Türk Dil Kurumunun Kuruluşu
Yazı Devriminden sonra Dil Heyeti dağılmamış, yeni üyelerin katılmasıyla genişletilmişti. Çoğunlukla Dil Encümeni, kimi zaman Dil İstişâre Heyeti veya Türk Dili Lûgati Encümeni adıyla tanınan kurulun kullandığı mektup kâğıdının başlığından anlaşıldığına göre, resmî adı daima Dil Heyeti olmuştur. Heyetin yeni üyeleri Ahmet Rasim, Reşat Nuri, Celâl Sahir, Velet Çelebi, İsmail Hikmet, Besim, İbrahim Necmi, Hamit Zübeyir, Hasan Fehmi, İshak Refet, Mehmet Baha, Yaşar Beyler ile Ankara Etnografya Müzesi Müdürü Gyula Mészáros idi. Kurul, Ankara’da Mithatpaşa Caddesi’ndeki binada çalışmış, Talim Terbiye Heyeti başkanı Mehmet Emin Bey toplantılara başkanlık etmişti.
1928 yılı sonunda, yazı sorunundan dil sorununa geçilecektir. 1928 yılının Aralık ayında terimlerin Türkçeleştirilmesi sorununu görüşmek üzere, İstanbul Darülfünununda 15 üye, Darülfünun Emini Prof. Dr. Neşet Ömer’in başkanlığında toplanmış ve bulunan karşılıklar Ankara’daki Dil İstişâre Heyetinin onayına sunulmuştu. Bu kurul, İcra Vekilleri Heyetinin 5 Aralık 1928 günkü kararı üzerine Maarif Vekâletince kurulmuştu. Kurulun görevleri şunlardı: 1. Bütün okul kitaplarının temelini oluşturacak iyi bir dil bilgisi kitabının hazırlanması. 2. Temel gereksinimlere cevap verebilecek bir Türkçe sözlüğün hazırlanması. Sözlüğün hazırlanmasında elden geldiğince Arapça ve Farsça yabancı sözlerin yerine halk dilinden ve eski kitaplardan seçilecek Türkçe sözlerin konulması. 3. İstanbul ağzına göre imlâ kurallarının belirlenmesi.
Dil İstişare Heyeti ilk iş olarak, yeni alfabenin kabulünden sonra, eski Dil Heyetinin ele aldığı “İmlâ Lûgati”nin hazırlanmasını hızlandırmıştır. Çalışmaların başında, bu iş için Şemsettin Sami’nin Kamus-ı Türkî’siyle Mehmet Baha’nın Yeni Türkçe Lûgat’ini esas almıştır. 29 Ekim 1928’e dek 25.000 sözden oluşan bu İmlâ Lûgati her hafta 5 formalık fasiküller hâlinde yayımlanmış ve kitap 12 Aralık 1928 tarihli bir ön sözle piyasaya çıkmıştır. Ön sözün altında Ahmet Cevat, Ahmet Rasim, Celâl Sahir, Falih Rıfkı, Fazıl Ahmet, İbrahim Necmi, İbrahim Osman, İsmail Hikmet, Mehmet Baha, Mehmet Emin, Mehmet İhsan, Ragıp Hulûsi, Ruşen Eşref, Yakup Kadri imzaları bulunmaktadır.
Bu İmlâ Kılavuzundaki ön söz, Türkçemizdeki sözleri şöyle sınıflamıştı: 1. Halkça benimsenen sözler, 2. Yazarlarca kabul edilip halkça benimsenmeyen sözler. Birinci kümede şunlar yer almıştır: 1. Türkistan’dan gelen ve Türk aslından olan sözler. 2. Anadolu kıyıları ile Rumeli’nin ele geçmesi sonucu olarak Türkçeye giren sözler; 3. Batı kökenli olan sözler. İkinci kümede de şunlar yer almaktaydı. 1. Arap ve Fars aslından olup halk dilinde yaşayan sözlerin yerini tutmak üzere eski yazarlarca kullanılan sözler. 2. Türkçeleri bulunmadığından dolayı eski ve yeni Türk yazarlarınca kabul edilen Arap ve Fars kökenli sözler. 3. Yeni bilim kollarıyla ilgili terimler için Arapça köklerden Türk bilginlerince türetilmiş sözler. 4. Ya hiç Türkçeleri olmayan ya da Arapça köklerden yapılan sözlerin daha kolay anlaşılan Fransızca, Almanca ve İngilizceden alınmış karşılıkları.
