Atatürk Döneminde Türkçe ve Türk Dİl Kurumu

EftelyA

Yaşayan Forum Efsanesi
22 Kas 2007
9,097
59
EsEs
Kurultay Sonrası Çalışmalar

Bu duyurudan sonra Bakanlar Kurulunca 21 Kasım 1932 tarihinde kabul edilen 13507 sayılı Söz Derleme Talimatnâmesi ve ardından da 1933 yılı baharında yayımlanan beyannamelerle, daha sonra Dil Devrimi olarak adlandırılacak çalışmalar başladı. Bütün ülkede bir anda dil seferberliği başladı. Yazı ve konuşma dilinde kullanılan Arapça sözlerin Türkçe karşılıklarının en kısa yoldan ve az zamanda bulmak işini yurttaşların yardımıyla gerçekleştirmek için anket hazırlandı. Bu anket için Şemsettin Sami’nin Kamus-ı Türkî adlı eseri esas alınacaktı. Bu sözlükte bulunan sözlerden konuşmada ve yazmada kullanılmakta olan Arapça ve Farsça sözler taranarak bunlardan karşılıkları aranacak olanlar birbiri ardınca listeler hâlinde her gün ajans, radyo ve gazetelerde bildirilecekti. Anketin sonucunun üç ayda alınması tasarlanıyordu. Bu çalışmayla bir karşılıklar kılavuzunun hazırlanması amaçlanmıştı[53]. Açıklamada gazetelerin bu listeleri açacakları dil sütununda “halkın dikkatine çarpacak bir yolda neşredecek ve herkesin bu sözlere karşılık bulmasını teşvike elinden geldiği kadar çalışacak”ları özellikle belirtiliyordu. Listedeki sözlere karşılık olarak gönderilecek teklifler de gene bu dil sütunlarında yayımlanacak ve bu nüshalardan üçer adet Cemiyet merkezine gönderilecekti. Gazetelerin hacminin bütün cevapları basmaya yetmediği durumlarda basılamayan cevapların da gazeteler tarafından Cemiyet Merkezine gönderilmesi isteniyordu. Gazetelerin görevleri bununla da bitmiyordu. Gazetelerdeki bütün yazarlar, beğendikleri karşılıkları yazılarında kullanacaklardı. Böylelikle bu karşılıkların dilde tutunması amaçlanıyordu.

Ülkenin aydınlarından, okuryazarlarından da beklenenler bu beyannamede yer almaktaydı. Gazetelerde çıkacak, ajanslar ve radyolarla bildirilecek olan Arapça ve Farsça sözlere düşündükleri, beğendikleri öz Türkçe karşılıkları teklif olarak yazmak, bu karşılıkların bir suretini doğrudan doğruya Ankara’da TDTC Merkezine göndermek ve bir suretini de bulunduğu yerdeki gazeteye bildirmek görevi veriliyordu[54].

Cemiyet, 10 Mart 1933’te Anadolu Ajansına ve diğer basın kuruluşlarına gönderdiği beyannamede anket uygulamasının başlayacağını duyurmaktadır:

“TDTC’nin açtığı anket yarın başlıyor. Cemiyet, yarın radyolara, ajansa, gazetelere birinci liste olarak 16 söz bildirecektir. Bu sözler Kamus-ı Türkî’den seçilmiştir. Gazetelerin birinci dil anketi listesinin çıktığını birinci sayfalarında kalın harflerle göstermeleri ve listeyi göze çarpar bir yolda basmaları rica olunur.

Birinci listede yazılı sözlerin ister birine, yahut birkaçına, ister hepsine karşılık bulan yurttaşlar, bu karşılıkları gazetelere ve Cemiyete bildireceklerdir. Karşılık gönderenlerin listeleri birbirine karıştırmayarak, her listedeki sözler için ayrı birer kâğıt yazmaları, gelen karşılıkları dizilemekte çok işe yarayacaktır. Gazetelerin de gelen karşılıkları liste sayılarına göre ayrı ayrı yazmaları kolaylık verici bir şeydir.

Listedeki sözlere karşılık ararken, her sözün anlattığı düşünceye yakın başka düşünceleri de göz önünde bulundurmak, doğru ve uygun karşılık bulmaya yarar. Birinci listede çıkacak sözlerden biri de ‘âti’dir. Buna karşılık ararken, buna çok yakın olan ‘istikbal’, ‘müstakbel’ sözleriyle aradaki ince ayrılığı da düşünmelidir.

Bir sözün anlattığı türlü düşüncelere ayrı ayrı karşılıklar gösterilebilir. ‘Ati’ sözünün ‘gelecek zaman’, ‘aşağıda’ düşüncelerine uyan iki manasını birden bir Türkçe karşılıkla anlatamazsak ikisine ayrı ayrı karşılık ileri sürebiliriz. ‘İstikbal’ sözünün ‘zaman’ ve ‘karşılama’ manaları da böyledir.

Listeler sıra sayılarıyla çıkarılacaktır. Her listeye karşılık verenler cevaplarında liste sayısını anarak karşılık buldukları sözleri sıralamalı ve karşılarına da buldukları karşılıkları yazmalıdır.

Cemiyete gelen cevaplar ve gazetelerde yazılacak karşılıklar, sıralanarak, ileri sürülen türlü karşılıklar arasında en uygun görülen bir, yahut birkaç karşılık basılacak olan karşılıklar kılavuzuna konulacaktır.

Bu anket, her gün konuşup yazdığımız dilin içinde duran Arapça ve Farsça sözler yerine öz Türkçe sözler konulmasını kolaylaştıracağı için yurttaşların bu büyük dil işine ellerinden geldiği kadar yardım etmek isteyecekleri belli bir şeydir.

Türk yazarları da, ortaya dökülecek olan bu karşılıklardan beğendiklerini şimdiden yazılarında kullanarak dilimizin özleşmesinde öncülük etmiş olacaklardır.

Söz listeleri, günlerce bir harfle başlayan sözlere bağlanarak bıkkınlık vermemek için, her gün başka harfle başlayan sözlerden verilecek, sonra gene başa dönülerek kalanlar başka listelere konulacaktır.

Karşılıkları aranacak sözler için yabancı kökten geldiği sanılan her söz bulunacaktır. Bunların içinde çok yayılmış herkesin söylediği sözler de olabilir. O sözlere karşılık aranması, hatta bulunması onların dilden çıkarılacağı demek değildir.

