Dünya'daki Türk Toplulukları

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Afganistan Türkleri
Nüfusları 1.800.000 civarında olup yaşadıkları şehirler* Farab* Belh* Samangan* Kunduz* Tahhar ve Bedahşan'dır. Bunlar Özbekler* Türkmenler* Kazaklar ve Kırgızlar olarak alt gruplara ayrılmış olup sürekli bir iç savaşın yaşandığı ülkede durumları belirsizdir. Ancak Özbek General Raşid Dostum komutasındaki Özbekler* Taliban vb. gruplara karşı mücadele vermektedirler.

004.jpg


Afganistan'da Türk dilini konuşanlar genel nüfusun % 10'unu kapsarlar. Türkçe burada üçüncü sırada dil grubudur. Afganistan'da sağlıklı bir nüfus sayımı yapılamadığı için verilen değerler tahminidir. Afganistan'daki Türk grupları şunlardır;

Özbekler: Afganistan'da* Farab* Belh* Mezar-ı Şerif* Samangan ve Kunduz'da yaşamaktadırlar. Sayıları 1 ile 1.5 milyonu bulduğu sanılmaktadır. Çiftçilikle ve hayvancılıkla uğraşırlar.

Türkmenler: Ülkenin Kuzeybatısında yaşarlar. Tahmini sayıları 200 bin civarındadır. Bunlar Teke* Şalar* Sarık* Çekra* Mavrı* Tarık aşiretleridir. Genellikle göçer vaziyette yaşamaktadırlar.

087.jpg


Kırgızlar: Afganistan'ın kuzeybatısında Tahhar ve Bedahşan bölgelerine yerleşmişlerdir. Sayıları 90 bin civarındadır. Büyük çoğunluğu hayatlarını göçebe olarak sürdürmektedirler.
Kazaklar : Sayıları azdır. Tamamı göçebe olarak yaşarlar. Çin bölgesinden göçebe olarak geldikleri zannedilmektedir.Afganistan'da Türk dili konuşanların okuma-yazma oranları çok düşüktür. Ekonomileri pamuk ve şeker pancarına dayanmaktadır. Ayrıca hayvancılık önemli bir yer tutar. Karakul koyunu ve el halıcılığı revaçtadır.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Ahıska Türkleri
1578 yılından 1828 Rus işgaline kadar Anadolu'dan bölgeye yerleştirilen ve Anadolu Türklüğü'nün ayrılmaz bir parçası olan Ahıska Türkleri'nin asıl vatanı bugünkü Gürcistan Cumhuriyeti'nin toprakları içinde kalan ve Türkiye ile komşu olan Ahıska* Ahılkelek* Aspinza* Adıgen ve Bogdanovka vilayetleridir. Buraya yerleşen Türkler'e Ahıska Türkleri denmesinin sebebi ise bu vilayetleri içine alan bölgenin coğrafi isminin Ahıska olmasından ileri gelmektedir.


Son 70 yılda 3 defa sürgüne uğrayan ve 1944 yılında kanlı diktatör Stalin'in hışmına uğrayan ve sürgüne tabi tutulan bir Türk grubu da Ahıska Türkleri'dir. Ahıska Türkleri bu kanlı sürgünde SSCB'nin birçok bölgelerine dağıtılmışlar ve binlerce şehit vermişlerdir.
Ahıska Türkleri bugün 13 Cumhuriyetin 264 değişik bölgelerinde yaşamaktadırlar. Rusya Federasyonunu 28 yerleşim biriminde 70 bin* Kazakistan'da 145 bin* Azerbaycan'da 106 bin* Kırgızistan'da 57 bin* Özbekistan'da 30 bin* Ukrayna'da 18 bin* Türkiye'de 200 bin* çeşitli ülkelerde 3000 olmak üzere 629 bin Ahıska Türkü yaşamaktadır.. Bunların sosyal* kültürel ve eğitimle ilgili pek çok problemleri mevcuttur.

005.jpg


Bulundukları ülkelerde oluşturdukları kültür merkezlerinde Ahıskalılar kimliklerini koruma mücadelesi vermektedirler.Özbekistan* Kazakistan ve Kırgızistan'da Ahıska Türklerinin kurduğu çok sayıda Türk Kültür Merkezinde bu çaba gösterilmektedir.Özbekistan'da bulunan Ahıskalılara ait kültür merkezi* Özbekistan Medeniyet Vakfı bünyesinde 1992 yılı başında "Türk Medeniyet Merkezi" adı ile kurulmuştur. Merkezin başında Dr. Ömer Salman bulunmaktadır. Kazakistan Ahıska Kültür Merkezi 1991 yılında Dr. Tevfik Kurdayev Haşimoğlu tarafından Almatı'da kurulmuştur. Merkezde Türkçe* din bilgisi gibi dersler verilmektedir. Ayrıca merkez* Türkiye'den Kazakistan'a giden Türk vatandaşlarına da kapılarını açmaktadırlar.Kırgızistan'da bulunan Ahıska Türkleri tarafından 1991 yılında kurulan Türk Medeniyet Merkezi'nin başında eski milletvekili İzzet Maksudov bulunmaktadır. Bu üç merkezin stratejik açıdan önemleri çok büyüktür. Türk* Kazak* Kırgız* Özbek kardeşlikleri arasında nifak tohumları ekmek isteyenlere karşı bu merkez mühim görevler üstlenebilecek yapılanmalar haline getirilebilir.

Ahıska Türkleri'nin neden sürgüne tabi tutuldukları tam 47 yıl gizli tutuldu. Gerekçe olarak bu 47 yıl boyunca ileri sürülen ise yalnızca tahmin edilen* varsayılan gerekçelerdi... 1991 yılında sürgünle ilgili belgelerin önemli ölçüde yayınlanmasıyla konu açıklık kazandı. SSCB'nin Halk İçişleri Komiseri Gürcü asıllı Lavrentiy Beriya* savaş sebebiyle bütün yetkileri elinde toplayan Devlet Savunma Komitesi Başkanı Gürcü İ. V. Stalin'e gönderdiği teklif niteliğindeki mektubunda (24 Temmuz 1944) "Gürcistan SSC'nin Türkiye sınırlı bölgelerinde oturan Türk nüfusun önemli bir kısmı yıllardır Türkiye tarafındaki akrabalarıyla temas etmek suretiyle muhaceret eğilimi içerisinde olup* kaçakçılık yapmakta* Türk istihbarat organları için casus angaje etme kaynağı oluşturmakta ve eşkiyaya insan gücü temin etmektedir" diyerek* bu sebeple 16700 hanenin (86 bin kişilik nüfus* bazı kaynaklarda bu rakam 91 bin olarak ifade ediliyor* ayrıca 40 bin kişi de askerde) Ahıska bölgesinde Orta Asya'ya sürülmesini ve bunların yerine de Gürcistan'ın toprak sıkıntısı çekilen kazalarından 7000 Gürcü hanenin iskan edilmesini teklif ediyordu.

Bu teklifini bir hafta sonrasında Stalin tarafından imzalanan yukarıda zikredilen tarih sayılı Devlet Savunma Komitesi Kararıyla da "sürgün" başlıyordu. İşin ilginç tarafı Beriya'nın hazırladığı gerekçeli teklif ile Stalin'in imzaladığı gerekçeli kararın aynı ifadelerden oluşmasıydı. Şüphesiz ki bütün bunlardan daha ilginç olanı gerek teklifte* gerek kararda yer alan iddiaların gerçek dışılığı ve ciddiyetten uzaklığıdır.

Türk toplulukları içerisinde kendi yönetimi olmayan tek Türk topluluğu olan Ahıska Türkleri kendi okulları ve yayın organları yoktur. Yeni yeni kültür merkezleri* dernek veya cemiyet kurmaya başlamışlardır. Geniş bir alana sürüldükleri halde Türklüklerinden hiçbir şey kaybetmemişler* bugüne kadar Türk adını şan ve şerefle yaşatmışlardır.

Dede Korkut Kitabı'nda "Ak-Sıka" (Ak Kale)* 481 yılına ait kayıtlarda "Akesga" adlarıyla anılan eski Oğuzlar beldesi Ahıska* Gürcüce "Yeni Kale" anlamına gelen Ahal-Thise'nin Türkçe ve Farsça şekli olarak da yorumlanmaktadır. İslamın ilk fetihleri esnasında Hz. Osman'ın hilafetine rastlayan dönemde Şam valisi Muaviye'nin kumandanlarından Habib b. Mesleme tarafından ele geçirilen Ahıska* 1267-68 yıllarında da Moğolların hakimiyeti altına girmiş* daha sonraki yıllarda bölgenin yarı bağımsız valileri "Atabeğ"ler tarafından yönetilmiştir.

Ahıska* Atabeğleri Lala Mustafa Paşa'nın* Çıldır Savaşı (1578) sonunda Osmanlı idaresine girdiler. Son atabek Minüçihr Osmanlı'ya bağlılığını bildirerek müslüman oldu ve Mustafa Paşa adını aldı. Bu tarihten sonra Ahıska yeni kurulan Çıldır eyaletinin merkezi haline getirildi ve tahriri yapıldı. Ancak* Çıldır'ın savaşlarda harap olması üzerine Ahıska eyalet oldu* bir ara Safevilerin de eline geçen şehir* 1635 yılında tekrar Osmanlı hakimiyetine girdi. 1828 yılında Rusların idaresine girinceye dek tam 250 yıl Osmanlının serhat şehri olarak kalan Ahıska Türkiye sınırlarından kopunca bu bölgede yaşayan Serhat Türklerinin kötü talihi de işlemeye başladı.

1853-1856 Osmanlı-Rus savaşı esnasında bir kısım Ahıskalı Osmanlı ordusuna yardımcı oldukları gerekçesiyle üzerlerinde yoğunlaşan baskılardan kaçarak Erzurum'a sığındılar. Yine bu savaş sonrasında Kars'ın Osmanlı sınırlarından koparılmasıyla Ahıska Türkiye sınırından bir hayli uzakta kaldı. Bu dönemde Kuzey Doğu Anadolu'dan Ahıska bölgesine doğru bir Ermeni göçü yaşandı.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Balkanlarda Yaşayan Türkler
Türkler'in Balkanlara yerleşmesi çok eski tarihlere dayanmaktadır. Türkler Balkanlar'a iki ayrı yoldan gelmişlerdir. Birincisi Hazar Denizi-Karadeniz kuzeyinden* ikincisi ise güneyden Anadolu üzerindendir.
Balkanlar'a gelen ilk Türk kavimleri MS 300 yıllardan itibaren Karadeniz'in kuzeyden geçerek bölgeye yerleşmişlerdir. Bunlar Oğur (Utrugur* Kutrugur)* Bulgar* Peçenekler* Oğuzlar* Kumanlar (Kıpçaklar) gibi Türk boylarıdır. Ancak bu Türk kavimlerinin büyük bir çoğunluğu hıristiyanlığı kabul ederek Slavlaşmışlardır. Sayıları yediyi bulan bu Türk boyları tarihçiler tarafından "Kayıp Türk Kavimleri" veya "Asimile Kavimler" "olarak adlandırılmıştır. Tarihçilere göre Orta Asya'daki göçebe hayatını devam ettiren* bir türlü yerleşik ve organize olmayan bu boyları birbirleri ve/veya bölgedeki Bizans* Slav* Lâtin vb. gruplarla girdikleri amansız çatışmalar* özellikle Slav ve Bizanslıların ideolojik baskıları sebebi ile kimliklerini kaybetmişlerdir.

Balkanlar'a giren ikinci Türk kuşağı ise Anadolu üzerinden olmuştur. Orta Asya'dan gelip Anadolu'ya yerleşen Türkler* Osmanlı Beyliği zamanında Çanakkale boğazını geçerek Balkanlar'a ayak basmış* 1526 yılında kazanılan Mohaç zaferi ile Balkanlar'da kesin ve mutlak Türk egemenliği başlamıştır. Anadolu'dan seçme aileler Batı Trakya* Bulgaristan* Makedonya* Eski Yugoslavya ve Romanya'ya yerleştirilmiştir. XIX.nci yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamaya başlaması ile Balkanların yavaş yavaş yitirilmesi ve 1830 yılında Yunanistan'ın* 1878 Berlin Anlaşması ile Sırbistan* Romanya ve Karadağ'ın bağımsızlığının kabulü* 1909 yılında yapılan Petersburg anlaşması ile Bulgaristan'ın* 1911-12 Balkan Savaşı esnasında Arnavutluğun bağımsızlığını kazanması sonucu Balkanlar Türk hakimiyetinden çıkmıştır.

