen bu fakültede görev yapmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır. Muhtelif dergilerde (Türkiye Günlüğü, Tarih ve Toplum, Dergâh, Türk Edebiyatı, Yeni Türkiye, vb.) yayınlanmış yazıları vardır. Kitap şeklinde yayınlanmış sekiz çalışması bulunmaktadır.
ESERLERİ:

1.Birinci Meşrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset, Cedit Yayınları, Ankara, 1993, (Doktora tezi)
2. İstiklâl Mahkemeleri, Ağaç (Alternatif Üniversite) Yayınları, İstanbul, 1993
3. Doğu ve Batı Karşısında Cemil Meriç, Akçay Yayınları, Ankara, 1994, (Yüksek lisans tezi)
4.Yatağına Kırgın Irmaklar, Ötüken Yay., İstanbul, 1997.
5.Altıncı Şehir
Üniversite yılları sayılmazsa hep Sivas'ta yaşamış ve sevdiği şehri bütün hurda teferruatı ile tanımış bir aydın olan Ahmet Turan Alkan, folklorla sınırlı kalmayıp Türkiye'de yaşanan büyük değişmeyi Sivas bazında incelemiş olmak bakımından diğer şehir tarihçilerinden ayrılır. Altıncı Şehir, bu bakımdan sadece Sivas'ın değil, bütün Türkiye'nin hikâyesidir.

6.Ateş Tecrübeleri
Ahmet Turan Alkan, bir prototip, bu toprağın değerlerine sımsıkı bağlı, fakat ufku sonsuzluk ölçeğinde açık, içinde yaşadığımız çağın ve Türkiye'nin bütün meselelerini derinliğine kavramış yeni Türk aydınının prototipi... Ateş Tecrübelerinde bunu göreceksiniz.

7.Üç Noktanın Söylediği
Üç noktanın ima ettiğini, yeri gelir, bütün bir edebiyat şerhten âciz kalır. Nokta dediğimiz, adı üstünde noktadır işte. Geometrinin başlangıç yeri, sözün sonudur. "İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttılar" sözü, size noktanın basitliğinde gizlenen olgunluk ve mükemmeliği çağrıştırabilirse de, sıradan üç noktanın ima ettiği mutlaka daha fazla birşeydir. Çünkü üç nokta arasındaki mesafaye kendinizi koyabilirsiniz; hayalhanenizi, hislerinizi ve tasavvurlarınızı. Üç noktalık bir hacmi siz inşa eder ve orada kendinizi tarif edebilirsiniz.

8.Ubeydullah Efendi'nin Amerika Hatıraları
Sıradışı Bir Jön Türk
Ahmet Turan Alkan
İletişim Yayınevi / Anı Dizisi

Ubeydullah Efendi (1858 - 1937), sarıklı-cübbeli bir Jön Türk'tü. Onun çelişkilerle dolu kişiliği, Jön Türkler'in türdeşlikten ne kadar uzak oldukları hakkında fikir vericidir. II. Abdülhamid, Ubeydullah Efendi'yi (bugünkü Libya'nın güneyinde, Büyük Sahra'da bulunan) Taif'e sürmüş, İttihat ve Terrakki ise İkinci Meşrutiyet'te üç defa mebus seçtirmişti. Ubeydullah Efendi ayrıca hapse de girdiği ("Sultan Hamid devrinde bir buçuk sene hapis, beş bucuk sene nefiy, on sene kaçak olduğumuz için tecrübe-i didegandan sayılıyoruz") Abdülhamid döneminde sultana jurnaller vermiş, İttihatçıları kıyasıya eleştirmiştir. Mütareke'de (iki kere) Malta'ya sürülmüş, Cumhuriyet'te Beyoğlu Evlendirme Memuru olmuştur. 1931 ve 1935'te, dönemin tek partisi CHP'nin Beyazıt milletvekilliğinde bulunmuştur.
 
Akşemseddin HAKKINDA YAZILANLAR

Fethin görünmez mimarı Akşemseddin Hazretleri

Akşemseddin; Hazret-i Ebûbekir’in evladından, Şihâbüddin Sühreverdi’nin torunudur. Babası Şeyh Hamza (Kurtboğan adıyla meşhurdur) âlim biridir ve oğlunu mükemmel yetiştirir. Mübarek, dudak uçuklatacak kadar zekidir. Hızlı ilerler ve genç yaşta müderris olur. Osmancık medreselerinde talebe okutur. Evet yörede hatırı sayılır bir âlimdir, ancak işin hâkikatına varmak ister. Bunun tek yolu vardır “ledün ilminde mütehassıs bir velinin” huzurunda diz çökmek.

Arar, sorar, istihareye yatar. Zihninde iki isim berraklaşır. Bunlardan bir tanesi Hâlep’te ki Zeynüddin Hafi Hazretleridir. Diğeri Ankara’daki Hacı Bayram-ı Veli. Akşemseddin yakından başlar. Önce Ankara’ya gider. Ancak Hacı Bayram Hazretlerini kapı kapı teberrû toplarken görür ve yıkılır. Nedenini, niçinini sormaz bile, oracıktan döner, yürür Hâlep’e. Ancak yolda gördüğü rüyalarda, nasibinin Hacı Bayram elinden olduğu işaret edilir. Hatta zincirlerle çekilir ki, uyandığında izi vardır boynunda. Şaşkınlık ve pişmanlık içinde Ankara’ya döner. Yüce veliyi orak tırpan çalışırken bulur. Mübârek garibin birine yardım eder ki kan ter içindedir. Akşemseddin bin pişmandır, boyun büker... Ve kavuşur affa.