Anketin nasıl yapılacağı için üç günden beri yazılan şeyler, bu işin her yanını ortaya koymuştur. Bununla beraber gazetelerden, yahut yurttaşlardan bir noktada tereddüde düşenler olursa, TDTC Merkezinde Neşriyat Kolundan sorulabilir.”[55]
 

EftelyA

Yaşayan Forum Efsanesi
22 Kas 2007
9,097
59
EsEs
Belirlenen amacı gerçekleştirmeye yönelik çabalarda hükûmet ve yönetim Kurumu tam yetkiyle destekliyordu. Her ilde bir ‘dil heyeti’ kuruldu. Valinin başkanlığındaki heyette TDTC’nin yerel şubelerinin üyelerine ek olarak belediye başkanı, üst düzey bir askerî yetkili, maarif ve sağlık müdürlüklerinden yetkililer, lise müdürleri ve diğer yetkililer bulunuyordu. Aynı şekilde her ilçede en yüksek yerel görevlilerden oluşan benzer heyetler kuruldu. Çoğunluğunu öğretmenlerin oluşturduğu derleyiciler, derledikleri sözleri çeşitli bilgilerle birlikte fişlere yazıyorlar, bu fişleri TDTC Genel Merkezine gönderiyorlardı. Bu çalışmanın yapılmasında gösterilen özene karşılık derleyicilerin çoğunun dil bilimi öğretiminden yoksun olması yüzünden fişlerde yanlışlıklar ve eksiklikler vardı. Derleyicilerin çoğunun yeni Türk yazısını sözlerdeki sesleri işaret etmeden kullanması, imlâda birliğin sağlanamamasına yol açmıştı[56]. Bu yüzden daha sonra yayımlanacak sözlükteki bu türden yanlışlar, eleştiri konusu olacaktır[57]. TDTC, halk ağzından söz derleme çalışmasının yanı sıra tarihî metinleri de tarayarak yazı dilinde kullanılmayan eski Türkçe sözleri ortaya koydu.

İkinci Türk Dil Kurultayının toplandığı 18 Ağustos 1934 tarihine kadar olan dönemde TDTC’nin çalışmaları şöyle özetlenebilir: Halk ağzından söz derleme işi 1933 yılının ilk ayında başlamış, Kurultaya kadar Ankara’da biriken fiş sayısı 130.000’e ulaşmıştı. Yabancı sözlere karşılık bulma işi 12 Mart 1933’te başlamış, duyurulan 1.382 Arapça ve Farsça söze gelen karşılıklardan 1.100’ü anket komisyonunca seçilmiş, bunlardan 640’ı Merkezce kabul edilmişti. Çeşitli kaynakların taranmasıyla elde edilen 125.000’den fazla fişten 7.572’si Osmanlıcadan Türkçeye Söz Karşılıkları Tarama Dergisi’nin birinci cildini meydana getirmişti. Çeşitli bilim dallarına ait terimleri bulmak üzere Cemiyetin Lûgat-Istılah Kolu 16 dala ayrılmış, hazırlanan Osmanlıca terimler, Türkçe karşılıkları bulunmak üzere ilgililere gönderilmişti. Türkçenin ana gramerini meydana getirebilmek için Gramer-Sentaks Kolu bir anket açmış ve ilgililere göndermişti. İki kurultay arasında 10’a yakın kitap yayımlanmıştı.[58]

1934 yılında bu çalışmaların ilk ürünlerinden biri olan Osmanlıcadan Türkçeye Söz Karşılıkları Tarama Dergisi yayımlandı. İki ciltten oluşan ‘dergi’nin birinci cildi Osmanlıcadan Türkçeye karşılıkları içeriyordu. İkinci cilt ise Türkçeden Osmanlıcaya indeks idi. Birinci cildin ilk sayfasındaki ithaf dikkati çekiyordu:

Türk Dili Tetkik Cemiyeti,

Türk dilinin özleştirilmesi ülküsünü ortaya atan, canlandırdığı, yenileştirdiği, ileri ***ürdüğü milletine asrın bütün medeniyetini, kütürünü ve tekniğini anlatabilecek bir öz dil yaratmak yolunu da açan

Yüksek Hami Reisi

Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine

borçlu olduğu tükenmez şükranlarını bir daha tekrarlar, bu değersiz eseri o çok değerli Başbuğun yüce adına en derin saygılarla ithaf eder.

Eserin ön sözünde 90.000’e varan tarama fişlerinin Cemiyetçe birer birer denetlenmesine imkân ve zaman bulunamadığı belirtiliyordu. Tarama Dergisi, esas itibarıyla bir işlenmemiş malzeme listesiydi. Dergi’de rastlanacak yanlışların hemen Cemiyete bildirilmesi de isteniyordu. Ön söz şu cümlelerle sona ermekteydi: “Hulâsa, Tarama Dergisi dilimizde kullanılan yabancı sözlere öz Türkçe karşılık arama yolunda yeni ve geniş bir adımdır. Bütün Türklüğün el birliğiyle bunun daha geniş adımlarla tamamlanacağını umarız.”[59]

Dergi’de madde başında yer alan Arapça, Farsça kökenli sözlere karşılık olarak Türkçede, tarihî ve çağdaş lehçelerde yaşayan sözler verilmişti. Ön sözde de belirtildiği gibi Arapça, Farsça kökenli sözler yerine burada karşılıkları verilen Türkçe sözlerin kullanılarak Türkçenin özleşmesi amaçlanıyordu. Bu karşılıklar, pek çok kişi tarafından kullanılmaya başlandı. Bu, gerçekten sonuç verici bir çalışmaydı. Halkın konuşma dilinde veya Türk lehçelerinde bulunan sözlerin Türk yazı diline kazandırılması amaçlanıyordu. Tarama Dergisi’nin ikinci cildi gözden geçirildiğinde önerilen pek çok sözün zamanla tutulup yaygınlaştığı görülecektir: Ana yol, armağan, aydın, duyum, katıksız, olağan, olgun, onarmak, onay, ondalık, oturum, örnek, pekişmek, sayı, tüketmek... Bununla birlikte tutulmayan, yaygınlaşmayan sözler de az değildir: Alağsatmak, astrav, aylandırmak, aylanç, bayağut, dığaz, dımcukmak, dırdalaş, obuçin, sağut, soksok, tımarsık, tiriklük, yavzağırmak... Kimi sözlerin ise bugün başka anlamda kullanıldığı görülür. Sorun sözü “matlap, mesalih, mutalebe” karşılığında önerilmiş olmasına karşılık bugün “mesele” karşılığında kullanılmaktadır. Mesele karşılığında önerilen söz ise sorum idi. Tayyare karşılığında önerilen uçkan sözü tutulmamış, aynı Dergi’de yer alan uçak sözü tutulmuştur.

Osmanlı Türkçesinde kullanılan bir söze karşılık Dergi’de birden fazla Türkçe söz öneriliyordu. Bu durum, Arapça, Farsça söze karşılık verilen Türkçe sözlerden hangisinin kullanılacağı konusunda bir karışıklık yaşanmasına yol açtı. Herkes beğendiği bir sözü kullanıyordu. Dergi’de akıl sözü için 28 karşılık bulunuyordu: an, ang, anlayış, arga, ay, ayla, baş, biliğ, bilgü, böğüş, düşünme, es, is, kapar, kıygı, ok, on (ön), oy, öğ (ök), sağ, sağış, sime, uğuk, us, uz, üğ, ük, zerey[60]. Acele sözü için ise tam 41 karşılık verilmişti.

Günlük dilde canlı bir biçimde kullanılan ve kullanım sıklığı yüksek olan sözler bile Arapça, Farsça oldukları için dilden atılacak sözler olarak anket listesinde yer alıyordu. Türkçenin özleşmesi çalışması bir anda yeni bir tasfiyecilik akımına dönüşmüştü. Bu dönem, bu yüzden daha sonra aşırı özleştirmecilik, tasfiyecilik dönemi olarak adlandırılacaktır[61]. Türkçeye yabancı sesler taşıyan dükkân gibi sözlerin dilden çıkarılması yerine, biçimi ve anlamı değişmiş olan cömert, fırka gibi Arapça, Farsça sözlere karşılık önerilmesi, yabancı araştırmacılar tarafından da eleştirilecektir[62].