Özellikle 1830 yıllarından sonra Balkanlar Türk insanı mezbahası haline gelmiş* Türk şehirleri yakılıp yıkılmış* Türk mal varlığı yağmalanmış* Anadolu'ya akın akın göç başlamıştır. Bütün bunlar sonucu Türkler Balkanlarda kimliklerini muhafaza etmeye çalışan azınlık haline düşmüştür.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Batı Trakya Türklüğü
Balkanlardaki Türk Kültürel varlığı şu andaki bilgilerimizin ışığı altında milattan hemen önceki yıllara kadar uzanmaktadır. Bundan önceki dönemlere ait bir takım veriler son zamanlarda ortaya çıkmakla beraber kesin bir değerlendirme yapabilmek için yeterli görülmemektedir. Balkanlardaki Türk kültürel varlığı iki koldan gerçekleşen kitlevi göçler sonucunda oluşmuştur. Kuzeyden Onogur-Bulgar* Peçenek* Uz* Kuman-Kıpçak göçleri* güneyden de Oğuz Türklerinin göçleri ve yerleşmeleriyle Balkanlar Türkleşmeye başlamış* 14 ve 15. y.y. da tamamen Türk kültürünün hakim olduğu bir bölge haline gelmiştir.
Bundan daha sonraki gelişmeler sonucunda Balkanlardan bir med-cezir hareketi gibi bir çekilme söz konusu olmuş* dünyadaki değişmeler* gelişmeler* kuzeydeki Slav kültürünün gelişmesi ve buradan gelen baskı ve çatışma* hem de politik mücadeleler ve aynı zamanlarda büyükçe bir sömürge imparatorluğu kurmuş olan İngiltere'nin baskıları arasında kalma sonucunda Balkan savaşına kadar Osmanlı adım adım geri çekilerek bugünkü Türkiye sınırlarına kadar ulaşmıştır. 1912-1913 yıllarından sonraki gelişmelerle de son sınırlar çizilmiş* bununla beraber Türk kültürel varlığı bölgedeki hem Oğuz hem Kıpçak Tüklerinin bakiyeleri şeklinde hayatlarını devam ettirmektedir.
Tabii bunların bir kısmı Türkiye üzerinden göçerek Balkanlarda iskan edilen Evlad-ı Fatihan torunları* Oğuz Türkleridir. Diğerleri de yine kuzeyden gelerek yerleşen* Onogur-Bulgar* Peçenek* Uz* Kuman-Kıpçak Türkleridir. Bütün bu Türkleridir. Bütün bu Türk toplulukları günümüzün Türk kültür varlığını teşkil etmekle beraber aralarındaki çok küçük farklılıklar* içinde yaşadıkları kültürlerin yöneticileri tarafından kullanılarak birbirlerine düşman edilmeye de çalışılmıştır.
1950'li yıllardan sonra Türkiye'deki siyasal değişime paralel olarak uygulanan yanlış politikalar sonucunda Balkanlardan Türkiye'ye göçler büyük ölçüde devam etmiş* göçmenleri oy deposu olarak gören bütün siyasi partiler belki de bilmeden Balkanlarda Türk kültür varlığının budanmasına* azalmasına yol açmışlardar. Bütün bu gelişmelere rağmen* yine de Türkve Müslüman kültürel varlığı Balkanlarda aşağı yukarı 12 milyonluk bir nüfusu oluşturmaktadırlar.
Günümüzde* Balkan ülkelerindeki Türk kültür evleklerinin yukarıda kısaca anlatılmaya çalışılan özellikleri sebebiyle teker teker ele alınarak değerlendirilmeleri de bir zaruret olarak ortaya çıkmaktadır. Son 60-70 yıllık dönem içinde Balkan ülkelerinin büyük bir çoğunluğu komünist rejim baskısı altında kültürel açıdan deforme olmuş* bunun dışında kalan Yunanistan ise* Batı Bloku'na dahil olmasına rağmen* daha acımasız asimilasyon politikalarını uygulayarak Türk varlığının demografik verilere göre: normal nüfus artışıyla 500-600 bin kişiyi bulması icabederken* günümüzde 120 bin civarında bir Türk kültür varlığı Batı Trakya bölgesinde kalmış durumdadır. Bu da; iki farklı ekonomik politikaya sahip olan kültürlerin bir noktada birleştiğini gösteriyor.
Kültürel açıdan her iki rejim de aynı şekilde asimilasyon politikaları uygulanmıştır. Yunanistan'nın uyguladığı asimilasyon politikaları daha ziyadre psikolojik olarak yıldırma* güven duygusunu azaltma* insanlar arasındaki güvensizliği aşılama* yaygınlaştırma ve bu şekilde göçe zorlama şeklinde olmuştur. Buradaki soydaşlarımızın büyük bir kısmı Türkiye'ye diğer bir kısmı da Avrupa'nın değişik yerlerine ve bunun dışında kalan bir kısmı da Avustralya'ya yerleşmek* göç etmek zorunda kalmışlardır. Buradaki kültürel kimlik savaşı halen devam etmektedir. Bölgede kurulmuş olan hükümet dışı organizasyonların isimlerindeki Türk ismi* son yıllarda kaldırılmış* buradaki bütün hükümet dışı kuruluşlar* gönüllü kuruluşlar baskı altında varlıklarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar.
Ayrıca* buradaki bütün soydaşlarımızın devlet memuriyetleri dahi engellenmekte* "Dikatsa" adı verilen kuruluş tarafından diploma denklikleri ve çalışma izin belgeleri soydaşlarımıza verilmemektedir. Buna bağlı olarak Türkiye'ye doğru yönelmiş olan göç* hızlanmaktadır. Eğitim de bu göçü hızlandırıcı bir faktör olarak yer almaktadır. Yunanistan'daki liselerde ve üniversitelerde okuma imkanları elinden alınan soydaşlarımız büyük ölçüde Türkiye'ye göç ederek* gelecekleriyle ilgili eğitim imkanlarını pekiştirme çalışmaları içindedirler. Bu da tehcir ve asimilasyonunun bir başka yönünü teşkil etmektedir.
Lozan antlaşması (1923)* Türk-Yunan Kültür antlaşması (1951)* Türk-Yunan Kültür Protokolü (1968) başta olmak üzere en son AGİT tarafından kabul edilen Paris Şartı(1991) ve diğer deklerasyonlar gibi çeşitli milletlerarası hukuk belgesi tarafında güvence altına alınan ekonomik* sosyalve kültürel hak ve satatüleri itibariyle* Batı Trakya Türkleri* milletlerarası hukuk kuralları yönünden bir "etnik"* yani milli "azınlık grubu" dur. Söz konusu hak ve statülerinin gasp ve ihlal edilmesi* kısaca "azınlık" haklarının yanında "insan" ve "vatandaş" haklarından mahrum bırakılarak baskı ve ayrımlara tabi tutulması ise* bu grubun sosyolojik manada da etnik "azınlık grubu" statüsünde bulunduğunu ortaya koymaktadır.
Çünkü* Louis Wirth'in de ifade ettiği gibi* fiziki ya da kültürel karakteristikleri sebebiyle ayrımcı ve eşit olmayan muamelelere hedef olan* tecrit edilen* bu sebeple de kendilerine kollektif ayrımcılığın özneleri olarak gören/diğerleri tarafından böyle görülen insan kategorisi* sosyolojik manada "azınlık" demektir. Herhangi bir ülkede etnik* dini veya ırki bir grup hakkında böyle bir tanımın geçerli olması* o grubun diğer vatandaşlarla aynı haklara sahip olmadığına delalet etmektedir. Yunanistan'da* Batı Trakya Tüklerinden başka Makedon* Arnavut* Ulah gibi "dini" grupların da sosyolojik manadaki "azınlık" statüsüne tabi oldukları gözönüne alındığındı* bu ülkedeki "demokrasi ve insan hakları" probleminin ne boyutta olduğu açıkça ortaya çıkar.
Batı Trakya Türkleri'nin birçoğu kronikleşen ve artık toplum yapısını dezorganizasyona çözülmeye* dağılmaya uğratma yönünde sosyal ve kültürel etkilerde bulunan* bu itibarla da acil olarak çözüme kavuşturulması gereken başlıca problemleri ana hatları ile şöyle özetlenebilir;
Türk azınlığa yönelik Yunan politikasında başvurulan şu dört yol ya da yönteme dikkat çekmek gerekmektedir. Kısaca Yunanistan;
a) İkili ve çok taraflı milletlerarası hukuk belgelerini doğrudan ihlal etmektedir.
b) İkili ve çok taraflı milletlerarası hukuk belgelerinin hükümlerine ve ruhuna uygun olarak daha önce çıkardığı kanun* karaname* yönetmelik* tüzük vb. iç hukuk düzenlemeleri iptal etmekte ve maksada uygun madde değişikliklerine giderek sözkonusu belgelerin hükümlerine ve ruhuna aykırı hale getirmektedir.
c) Boşluk olan yerlerde* ihlal ve gaspları temin eden yeni iç hukuk düzenlemelerine başvurmaktadır.
d) Daha önce ve özellikle de iç savaş (1945-1949) yıllarında kuzeyde gerilla savaşı yürüten gruplara* bağımsız Makedonya mücadelesi veren Makedonlara ve İtalyanlar ile birlikte ülkenin orta kesimlerinde bir Ulah devleti kurma savaşı veren Ulahlar'a ve bunların mal varlıklarına karşı çıkarılmış olan iç hukuk düzenlemelerini Türk azınlığa yöneltmektedir.
Batı Trakya Türkleri'nin başlıca resmi temsil organı statülerine sahip olan 3 müftülük (İskeçe* Gümülcine ve Dimetoka) makamı* bilindiği gibi "kukla müftüler" tarafından işgal altında tutulmaktadır. İşgale ilişkin senaryo* Gümülcine Müftüsü Hüseyin Mustafa'nın 1984'te* İskeçe Müftüsü Mustafa Hilmi'nin de 1990'da vefatı üzerine uygulamaya konmuştur. Ortaya çıkan durum üzerine gerek İskeçe'de ve gerekse Gümülcine'de azınlık organlarının girişimi üzerine* 2345/1920 sayılı kanunun hükümlerine ve ruhuna uygun olarak camilerde seçim yapılmak suretiyle Mehmet Emin Aga* İskeçe* İbrahim Şerif Gümülcine müftüsü olarak resmi makamların onayına sunulması ihtilafına* her iki makam da kukla müftüler olarak bilinen Mehmet Emin Şinikoğlu ve Meço Cemali tarafından doldurulmuştur.
Yukarıda izah ettiğimiz gibi* Yunan devleti* azınlığın en önemli kurumları olarak bilinen müftülükler üzerindeki bu haksız tasarrufu* 2345/1920 sayılı "Müftüler ve Başmüftü Seçimiyle* İslam Cemaatlerine Ait Evkaf Gelirlerinin Yönetilmesine Dair Kanun"'u iptal ederek* yerine 182/1991 sıyılı "Müftülük Müessesesi ve İlahiyat Okulu Kurulmasına Dair Esasları Düzenleyen Kanun Hükmünde Kararname'yi getirmek suretiyle gerçekleştirmiştir.
Azınlık iradesinin hilafına gerçekleşen müftülük problemi* 182/1991 sayılı yeni düzenlemenin* azınlığın hak ve statülerini güvence altına alan milletlerarası nitelikteki hukuk belgelerinin hükümlerine ve ruhuna uygun olmadığına açıkça delil teşkil etmektedir.
Çünkü* Tük azınlığın* diğer problemleri hakkında da geçerli olan bu durum Lozan antlaşmasının "Azınlıkların korunması bölümü"ndeki en can alıcı maddeyi teşkil eden 37. Madde tarafından adeta yasaklanmaktadır. Yunanistan'a uyarlandğında* bu ülkenin şöyle bir yükümlülükle karşı karşıya olduğu açıkça görülmektedir.
"...Yunanistan* 38. Maddeden 44. Maddeye kadar olan maddelerin kapsadığı hükümlerin temel kanunlar olarak tanınmasını ve hiçbir kanunun* hiçbir tanınmasını ve hiçbir kanunun* hiçbir yönetmeliğin (tüzüğün) ve hiçbir resmi işlemin bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişir olmamasını ve hiçbir yönetmelik (tüzük) ve hiçbir resmi işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir."
Kaldı ki* bu ülkenin At'ye üyeliğinde esas teşkil eden Yunan Anayasası'nın (1975) 28. Maddesi de* sözkonusu yükümlülüğü daha genel manada pekiştirmekte ve teyid etmektedir.
Buna göre Yunanistan;