Hacı Bayram Hazretleri bu mütevazı talebesini çok sever, O'na hususi bir ihtimam gösterir. Akşemseddin ayrıca iyi bir hekimdir de. Pastör’den asırlar evvel hastalığa sebep olan mikropları ve karantinanın mantığını anlatır. Hatta o yıllarda “seretan” adıyla bilinen kanseri teşhis eder.

İstanbul’un kuşatıldığı günlerde Fatih Anadolu’daki âlimleri ordugâha davet eder. Hepsi mükemmel insanlardır, ancak Akşemseddin’le aralarında anlatılmaz bir muhabbet başlar. Nedendir bilinmez bu akça pakça veliyi görünce içi rahatlar. Tabiri caizse kanı kaynar.

İstanbul gibi bir şehri almak kolay değildir. Dev surlar, haçlı yardımları, derin hendekler, aşılmaz zincirler, Rum ateşi denen bela ve güçlü düşman. Bunlar bilinen şeylerdir ve Fatih herbirine tedbir düşünür.

YEMEĞİ İÇMEYİ UNUTUR
Ancak, bazı komutanlar (ki bir çoğu baba emanetidir) zafere inanmazlar. Açıktan açığa “Bu devletin askerine, akçesine yazık değil mi canım?” derler, “Maceranın sırası mı şimdi?”

Genç sultanı Bizansla boğuşmak değil, yanındakilerle uğraşmak yorar. Yemeyi içmeyi unutur, uykuyu dağıtır. Kendini fena yıpratır. Geceler boyu ağlar ki yastığı hiç kurumaz. Muhasara başlayalı 50 gün geçer, lâkin gözle görülür bir ilerleme yoktur . Rumlar yıkılan surları anında yapar, o acaib ateşleri ile zemini değil, suyu bile yakarlar. Fidan gibi yiğitler ardarda düşerler toprağa. Sultan Mehmed kalabalıklar içinde yalnızdır. Hatta zaman zaman kuşatmayı kaldırmayı düşünür.

Akşemseddin hazretleri onun zihninden geçenleri okur. “Sakın ha!” der, “Asla vazgeçme!” Zira o, müjdeyi Hızır Aleyhisselam’dan alır. Zaferden zerre kadar şüphesi yoktur. Şehir düşünce, Fatih derin bir nefes alır, büyük güç ve itibar kazanır. Genç sultanın şimdi tek arzusu vardır. Mihmandârı Resulullah Hâlid bin Zeyd’in kutlu kabrini bulmak.

Akşemseddin Hazretleri kuşatmanın sürdüğü sıralarda türbenin bulunduğu noktaya bir nur indiğini görür. Fatih’i o mahalle ***ürür. Kısa bir murakabenin ardından iki çınar dalını toprağa diker ve kendinden emin bir ifadeyle. “Büyük sahabe bunların arasında yatıyor!” der. Ancak etraftan “ne malum?” diyenler olur. Hatta birileri padişaha akıl öğretirler. “Bu dalları başka bir yere diktir bakalım” derler, “ihtiyar molla farkedebilecek mi?” Fatih denileni yapar, hatta ilk işaret edilen yer kaybolmasın diye mührünü gömdürür. Ama Akşemseddin dallara bakmaz bile, ertesi gün milimi milimine ilk gösterdiği noktaya yönelir. Hatta bir ara durur “Sultanımızın mührü” der, “Ne arıyor orada?”

Büyük veli bakar, bu mevzu çok tartışılacak, şüpheye mahal bırakmaz. “Kazın!” buyururlar. Toprağın bir kulaç altından yeşil somaki bir taş çıkar. Üstünde kûfi harflerle “Hâzâ kabri Halid bin Zeyd” yazılıdır. Kalabalık bir hoş olur. Derhal türbe ve mescid hazırlıklarına girişirler.

KAÇIŞ
Günler geçer, Fatih, Akşemseddin Hazretleri’ne sıkça gelip gitmeye başlar. Öyle ki devlet işleri oyuncak gelir gözüne. Sarayı, otağı bırakıp döşeği tekkeye sermeye niyetlenir. Nitekim bir gün “N’olur” der, “Beni de dervişleriniz arasına alın”.

Akşemseddin, hani Fatih’e baba muamelesi yapan o gül yüzlü muallim birden ciddileşir, celalli bir edayla “Hayır!” der, “Osmanoğullarının dervişe değil, sultana ihtiyacı var!”
Ama Sultan Mehmed’i iyi tanır. Yine gelecek, hem bu kez ısrar edecektir. Buna fırsat vermez. Pılısını pırtısını toplamadan uzaklaşır İstanbul’dan. O yıllarda kuş uçmaz, kervan geçmez bir kuytu olan Taraklı’ya çekilir, sonra Göynük civarlarına yerleşir, kendi halinde talebe yetiştirir. Ama duaları Fatih’le birliktedir.

Göçemedin gitti yani...
Akşemseddin Hazretleri birgün oğlunu (4 yaşındaki Hamdi Çelebi) dizine oturtur. Minik yavru bülbül gibi Kur’an okur. Mübârek bir ara hanımına döner. “Biliyor musun?” der, “Aslında dünyanın mihneti, zahmeti çekilmez ama şuncağızın yetim kalmasına dayanamam. Yoksa çoktaaan göçerdim!” Hanımı omuz silker. “Amaaan efendi” der, “sen de göçemedin gitti yani.” Mübarek “İyi öyleyse!” deyip kalkar. Göynüklülerle helalleşir ve mescide çekilir. Talebelerine “okuyun” buyururlar. Bir ara gözleri kapanır, yüzü aydınlanır. Kolları yana düşer ve berrak bir tebessüm oturur dudaklarına. Müridleri eve koşarlar “Başınız sağolsun.” derler, “Efendi göçtü!”
 
Geri
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.