18 Ağustos 1934’te İkinci Türk Dil Kurultayı toplanır. Bu Kurultayda Türk Dili Tetkik Cemiyetinin adı Türk Dili Araştırma Kurumuna çevrilir. Takrirler ve teklifler komisyonunun raporunda resmî devlet yayınlarını ve devlet duyurularını öz Türkçeye çevirmekte iş birliği yapmak için Cemiyet Merkezinde devlet kurumlarına yardımcı bir büro kurulması teklifi de yer almaktadır. Prof. Meşçaninof, Prof. Samoiloviç gibi çeşitli yabancı Türkologların da katıldığı Kurultayda terimlerin Türkçe köklerden Türkçe eklerle türetilmesi ilkesi benimsenir. Kesin zorunluluk durumunda, batıda kullanılan bilim ve teknik terimlerin yaşayan yabancı dillerden değil de bu dillerin ana dili sayılan eski dillerden alınması ilkesi de terim komisyonu raporunda yer almaktadır[63]. Bundan anlaşılan; gerektiğinde Fransız, Alman, İngiliz dillerinden terim almak yerine bu dillere kaynaklık etmiş olan Lâtince, Grekçe gibi ölü dillerden terim alınabileceğidir. Bu düşünce zamanla batı dillerinden geçen sözlere karşı daha ılımlı yaklaşıma dönüşecektir.[64].
 

EftelyA

Yaşayan Forum Efsanesi
22 Kas 2007
9,097
59
EsEs
Gazi Mustafa Kemal, 3 Kasım 1934’te İsveç Veliahtı Prens Gustav Adolf’ü Çankaya Köşkü’nde kabul eder. Kabul töreninde Gazi, şu konuşmayı yapar:

“Altes Ruvayâl,

Bu gece ulu konuklarımıza, Türkiye’ye uğur getirdiklerini söylerken duygum tükel özgü bir kıvançtır.

Burada kaldığınız uzca sizi sarmaktan hiç durmıyacak ılık sevgi içinde, bu yurtta, yurdunuz için beslenmiş duyguların bir yankusunu bulacaksınız.

İsveç Türk uluslarının kazanmış oldukları utkuların silinmez damgalarını tarih taşımaktadır. Süerdemliği, onu bu iki ulus, ünlü, sanlı özlerinin derinliğinde sonsuz tutmaktadır.

Ancak, daha başka bir alanda da onlar erdemlerini o denlü yaltırıklı yöndemle göstermişlerdir. Bu yolda kazandıkları utkular, gerçekten daha az özence değer değildir.

Avrupanın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar, bugün, en güzel utkuyu kazanmıya anıklanıyorlar: Baysal utkusu.

Altes Ruvayâl;

Yetmiş beşinci doğum yılında oğuz babanız bütün acunda saygılı bir sevginin söyüncü ile çevrelendi. Genlik, baysal, içinde erk sürmenin gücü işte bundadır.

Ünlü babanız yüksek kıralınız Beşinci Gustav’ın gönenci için en ısı dileklerimi sunarken, Altes Ruvayâl, sizin, Altes Ruvayâl Prenses Luiz’in, sevimli kızınız Altes Ruvayâl Prenses İngrid’in esenliğini; tüzün İsveç ulusunun gönencine, genliğine içiyorum.”[65]

Gazi Mustafa Kemal’in bu konuşmasında geçen tükel ‘tam’, uz ‘süre’, süerdemlik ‘askerî fazilet ve hüner’, yaltırıklı ‘nurlu, aydınlık’, özenç ‘gıpta’, bitim ucu ‘nihayet’, ıssı ‘sahip’, baysak ‘huzur’, önürme ‘gelişme’, kıldacı ‘amil’, anıklanmak ‘hazırlanmak’, tüzün ‘asil’ gibi sözler, tarama veya derleme yoluyla Dergi’ye alınmışlardı.

Gazi Mustafa Kemal, 1934’te Dil Bayramı dolayısıyla Kuruma gönderdiği iletide de öz Türkçe sözler kullanmıştı:

“Dil Bayramından ötürü Türk Dili Araştırma Kurumu Genelözeğinden, ulusal kurumlarından, türlü orunlarından birçok kutunbitikler aldım. Gösterilen güzel duygulardan kıvanç duydum. Ben de kamuyu kutlularım.

Gazi M. Kemal”[66]

İlk geri adım, İkinci Kurultaydan sonra atılacaktır. Tarama Dergisi’nin yayımlandığı yıldan İkinci Türk Dil Kurultayına kadar geçen süre içerisinde Kurumun tutumunda önemli değişiklikler ortaya çıkmıştı. 1933-1934 yıllarında desteklenen aşırı özleştirmeciliğin dil karmaşasına yol açtığı, Arapça ve Farsçadan alıntılanan ve gündelik hayatta kullanılan yüzlerce sözün, Türkçe karşılıkları halk tarafından benimsenmeden dilden ayıklanması belirgin bir durumdaydı. Bu yüzden özleştirme girişiminde belirgin bir yavaşlama görülür[67]. 1935’te yayımlanan Cep Kılavuzu’nun ön sözünde kılavuzun “yazarlarımıza ve okurlarımıza osmanlıcadan türkçeye geçit devresinde yol göstericilik edebilmek umudu ile” ortaya çıktığı belirtilmektedir[68]. Bu dönem daha sonra “mutedil özleştirmecilik, tereddüt” dönemi olarak da adlandırılacaktır[69].

Öte yandan Kurum, bazı durumlarda Türkçedeki Avrupa dillerinden gelme söz sayısını bilerek artırıyordu. Cep Kılavuzu’nda Arapça, Farsça aktarma sözlerin bir bölümünün yerine batı dillerinden sözler alınmıştı: Kâtip yerine sekreter, müdür yerine direktör, nazariye yerine teori ve timsal yerine sembol. Bu düşüncenin güvenilir bir açıklaması 1935 yılında Kurumun Genel Sekreteri İ. N. Dilmen tarafından yapıldı. Dilmen, kâtib, müdir (müdür) gibi sözlerin geçmiş dönemin birer kalıntıları olduğunu söylüyordu. Türklerin batı uygarlığını bütünüyle benimsemekte olduğu bir dönemde bu tür terimlerin batı dillerinden olanları tercih edilmeliydi[70]. Bu düşünce, Kurumun daha sonraki yıllarında da etkili olacaktı.

Dilde bir karmaşadır gidiyordu. Yeni sözlerle gazetelerin dil köşelerinde yazılar, şiirler yayımlanıyordu. Bu yazı ve şiirlerde herkes önerilen sözlerden hoşuna gideni kullanıyordu. Yerel gazetelerde de aynı yol izleniyordu. Ancak, gazetelerde dikkati çeken bir durum vardı: Dil köşesi dışındaki sayfalarda yer alan haber, yazı ve tefrikalarda kullanılan sözler açısından aynı özen gösterilmiyordu.

Kimi yazarlar, yazılarını önce kullandıkları dille yazıyorlar, daha sonra Tarama Dergisi’ne bakarak yazdıkları yazıda geçen ve yabancı sayılan sözlere karşılık öz Türkçelerini yazıyorlardı. Ertesi gün gazetede çıkan yazılarını yazarları bile anlayamıyordu. Bir akşam Atatürk, Şükrü Kaya’ya öz Türkçe konuşma yapmasını söyler. Şükrü Kaya, kekeler kalır. Olayı izleyen Falih Rıfkı Atay “İçişleri Bakanımız Orta Asya’dan gelip derdini anlatamayan birine benziyor.” demekten kendisini alamaz[71].

Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı eserinde Atatürk’ün dil konusunda bir deneme yaptığını yazacaktır. Halk ağzından tarama sözlerin, sadece görünürde ve sayı bakımından zenginliği ile öz ve ileri bir Türkçe davası üzerine Atatürk’ün o kadar merakını uyandırmışlardı ki, bu bir denemeye değerdi. Atatürk, denemeden ürkmeyen, onun bütün risklerini kabul eden bir liderdir. Öz bir dil denemesinde sonuç alıncaya kadar, bu teze inanmış ve bağlanmış etkisi verecek, en “acayip” sözleri bizzat Atatürk Meclis kürsüsünde kullanmaktan çekinmeyecek*ti[72]. Daha Birinci Türk Dil Kurultayının ilk günü Hüseyin Cahit’in tezi ve yapılan tartışmalar üzerine Atatürk, Hüseyin Cahit ile benzer düşünceleri savunan Falih Rıfkı’ya:

-Çocuk senin hakkın varmış ! diyecekti[73]. Ancak, aşırı özleştirmecilik yeni bir anlaşılmaz dil yarattığında Falih Rıfkı, Atatürk ile aralarında geçen konuşmayı şu sözlerle anlatır:

“Bir akşam Atatürk, sofra bittikten sonra, benim yanı başındaki iskemleye oturmamı emretti,

-Dili bir çıkmaza saplamışızdır, dedi.

Sonra:

-Bırakırlar mı dili bu çıkmazda ? Hayır. Ama ben de işi başkalarına bırakamam. Çıkmazdan biz kurtaracağız, dedi.”[74]

Falih Rıfkı Atay’ın deneme diyerek tanımladığı bu yaklaşımı Hikmet Bayur “keşif” olarak adlandıracaktır[75].

Atatürk’ün Üçüncü Dil Bayramı dolayısıyla Türk Dil Kurumuna gönderdiği telgrafta kullandığı dil, gelişmelerin ilk işareti olacaktı:

“İbrahim Necmi Dilmen,

Türk Dil Kurumu Genel Sekreteri, Dolmabahçe,

Üçüncü Dil Bayramını kutlayan telgrafınızı aldım. Türk Dil Kurumunun verimli çalışmasını ve bütün yurttaşların dil işlerine gösterdiği büyük ilgiyi sevinçle anarım. Bayramınız kutlu olsun.”[76]
 

EftelyA

Yaşayan Forum Efsanesi
22 Kas 2007
9,097
59
EsEs
Sonuç

Yerleşmiş ve yaygınlaşmış yabancı kökenli sözlerin dilden atılmasının tam anlamıyla tasfiyeciliğe döndüğü bir dönemde, yitirilen bu sözler başta yazarlar olmak üzere pek çok aydının dikkatini çekiyordu. Yabancıdır diye tasfiye edilen, ancak dilde gerekliğine inanılan sözlerin kurtarılması için bir şeyler yapılması gereğine inanan Falih Rıfkı Atay, bu işi nasıl yaptıklarını şöyle anlatır. ‘Lûgat Komisyonu’ genişletilerek yeni üyeler çalışmaya katılır. Yabancı kaynaklı hangi söz gündeme gelse, bu sözün Türkçe kökenli olduğu söyleniyor ve bu söz dilden çıkarılmaktan kurtuluyordu. Yusuf Ziya Bey batı kökenli sözlerin, Naim Hazım Bey de Arapça kökenli sözlerin köklerini Türkçeye çıkarıyorlardı[77]. Sıra hüküm sözüne gelir. Falih Rıfkı “Bir karşılığı yoksa, alıkoyalım.” der. Üyeler, kabul etmez ve tartışma çıkar. Toplantıdan sonra Prof. Abdülkadir (İnan), Falih Rıfkı’ya gelerek, üzülmemesini, hüküm sözünü bir sonraki toplantıda Türkçe yapacaklarını söyler. Ertesi gün toplantıdan önce Prof. Abdülkadir İnan, Falih Rıfkı Atay’ın eline küçük bir kâğıt tutuşturur. Kâğıtta Radloff sözlüğünde Türk lehçelerinde akıl için ög, ök, ük sözünün kullanıldığı yazılıdır. +(ü)m eki ile de ad türetildiğini bilen Falih Rıfkı Atay sözü alarak Arapça ‘hüküm’ sözünün Türkçe olduğunu örneklerle anlatır. Komisyonun üyeleri susup kalırlar. Böylece hüküm sözü dilde kalır. Falih Rıfkı, uydurmacılığın değil, ama yakıştırmacılığın temelini attıklarını yazacaktır[78]. Hukuk profesörü olan Yusuf Ziya Bey, hızını alamamış Aphrodite adının Türkçe avrat ya da arvat’tan, deniz ilahı Poseidon adının Türkçede gemi anlamındaki bostagen sözünden, vulcanus sözünün de Türkçe bulanık anlamındaki bulkanığ sözünden geldiğini ileri sürmüştür[79].

Güneş-Dil Teorisi ve Özleşmede Geri Adım

İşte tam bu günlerde, 1935 yılının sonlarına doğru Viyanalı Dr. Hermann F. Kıvergitsch, 41 sayfalık basılmamış bir çalışmasını Atatürk’e gönderir. La psychologie de quelques elements des langues turques “Türk Dillerindeki Kimi Ögelerin Psikolojisi” adındaki bu eser, sosyolojik ve antropolojik çalışmalara dayanmaktadır. Bu veriler, psikanaliz görüşleri ile de birleştirilerek, insanın iç benliği ile dış dünyası arasındaki bağlantının dildeki seslerin sembolizmine dayandığı düşüncesiyle de pekiştirilmektedir. Dr. Hermann F. Kıvergitsch, bu düşünceden hareketle kendi yöntemini uygulayarak, Türk, Moğol, Mançu, Tunguz dilleri ile Fin, Macar, Japon, Hitit dilleri arasında bir yakınlık olduğunu ortaya koyacak delilleri değerlendiriyordu[80]. O sonbahar, İstanbul’dan Ankara’ya rahatsız dönen Atatürk, Kurum üyelerini yanına çağırır. TDK üyelerini yatakta karşılayan Atatürk, Dr. Hermann F. Kıvergitsch’in çalışmasından söz eder. Dr. Kıvergitsch’e göre ilk tefekkür güneşle ilgilidir. Dillerin doğuşu da bu nedenle güneşe bağlanmalıdır[81].