"...Devletler Hukuku genel ülkelerinin ve onaylanak yürürlüğe giren uluslar arası anlaşmaların* Yunan milli hukukunun bir parçası olduğunu ve kendilerine ters düşen kanun hükümlerine nazaran önceliğe sahip bulunduklarını..." kabul etmektedir.
Cemaat İdare Heyetleri (CİH)ne gelince* müftülükler bünyesinde* azınlık vakıf mal ve mülklerinin idaresinden sorumlu olan bu kurallara yönelik çirkin Yunan emellerine dair ilk müdahale çok erken yıllarda daha 1946 yılında gerçekleştirilmiştir. Bu yıl işbaşına gelen Panagi Ksaldaris hükümeti İskeçe'deki Cemaat İdare Heyeti'ni dağıtmış* yerine 1950 yılına kadar görev yapacak olan "işbirlikçi" bir komisyon atamıştır.
Türkiye ile Yunanistan arasındaki temkinli olmakla birlikte başlayan yakınlaşma politikası* 1960 ve 1964'teki ertelemeler hariç* CİH seçimlerinin 1967'ye dek düzenli olarak devam etmesini sağlamıştır. Müdahaleler* 1967'de işbaşına gelen Albaylar Cuntası tarafından yoğunlaştırılmıştır. Cunta idaresi* bir yandan "Türk" ibareli okul levhalarını yerinden sökerken* diğer yandan da CİH'ni dağıtmaya* 20 küsur yıl sonra yerlerini alacak olan " kukla müftüler"e hazırlık mahiyetinde "kukla CİH" atamaya başlamıştır. Bu çerçevede* Dedeağaç'taki müftülük makamının münhal bulunmasından istifade ederek "Dedeağaç'ta müftülük bulunmadığı" gerekçesiyle* burada görev yapmakta olan CİH'nin lağvedildiğini duyurmuştur.
CİH konusunda şunu ilave etmek gerekmektedir ki* Tükler'in daha yoğun olarak yaşadıkları Gümilcine'deki kukla CİH'nin kukla Başkanı Hafız Yaşar adı* Türk azınlık arasında "baş hain" sıfıtı ile özdeşleşmiştir. Şu kadarını söylemek gerekirse* onun tayin edildiği dönemde Başkanlığını yaptığı CİH tarafından işletilen öğrenci yurdundaki 79'u fakir 113 öğrenciye azınlığın hali vakti yerinde aileleri tarafından yapılan yardım durdurulmak zorunda kalmıştır.
Ezcümle* müftülükler gibi* Batı Trakya'daki CİH de bugün kukla üyeler ve başkanları tarafından idare edilmektedir. Gümülcine CİH'nin başı ise Hafiz Yaşar'ı aratmayacak keyfiyete ve yetki genişliğine sahip Abdülhalim Dede tarafından doldurulmuş bulunmaktadır.
Batı Trakya Türkleri arasında Lozan antlaşmasının hemen akabinde ortaya çıkan "Türk" adı altındaki birlikler-dernekler; Türk azınlığın daha çok erken yıllarda TC Devleti'ndeki oluşuma paralel olarak "ümmet" değil "millet" şuuru taşıdığına ve bu şuura istinad eden bir sosyo-kültürel değişme sürecine girdiğine delil teşkil etmektedir. "Ümmet" şuuru esasına dayanan birliklere-derneklere azınlık arasında gösterilen cılız itibar giderek tamamen ortadan kalkar ve bu fikir sahiplerinin birçoğu "millet" şuurunu benimserken* 1927'de ortaya çıkan "İskeçe Türk Birliği"* onu 1928'de izleyen "Gümülcine Türk Gençler Birliği" ve 1936'da kurulan "Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği"nin* sosyal ve kültürel fonksiyonları vasıtasıyla azınlık arasında toplumsal birlik ve bütünleşmenin gelişmesinin gelişmesine yaptıkları katkılar inkar etmek mümkün değildir. İşte bu önemli fonksiyonları itibarıyla üç kardeş olarak bilinen bu birlikler-dernekler aleyhindeki ilk Yunan işlemi 1984 yılında başlatılmış* 1988 yılında da varlıklarına resmen son verilmiştir.
Seneryo* önce bu derneklerin isimlerinde yeralan "Türk" ibaresinin "Batı Trakya'da Tük vatandaşları bulunduğuna dair izlenim verdiği" gerekçesiyle kaldırılması (Kasım* 1984)* ardından "zararlı faaliyet gösterdikleri" gerekçesiyle kapatılması (Mayıs* 1985) istemiyle Gümilcine Valisi N. Papadimas tarafında davalar açılması suretiyle uygulamaya konmuştur. Bilindiği gibi* nihai temyiz mahkemesi niteliğindeki Yunanistan Yüksek Mahkemesi (Areios Pagos) 20 Kasım 1987 tarihinde "Batı Trakya'da Türk olmadığı" (başlangıçtaki gerekçe bu şekle dönüştürülmüştür) gerekçesiyle üç birliğin-derneğin isimlerindeki "Türk" ibaresinin kullanılmasının yasaklanmasına ve 5 Ocak 1988 tarihinde de bu birliklerin-derneklerin "zararlı faaliyet gösterdikleri" gerekçesiyle kapatılmasına dair mahkeme karalarını onaylamıştır.
Bilindiği gibi* Batı Trakya'da Türk varlığını ve bu varlığın 1927'den itibaren uluslar arası hukuk belgelerinin hükümlerine ve ruhuna uygunluk arzeden Yunan kanunlarına göre sosyal ve kültürel faaliyet gösterdiğini inkar anlamına gelen bu iki karar* azınlık tarihinde ilk kez Türklük mitinginin düzenlenmesine ( 29 Ocak 1988) vesile teşkil etmiştir. Yine çok iyi hatırlanacağı üzere* Türklük mitinginin 2. Yıldönümü olan 29 Ocak 1989 tarihi* Yunan gizli teşkilatları tarafından harekete geçirilen çapulcu Yunan fanatikleri tarafında azınlık tarihine "Yunan vandalizmi " olarak geçmiştir. Çapulcu ve fanatik Yunanlılar tarafından düzenlenen taşlı-sopalı saldırılarda 30 Türk yaralanmış* 270 Türk dükkanı tahrip ve yağma edilmiştir.
Dünya hukuk tarihinde skandal ve ulusal hukuk açısından kabul edilemez çelişki olarak söz konusu iki kararın iptal edilmeleri için başlatılan girişimlerin acilen devam ettirilmesi gerekmektedir. Türk azınlığın hak ve statülerini güvence altına alan ikili ve çok taraflı düzenlemeler ile söz konusu kararların kesinlikle bağdaşmadığı açıkça ortadadır. Ulusal hukuk açısından baktığımızda* bu kararlar* iptal edilmiş olmasına rağmen* Yunan hukuk tarihinde yerini alan 3065/1954 sayılı (Mareşal Papagos Kanunu olarak bilinen) "Azınlık Okulları Eğitim Kanunu" ve bu kanunun uygulanmasına dair hassasiyeti ortaya koyan Trakya Genel Valisi F. Fessopoulos'un A. 1043 ve A.202 sayılı genelgeleri yanyana düşünüldüğünde komedi açıkça ortaya çıkmaktadır.
İlgili kanun* azınlık okulların levhalarında nerede varsa "Müslüman/Müslümanca" ifadelerinin* doğrusu olan "Türk/Türkçe" ifadeleriyle değiştirilmesini öngörmekte* genelgeler ise eski haliyle kalmaya devam eden birkaç okul levhasındaki ilgili değişikliğin derhal yapılmasını emretmektedir.
Azınlık hakkı olması yanında* Batı Trakya Türk çocuklarının bir insan ve vatandaş hakkı olarak sahip olmaları gerektiği düşünülen eğitim hakkının ve buna istinaden tecelli eden Türk anne-babaların çocuklarını eğitim veren kurumlara (okullara) gündeme hakkının kullanılması görevinin yerine getirlmesi* Yunan makamları tarafından öteden beri engellenmektedir.
Yunan makamları* eğitim sahasına ilk müdahelesini 1972 yılında gerçekleştirmiş* yukarıda geçen 3065/1954 sayılı "Azınlık Okulları Eğitim Kanunu"un bazı maddelerini değiştirmek suretiyle "Türk/Türkçe" ibarelerin yerine* Yunanca'da "azınlık" ve "müslüman" kelimelerinin kısaltılmışı olan ancak tam olarak hangisini karşıladığı belli olmayan "M/kon" ibaresinin kullanılmasına dair düzenlemedir. Yine* 695/1977 sayılı "Azınlık Okulları ile SÖPA Öğretim ve Denetim Kadrosunun Meselelerinin Çözümüne İlişkin Kanun" çıkartılmak suretiyle* azınlık üzerinde bazı emeller istikametinde kurulmuş bulunan "Selanik Özel Pedagoji Akademisi" mezunlarının azınlık okullarına öncelikli olarak atanmaları sağlanmıştır.
Bu çerçevede* zaten 1960'lı yıllardaki öğretmen kıyımına ek olarak* Türkiye'den görev yapmak üzere gelecek TC vatandaşı öğretmenlerin ve yine Türkiye'deki öğretmen okullarından mezun olan Yunan vatandaşı Türk öğretmenlerin azınlık okulların girişleri kapatılmıştır. Neticede* Elmalı ve Karaçanlar Türk okullarında örnek olay niteliğinde görülen Türk velilerin ilkokul öğrenimi yapmak üzere çocuklarını Türkiye'ye gönderme süreci başlamış ve bu durum günümüze dek genişleyerek gelişmiştir. Hiç şüphesiz* bu velilerin büyük çoğunluğu* çocuklarınınTürkiye'de yerleşmesini istemekte* bu durum ise kendilerini göçe ya da Türkiye'de yasal olmayan bir şekilde ikamet etmelerine yol açmaktadır. Bu çerçevede* azınlığa mensup SÖPA mezunları arasında kendilerine tevdi edilmek istenen bol kazançlı "propaganda amaçlı eğitim hizmeti"ni reddetme yönündeki eğitimin giderek güçlenmekte olduğunu gözardı etmemek gerekmektedir.
Çünkü bilindiği gibi 1991 yılında merhum Dr. Sadık Ahmet tarafından "Yunanlı Türk'e Türkçe Öğretemez" sloganı ile başlatılan Yunan tarihine* bayrağına sevgi aşılamaya ve Türk çocuklarında Yunan milli şuuru oluşturmaya yönelik muhtevaya sahip Yunanlılar tarafından Türkçe okuma kitaplarını boykot hareketine çok sayıda SÖPA mezunu da katılmıştır. Yunanistan'da zorunlu eğitim 6 artı 3 temelinde 9 yıl olarak uygulanırken* Türk azınlık çocukları için bu 6 yıl(ilkokul) ile sınırlıdır. Türçe kitapların muhteva ve sayı itibarıyla yetersizliği* azınlık okullarında ihtiyaç duyulan başlıca eksikliktir.
Mevcut iki azınlık oraöğretim kurumunda (İskeçe Karma Azınlık Lisesi ve Gümilcine Celal Bayar Lisesi) had safhaya ulaşan bu eksiklik* Türk öğrencilere Türkçe okudukları derslerde Yunan dilinde imtihana girmeleri yönünde getirilen değişiklik ve öğrenci taleplerinin kura ve imtihan ile karşılanması şeklindeki uygulama* söz konusu iki öğretim kurumunu zaman zaman kapanma noktasına getirmiştir. Bugün* bu okullarda okumakta olan öğrenci sayısı iyimserlik yaratmakla birlikte* mevcut meselelerin söz konusu her an kapanma noktasına getirebilceği gözardı edilmemelidir. Şu kadarını ilave etmelidir ki* her yıl Türkiye'deki üniversite giriş sınavlarına katılan 600-800 arasındaki Batı Trakyalı Türk öğrencilerin 40-50'si dışındakilerBatı Trakya'daki değil* Türkiye'deki liselerden mezun olmuşlardır.
Bunların yanısıra Batı Trakya Türkleri'nin karşı karşıya oldukları problemler* toprak ve arazi gasplarından* seyahat hürriyetinin kısıtlanmasına* tedhiş ve saldırı olaylarına kadar uzamaktadır. Bu konular* başlı başına bir araştırma konusu olacak kadar geniş ve karmaşıktır. 21. Yüzyıla girerken* demokrasinin beşiği olduğunu iddia eden* gerçekde dönem dönem Rus sömürgeciliğinin* bazen de Batılı imparatorluk kalıntılarının oyuncağı olan Yunanistan'ın insan hakları ihlalleri konusunda dünya kamuoyunda yeterince teşhir edilemediği ortadadır. Bu konu ile ilgili olarak hayatına Batı Trakya Türklüğü'nün insan hakları davasına adayan ve acı bir tesadüf sonucu* Lozan antlaşmasının ve Yunanistan'da demokrasiye geçişin yıldönümü olan 24 Temmuz 1995 tarihinde şehit olan * dava ve mücadele arkadaşımız Dr. Sadık Ahmet'i bir kere daha rahmetle anıyoruz.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Bulgaristan Türkleri
BULGARİSTAN