Encümen, birinci kümedeki sözleri, halkça benimsenmiş olduğu için, ulusun malı saymış ve kılavuzda bunlara yer vermiş, Türkçe kökenli hiçbir sözü atmamıştı. İkinci grupta yer alan sözlere ise başka işlem yapmak gereğini duymuştu: Yazı dilinde önemli bir özelliği ve anlatış gücü olmayan sözleri önemsememiş, fakat öz Türkçede karşılıkları bulunmadığından veya bilimsel bir yolla yapılmış Türkçe sözlerle anlatılamadığından dolayı, şimdilik gerekli görülen sözlere, hangi asıldan olursa olsun, dokunmamış ve bunları kılavuza almıştı. 1928 yılı sonunda yayımlanan İmlâ Lûgati, 1941’e dek dairelerde ve okullarda kullanılmıştı. Encümen 1929 yılında, Türkçede Kelime Teşkiline Yarayan Lâhikalar adıyla bir kitapçık yayımladı.
17 Şubat 1929’da, Ankara’da, Başvekil İsmet Paşanın başkanlığında bir toplantı yapılmıştı. Talim ve Terbiye Heyeti üyeleri, Dil Heyeti, Darülfünun müderrisleri, Güzel Sanatlar Akademisi temsilcilerinin katıldığı toplantıda bir “Türk Sözkitabı”nın hazırlanması karar altına alınmış, bu alanda çalışacak olanlara “dili saf olarak meydana çıkarmak” yönergesi verilmişti. Tasarlanan sözlüğe girecek olan terimlerin düzenlenmesi işini Darülfünun üzerine almıştır.
Bu girişimi ve girişimin amacını Falih Rıfkı Atay, şöyle anlatır:
“Dil meselesi ilk önce Başvekil İsmet Paşa’nın bir parolası ile doğmuştur. İsmet Paşa:
-Larousse’un bir türkçesini yapınız, diyordu.
Başvekilin iddiası sade idi: İki ciltlik Larousse lûgatinin kelimeleri türkçede karşılanmalıdır...
Larousse tercümesine başlanınca Osmanlıcanın fakirliği hemen meydana çıktı. Birçok kelimeye ihtiyaç vardı: Bunlar ya eski metinlerde bulunacak, yahut yeniden yapılacaktı.”[42]
Fransızcadan Türkçeye ve Türkçeden Türkçeye sözler üzerinde çalışan Dil Encümeni 1931 yılı ortasına dek 50.000 sözü gözden geçirmiş, birkaç binini baskıya hazırlamıştı. Ancak, bu çalışma bir sonuca ulaşamadan ödeneğin kesilmesi üzerine Encümen dağılmak zorunda kalır.
1932’ye gelene kadar dille ilgili kimi yayınlar dikkati çeker. Ali Ekrem’in dili arılaştırma konusunda tutucu olan Lisanımız kitabı, Prof. Yusuf Ziya’nın dil karşılaştırmalarına girişen Yunandan Evvelki Türk Medeniyeti adlı incelemesi ve İshak Refet’in Dil Kavgası adlı tartışma yazısı basılmıştır. Bu kitaplar arasında öyle bir kitap vardı ki içeriğinin yanı sıra Gazi Mustafa Kemal’in bu esere yazdığı küçük bir yazı bu kitabı Türk dili tarihi açısından önemli kılacaktı. Prof. Sadri Maksudi, 1930 yılı sonlarına doğru Türk Dili İçin: Geçmişteki, Bugünkü ve Gelecekteki Yazı Dilimiz Üzerinde Düşünceler adlı kitabını Türk Ocaklarının yayın dizisi arasında yayımlamıştı. Gazi Mustafa Kemal, bu kitabın başına şu sözleri yazdı
“Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şu******************a işlensin. Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Gazi M. Kemal
Bu öz deyişinin başında 2 Eylül 1930 tarihi yazılıydı. İşte bu sözler, 1932 yılının yaz aylarında yapılacak girişimin ana düşüncesini oluşturuyordu. Ümmet toplumundan ulus toplumuna geçişte tarih ve dil birliğinin sağlanması gerekliydi. Bunun bilincinde olan Gazi Mustafa Kemal, tarih ve dil konularında araştırma yapmak üzere birer cemiyet kurulması düşüncesindeydi. Türk tarihi ile ilgili bilimsel çalışmalar yapmak üzere önce Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti 19 Nisan 1931’de kurulur. 2-11 Temmuz 1932 tarihleri arasında da I. Türk Tarih Kurultayı toplanır. Kurultay hazırlıkları sırasında dil sorunu da gündeme gelir.
“1932 Temmuz ayında toplanacak olan Birinci Türk Tarih Kurultayı’nda okunacak tezlerin, Kurultay’dan önce, tartışmaları Atatürk’ün huzurunda yapılıyordu. İşte bu tarih çalışmaları ilerlerken Atatürk dil meselesini de ele almak gerekliliğini duymuştu.