Bu çalışmadan etkilenen Atatürk, konu üzerinde çalışmaya başladı. Bu çalışmanın sonucunda Atatürk tarafından hazırlanan bir eser yayımlanır[82]. 68 sayfalık bu eserde Dr. Kıvergitsch’in çalışmasının okunduğu ve bu çalışmadan yararlanıldığı belirtilmektedir. Kısaca ‘Güneş-Dil Teorisi’ adıyla anılacak bu yeni düşünce şöyle özetlenebilir. Güneş Dil Teorisine göre dilin doğuşunda ilk etken güneştir. Bu da güneşin insan varlığı üzerindeki ana işlevi ile ilgilidir. Güneş, dünya ve insanlık tarihinin gelişmesi üzerindeki bu ana işlevi ile dinî ve felsefî düşüncenin doğuşuna kaynaklık ettiği gibi dilin doğuşunda da başlıca etken olmuştur. Çünkü insanoğlu içgüdüleri ile davranan bir yaratık olmaktan çıkıp da düşünebilen bir varlık hâline gelince, dış alanlar dediğimiz evrende her şeyin üstünde tuttuğu ilk nesne güneş olmuştur. Güneş; ilkin kendisi, sonra saçtığı ışık, verdiği aydınlık ve parlaklık, ateş, taşıdığı yükseklik, zaman, büyüklük, güç, kudret, hareket, süreklilik, çoğalma ve benzeri nitelikleri ile düşünen insanın kafasında çok yönlü bir kavram olarak belirmiştir. Bu yüzden ilk insanlar su, ateş, toprak, büyüklük ve benzeri bütün maddî ve manevî kavramları birbirlerine, güneşe verdikleri tek adla anlatmışlardır. Bu kavramı anlatan ilk ses de Türk dilinin kökü olan ağ sesidir[83].

Güneş-Dil Teorisi Üçüncü Türk Dil Kurultayı’nda

Türk dilinin eskiliğini ortaya koyan bu teori, aynı zamanda dünyadaki dillerin de Türk dilinden kaynaklandığını ve Türkçenin bütün dillerin kökü olduğu düşüncesini de işliyordu. Yıllardır Arapça ve Farsçanın etkisi altında kalan, bir dönem Osmanlı aydınları ve yazarları tarafından avam dili diyerek hor görülen Türkçe için bu teori bir övünç kaynağı olmuştu. Aynı yıl İbrahim Necmi Dilmen, teorinin ana hatlarını ele alan bir kaynak eser yayımladı[84]. 1936’da da bu eserin Fransızcaya çevirisi çıktı[85]. Güneş-Dil Teorisini açıklayan çalışmalar birbirinin ardı sıra yayımlanıyordu. Çalışmalar ve yayınlar birbirini izlerken 24 Ağustos 1936 günü Üçüncü Türk Dil Kurultayı toplanır. Kurumun adının Türk Dil Kurumuna dönüştüğü bu Kurultayda en fazla gündeme gelen, üzerinde durulan ve tartışılan konu Güneş-Dil Teorisidir. Kurultayda İbrahim Necmi Dilmen, H. Reşit Tankut, tezlerini okurken dinleyenlerin örnekleri kolay izleyebilmesi için kitapçıklar da bastırmışlardı[86].

Kurultaya aralarında Dr. Kıvergitsch’in de bulunduğu çok sayıda yabancı bilim adamı katılıyordu. Bunlar arasında Prof. Dr. Gies, Prof. Dr. M. J. Deny, D. Ross, Dr. Bombaci, Dr. Bartalini, Prof. Dr. G. Németh, Prof. Dr. M. Zajanczkowski, Prof. Dr. Samoiloviç gibi tanınmış Türkologlar da bulunuyordu. Kurultayda Genel Sekreterliğe İbrahim Necmi Dilmen seçilmişti. Kurum Başkanı ise ana tüzük gereği yine dönemin Maarif Vekili idi. Bu dönemde Kültür Bakanı Saffet Arıkan bu görevi yürütüyordu.

Üçüncü Türk Dil Kurultayından sonra Güneş-Dil Teorisi üzerine çalışmalar ve yayınlar artarak sürdü. Özellikle 1936 yılında yoğunlaşan bu yayınlarda yabancı kökenli sözlerin neredeyse tamamının Türkçe kökenli olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştı. Teorinin ortaya atılmasından önce başlayan yabancı sözlerin kökenini Türkçeye bağlama düşüncesi, bu teori ile artık bir dayanağa da kavuşmuştu. Elektrik sözü tarihî Türkçe metinlerde geçen yaltırık > yıltırık > ıltırık ‘parlak’ ile açıklanıyor, botanik sözü bitki’ye bağlanıyor, sosyal sözünün kökünün soy, termal sözünün kökünün ise ter olduğu ileri sürülebiliyordu[87]. Abdülkadir İnan yazdığı ders notlarında Slâv dillerindeki kimi sözleri de Güneş-Dil Teorisine göre Türkçeye bağlıyordu[88]. Yer adları üzerine de çalışan H. Reşit Tankut; Sümer, Akat, Frig, Asur gibi eski uygarlıklardan kalan adları da Güneş-Dil Teorisine göre açıklıyordu. Örneğin Amazon adı şu gelişmenin sonucunda ortaya çıkmıştı: Amazon = ağ + am + az + on[89]. Aristotales adının ise Ali usta’dan geldiğini yazanlar bile vardı[90].

Bilimsel bir değeri olmayan bu açıklamalar ve yayınlar bir süre daha devam etti. Teorinin ortaya atıldığı 1935 yılında 1 kitap yayımlanmıştı. 1936’da ise 17 kitap yayımlanmıştı. 1937’de yayımlanan 4 ve 1938’de yayımlanan 3 kitaptan sonra bu teoriyi işleyen, yayan başka kitap yayımlanmadı[91]. Bu durum 1938’den sonra Güneş-Dil Teorisinin ele alınmadığının göstergesidir.

Güneş-Dil Teorisi, Dil Devriminde yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Teoriye göre madem bütün dillerin kaynağı Türkçe idi, o halde Türkçeye bu dillerden geçen sözlerin kökeni de Türkçe idi. Bu düşünce ile dildeki yabancı kökenli sözlerin atılması hareketi olan tasfiyecilik tamamen durdu. Agâh Sırrı Levend, bu durumu yabancı sözlere Türkçe karşılık bulma işinin durması olarak yorumlayacaktır. Levend’in belirttiği bir diğer sonuç ise aşırı çabaların durması, dil çalışmalarında yeni bir döneme girilmesi[92], hatta devrimcilik bakımından geriye dönüşe yol açılmasıdır[93]. Kâmile İmer de, yabancı sözlere karşılık bulma işinin bir süre duracağını yazacaktır[94]. Daha sonra belirtileceği gibi Atatürk, dilde aşırı gidişi durdurmak için bu teoriyi kullanmıştı[95]. Zeynep Korkmaz’a göre Güneş-Dil Teorisi, tasfiyecilik hareketini frenleme görevini yüklenmiştir[96]. Hikmet Bayur, Atatürk’ün Dil Devrimindeki çalışmalarını “keşif” ve “keşf-i ta’arruzî” gibi askerî terimlerle açıklamıştır. Bayur’a göre Güneş-Dil Teorisi “keşf-i ta’arruzî”dir[97]. Güneş-Dil Teorisinin tasfiyeciliğin sona erdirilmesinde ve orta yola dönülmesinde oynadığı rol, pek çok araştırmacının yazısında ele alınmıştır[98].
 