1989 yılından itibaren dışa açılma ve liberalizasyon sürecine giren Bulgaristan Cumhuriyeti 110910 km2'lik yüzölçümüne ve 1995 verilerine göre % 0*3 nüfus artışı oranıyla 8*4 milyon nüfusa sahiptir Nüfusun % 85'i Bulgar* % 8*5 Türk* % 2*6 Çingene* % 2*5 Makedon* % 0*3'ü Ermeni* % 0*2'si Rustur.
Kuzey ve güneydoğu bölgeleri dağlık olan Bulgaristan'ın diğer bölgeleri ise ovalıktır 608 kmsi Romanya Cumhuriyeti* 494 kmsi Yunanistan Cumhuriyeti* 318 kmsi Yugoslavya Federal Cumhuriyeti* 240 kmsi Türkiye Cumhuriyeti ve 148 kmsi Makedonya Cumhuriyeti'yle olmak üzere 1808 km kara sınırına sahiptir Başlıca doğal kaynakları boksit* bakır* kurşun* çinko* kömür* kerestedir Arazinin % 34'ü ekilebilir alan (Devamlı ekilen alan %3-5 arasında değişmektedir)* % 18 mera ve otlaklar* % 35'i ise ormanlık alandır.

İdari açıdan 9 bölgeye ayrılan Bulgaristan* tek taraflı 240 üyeli Ulusal Meclise sahiptir 19 Nisan 1997 tarihinde yapılan erken seçimde halkın % 52*23 oyunu alan Birleşik Demokratik Güçler lideri İvan Kostov başkanlığında 21 Mayıs 1997'de kurulan hükümet görev yapmaktadır.240 sandalyeli Bulgaristan Parlamentosunda Ulusal Selamet İttifakı içinde yeralan Hak ve Özgürlük Hareketine mensup 15 Milletvekili ile Birleşik Demokratik Güçler içinde yeralan 1 milletvekili olmak üzere Türk azınlığından toplam 16 Milletvekili bulunmaktadır.



Ekonomik Durumu


Belirtileri daha önceden ortaya çıkmakla birlikte 1997 yılı Bulgaristan için önlenemez bir kriz yılı olmuş ve Bulgaristan hiperenflasyon yaşamıştır Ocak 1997'de leva güç kaybederek* bir $ karşılığı 3270 Leva'ya kadar yükselmiş* seçim kararının alınmasıyla birlikte mart ayında $ leva paritesi 1588'ye kadar düşmüş* Şubat 1997 ayında yaşanan aylık %242*7 enflasyon oranından mart ayı enflasyonu %12*27'ye inmiştir.
Bu aşamada* IMF krizin kontrol altına alınmasıyla ilgili destek vermiş* Dünya Bankası ve Avrupa Birliği'yle birlikte* ülkeyi seçime götürecek geçici Hükümetle anlaşmaya varılarak gerekli kredi ve yardım sağlanmıştır Kısa süre içerisinde Şubat 1997 ayında 400 milyon $' düşen döviz rezervleri Mayıs 1997 ayında 1*640 milyon $'a yükselmiştir. 21 Mayıs 1997 tarihinde yapılan seçimlerle birlikte Hükümet* İvan Kostov başbakanlığında* Demokratik Güçler Birliği tarafından kurulmuştur. Ciddi bir ekonomik krize sürüklenmiş Bulgaristan'da yıl içerisinde ekonomik dengeler yeniden kurulmaya başlamıştır IMF ve Dünya Bankasının önerisiyle 1 Temmuz 1997'de uygulamaya geçen Para Kurulu'yla birlikte bire bir sabit pariteyle bin Leva bir Alman Markına endekslenmiş ve yılın ilk üç ayında 1000 seviyesinde gerçekleşen enflasyon kontrol altına alınmış ve yıl sonunda % 578*6'lık bir enflasyon oranına ulaşılmıştır. Gayrı Safi Milli Hasıla'nın 6*3 olarak öngörülen 1997 bütçe açığı % 3*1 olarak gerçekleşmiştir Harcamalar kısıtlanmış* Katma Değer vergisi %18'den % 22'ye yükseltilmiş ve bütün ürünler için aynı rakam öngörülmüştür Vergi toplanması işlemine ağırlık verilmiştir. 1996 yılında %10*6 oranında düşen GSMH* 1997yılına da % 7*4 oranında düşme göstermiş ve 9*2 milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir.

Döviz rezervleri 1997 yılında 2*4 milyar dolara yükselerek aynı zamanda Bulgaristan'ın tarihindeki en yüksek rezerv miktarına da ulaşılmıştır. Bulgaristan ekonomisindeki bir başka sorun 9*7 milyar Dolar olan dış borçtur Dış borçların büyük çoğunluğunu yüksek faizli ticari krediler oluşturmaktadır Kısa vadeli borçların toplamı dış borç yükü içerisinde % 13'dür 1998 yılı için 1 *2 milyar dolar dış borç ana para ve faiz ödemesi yapılması öngörülmüştür.1992 yılından buyana yapılan özelleştirme kapsamında Bulgaristan'daki işletmelerin % 20*5 özelleştirilmiştir Sanayi üretiminde özel sektörün payı % 30'lar seviyesindedir. Özel sektörün genel ekonomi içerisindeki payının üç yıl içerisinde % 70'i aşması beklenmektedir Hükümet önceliklerini özelleştirme ve yabancı yatırıma vermiş bulunmaktadır 1992 yılından buyana gelen yabancı sermaye 1*4 milyar Dolardır 1997 yılında 636 milyon dolar olmuştur 1997 yılı içerisinde ilk sırayı 262 milyon dolarlık yatırımla Federal Almanya almaktadır.

Bulgaristan ekonomisi mali istikrarın sağlanması ile büyüme ikilemi arasında kalmıştır 1994 yılında % 1*8* 1995 yılında % 2*1 olarak gerçekleşen büyüme oranı 1996 yılında % -10*9 olmuş ve 1997 yılı büyüme oranı ise gene negatif olarak belirmiş ve % - 8' seviyesinde kalmıştır Hükümet 1998 yılı için % 4'lük büyüme beklentisindedir
Türkiye-Bulgaristan Dış Ticareti 1987 yılına kadar Bulgaristan ile olan ticari ilişkilerimizde ihracatımız* bazı yıllar artış göstermişse de ithalatımız genelde ihracatımızın üstünde gerçekleşmiştir.

1987 - 1989 döneminde Türkiye lehine bakiye veren dış ticaret dengesi* Bulgaristan'da görülen dışa açılma ve liberalizasyon sürecine bağlı olarak iki ülke arasındaki ekonomik işbirliğinin gelişmesine yol açmış* 1990 yılından itibaren bu ülkeden yapılan yüksek ithalata paralel* dış ticaret dengesi bu defa Türkiye aleyhine gelişme göstermiştir
1990 yılında 42 milyon dolar olan iki ülke dış ticaret hacmi * 1991 yılında % 414'lük bir artış göstererek 216 milyon dolara ulaşmış* 1993 yılında ise 329 milyon dolar seviyesine gelinmiştir Ancak 1993 yılı içerisinde Türkiye'nin Bulgaristan'a ihracatı 862 milyon dolar iken* bu ülkeden ithalatı 2432 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir.

1995 yılı değerlendirildiğinde ise* ihracatımızın bir önceki yıla göre yaklaşık % 37 oranında artış gösterdiği* buna karşılık ithalatımızın % 106 oranında arttığı gözlenmiştir Böylece 1990 yılından itibaren sürekli artan dış ticaretimizdeki bu açık* takip eden yıllarda da devam etmiş ve 1995 yılında en yüksek rakama ulaşmıştır.1996 yılında ülkemiz verilerine göre* Bulgaristan'a yönelik ihracatımız 152*9 bin dolar* ithalatımız ise 358 bin dolar olarak gerçekleşmiş* 511 bin dolarlık ticaret hacmine ulaşmıştır. 1997 yılında ise* gene ülkemiz verilerine göre* Bulgaristan'a yönelik ihracatımız 170*0 milyon dolar* ithalatımız ise 366*5 milyon dolar olmuştur Bu çerçevede ticaret hacmimiz 536*5 milyon dolar olarak gerçekleşmiş* 196*5 milyon dolarlık dış ticaret açığı verilmiştir.


Ülkemiz dış ticaret rakamlarıyla farklılıklar arz eden Bulgaristan Ulusal İstatistik Enstitüsü rakamlarına göre 1996 yılı sonu itibariyle Bulgaristan'dan Türkiye'ye yapılan ihracat toplam 368 milyon dolar olarak gerçekleşirken* Türkiye'den yapılan ithalat 91 milyon dolar olarak gerçekleşmiş* iki ülke ticaret hacmi 459 milyon dolara ulaşmıştır 1997 yılında ise* Bulgaristan ülkemizden 101*6 milyon dolarlık ithalat gerçekleştirmiş* karşılığında 442*3 milyon dolarlık ihracat yapmıştır.
1997'de Bulgaristan'ın en çok ihracat yaptığı ülkeler arasında Türkiye 442*3 milyon dolarla 3 sırada yer almıştır ilk iki ülke 575*1 milyon dolarla İtalya* 468*1 milyon dolarla Almanya'dır Türkiye'ye ihracatı Bulgaristan'ın toplam ihracatının % 9'unu teşkil etmiştir
1997'de Bulgaristan'ın en çok ithalat yaptığı ülkeler arasında ise* Türkiye 10 sırada yer almıştır İlk dokuz ülke 1374*8 milyon dolarla Rusya* 563*2 milyon dolarla Almanya* 347*1 milyon dolarla İtalya* 206*4 milyon dolarla Yunanistan* 181*2 milyon dolarla ABD* 176*6 milyon dolarla Fransa* 126*9 milyon dolarla İngiltere* 118 milyon dolarla Avusturya'dır Türkiye'den ithalatı* Bulgaristan'ın toplam ithalatının %2*08'ini oluşturmuştur.

Bulgaristan* 1997 yılında en çok ticaret fazlasını 340*7 milyon dolarla Türkiye'yle ticaretinden elde etmiştir bu hususta Türkiye'yi 228 milyon dolarla İtalya* 199*5 milyon dolarla Yunanistan* 104*1 milyon dolarla İspanya* 71*9 milyon dolarla Makedonya'yla ticaretten sağlanan fazlalar izlemektedir. Türkiye'yle ticaretten elde edilen fazlalık Bulgaristan'ın 1997'de toplam 28*1 milyon dolarlık fazlalığının 8*24 katını teşkil etmiştir.

Türkiye'nin Dış Ticaretinde Bulgaristan'ın Yeri: 1995 yılı genel ihracat toplamı 216 milyar dolar olan Türkiye'nin ihracatında* ilk on ülke 134 milyar dolarlık ihracat ile % 62'lik bir paya sahip iken* 183 milyon dolarlık ihracat ile Bulgaristan* % 08'lik bir payla 24 sırada yer almaktadır.

Buna karşılık* 1995 yılında 357 milyar dolar olarak gerçekleşen Türkiye'nin genel ithalatının 231 milyar dolarlık kısmı* ihracat sıralamasında ilk on sırayı alan ülkelerden gerçekleştirilmiş olup* genel ithalat sıralamasında 402 milyon dolarlık ithalatla 19 sırada yer alan Bulgaristan'ın bu sıralamadaki payı % 11 civarındadır. 1996 yılında Türkiye'nin 23*224 milyon dolarlık genel ihracatı içerisinde Bulgaristan'a ihracatımız 153 milyon dolar* 42*627 milyon dolarlık genel ithalatımız içinde ise Bulgaristan'a ithalatımız 358 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir.

1997 yılında ise* 26*245 milyon dolarlık genel ihracatımız içinde* Bulgaristan'ın 170 milyon dolarlık ihracat* 48*585 milyon dolarlık ise ithalat payı bulunmaktadır. Türkiye ve Bulgaristan arasında var olan coğrafi yakınlık ve diğer olumlu etkileşimlerin* ticari ilişkilerin gelişmesinde iki tarafın lehine olacağı düşüncesini oluşturmakla birlikte* Türkiye Bulgaristan dış ticaret rakamlarına bakıldığında* karşılıklı olarak her iki ülkeyi de etkileyen çeşitli nedenlerden ötürü* ticari ilişkilerde istenilen seviyelere ulaşılamamıştır.

Türkiye ve Bulgaristan arasında ithalat ve ihracata konu olan mal gruplarına bakıldığında* Türkiye Bulgaristan'dan ağırlıklı olarak petrokimya ürünleri* kimyasal madde* hububat ve demir çelik sektörlerinde hammadde ve yarı mamul ithal etmekte buna karşılık dokumacılık ürünleri* muhtelif gıda maddeleri* elektronik ekipman ve yedek parça gibi nihai ürün ihraç etmektedir Nitekim* görüşülen yetkililer Bulgaristan'ın ülkemizin bir hammadde temin eden ülke uzantısı olmasından endişe ettiklerini belirtmektedirler. Yabancı yatırımlar bakımından diğer Doğu Avrupa Ülkeleri kadar itibar görmeyen Bulgaristan'da * yabancı yatırımların ülkelere dağılımında Türkiye 1626 yatırımla birinci sırada yer almaktadır Ancak yapılan yatırımlar büyüklükleri itibariyle değerlendirildiğinde 17 sırada yer almaktadır.