Çünkü tarihî konuların işlenmesi sırasında filolojik, etnolojik araştırmaların zarurî olduğu meydana çıkıyordu. Atatürk dil nazariyelerini izah eden kitapları okuyor ve her tarihî konu içinde dil belgeleriyle halledilecek meseleler olduğunu görüyordu. İşte bu Birinci Türk Tarih Kurultayı’nın hazırlıkları sırasında, bu meselelerle meşgul oluyordu.
Tarihe yardımcı olacak dil incelemelerini aynı kurum içinde birçok kol olarak ayırmayı konuşmalarımız arasında bana telkin ediyordu”.[43]
Tarih Kurultayı’nı büyük bir dikkatle takip eden Atatürk, bildirilerin sunulması sırasında dil sorununa yeniden eğilme fırsatı bulmuştu. Bildirilerini sunan değişik kuşaklardan tarihçilerin dilleri, özellikle kullandıkları tamlamaların farklılığı, dilin ön plâna alınması düşüncesini uyandırmıştı. Hatta Gazi Mustafa Kemal’e göre, bu işte hiç gecikilmemeliydi. Başlangıçta dil sorununun Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti bünyesinde bir kol olarak ele alınması düşünülür. Ancak, dil sorunu başlı başına ele alınması gereken bir konudur. Nitekim Tarih Kongresi’nin sonlarını Prof. Âfet İnan şöyle anlatır:
“Tarih Kurultayı’nın bitmek üzere olduğu günlerde, dil incelemeleri için ayrı bir teşekkülün lüzumu üzerine bana sorular sormaya başlamıştı... Benim bu hususta cevabım şu olmuştu: ‘Dil, tarihten ayrı bir metot ile incelenmesi gereken bir konudur.”[44]
Kurultay’da seçilen Türk Tarihi Tetkik Cemiyetinin üyeleri 11 Temmuz 1932 günü Gazi Mustafa Kemal tarafından Köşk’e davet edilmişlerdi. Âfet Hanım, Yusuf Akçura, Samih Rifat, Sadri Maksudi, Hamid Zübeyr ve Macar Profesör Zayti Frenç’in de aralarında bulunduğu bir kurul, gelecek yıla yetiştirilecek büyük tarih kitabının bölümlerini ve bunları kimlerin yazacağını konuşuyorlardı. Akşamüzeri toplantıya Ruşen Eşref Bey de Gazi’nin özel konuğu olarak çağrılır. Ruşen Eşref Ünaydın, anılarında Türk Dil Kurumunun kuruluşuna nasıl karar verildiğini şu sözlerle anlatır:
“Akşamüzeri Çankaya’ya gittim. Kendileri birkaç vakittir Yeni Köşk’e geçmişlerdi. Yukarı katta, kitap odasının yanında çalışma salonunda huz******************arına çıktım... Salonun orta yerinde uzun masasının başında oturuyorlardı. O masanın etrafında Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti azaları da vardı... Tarih konuşması bitmek üzere iken Gazi hazretleri, oradakilere sordular:
-Dil işlerini düşünecek zaman da gelmiştir. Ne dersiniz.”[45]
Dil Encümeni görev yaptıktan bir süre sonra, çalışma hızını kaybetmiş, tahsisatı kesilmişti. Kısacası Encümen artık çalışmıyordu. Bunları yakından bilen Atatürk, o akşam Köşk’te hazır bulunanlara düşüncelerini şöyle açıklar:
“Öyle ise, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adı Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun.”[46]
Böylece bir dil “cemiyet”inin kurulması için ilk adımlar atılır. Ancak, hareketin çok çabuk gerçekleşmesini isteyen Gazi, bu arzusunu hazır bulunanlara söylediği şu sözleriyle belirtir:
“Yarın Hükûmete istida verip Cemiyet’in iznini almalı. Fakat bunun için daha önce bir reis, bir de umumî kâtip seçmeli. Ben her ikisini de burada, aramızda görüyorum.”[47]
Samih Rifat başkan, Ruşen Eşref de kâtip olacaklardır. Üyelikler için de Ruşen Eşref’in teklifi üzerine Yakup Kadri ile Celâl Sahir uygun görülürler. Gazi Mustafa Kemal, cemiyetin nizamnamesinin hazırlanması için geçici olarak Türk Tarihi Tetkik Cemiyetinin nizamnamesinden yararlanılmasını, yenisinin ilerde yapılmasını önerir.
Gazi Mustafa Kemal, “bir dil cemiyeti kuralım” derken yeni cemiyetin ne gibi işlerle uğraşacağını kendi eliyle çizdiği şemada şöyle belirtmişti