EftelyA

Yaşayan Forum Efsanesi
22 Kas 2007
9,097
59
EsEs
Atatürk’ün 1936 yılındaki Dil Bayramı dolayısıyla gönderdiği telgrafta kullandığı sözler ilgi çekicidir:

“Bay İ. N. Dilmen,

Türk Dil Kurumu Genel Sekreteri

İstanbul

Dil Bayramını mesai arkadaşlarınızla birlikte kutladığınızı bildiren telgrafı teşekkürle aldım. Ben de sizi tebrik eder ve Türk Dil Kurumuna bundan sonraki çalışmalarında da muvaffakiyetler dilerim.”[99]

Atatürk, Kurumun bir bilim akademisine dönüşerek çalışmalarını tamamen bilimsel temellere dayalı olarak sürdürmesi için “akademi” hâline gelmesi dileğini 1 Kasım 1936’da TBMM’nin beşinci dönem ikinci yasama yılının açış konuşmasında seslendirecektir:

“Başlarında kıymetli Maarif Vekilimiz bulunan Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumunun, her gün yeni hakikat ufukları açan, ciddî ve devamlı mesaisini takdirle yâd etmek isterim. Bu iki ulusal kurumun, tarihimizin ve dilimizin, karanlıklar içinde unutulmuş derinliklerini, dünya kültüründeki analıklarını, reddolunamaz ilmî belgelerle ortaya koydukça, yalnız Türk milleti için değil ve fakat bütün ilim âlemi için, dikkat ve intibahı çeken, kutsal bir vazife yapmakta olduklarını emniyetle söyleyebilirim. (Alkışlar). Tarih Kurumunun Alacahöyük’te yaptığı kazılar neticesinde, meydana çıkardığı, beş bin beş yüz senelik maddî Türk tarih belgeleri, cihan kültür tarihini yeni baştan tetkik ve tamik ettirecek mahiyettedir. Birçok Avrupalı âlimlerin iştirakiyle toplanan, son Dil Kurultayı’nın ışıklı neticelerini bizzat görmüş olmakla çok mutluyum. Bu ulusal kurumların az zaman içinde, ulusal akademiler hâlini almasını temenni ederim. Bunun için, çalışkan tarih ve dil âlimlerimizin, dünya ilim âlemince tanınacak, orijinal eserlerini görmekle bahtiyar olmamızı dilerim.”[100]
 

EftelyA

Yaşayan Forum Efsanesi
22 Kas 2007
9,097
59
EsEs
Terimlerin Türkçeleştirilmesi ve Geometri Kitabı

Atatürk, bu arada geometri terimleri üzerinde çalışmış ve yıllardır kullanılan çoğu Arapça kökenli terimleri Türkçeleştirmiştir. Türk Dil Kurumunun yayımladığı Geometri kitabındaki üçgen, dörtgen, açı gibi pek çok terim Atatürk’ün buluşu olarak dilimize kazandırılmış ve yaygınlaşmıştır. Atatürk, Kurumun çalışmalarını her zaman yakından izlemiş ve pek çok çalışmaya bizzat katılmıştır. 12 Mart 1937’de yapılan Terim Kolu toplantısına katılan Atatürk, altı saat süreyle üyelerle birlikte çalışmıştır.

Atatürk, 26 Eylül 1937’de Dil Bayramı dolayısıyla Kurum Genel Sekreterine gönderdiği telgrafta da o gün için dilde yaşayan Arapça sözleri de kullanır: “Dil Bayramı münasebetiyle Türk Dil Kurumunun hakkımdaki duygularını bildiren telgrafınızdan çok mütehassis oldum. Teşekkür eder, değerli çalışmalarınızda muvaffakiyetlerinizin temadisini dilerim.”[101] Sadece Dil Bayramlarında gönderdiği telgraflarda kullandığı dil dikkate alınırsa Atatürk’ün Dil Devriminde izlediği yol açıkça görülür.
 

EftelyA

Yaşayan Forum Efsanesi
22 Kas 2007
9,097
59
EsEs
Atatürk’ten Sonra Türkçe

Kurumlara verdiği önemi, İş Bankasındaki hisselerinin gelirlerinden Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunun pay alması için vasiyetnamesine bir madde ekleyerek gösteren Atatürk’ün ölümünden sonra Türk Dil Kurumunun Koruyucu (Hami) Başkanı İsmet İnönü olur. 1940’tan sonra 1950’ye kadar olan dönemde görülen durum, yabancı sözler yerine Türkçe kök ve eklerden yeni sözlerin türetilme çalışmalarının yapılmasıdır. 1945’te Teşkilât-ı Esasiye Kanununun Türkçeleştirilmesi, önemli bir çalışmadır. Bu çalışma, genel dil ile devlet dili arasındaki ayrılığın ortadan kaldırılması bakımından önemli bir iş olarak değerlendirilecektir[102]. 1944’te TDK’nin başvuru kaynaklarından Türkçe Sözlük yayımlanır. Sözlük Cumhur Reisi İsmet İnönü’ye ithaf edilmiştir[103]. Ön sözde Türkçe Sözlük’teki yabancı kökenli sözlerle ilgili olarak yapılan açıklama ilgi çekicidir: “Bundan önce çıkmış lûgat ve kamuslardaki yabancı söz bolluğu ve öz Türkçe söz azlığı göz önünde tutularak bu eserler Sözlükle karşılaştırılırsa, görülecektir ki günümüzün canlı dilinde yaşıyan yabancı kelimeleri ihmal etmediği halde, bu kitap dil devrimi yolunda atılmış bulunan adımın genişliğini belirtmektedir. Bununla beraber Kurum burada yer almış yabancı sözlere dilde yaşama hakkını vermek istemiş olmadığını açıkça bildirmeği borç sayar; bu yabancı sözlerden öz Türkçe karşılığı bulunmuş ve karşısına yazılmış olanları konuşmada ve yazıda kullanmamalarını bütün dilseverlerden diler; henüz karşılığı bulunmamış olanlara da birer öz Türkçe karşılık aramayı kendisine ödev bilir; bu sözlüğün ileriki basılışlarında yabancı sözlerden daha pek çoğunun karşısına öz Türkçelerini koymak mutluluğuna ereceğini umar...”[104] Sözlüğün söz varlığı 15.000 civarındadır. Şemsettin Sami’nin 1899-1901 yılları arasında yayımladığı Kamus-ı Türkî’sinde 26.000 söz varlığı bulunduğu dikkate alınırsa, aradan geçen 45 yıldaki dilde gelişmeye karşılık söz varlığındaki azalma, tasfiyeciliğin boyutlarını ortaya çıkarır.
 

EftelyA

Yaşayan Forum Efsanesi
22 Kas 2007
9,097
59
EsEs
Sonuç

Türk yazı dilinin tarihçesini verdiğimiz ve Türkiye Cumhuriyeti’nde Türkçenin gelişimini, genel görünümüyle ele aldığımız bu yazımızda görüleceği gibi, Türkçe en büyük gelişmeyi, sadeleşmeyi ve zenginleşmeyi son yetmiş yılda yaşamıştır. Yetmiş yıllık bu dönemde Türkçenin gelişmesinde Dil Devriminin ve Türk Dil Kurumunun önemli bir yeri vardır. Gerek Tanzimat döneminde, gerek Servet-i Fünun döneminde, gerek Millî Edebiyat döneminde yapılan dil tartışmaları Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonra da sürmüştür. Ancak, bu tartışmalar Atatürk’ün dil konusundaki en büyük atılımı yapmasına zemin hazırlamıştır. Hiç kuşkusuz, gerek yazı konusunda, gerek dil konusunda en etkili, en kararlı ve sonuç alıcı adımları Atatürk atmıştır.