Diğer taraftan reformların başlamasından itibaren Bulgaristan'da yapılan yabancı yatırım tutarı 1997 yılı sonu itibariyle 1*2 milyar dolar olup* istatistiklere göre Türk yatırımcıları tarafından yapılan yatırım tutarı 14*7 milyon dolardır (3091998 tarihi itibariyle 34*5 milyon $)

Bulgaristan iç pazarında satılan gıda* tekstil ürünleri* cam ürünleri ve temizlik maddelerinin büyük bir kısmının ülkeye bavul ticareti yoluyla sokulduğu bilinmekle birlikte kayıt dışı ticaretin boyutları konusunda istatistiki bilgi bulunmamaktadır Bu yolla ülkeye sokulan malların bir kısmının kalitesiz olması* ülkede Türk mallarına karşı olumsuz bir imaj doğmasına neden olmuş* ancak bu olumsuz etkileşim son yıllarda pazara giren büyük Türk firmalarının getirmiş oldukları ürünlerle kırılmaya çalışılmaktadır.Bulgaristan'da* Bulgaristan Ticaret ve Sanayi Odasına kayıtlı olan ancak verilerin eksikliği nedeniyle kendilerine tesbit amaçlı ulaşılması da oldukça zor olan 1378 civarında Türk sermayeli şirket mevcuttur Bu şirketler ağırlıklı olarak küçük ve orta ölçekli şirketlerdir Ancak* uzun ve zahmetli bir süreçten geçerek kurulan bu şirketlerin büyük bir bölümü göstergelik olarak kurulmuş olup* işlem hacimleri yoktur.

Bulgaristan'daki firmalarımızın sayısı bilinmemektedir. Bulgaristan Ticaret ve Sanayi Odası'na kayıt zorunluluğu bulunmadığından* kaynak olarak kayıtlarına asla ulaşılamayacak olan Yabancılar Polisi ve Vergi Daireleri kalmaktadır.Öte yandan* işlem hacimleri bilinememekle birlikte Ülker* Kent Şekerleme* Petposan Şirketler Grubu* Efes Pilsen* Global Menkul Değerler* Penta Dış Ticaret* Kelebek Mobilya*Beko* Eczacıbaşı gibi büyük gruplarımız da firma yada temsilcilik olarak Bulgaristan'da faaliyet göstermektedir.
22-24101997 tarihleri arasında Sofya'da düzenlenen Bulgarian Investment Form'a ülkemizden katılan Alp Petrol Ürünleri İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd Şti* Alpler Turizm Sanayi Ticaret Ltd Şti* Altay Otomativ Gıda Tekstil Ltd Şti* Camiş Madencilik* Erser İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd Şti* * Hema Hidrolik makina Sanayi ve Ticaret AŞ* Işıklar Holding* Nicol AŞ* Nurol ve Zihni Holding'in Bulgaristan'da varlık gösterdikleri de bilinmektedir.

Özelleştirme Ajansı ile bağlantıya girerek* Bulgaristan'daki büyük işletmelere talip olan firmalarımızın dışında* ülkedeki küçük ve orta ölçekli firmalardan bir kısmı da sermayeleri ve yapılanmaları itibariyle* Bulgaristan'daki küçük ve orta ölçekli işletmelerin yaklaşık % 80'ini elinde bulunduran belediyeler ile bağlantı kurarak* belediyeler bünyesinde özelleştirilecek olan* inşaat* turizm* tekstil ve gıda sektörüne yönelik işletmeler ile ilgilenmektedirler Bu firmaları yada yaptıkları yatırımları takip etme imkanı ancak duyumlarla veya yardım gereksinmeleri halinde Müşavirliğimize ya da Büyükelçiliğimze yaptıkları başvurularla tesbit edilebilmektedir.

Bulgaristan'da teknoloji düzeyi ve kapasite kullanım oranı yüksek önemli sayıdaki işletmenin bugün özelleştirme kapsamına alınmış olması* teknik alanda eğitim görmüş çok sayıda kalifiye elemanın bulunması* düşük ücretler* Bulgaristan'ın az gelişmiş ancak gelişme potansiyeline sahip olan eski Sovyet Cumhuriyetleri* Doğu Avrupa Ülkeleri ve Orta Doğu'daki bazı pazarlarla var olan bağlantıları* ülkenin çözümlenmiş altyapısı ve enerji girdisinin nisbeten düşük oluşu gibi fırsatlar Bulgaristan'da gerek doğrudan ve gerekse de özelleştirme yoluyla yatırım yapmak için önemli fırsatlar niteliğindedir Bunun yanısıra ülkedeki ekonomik istikrarsızlık* ağır işleyen bürokrasi ve özelleştirme prosedürünün açılabilmesi için gerekli bazı destekleyici düzenlemelerin çıkarılamamış olması da yatırımcıların yatırım yapma kararını yeniden gözden geçirmelerine neden olan en önemli unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bulgaristan piyasasının avantaj ve dezavantajları değerlendirildiğinde; Bulgaristan önümüzdeki birkaç yıl içerisinde önemli ataklar yapacak ülkeler arasında yeralmaktadır. Bu çerçevede* Bulgaristan'a yatırım yapmayı amaçlayan Türk yatırımcılarına* uygun finansal koşullarla Bulgaristan piyasasında kısa sürede önemli pozisyon elde edebilme imkanı sağlamasının gerek olduğu düşünülmektedir Avrupa Birliği'ne üyelik başvurusu olan* 1998 yılında CEFTA ülkeleriyle ticari ortaklık kurması beklenen Bulgaristan* İMF ve Dünya Bankası kaynaklı kredileri de yerinde değerlendirmekte* ve olumlu ekonomik göstergelere sahip bir ülke olma sürecine girmektedir. Bulgaristan'ın ticaret hacmi küçük olmakla birlikte* en önemli ticari partnerlerinin Avrupa Birliği üyeleri olduğu ve üye ülkelerin yetkililerinin ve Bulgaristan'ı ziyaret eden Komisyon yetkililerinin Bulgaristan'a yönelik olumlu ifadeleri dikkate alınırsa* ülkemizden Bulgaristan'a yapılacak yatırımlar Avrupa'nın da kapısını açacaktır.

Ülkede sistem değişikliği öncesinde* ağırlıklı olarak eski COMECOM pazarı düşünülerek oluşturulan büyük ölçekli işletmeler* Bulgaristan'ın bu pazarı kaybetmesiyle birlikte * teknoloji ve sermaye yetersizliği gibi nedenlere de bağlı olarak atıl kalmış veya ancak % 30 - 40 lık kapasitelerde çalışmaya devam edebilmişlerdir. Ülkedeki enerji* işgücü gibi girdilerin Türkiye'ye kıyasla daha düşük maliyetli temini mümkün olup* Bulgaristan'daki Türk varlığı* doğrudan ulaşım ağı ve Ülkenin Avrupa Topluluğu üyeliğine giriş sürecinin başlamış olması gibi olumlu etkileşimler de düşünüldüğünde * atıl kalan işletmelerin satın alınması veya bu işletmelerde özellikle tekstil* makina imalatı* muhtelif gıda maddeleri gibi konularda ortak üretim veya fason üretim yaptırmak mümkündür.

Diğer taraftan Bulgaristan'daki küçük ölçekli işletmelerin % 80'inin 28 belediyenin elinde bulunduğu ve daha çok hizmet* inşaat ulaşım ve turizm alanlarındaki bu işletmelerin özelleştirme yoluyla belediyelerden satın alınması da dikkate alınması gereken bir diğer husustur.Bulgaristan'da Dresdnerbank* Raiffeisenbank* İNG Bank gibi büyük bankaların faaliyette olduğu ve Nestle* Kraft Jakobs* Danone gibi dünya firmalarının özelleştirme kapsamında yatırım yapmaları da Bulgaristan'ın riskli yönlerinin yanı sıra yatırımcılar için avantajlı ve pazarda pay sahibi olabilme konusunda uzun vadeli planların yapılmasının gerekli olduğunun bir diğer kanıtlarıdır.

Bulgaristan'ın sistem değişikliği öncesinde en büyük pazarının eski Doğu Bloku ülkeleri olduğu dikkate alındığında ise* Bulgar firmalarının bu ülkeler ile olan geleneksel ilişkileri ve kurulmuş olan iyi ilişkilerinin de Türk firmalarının bu ülkelere Bulgaristan üzerinden açılmalarında bir fırsat niteliğindedir.

Bulgaristan pazarında gıda* ev ve ofis mobilyaları* tüketim malları gibi konularda Yunanistan * Almanya ve İtalya pazara hakim olup* Türkiye'nin ekonomik potansiyeli bu ülkeler ile pazarda rekabet etmeye yeterlidir Ancak yeni pazarlara ilk giren ülkeler olmaları sebebiyle * bu ülkeler yarışta avantajlı konum arzetmektedirler Bu avantajın bizim aleyhimize giderek büyümemesi için en kısa sürede resmi ve özel kuruluşlar olarak harekete geçilmesi gerekmektedir Zira* Bulgaristan hemen yanıbaşımızda * kaybedilmemesi gereken ve geniş potansiyeli olan bir ülkedir.
Bu cümleden hareketle* Türk ihraç ürünlerinin tanıtımı* pazarlanması* butün bunların etkin bir şekilde yapılabilmesi için Ticaret Merkezi kurulması da gündem de tutulması gereken bir husustur Kurulacak Ticaret Merkezi tarihsel nedenlerle zaman zaman kırılamayan Türk mallarına yönelik olumsuzluk ile bavul ticaret yoluyla gelen bir kısım kalitesiz mal nedeniyle oluşan olumsuz Türk malı imajının da bertaraf edilmesini sağlayabilecektir Piyasanın tanınması* tüketicinin eğilimlerinin anlaşılması ve önceden tesbiti ile dağıtım* fiyatlandırma gibi kolaylıkları getirebilecek olan Ticaret Merkezi* para* zaman ve emek kaybını da önleyecektir.

Bilindiği üzere* 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren Avrupa Birliği ile ülkemiz arasında Gümrük Birliği gerçekleştirilmiştir Bu anlaşma gereği ülkemiz* üçüncü ülkelerden yaptığı ithalatta* gümrük vergilerini AB ile aynı seviyeye çekmiş* tarifelerin Ortak Gümrük tarifesi düzeyine getirilmesi ile Bulgaristan da Türkiye'ye yönelik ihracatında önemli avantajlar sağlamıştır Öte yandan* Bulgaristan'ın AB'yle yaptığı anlaşma ile AB ülkelerinden birçok mal Bulgaristan'a düşük oranlı gümrük vergileriyle ithal edilirken Türkiye'den yapılan ithalat iki ülke arasında yapılması gereken Serbest Ticaret Anlaşmasının akdedilememesi sonucu yüksek gümrük vergileri nedeniyle zorlanmakta* hatta imkansız hale gelmektedir.

Bu çerçevede* uzun bir aradan sonra 3-5 Eylül 1997'de Sofya'da başlayan Serbest Ticaret Anlaşması görüşmeleri* 26-28 Mayıs 1998 tarihinde Ankara'da* 17-19 Haziran 1998 tarihlerinde Sofya'da sürdürülmüş* iki tur görüşmenin ardından 19 Haziran 1998 tarihinde parafe edilmiştir 11 Temmuz 1998 tarihinde Devlet Bakanımız Sayın Işın Çelebi ve Ticaret ve Turizm Bakanı Sayın Valentin Vasilev tarafından imzalanmış olan olan Anlaşma 111999 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Bulgaristan'la ticari ilişkilerimizin geliştirilmesinde önemli olabilecek diğer bir husus ise* Bulgaristan'da kurulacak olan bir Türk Bankasının varlığıdır Bulgaristan'da herhangi bir Türk Bankası veya banka şubesinin mevcut olmaması* Türk işadamlarının Bulgaristan'a olan ilgisini ve rahat iş yapabilme kabiliyetini azaltan unsurların başında gelmektedir Bankacılık faaliyetlerinin olmaması ülkemizle ticaret yapan Bulgar işadamlarını da olumsuz etkilemektedir Bulgaristan'ın güvensiz ortamında yüklü peşin dövizle çalışmak zorunda kalan yada muhabir banka aracılığına başvuran firmalar bu olumsuz durumu sıklıkla dile getirmektedirler Bu durumun giderilmesine yönelik olarak* iki ülkenin Siyasi Otoritelerinin de gündemde tuttukları* Türk bankalarının Bulgaristan'a gelmeleri girişimleri hızlandırılmalıdır.

Bu konuda Müşavirliğimize yapılan başvurular çerçevesinde bazı özel bankalarımıza Bulgar Bankacılık Mevzuatı ve gerekli yasal düzenlemeler intikal ettirilmekte olup* 11 Temmuz 1998 tarihinde Şubesinin açılışı* Başbakan Sayın Mesut Yılmaz tarafından yapılmış olan TC Ziraat Bankası'nın yanısıra* 1966 yılından bu yana temsilci bazında Bulgaristan Bankacılığıyla ilgilenmekte olan Demirbank da Bulgaristan Merkez Bankasına Banka açmak için 25 Haziran 1998 tarihinde başvurusunu yapmıştırKesin lisansına 12 mart 1999 tarihinde alan Demirbank-Bulgaria'nın açılışının da 22-23 Mart 1999 tarihlerinde Bulgaristan'a resmi ziyarette bulunacak olan Cumhurbaşkanımız tarafından gerçekleştirilmesi beklenmektedir.

Ülkemizin Bulgaristan'la ticari ilişkilerinin geliştirilmesinde ele alınması gereken diğer bir husus da* Eximbank Kredileridir Bulgaristan* içinde bulunduğu ekonomik zorlukları aşma sürecindedir Gerek yabancı yatırımcılarca* gerekse IMF* Dünya Bankası gibi kurumların yetkililerince de değişik platformlarda ifade edildiği üzere* enflasyonu azaltmada* büyümeyi sağlamada* dış borçlarını ödemede önemli adımlar atılmaktadır Özelleştirme hızlı bir şekilde yürütülmeye çalışılmakta* yabancı yatırımlar için ülke yasal mevzuatı da dahil olmak üzere gerekli düzenlemeleri yapmaktadır Ekonomik göstergelerinin iyiye gidiyor olması* Bulgaristan'la ticari ilişkileri artırmayı sağlayacak finansman desteğinin ülkemizce yeniden gözden geçirilmesi gereğini ortaya koymaktadır Bu çerçevede* Bulgar bankacılığındaki zorluklar bilinmekle birlikte* Bulgaristan'a yönelik ülke kredisinin yeniden açılmasında ve ihracatçının kullanımına verilmesinde yarar görülmektedir Bu arada* Türkiye ile Bulgaristan arasında gerçekleştirilen 13 Dönem Karma Ekonomik Komite toplantısı protokolünde Türk Eximbank kredileriyle ilgili bir düzenleme yapılmıştır Buna göre* Türk müteahhitlerince üstlenilecek alt yapı projelerinin gerçekleştirilmesi karşılığında kullanılmak üzere* ülkemizce 50 milyon dolar tahsis edilmesi niyeti belirtilmiştir.

İki ülke arasında ticari ilişkilerin geliştirilmesinde önemli rolü olacak Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması 18 Eylül 1997 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması da yürürlüktedir. Ayrıca* İki ülke arasında ticari bazı aksaklıklara yol açan* sınırda bekleme ve belge değiştirilmesi sorunlarına çözüm olabilecek ortak sınır kontrol bölgesi yaratılmasına ilişkin bir Protokol de 14111997 tarihinde imzalanmış* iki ülke Gümrük yetkililerince çalışmalara başlanılmıştır.

Tüm bu olumlu gelişmelerin ışığı altında* gerek ülkemizde* gerekse Bulgaristan'da* kamuoyu* yatırım yapılması* özelleştirme çalışmalarına katılınması* ticari ilişkilerin arttırılması amacına yönelik olarak bilgilendirilmeli* ciddi güvenilir Türk firmalarının kaliteli* standardlara uygun üretimleriyle Bulgaristan'a gelmeleri özendirilmelidir Bu cümleden olmak üzere* Türk İşadamları Heyetlerinin Bulgaristan'a organize olarak gelişlerinin sağlanmasının ve ülkemizin tanıtımının yapılmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Osmanlı Eyaletinden Üçüncü Bulgar Çarlığına


Bulgarlar* "Ogur" adı verilen* çeşitli Türk boylarından meydana gelen bir boylar birliğidir. Bu boylar içerisinde* Onogur* Oturgur* Saragur ve Kutrigurlar başta gelmektedir. Önceleri Asya Hun İmparatorluğu'nun batısında oturmakta iken* Hun İmparatorluğu'nun parçalanmasından sonra* II. Yüzyılın sonunda Kafkasya'ya geldiler. Burada iki yüzyıl kadar kaldıktan sonra* Karadeniz'in kuzeyinde Büyük Bulgar Hanlığı'nı tesis ettiler. Fakat Hazar Devleti'nin baskısına dayanamayarak* Tuna havzasına yerleştiler. 681 yılında Tuna Bulgar Devleti'ni kurdular ve yüksek bir kültüre sahip olduklarından* buradaki halklara üstünlük sağladılar. Yalnız çevredeki Slav milletleri değil* Bizans'ı bile etkilediler.
Fakat kendileri Türk boylarından meydana geldikleri halde geniş bir Slav-Ortodoks kitleye egemen olmuşlardı. Sayılarının azlığı* zamanla onların bu geniş Slav-Ortodoks kültüründen etkilenmelerine sebep oldu. 864 yılında Hristiyanlığın Ortodoks mezhebini kabul ettiler. Slavca resmi dil oldu. Türkçe ünvanlar atıldı. Bu sırada Sırplar ile sıkı bir mücadeleye girişildi. X. Yüzyılda devlet zayıfladı ve 1018'de Bizans'ın egemenliği altına girdi. Böylece* Birince Bulgar Çarlığı ortadan kalktı. Bu tarihten sonra* Karadeniz'in kuzeyinden gelen Kuman* Kıpçak ve Peçenekler* Bulgaristan'ın nüfus yapısına katkıda bulundular. 1185 yılında Bizans'ın etkisinden kurtulup* Misya'da İkinci Bulgar Çarlığı'nı kurdular. İkinci Bulgar Çarlığı* 200 yıl kadar bağımsız olarak yaşadı. Fakat sonra* daha büyük ve kalıcı bir gücün etkisi ile karşı karşıya kaldı. Bu güç* Osmanlı Devleti idi.
XIV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rumeli'ye geçmeye başlayan Osmanlılar* Çimpi kalesinin alınması ile başlayan fetihlerine* Gelibolu ile devam ettiler. Daha sonra* İstanbul* Vize ve Edirne yönünde üç koldan ilerleyerek* yeni topraklar elde ettiler. Bu ilerleyişi desteklemek için Anadolu'dan savaşçı oymaklar getirildi ve uçlar gittikçe* geride yeni yerleşim alanları kuruldu. Daha önce ıssız ve güvensiz olan kırsal bölgeler* sosyal ve ekonomik bir canlılık içerisine girdi.

Özellikle vakıf sistemine dayanan dini ve ticari kurumlar* hem yeni yerleşim birimlerinin kurulmasında* hem de var olanların gelişmesinde* önemli bir rol oynadı. Edirne* Filibe* Serez* Üsküp* Sofya* Silistre* Tırhala* Yenişehir ve Manastır* bu türlü yerleşim merkezlerinin başında gelir. Osmanlı Devleti* küçük devletler ve derebeylerin elinde parçalanmış bulunan Balkan topraklarını* kendi idaresinde ve güçlü bir devlet çatısı altında birleştirdi. Bu arada Bulgaristan* 1363-1393 yılları arasında verilen mücadeleler sonunda* bir Osmanlı toprağı haline geldi. Bu şekilde* İkinci Bulgar Çarlığı da tarihe karışmış oluyordu.
Bulgaristan * Osmanlı yönetimi altında" güzide bir vatan toprağı" olarak işlem gördü. Çünkü Bulgaristan * Rumeli'de bulunuyordu ve bu bölge* Osmanlı fetih politikasına göre bir "dârü'l-cihâd" idi. Anadolu* Selçuklular zamanında Türk-İslâm karakterini kazanmıştı. Artık sıra* Rumeli'deydi. Bulgaristan da* Rumeli'nin İstanbul'a en yakın bölgesi olarak* bu politikadan nasibini aldı.

Şenlendirmek amacıyla kitleler halinde yapılan göçlerden sonra* Timur istilası bu göçleri daha da artırdı. Kısa zamanda Trakya* Doğu Bulgaristan* Meriç vadisi ve Dobruca* Türk nüfusun çoğunlukta olduğu bölgeler konumuna geldi. Filibe başta olmak üzere Vidin* Rusçuk* Ziştovi* Silistre ve Niğbolu gibi şehirler* imparatorluğun önemli merkezlerini oluşturdu. Fetih öncesinde derebeylerin elinde parçalanan topraklar birleştirildi ve "devlet malı " haline getirildi. Onu işleyen köylüler de* sürekli bir kiracı konumuna girdi. Köylü* bu kiraya ait belli birkaç vergiyi ödedikten sonra* hiçbir şekilde angarya ile yükümlü tutulmadı. Kısaca Bulgar halkı* uzun zamandan beri unutulmuş bir rahatlığın tadına kavuştu.
Kurulan yeni yerleşim birimleri; çeşitli adlar* aldı. Bunlar* kurucusunun *yerleşen Türk oymağının* Anadolu'dan geldikleri yerin adlarıyla veya bir başka şekilde anıldı. Bu konuda* Kayı *Menteşeli* Turahanlı* Doğancı* Hacı-Timurhan* Burhan Baba* Selman Dede ve Eskice -Pazar gibi adları sayabiliriz. Zaviyeler ve Türk dervişleri* Rumeli'nin sosyolojik fethi bakımından çok önemli bir görevi yerine getirdiler. Asıl Müslüman nüfusu* Anadolu'dan gidenler oluşturdu. Ayrıca* hem inanç tercihi* hem de hakim unsur zümresine dahil olmanın avantajlarından faydalanmak amacıyla* İslamiyet'i kabul edenler oldu.

Bulgaristan* Osmanlı İmparatorluğu'nun içinde* Rumeli Eyaleti'nin önemli bir bölümü olarak yer aldı. Klasik dönemde Bulgaristan'ı* Sofya* Silistre* Vidin* Köstendil* Niğbolu* Vize ve Çirmen sancaklarına ayrılmış olarak görüyoruz. Bu dönemde Bulgaristan'ın önemli yerleşim birimleri şu şekildedir.Ahyolu* Akçakızanlık* Çırpan* Eskizagra* Filibe* Hırsova* Karinabad* Niğbolu* Pravadi Razgrad* Ruskasrı* Silistre* Şumnu* Tırnova* Varna* Yenizagra.
Bulgaristan* XVII. Yüzyıldan itibaren çeşitli idari birimlere bölündü. Hatta Silistre ve Niğbolu* Rumeli Eyaleti'nden ayrılarak* yeni kurulan Özi Eyaleti'ne bağlandı.
Türk İdaresi ile birlikte Rumeli'ye çeşitli tarım ürünleri de geldi. Bakır* Kurşun* Altın* Demir ve özellikle de Gümüş gibi madenlerin işletilmesinde önemli artışlar görüldü. Osmanlı ordusunun savaş hazırlıkları için yapılan geniş ölçüdeki satın almalar* bölge ürünlerinin değerlendirilmesi açısından olumlu etkiler yaptı.

Diğer taraftan saray* köprü* han* kervansaray* imaret* çeşme* su kemeri* sebil* cami* mescid* tekke* mektep* medrese* hamam* kaplıca* ılıca* bedesten* çarşı* dershane* hastahane* kütüphane ve saat kulesi olarak* Bulgaristan'da yapılan eserlerin sayısı* 3.500 civarındadır. Bu eserler* yalnız Türklerin değil* gayri müslümlerin ihtiyaçlarına yönelik sosyal kurumlar olarak da hizmet verdi. Dini eserler bir tarafa bırakılacak olsa bile* Bulgaristan'da 273 mektep* 142 medrese* 116 han* 113 hamam* 24 köprü* 75 çeşme ve 16 kervansaray yapıldığını görüyoruz.

Osmanlı Devleti* XVIII. Yüzyıl boyunca* Rusya ve Avusturya ile iki cepheli olarak çeşitli savaşlar yapmak zorunda kaldı. Bulgaristan* büyük ölçüde bu savaşlara sahne oldu. Diğer taraftan Fener Patrikhanesi'nin Bulgarları asimile etmek isteyen politikası ve yere yöneticilerin çeşitli yolsuzlukları Rumeli gibi* Bulgaristan'ı da olumsuz yönde etkiledi. Bunların sonucunda merkezi otoritenin etkisini kaybetmesi üzerine* Osmanlı idaresi ile sağlanan huzur yavaş yavaş kaybolmaya başladı. 1774 Küçük Kaynarca Andlaşması'ndan sonra Bulgaristan* diğer bir adlandırma ile "Tuna Boyu" Osmanlı Dünyası'nın Avrupa serhaddini meydana getirdi. Artık Bulgaristan Rus orduları tarafından bir geçiş güzergahı haline gelecektir.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Bulgaristan'da Türk Varlığı


Osmanlı gazilerinin Gelibolu yarımadasına çıkmalarıyla başlayan Şark Meselesi önce Türklere karşı Avrupa topraklarını nasıl koruyabilmek ve 1683 Viyana bozgununndan sonra Türkleri Avrupa topraklarından nasıl atabilmek sorularına cevap aramak endişesiyle yaratılmıştı. Bu süre içinde* Türk dinamizminden ürken Hristiyan dünyası Türkün çirkin bir görünümünü yaratmak istemiş* gerek edebiyat ve gerekse sanatında bu konuyu özellikle işlemişlerdi. XVIII. yüzyılın sonuna doğru yaklaşıldığında bünyesinde ekonomik* kültürel ve teknolojik değişmeyi geliştirerek güçlü ülkeler arasına katılan Rusya* Fransa ve İngiltere ile birlikte karşısında ortak bir sorun bulmuştu: Gerilemekte olan Osmanlı İmparatorluğu'nun geleceği. XIX. Yüzyılla birlikte sorun Türk'ü Avrupa topraklarından atmaktı. ancak bununla yetinilmezdi. Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda 31 Ekim 1918'den sonra 21 ay 11 gün boyunca uzun süren pazarlıklar Türkiye'nin paylaşılmasını gündeme getiriyordu. Ancak* Türkün şanlı istiklal mücadelesi buna imkân vermedi. Şark Meselesini halletmek üzere olduklarını düşünenler* genç ve kuvvetli Türkiye Cumhuriyeti'yle karşılaştılar.
Fuad Köprülü'den bu yana artık kuruluş şartları pek iyi bilinen ve bir yandan eski Türk geleneğine* diğer yandan da İslâmî esaslara dayanan Osmanlı devletinin gelişme yönü* sürekli Batıya doğru olmuştur. 1345'e doğru kendisi gibi bir gazi beylik olan Karesioğullarının ilhâkı* Osmanlılara Edremid Körfezi ile Kapıdağı arasındaki bölgeyi kazandırarak* onları Avrupa toprakları karşısına getirdi. Karesi gazileri* bu önemli uç bölgesine atanan Orhan Bey'in enerjik oğlu Süleyman'ı Rumeli'de fütuhata teşvik ettiler. 1346'dan 1352'ye kadar geçen süre içinde Osmanlılar* Aydınoğlu Gazi Umur Bey de haçlılarla uğraştığı için bu bölgede gazayı yürüten tek kuvvet olarak Balkanlardaki Bizans'ın durumundan yararlandılar ve 1352'de adım attıkları Rumeli'de sürekli ilerlediler.

Bu ilerlemede Osmanlıların hemen bir uç oluşturarak orayı yeni bir hayat ve faaliyet alanı olarak belirlemelerinin büyük rolü olmuştur. Kronolojiyi kısaca hatırlarsak* 1357'de Süleyman Paşa'nın ölümü üzerine Şehzâde Murad'ın lalası Şahin ile birlikte bu bölgeye gelmesi 1361'de Edirne'nin fethi* Kuzeye doğru fütuhatı ilerletmek için oluşturulan uç kollarının faaliyetini hızlandırdı. 1366'da artık Rumeli'de yeterince kalabalıklaşmışlar ve sağlam bir şekilde tutunmuşlardı. Bu göç hareketi fetihleri adeta zorlamaktaydı. XV. yüzyıl ortalarına ait paşa sancakları nüfus tahrir defterleri bu bölgelerde nüfusun % 80-90'a varan büyük çoğunluğunun daha o zamanlarda Müslüman Türklerden ibaret olduğunu göstermektedir. Bu deliller* Gregoras ve Dukas gibi Bizans kaynaklarının* "Türklerin kitle halinde yerleşmek üzere geldikleri" hakkındaki ifadelerinin mübalağalı olmadıklarını göstermektedir. Esasen Osmanlılar bunun için Selçuklular tarafından da geniş ölçüde kullanılmış* eski bir kolonizasyon usulü olan ve sürgün denilen yöntemden yararlanarak Türkmen gruplarını özellikle istila yolları üzerinde ve uçlarda yerleştirmişlerdi. Diğer taraftan XV. yüzyıla ait vakıflar ve tahrir defterleri* çiftçi halkın da geniş ölçüde kolonizasyon yaptığı ve yüzlerce köyün kurulduğuna tanıklık etmektedirler.

Gelen Müslüman Türklerin genellikle Hristiyan köyleere karışmayarak müstakil köyler kurdukları görülmektedir.Fetihlerin ilerlemesiyle uçlarda yeni sınırlara ulaşılmakta ve yeni ilerleme kolları düzenlenmekteydi. Edirne'nin fethinden sonra sol kolda Evranos Gazi komutasında İpsala* Gümülcine* Serez* Selanik yönünde ilerlenirken orta koldaki uç beyi idaresinde Edirne merkez olarak Filibe* Sofya yönünde; sağ kolda da Zağra* Karinabad* Dobruca* Silistre'ye doğru hedefler belirlenmişti. Uçların bu taksim şekli* eski Türk geleneğine bağlı olup ileride Rumeli'deki sancaklar sağ* sol ve orta kol sancakları olarak üçe ayrılacaktır.

I. Murad'ın saltanatı döneminde bu ilk üç istikametteki Balkanların başlıca yolları ve merkezleri* Osmanlılar tarafından ele geçirilmiş bulunuyordu. Orta kolda Meriç vadisi* sağ kolda Tunca vadisi izlenerek Balkan dağları eteklerine daha 1366 yılında varılmıştı. Oradan Sofya'ya* 1385'lerde ulaşıldı. 1386'da Niş zaptolundu. Fetihler sürüp gitti. Osmanlılar birbirleriyle rakip olmaları yüzünden müttefik bulmada zorluk çekmediler. Mesela 1365-66'da Bulgaristan'ın kuzeyinden Macarlar ve Eflak Beyi tarafından istilaya uğraması* Bulgar Kralı Şişman'ı Osmanlılara tâbi hâle getirmişti.Diğer taraftan Osmanlılar Balkan anarşisi içinde birleştirici dinamik bir kuvvet olarak meydana çıktıktıkları zaman Bizans ve Balkanlar yalnız siyasî bakımdan değil* sosyal ve dinî bakımdan da derin bir ayrılık içindeydi. Merkezî otoritenin yokluğu* iç harpler* eyaletlerde senyörlerin toprak ve köylü üzerinde çok sıkı ve keyfî tasarruf ve tahakkümünün yerleşmesi sonucunu vermişti. Toprağa bağlı köylü* senyöre mahsul vergisinden başka bir takım angarya hizmetler de yapmak zorundaydı. Odun ve saman temini* öküzlerle senyör için haftada iki veya üç gün hizmet* bunların en yaygın ağırlarıydı.

Çiftçinin toprağından kaçması ve senyörler arasında köylüyü kendi toprağına çekmek için rekabet ve mücadele* bu kötü şartların doğurduğu bir sonuç idi. Osmanlı yönetimi gelince* şu prensipleri tatbik ederek Balkanlarda adeta sosyal bir inkılabın temsilcisi oldu. Öncelikle bütün tarım toprakları üzerinde devletin yüksek mülkiyet haklarını tesis ettiler* başka bir deyişle toprağı sıkı şekilde devlet kontrolü altına aldılar. Mahallî senyöriyal hakları ilga ettiler ve mahallî senyörlükleri kaldırdılar. Bunun doğal bir sonucu olarak senyörlerin ve manastırların köylü üzerindeki angarya ve imtiyazlarını lağvettiler. Mesela odun* saman* taşıma* senyörün toprağında çalışma angaryaları karşılığında 22 akça çift resmi denilen bir vergi koydular. Feodal hizmetlerin suistimallere açık uygulamalarına karşı* bu kolay ödenebilir vergi* başlı başına bir inkılap olmuştur.

Kısacası Türk rejimi Bizans'ın son döneminde ve Stefan Duşan İmparatorluğu parçalandıktan sonra Balkanların büyük bölümünde ve Frank egemenliği altındaki Yunan topraklarında görülen feodalleşmeye karşı köylüyü etkili koruma altına alan* tarafsız* yerli halkın haklarına saygılı* kuvvetli bir merkezî idareyi ve onun getirdiği bir güveni temsil etmekteydi.
Balkan feodal dünyasında genel olarak devlet gücünün belli ölçüde yok olarak yerini senyörlerin dallanıp budaklanmasına ve birbirlerinin içine girmesine bıraktığı görülür. Buna karşılık* Osmanlı padişahı* veziriazam ve divanın yardımlarıyla köklerini imparatorluğun dört bir yanına kadar uzatan bir yönetim piramidinin tepesinde yer almaktadır. Merkezî iktidarın uygulayıcıları* yani ehl-i örfü* yargı gücünün temsilcilerini denetim altında tutmaktadır. Osmanlı devleti feodal sistemde olmayan bir dizi özellik arzetmekteydi. Tımarlardan yararlanma hakkının ancak hizmet karşılığı devredilmiş olması ve bu hakkın çiftçilerin bizzat kendileri üzerinde değil* reayanın devlete yükümlü olduğu mali haklar üzerinde tesis edilmiş bulunması* belirtilmesi gereken en önemli niteliklerdir.

Özelliklerini kısaca açıkladığımız bu yönetim düzenini kuran Türklerin başvurdukları fetih sistemi* komşu devletlerdeki hükümdarlıkları ele geçirip buralarda yerleşmek* sonra yerli hanedanları tedrici şekilde yok ederek o bölgeler üzerinde kontroller kurmaktı. Bu* o bölgedeki yaşayan ahalinin assimile edilmesi* ihtida ettirilerek kimliklerinin yokedilmesi demek değildir. Ortadan kaldırılan feodal yöneticilerdir. Türk yönetiminin iledi düzeni buradaki yerleşiklerin hayat şartlarında olumlu tesirler yapmıştır. Bu hususta da tımar sisteminin rolü büyüktür. Tımar sistemi bir yandan yerli ahaliyi etkilerken diğer yandan da merkezî otoriteyi getirdiği için Türk göçünü de kolaylaştırmıştır. Nitekim* tımar sisteminin uygulandığı bölgelerde Türkleşme uygulanmayan bölgelere göre daha fazladır. Bu iki yönlü gelişmenin örneklerini şöyle sıralayabiliriz:

Bir Arnavut tarihçi olan Selami Pulaha tarafından 1974 yılında Tiran'da yayınlanan 1485 Tarihli İşkodra Tahrir Defteri'ni (Defter-i Mufassal-ı Liva-i iskenderiye) incelediğimiz zaman ilk göze çarpan husus* yer ve şahıs adlarının orijinalitesini koruduğudur. Mesela II. cildin 5'inci sayfasında sekiz tane dinî ibadet yeri görülmektedir. Bunlardan beşi manastır* ikisi kilise* biri de keşişliktir. İpek nahiyesinde bir Müslüman* altı tane de gayrimüslim mahalle vardır. Aynı nahiyenin köylerinde de nüfus çoğunluğunu Müslüman olmayanların oluşturduğu görülmektedir. İpek nahiyesinde yerleşim merkezi olan manastırlar bulunmaktadır. Sayıları on kadar olan bu manastırların bir kısmının isimleri: Manastır-ı İstasi* Manastır-ı Şumti Bogovaç* Manastır-ı Nikola şeklindedir. Eserin 30'uncu sayfasında bulunan Karye-i Komnende de aynı manzara görülmektedir. 36'ıncı sayfada bulunan Kumaron nahiyesinde de bir manastır bulunmaktadır.

Bu defterdeki örnekler Osmanlıların fethettikleri bölge halkını* dil* din ve ırk açısından serbest bıraktıklarının açık bir delilidir. Aslında Arnavutluk'a ait olan bu defterlerde Müslüman olmayanların çok oluşu* defterin ilk dönemlere ait olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü Osmanlılar* İslamiyeti teşvik için bazı kıstaslar koymuşlardır. Yerli halkın bazı görevlere gelebilmesi için askerî kadroya girmek veya bazı görevlere gelebilmek için Müslüman olması gerekmektedir. Böyle olunca özellikle Arnavutluk ve Bosna gibi bazı bölgelerde zorlama olmaksızın dikkate değer ölçüde İslamlaşma görülmektedir. Ancak Arnavutlar ve Boşnaklar İslamiyeti kabul ettikleri halde milliyetlerinde bir değişiklik olmamamıştır. Yani Türkleşmemişlerdir. Nitekim Arnavut tarihçisi Selami Puhala bir çok araştırmasında bu hususu açıkça dile getirmektedir.

Dr. Gyula Kaldy-Nagy'nin 1971 yılında yayınlamış olduğu Kanunî Devri Budin Tahrir Defteri (1546-1562)* Macaristan'daki Türk hakimiyetini daha yakından tanımaya imkân vermektedir. "Nahiye-i Budun der liva-i Paşa" başlığı altında Nefs-i Budun'daki şahıs adlarının ve mahallelerin büyük bir kısmının gayrimüslimlerden oluştuğu görülmektedir. Halbuki daha sonra bahsedeceğimiz Sofya Tahrir Defteri'ne göre* Sofya şehrinde nüfus çoğunluğu Müslüman Türklerdir. Hatta defterin önsözünde de belirtildiği gibi bazı Macarca kelimelerin defterde kullanıldığı görülmektedir. Mesela biro=muhtar* diak= kâtip* varos= şehir... gibi.

Mc. Govan* Bruce W. tarafından 1983 yılında yayınlanan Sirem Sancağı Mufassal Tahrir Defteri* Osmanlılar devrinde Sirem'in nasıl yönetildiği hakkında geniş bilgi vermektedir. Belgede Türklerin fetih politikaları ile ilgili oldukça ilginç kayıtlar bulunmaktadır. Burada ilgimizi çeken husus* Osmanlıların en belirgin fetih ve yerleşme politikası olan; bir bölgeyi aşamalı olarak merkezî yönetim altına alma yöntemidir.
Sirem sancağının sakinleri Sırplar olduğu için yer ve şahıs adlarının çoğu Slavcadır. Sirem sancağında da nahiye ve köy adlarının büyük bir kısmı eski yer adlarının devamıdır ve yayınlayan tarafından da belirtildiği gibi çoğu Slavcadır. Burada Masanstır-ı İstari ve Kızıl Kilise gibi yerleşim merkezleri vardır. Sancağın İlok kasabası şehir merkezi olarak çoğunlukla Müslüman Türklerden oluşmaktadır. ancak az sayıda da olsa gayrimüslim isimlere rastlanmaktadır. Aynı kazanın köylerinden ikisi Müslüman Türk* 37'si gayrimüslim ve üçü de karışıktır. Müslüman Türk olmayan köylerin bir kısmında bir veya iki hane Müslüman Türk bulunmaktadır. Pek çok kazası olan Sirem sancağının öteki kazalarının da durumu İlok ile benzerlik göstermektedir.

Buraya kadar sıraladığımız örnekler* Osmanlıların Balkanlardaki egemenliği gerçekleşirken bugünkü bazı tarihçilerin iler sürdükleri gibi sistemli bir ihtida* yani İslamlaştırma politikası takip etmediklerine delildir. Nitekim Batılı bir Osmanlı tarihçisi olan Machicl Kiel* 1985 yılında yayınladığı Art and Society of Bulgaria in tihe Turkish Period adlı eserinde bu görüşleri aynen desteklemektedir. Zaten böyle bir zorlamayı gerektirecek bir davranışa yönelmeleri söz konusu olmazdı. Şöyle ki*


1. Osmanlı devleti* Orta-Doğu İmparatorluklarının çoğu gibi bir takım kaynaklardan beslenen* özellikle eski Türk geleneğinden etkilenen bir yönetim anlayışını* İslami teoriye dayandırmıştı. İslam hukuku olan fıkıh* temel olarak Müslümanların ilişkilerini düzenleyen kurallar getirmiş olmasına rağmen Müslüman olmayanların da İslam halifesinin otoritesini tanıdıkları takdirde zimmî statüsüne alınarak hangi esaslara tabi olacaklarını belirlemişti. Yönetim açısından onların gayrimüslim olmaları* herhangi bir zorluk yaratmıyordu. O nedenle İslama davet ya da kendiliğinden hidayete erme* ancak sevinçle karşılanan bir olgu olarak değerlendirilmekte ve bu tür yeni din kardeşleri hüsnü kabul görmekteydi.
2. Balkanların fethinde biraz önce de açıkladığım gibi Osmanlılar "uç" geleneğinin itici gücünden yararlanmışlardı. Uç hayatının hoşgörülü* elektrik nitelikleri* zimmî denerek* padişahın koruyuculuğu altına alınan gayrimüslimlere karşı hinterlanddan daha toleranslı bir davranışa sebep olmaktaydı.
3. Ayrıca* gayrimüslimlerden alınan şerî vergi cizyenin* nakdî bir vergi olması dolayısıyla bu gelirler doğrudan merkezî hazineye aktarılabilecek cinsten olduğu için devletin bu açıdan da zorla İslamlaştırma politikası uygulaması söz konusu değildi.
4. Fethedilen ülkelerin yine İslamî teori açısından dârü'l-İslama* İslam toprağına dönüşmesinden dolayı buraları Türk-İslam nüfus açısından da yerleşmeye açık hale geliyordu. Nitekim gelişmenin bu ikinci yönünün bol sayıda delilini sıralamak mümkündür:

Fethedilen bölgelere Türk-İslam nüfusun akımı* başlıca şu yollarla oldu:
1. Osmanlıların Balkanlara geçip ilerlemeye başladıkları andan itibaren Türkmenlerin de orada yerleşmeye başladıklarını görüyoruz. Bu iş ilerledikçe buna uygun olarak Türkmen taifelerinin sayıları ve önemleri artmış* daha sonra da bunları askerî bir teşkilata bağlamak* kendilerine mahsus bir nizam ve kanun meydana getirmek gereği ortaya çıkmıştır. Bu vakıanın delillerini hem kroniklerde* hem de tahrir defterlerinde bulmak mümkündür. Mesela* Aşıkpaşazâde* daha 1335'de "Karesi vilayetine gelen göçer evlerin Rumeli'ye geçirildiğini* bunların bir müddet Gelibolu civarında sâkin olduklarını" kaydetmekte ve Hayrabolu'ya giderek yurt tutup gaza ile meşgul olduklarını ilave etmektedir. Bunu fethin ilerdeki safhalarında Balkanların bütün bölgelerinde görüyoruz.

Rumeli'de tamamen yayıldıktan sonra tahrirlerini ve yükümlülük altına alınmalarını kolaylaştırmak amacıyla* Türkmenler ya yoğun olarak bulundukları mevki ve merkezin adına* ya herhangi bir niteliklerine* ya da o cemaatin reisliğini yapan kişinin adına göre adlandırılmışlar ve resmî işlemlerde böylece tanınmışlardır. Diğer taraftan* bu Türkmen gruplarına göre ayrı ayrı defterler düzenlenmiş* bunların birer suretleri merkeze gönderilmiş* diğer suretleri de Türkmen beylerine verilmiştir. Daima başvurulan* gerektiğinde sureti çıkartılarak ilgili kişilere gönderilen bu defterler zaman zaman yenilenmiş yeni durumları tam ve doğru olarak aksettirecek yeni tahrirler yapılmıştır.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Sibirya Türkleri
________________________________________________________
SİBİRYA BÖLGESİNDE YAŞAYAN TÜRK BOYLARI



Kumandi Türkleri

Tomsk vilâyetinin Bey ırmağı havzasında yaşarlar. Çiftçilik ve hayvancılıkla geçinmektedir. Şaman dininden olup* nüfusları 100.000 civarındadır.

Tobol Türkleri

Güney Sibirya'da İrtiş ve Tobol havzalarında yaşamaktadırlar. Nüfuslan bilinmemektedir. Haklarında bilgi çok azdır.

Batı Sibir Tatarları

Obi nehrinin kolu olan Tobol nehri ile Altay ve Hakas Türk Cumhuriyetlerinin bulunduğu bölgeye kadar olan Güneybatı Sibirya'da yaşamaktadırlar.

Özellikle Obi* İrtiş ve Tobol nehri vadilerinde ve bu vadilerde bulunan ToboJ* Tümen* Oms* Tomsk* Novosibir* İrkutsk* Arhangelsk* Çikitinks* Kemerova ve Barabba şehirlerine yerleşmişlerdir. Kazan Tatarları ile yakın akrabadırlar. Nüfuslan 350.000 civarındadır.

Telengit Türkleri

Altay Türklerinin bir kabilesidir. Altay dağlarının güney yamaçlarında Teleski gölü civarında yaşamaktadırlar. Şaman dinine bağlı olup nüfusları 5 bin civarındadır.

Şor Türkleri

Güney Sibirya'da Hakas Türk Cumhuriyeti'nin batısında Kemerova vilâyetinde yaşamaktadırlar. Aynı bölgede yaşayan Televüt Türkleri ile iç içedirler. Nüfusları 16.800 civarındadır. Bunların 12 bini Kemerova şehrinde diğerleri Kemerova'nın kaza ve köylerinde yaşamaktadırlar. Nüfusları gittikçe azalmaktadır.

Yaşadıkları bölge SSCB tarafından bilinçli geri bırakılmış* sosyoekonomik ve kültürel sorunlar çözülmemiştir. Bölgede Türk yerleşim birimleri susuz* elektriksiz ve yolsuz bırakılmıştır. Sor Türklerinin elinden topraklan alınmış* kömür ocaklarında çalışmaya mahkûm edilmiştir.

1917 yılma kadar kendi alfabelerini kullanan Şorlara Ruslar zorla Kiril alfabesini kabul ettirerek kültürlerini yok etmeye çalışmışlardır. Bunun sonucu 16.800 Sor Türkü'nden sadece ana dilini bilen 900 kişi kalmıştır.

Sor Millî Hareketi* özellikle Türk milliyetçiliği ve kültürü muhafaza üzerinde çalışmalar yapmaktadır.

Pedagoji enstitüsünde son yıllarda açılan Sor dili bölümü* Rusya Federasyonu'na rağmen eğitimini sürdürmeye çalışmaktadır.

Semey nükleer poligonunda yapılan nükleer denemeler* kömür ocaklarından çıkan radyoaktivite ve kömür tozları Televütler gibi Şorları da etkilemiş* çok sayıda çocuk hasta ve sakat doğmuş* ölüm oranlan artmıştır.

Bütün bunlara rağmen ata folklorunu* kültürünü ve dilini kanlarında saklayarak* Türk kimliğini unutmadan bugünlere gelmesini başarmışlardır.

Televüt Türkleri

Telengitlerin bir kabilesidir. Güney Sibirya'da Kemerova vilâyetinde yaşamaktadırlar. Bir zamanlar on binlerle ifade edilen sayıları bugün 2.800 kişiye düşmüştür. Bunun 2500'ü Kemerova'da diğerleri ise Kemerova'nın köylerinde yaşamaktadır.

Televüt Türklerinin nüfuslarının bu şekilde azalmasının en büyük sebepleri Rusya Federasyonu'nun uyguladığı asimilâsyon politikası ile birlikte* 1943-53 yılları arasında nükleer denemelerin sıklıkla yapıldığı Seney nükleer poligonunun bölgede bulunmasıdır. Bu nükleer denemeler sonucu binlerce kişi hastalanmış* ölmüş* çocuklar sakat doğmuştur.

Diğer bir sebep Televüt topraklarında bulunan zengin kömür ocaklarıdır. SSCB zamanında toprakları bu kömür yüzünden elinden alınan Televütler yoksulluğa itilerek kömür ocaklarında çalışmaya mecbur edilmiş* kömürün taşıdığı radyoaktivite ve kömür tozlan ile yaşamaya mahkûm edilmiştir.

Bunun sonucunda kanama hastalığı (hemofili) Televüt Türklerine illet olmuş* yol* su* elektrik* sağlık ocağı olmayan bölge Rusya tarafından ölüme terk edilmiştir.

Nükleer felâket* kömür ve hemofili Televüt Türklerini yok olma tehlikesi ile karşı karşıya getirmiştir. Televütler Altay Cumhuriyeti'ne göç etme hazırlığı içerisine girmişlerdir.

Dolgan Türkleri

Güney Sibirya'da Şor Türkleri ile komşudurlar. Özellikle Krasnoyask vilâyetine bağlı Dolgan-Nenets muhtar bölgesinde yaşamaktadırlar. Saha Federe Türk Cumhuriyeti'nde yaşayan birçok Dolgan (Sahalaşmış-Tunguz) Türk'ü bulunmaktadır. Nüfusları tahminen 5 binin üzerindedir.

Tofa Türkleri

Moğolistan Cumhuriyeti kuzeyinde* Baykal gölünün doğusunda bulunan İrkuts vilâyetinde yaşamaktadırlar. Nüfusları kesin olarak bilinmemekle birlikte 2.000 kişilik bir kabile olduktan tahmin edilmektedir. Türkçe konuşmaktadırlar.

Kumarı Türkleri

Şor'da yaşamaktadırlar* nüfusları 6 bin kişi civarındadır





 
Moderatör tarafında düzenlendi:

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Moğolistan Türkleri

Moğalistan Çin egemenliğinde uzun bir sıire yaşadıktan sonra 1924'te "Moğolistan Halk Cumhuriyeti" olarak kurulmuştur. Mogolistan* Türklerin tarihinde ve geçmişinde önemli yer tutmuş ve ilk Anayurtlarının bir parçası olmuştur. Ayrıca Türklerin ilk bilinen yazılı metinleri Orhun Yazıtları (Kitabeleri) ve Yenisey Nehri kıyısındaki Kırgızların mezar kitabeleri 731-732 bu bölgededir. Bu anıtlar Bilge Kağan ile Kültiğin adına dikilmiş Yuluğ Tiğin tarafından yazılmıştır. Türklerin birleşik Hanlığı Moğolistanda 546 da Orhon Nehri kıyısında kurulmuştur. Bölge 840'ta Uygur Türkleri'nin egemenliğine geçmiştir. Moğol îınparatorluğunun çökmesi sonucu Uygur Türkleri'nin topraklan 1644-'ten 1911'e kadar Mançu Hanedanı'nın egemenliğine geçmiş ve burada Kazak* Urianhay vr Hoton boyları arasında yedi Türk toplumıı yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Ayrıca bölgede Özbek ve Uygurlar da az sayıda bulunmaktadır.

Bugün Moğolistan Halk Cumhuriyeti içinde 152.000 kadar Türk Halkları oldugu tahmin edilmektedir.
120.000 Kazak* 26.000 Urianhay* 6.000 Hoton* Türk dili konuşan ve Türk kökenli hane halklarıdır.

Türk Halkları çoğunlukla ülkenin Kuzey ve Kuzeybatısında yaşamaktadırlar* