Atatürk'ün Bağımsızlık Anlayışı

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Atatürk 1881 yılında doğduğunda Balkanlar’da etnik milliyetçilik hareketleri neredeyse zirveye çıkmıştı. Bağımsızlık savaşını verenler sadece azınlıklar değildi. Osmanlı toplumu da demokrasi ve egemenlik mücadelesi veriyordu. 1839’da başlayan bu rüzgar gittikçe kuvvetlenerek esiyordu. 1856* 1876 deneyimleri kalıcı olmadı.

Tekrar monarşiye dönülmüştü; ama Selanik merkez olmak üzere demokrasi ve egemenlik tohumları da Makedonya’da ekilmişti. En çok etkilenen de Balkanlardaki ordu olmuştu. Bu ordu bir ikilem içindeydi.

Bir yandan etnik bağımsızlık hareketleriyle mücadele ederken* diğer yandan ülkenin bağımsızlığı ve ulusun egemenliği için ne yapılması gerektiğini araştırıyordu. Osmanlı silahlı gücünün Batı'ya açılan penceresi ve egemenlik mücadelesinin kalesi haline gelen Makedonya ordusu adeta bir umut* kurtarıcı ve belirleyici haline gelmişti. Daha sonra ülke yönetiminin çekirdeği olacak grup ve filizler de burada oluştu. Yanlışı ile doğrusuyla ülkede bir dönüşüm gerektiğine inanıyorlardı. Tam özgürlükçü* kısmi özgürlükçü ve şekli özgürlükçü olanlar omuz omuza olmasa bile yan yana gelmişlerdi.

Bunlardan biri de şüphesiz Mustafa Kemal’di. Onun özgürlük anlayışı “öz”de bir dönüşümü kapsıyordu. Fransız Devrimi’nin ruhunu taşıyordu. Bu özgürlük şekilsel değil* özseldi. Sadece kavramla da kalmıyor; yönetimi* eğitimi* üretimi* kadın haklarını* inancı* ekonomiyi* ticareti* kurumsallaşmayı da içeriyordu. Ona göre sınırlı özgürlük* özgürlük olamazdı. Buna dense dense ıslahat* yenileşme denebilirdi ki; çok kere denenmiş; başarılı olunamamıştı. Nedeni* bir bütün olarak değil* kısmi alanda düşünülmesiydi. O* bir doğu toplumunda doğmuş ve doğu merkezli bir eğitim almıştı. Bunun bir çok yanlışla malul (sakat) olduğunun bilincine vararak; nasıl olması gerektiği noktasında köklü arayışlar içinde devamlı araştırıyordu. Ülke tam bağımsız değildi. Hatta kısmi işgal altında yaşıyor bile denebilirdi. Orduyu Almanlar eğitiyor* okullaşmayı Fransızlar idare ediyor; ticareti azınlıklar yönetiyor; maliyeyi ise büyük devletler yani Avrupa devletleri yönlendiriyordu. Devlet bütçesini kendisi bile yapamıyor; harcamalarını izinle yapabiliyordu.

Derin gören ve derin düşünen bu yüce insanın beyni adeta bir laboratuar haline dönmüştü. Görüyor* yaşıyor* okuyor* Batıda kurumsallaşmanın örneklerini inceliyor; bulduklarını beyninde analiz ve senteze tabi tutarak sebep-sonuç ilişkilerine uzanıyordu. Değerleri kendisi ve arkadaşları ile tartışıyor; hangi değerin köhneleştiğine karar veriyordu. Esas olan çarpıklığın nedenini arayıp duruyordu. Beyninde ve içinde kopan fırtınalar onun yolunu ve yönünü belirliyordu. Bütün bu arayışların içinde ona bazı doğrular göz kırpıyordu sanki.

Neydi bu doğrular? İşte bazıları:

· Tam bağımsızlık için aydın düşünme gerekiyordu. Bu da müspet ilimle olabilirdi.

· Müspet ilmin ve teknolojinin toplandığı toplumlar ona göre örnek alınmalıydı. Bu yer Batı idi.

· Dönüşümün çekirdeği olarak bağımsız düşünen insanı düşünüyordu. Bu toplum sadece erkekler olamazdı.

· Bağımsız ve baskısız düşünen insan hür bir eğitimle yaratılabilirdi. İlmi* vicdanı ve irfanı hür olmak esastı.

· Kurumsallaşmadan* ne yenileşme ne de dönüş sağlanabilirdi. Kurumsallaşma önce yönetim biçiminde gerekiyordu. Bunun özü de egemenliğin kayıtsız-şartsız halkın elinde olmasıydı.

· Atılım için güçlü bir enerji gerekiyordu. Öyle bir bitmeyen enerji bulunmalıydı ki; asla bitip tükenmesin. Bu; halk* köylü* esnaf* ilim ve irfan ordusu* sanat ordusu* kültür ordusundan oluşmalıydı.

· Tam bağımsızlığın en güçlü yanı* hür inançta yaşayan bir toplum yaratmaktı. Asırların şeklen köhneleştirdiği dinsel yapının hür hale getirilmesi gerekiyordu.

· Tam bağımsızlık eğitim* araştırma* buluş ve üretimle sağlanmalıydı.

· Tam egemenlik için ne askeri* ne siyasi güç yetiyordu. Gereken* ekonomik tam bağımsızlıktı.


İşte 1890’lardan 1920’lere kadar hep düşünerek* araştırarak ve bir sonuca vararak gelmişti. Bu çalışma ürünleri onu asla yanıltmayacaktı. Çünkü; yaptığı bir laboratuar çalışması ve bir doktoraydı. Bundan sonra kalan; egemenlik* özgürlük ve bağımsızlık dediğimiz kavramların içini doldurmaktan ibaretti. Bu çerçeveyi onun nasıl doldurduğunu yine ondan dinleyelim.

“Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir.” (1921)

“Tam bağımsızlık* ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür.” (1922)

“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” (1923)

“Ekonomik açıdan zayıf olan bir ulus yoksulluktan kurtulamaz. Güçlü bir uygarlığa* refaha ve mutluluğa kavuşamaz; sosyal ve siyasi hastalıklardan yakasını kurtaramaz.” (1924)

“Her fert istediğini düşünmek* istediğine inanmak* kendine özgü bir siyasi fikre sahip olmak* seçtiği dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve özgürlüğüne sahiptir. Kimsenin vicdanına ve düşüncesine engel olunamaz.” (1925)

“Din bir vicdan işidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve düşünmeye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini* millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya özen gösteriyor* eyleme dönüşen* tasarruftan sakınıyoruz.” (1925)

“Kadınlarımız da bizim gibi kavrayışlı ve düşünceli insanlardır. Onlara ahlaka ait kutsal kavramları telkin etmek* milli ahlakımızı anlatmak ve onların beyinlerini nur ile temizlemekle donatmak esası üzerinde bulunduktan sonra fazla bencilliğe gerek duyulmaz.” (1925)

“Bağımsızlığını* varlığını emin görmek isteyen ulusların önüne hiçbir yasal sınır çekilemez.”

Atatürk’ün bu özgürlük anlayışı asla zikzaklar çizmedi. Bir ışıkla doğdu ve o ışıkla ilerledi. Bu ışığın kaynağı “hürriyet”tir. Düşünce özgürlüğü* girişim özgürlüğü* inanç özgürlüğü* hür olmanın vazgeçilmez koşullarıdır. Hürriyet temeli üzerinde yükselen tam bağımsızlık sütunu ise iktisadi (ekonomik) bağımsızlıktır. Bunun da yolu gerçek ilim* bilim ve teknoloji alanlarında çağdaş uygarlığın yoludur. Çok çalışmak* güvenmek ve yaptıkları ile yetinmeden güvenmek ise bağımsızlığın enerjisidir. Bu enerjinin tükenmemesi isteniyorsa* “devamlı yürümek* amaçla yürümek gerekir” diye de ekliyor.

Çalışmaktan* çok çalışmaktan başka hiçbir ihtiyacımızın bulunmadığına da işaret ediyor.

Şu anda* onun aramızdan ayrılmasının üzerinden geçen 63 yıl sonunda* acaba neredeyiz?

Rakamların dili vardır* konuşur. Onlara soralım ve yerimizi bulalım. Bir de öğütlerine ve emanetlerine ne kadar bağlı kalabilmişiz; bunun da bir vicdan muhasebesini yapalım. Çünkü; yanlış bir yolda ilerliyoruz gibime geliyor...

E. Korgeneral İzzettin İYİGÜN
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.