Alfabe konusundaki tartışmalar, bugün artık tamamen sona ermiştir. Yeni Türk yazısının Türkçeyi karşılamadaki mükemmelliği konusunda tereddüt yoktur[105]. Üstelik bütün Türk dünyasında ortak alfabe olarak Lâtin kökenli yeni Türk alfabesinin kullanılması konusunda Türk kamuoyunda düşünce birliği de oluşmuştur.

Türkçenin sadeleşmesi konusu da zaman içinde çeşitli tartışmalardan sonra durulmuş ve dil doğal gelişimi içerisinde Türk Dil Kurumunun da bilimsel çalışmalarıyla gelişimini sürdürmüştür. Bugün artık aşırı özleştirmeciliğin, daha doğru bir söyleyişle tasfiyeciliğin Türkçeye yarar sağlamayacağı anlaşılmıştır. Dilde zorlama olamayacağı, dilde yaşayan hiçbir sözün zorla dilden atılamayacağı veya yasaklanamayacağı artık herkesçe anlaşılmıştır. Küreselleşmenin getirdiği bir olumsuzluk olarak Türkçedeki batı kökenli sözlerin çoğunluğunun ve yoğunluğunun artmasının getirdiği olumsuzluklar, dildeki kirlenme ve bu yabancılaşmaya karşı mücadele edilmesi düşüncesi, hemen her dilcinin ortak görüşüdür. Ortak noktalarda buluşmak ve anlaşmak, tartışmaları sona erdireceği gibi, oluşacak anlaşma zemini, dildeki diğer görüş ayrılıklarının da zamanla ortadan kaldırılmasını sağlayacaktır
 

EftelyA

Yaşayan Forum Efsanesi
22 Kas 2007
9,097
59
EsEs
Kaynakça:

[1] 2001 yılının son günlerinde başlayan tartışmada alfabemize q, w, x gibi harflerin eklenmesi konusu gündeme gelmişse de, sonuçta bu harflerin alfabeye eklenmemesi düşüncesi geçmişte olduğu gibi bugün de ağırlık kazanmıştır. Bu harflerin alfabeye eklenmemesi, ancak ilkokullarda öğretilmesi konusunda ise tartışmalar sürmektedir. Bu konudaki tartışmalar ve değerlendirmesi için bk. Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın, “Bitmeyen Tartışma: Q, X, W”, Türk Dili dergisi, TDK yayını, Ankara, Ocak 2002

[1] Hasan Eren, Türk Dil Kurumunun yayımladığı Türkçe Sözlük’ün 8. baskısına yazdığı ön sözde Türkçenin başka dillere verdiği sözlerle ilgili olarak ilgi çekici örnekler vermiştir. Bk. TDK, Türkçe Sözlük, Yeni (8.) Baskı, Ankara, 1988, s. XXII-XXV
[2] Levend, age., ss. 180-182
[3] Bu konuda daha fazla bilgi için bk. Levend, age., ss. 231-240
[4] Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, 5. Baskı, Varlık Yayınevi, İstanbul, 1963, ss. 89-90
[5] Uriel Heyd, Language Reform in Modern Turkey, The Israel Oriental Society, Jerusalem, 1954, s. 14
[6] Gökalp, age., s. 81
[7] Levend, age., s.264
[8] Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, Türk Edebiyatı Vakfı yayını, C. 3, İstanbul, 1990, s.247
[9] Akçura, age., ss. 84-85
[10] Akçura, age., s. 86
[11] Karal (1994), age., s. 78
[12] K. Akyüz, “Türk Derneği”, Türk Ansiklopedisi, Devlet Kitapları, C. XXXII, Ankara, 1983, s. 69
[13] Akçura, age., ss. 209-210
[14] Karal (1994), age., ss. 81-82; Levend, age., 300
[15] Levend, age., s. 301
[16] Prof. Dr. İsmail Parlatır - Yard. Doç. Dr. Nurullah Çetin, Genç Kalemler Dergisi, Türk Dil Kurumu yayını, Ankara, 1999, ss. XXI-XXII.
[17] Parlatır-Çetin, age., s.1
[18] Parlatır-Çetin, age., s. 39
[19] Parlatır-Çetin, age., s.40
[20] Levend, age., s.314
[21] Parlatır-Çetin, age., s. 75
[22] Parlatır-Çetin, age., s.78
[23] Parlatır-Çetin, age., s. 81
[24] Heyd, age., s. 17
[25] Levend, age., ss. 321-322
[26] Parlatır-Çetin, age., ss. 171-177
[27] Akçura, age., s. 213
[28] Ziya Gökalp, Türkleşmek İslâmlaşmak Muasırlaşmak, Ankara, 1963, s.11
[29] Gökalp, age., s.13-14
[30] Gökalp, Türkçülüğün Esasları, ss. 94-95
[31] Ziya Gökalp, Yeni Hayat, Doğru Yol, Hazl. Müjgân Cunbur, Kültür Bakanlığı yayını, Ankara, 1976, s. 17-18
[32] Şimşir, age., s. 44
[33] Şimşir, age., ss. 47-48
[34] S. Buluç, “Türkiyat Enstitüsü”, Türk Ansiklopedisi, Devlet Kitapları, C. XXXII, Ankara, 1983, s. 312
[35] Prof. Dr. Osman Fikri Sertkaya, “Atatürk ve Türk Dili”, Türk Dili dergisi, , S. 599, Ankara, Kasım 2001, s. 549
[36] Halil Berktay, “Tarih Çalışmaları”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C. 9, İletişim Yayınları, İstanbul, s.2462
[37] Bu önerge ile ilgili haber Hakimiyeti Milliye gazetesinin 27 Ağustos 1923 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
[38] Levend, age., s. 391
[39] Yazı Devrimi ile ilgili bölümün yazılışında Bilâl N. Şimşir’in adı geçen eserinin yanı sıra M. Şakir Ül******kü******ta******şır’ın Atatürk ve Harf Devrimi (TDK yayını, Ankara, 1973) adlı eserinden de yararlanılmıştır.
[40] 1930’ların başında neredeyse bütün Türk halkları aynı yazıyı kullanıyordu. Bu durum devam etseydi belki de Sovyetlerdeki Türk halklarının birbirleriyle anlaşması daha kolay olacaktı. Ancak, Stalin’in 1930’larda başlattığı kıyım sırasında Sovyetlerdeki Türk halklarının Lâtin yazısını kullanmalarına son verildi. Ne ilginçtir ki 1926 Bakû Türkoloji Kongresinde Lâtin alfabesini savunan bilim adamlarının çoğunun ölüm tarihi 1937’dir. Bunlar arasında Türk soylu halkların bilim adamlarının yanı sıra ünlü Türkolog Samoyloviç de vardı. Bu kıyım sırasında Türk halklarının Kiril yazısını kullanmalarına karar verildi. 1937’de başlayan Kiril yazısına geçiş uygulaması 1940’lı yılların başlarında tamamlandı.
[41] Şimşir, age., s. 234 vd.
[42] Falih Rıfkı Atay, Çankaya -Atatürk’ün doğumundan ölümüne kadar-, İstanbul, 1969, s. 468
[43] Afet İnan, “Türk Dil Kurumu’nun Kuruluşu Üzerine”, Türk Dili, 6(69), Haziran 1957, s. 478.
[44] Afet İnan, agm., s. 479.
[45] Ruşen Eşref, “T.D.T.C. Kurulduğundan İlk Kurultaya Kadar”, Türk Dili Bülteni, S. 2, Eylül 1933, s. 1
[46] Ruşen Eşref, agm. s. 2
[47] Ruşen Eşref, agm. s. 3
[48] Afet İnan, agm. s. 479
[49] Afet İnan, agm 6
[50] Ruşen Eşref, agm., s. 7
[51] Atay, age., s. 475
[52] T.D.T.C. Birinci Kurultaydan Sonra İlk Çalışmalar; Türk Dili, 5. 3, Temmuz 1933, 1-2.
[53] Nail Tan, Kuruluşunun 70. Yıl Dönümünde Türk Dil Kurumu, Türk Dil Kurumu yayını, Ankara, 2001, s. 10
[54] Tan, age., ss. 11-12
[55] Tan, age., ss. 12-13
[56] Heyd, age., s. 27
[57] Hasan Eren, “Sırça Köşkte”, Türk Dili dergisi, 1990/I, TDK yayını, ss.1-78; Hasan Eren, “Sırça Köşkte II”, Türk Dili dergisi, 1992/II, TDK yayını, ss.161-213; Hasan Eren, “Sırça Köşkte III”, Türk Dili dergisi, 1993/II, TDK yayını, ss.1-82
[58] Tan, age., s. 16
[59] TDTC, Osmanlıcadan Türkçeye Söz Karşılıkları, İstanbul, 1934, s. 10
[60] TDTC, age., s. 114
[61] Sertkaya, agm., s. 550
[62] Heyd, s. 62
[63] Levend, age., s. 420
[64] Avrupa dillerinden geçen sözlere takınılan yumuşak tutumu Uriel Heyd, Language Reform in Modern Turkey (s. 77) ad******lı eserinde şu sözlerle eleştirecektir: “On the contrary, in some cases the Society deliberately increased the Europ******ean vocabulary of modern Turkish. In the ‘Cep Kılavuzu’ a number of Arabic and Persian loan-words were replaced with words taken from Western languages. Examples are ‘sekreter’ for ‘kâtib’, ‘direktör’ for ‘müdir’, ‘teori’ for ‘nazariye’, and ‘sembol’ for ‘timsal’. An authoritative explanation of this policy was given in 1935 by İ. N. Dilmen, Secretary General of the Society. He stated that words like ‘kâtib’, ‘müdir (müdür)’, etc. were relics of a bygone era. At a time when the Turks were adopting Occidental civilization in its entirety, the Western equivalents of such terms should be preferred.”
[65] Levend, age., ss. 424-425
[66] Tan, age., s. 45
[67] Heyd, age., s. 32
[68] TDAK, Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu, İstanbul, 1935, s. VII
[69] Sertkaya, agm., s. 553
[70] Bk. 94. dipnot
[71] Falih Rıfkı Atay, “Atatürk ve Özleştirme”, Dünya gazetesi, 17 Temmuz 1966
[72] Atay, age., s. 475
[73] Atay, gös. yer
[74] Atay, age., s. 477
[75] Hikmet Bayur, “Atatürk ve Dil Devrimi”, Dil Dâvası, TDK yayını, Ankara, 1952
[76] Tan, age., s. 46
[77] Naim Hazım Bey daha sonra Arapçanın Türkçeyle kurulduğu düşüncesini işleyen iki ciltlik eser ya******yım******la******ya******cak******tır: Naim Hazım Onat, Arapçanın Türk Diliyle Kuruluşu I, TDK yayını, İstanbul, 1944; Naim Hazım Onat, Arap******çanın Türk Diliyle Kuruluşu II, TDK yayını, İstanbul, 1949
[78] Falih Rıfkı Atay, “Hatıra: Hüküm Nasıl Kurtuldu ?”, Dünya, 16.5.1965
[79] Levend, age., s. 427
[80] Prof. Dr. Zeynep Korkmaz, “Güneş-Dil Teorisi ve Yöneldiği Hedefler”, Meydan dergisi, S. 601-83, Ocak 1982, s. 23
[81] Atay, age., s. 479
[82] Etimoloji Morfoloji ve Fonetik Bakımından Türk Dili: Notlar, Ulus Matbaası, 1935
[83] Korkmaz, agm., s. 23-24
[84] İbrahim Necmi Dilmen, Güneş Dil Teorisinin Ana Hatları, 1935
[85] İbrahim Necmi Dilmen, Les lingnes meres et essentielles de la theorie Güneş-Dil, İstanbul, 1936
[86] İbrahim Necmi Dilmen’in Güneş-Dil Teorisinin Ana Hatları Hakkında III. Dil Kurultayına Sunduğu Teze Bağlı Grafikler ve Analizler, İstanbul, 1936; Prof. H. Reşit Tankut’un Güneş-Dil Teorisine Göre Pankronik Usulle ve Paleo-Sosyolojik Dil Tetkikleri Adlı Tezinde Geçen Örnekler, İstanbul, 1936
[87] Levend, age., s. 439
[88] Abdülkadir İnan, Güneş-Dil Teorisi Üzerine Ders Notları, İstanbul, 1936, ss.57-75
[89] . Reşit Tankut, Güneş-Dil Teorisine Göre Toponomik Tetkikler II, Tarih, Dil, Coğrafya Fakültesi, İstanbul, 1936, s. 33
[90] Sertkaya, agm., s. 555
[91] Bu kitapların tam listesi için bk. Levend, age., ss. 437-438
[92] Levend, age., s. 439, 441
[93] Agâh Sırrı Levend, “Dilde Özleşme Hareketinin Tarihçesi”, Dil Dâvası, TDK yayını, Ankara, 1952, s. 8
[94] Dr. Kâmile İmer, Dilde Değişme ve Gelişme Açısından Türk Dil Devrimi, TDK yayını, Ankara, 1976, s. 91
[95] Atay, age., s. 479
[96] Korkmaz, agm, s. 26
[97] Bayur, agm., s.30
[98] Falih Rıfkı Atay, “Atatürk ve Özleştirme”, Dünya gazetesi, 17.7.1966; Dr. Osman F. Sertkaya, “Atatürk’ün Dil Politikası I-II-III”, Tercüman gazetesi, 22-24 Aralık 1979; Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş, “Atatürk Ne İstiyordu ?”, Tercüman gazetesi, 11.6.1980; Korkmaz, agm.,; Prof. Dr. Zeynep Korkmaz, “Dil İnkılâbının Sadeleşme ve Türkçeleşme Akımları Arasındaki Yeri”, Türk Dili, S. 401, Mayıs 1985, ss. 1-32
[99] Tan, age., s. 47
[100] Tan, age., s.52
[101] Tan, age., s. 48
[102] İmer, age., s. 91
[103] TDK, Türkçe Sözlük, İstanbul, 1944, s. X
[104] Türkçe Sözlük (1944), s.V
[105] 2001 yılının son günlerinde başlayan tartışmada alfabemize q, w, x gibi harflerin eklenmesi konusu gündeme gelmişse de, sonuçta bu harflerin alfabeye eklenmemesi düşüncesi geçmişte olduğu gibi bugün de ağırlık kazanmıştır. Bu harflerin alfabeye eklenmemesi, ancak ilkokullarda öğretilmesi konusunda ise tartışmalar sürmektedir. Bu konudaki tartışmalar ve değerlendirmesi için bk. Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın, “Bitmeyen Tartışma: Q, X, W”, Türk Dili dergisi, TDK yayını, Ankara, Ocak 2002

Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın
Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.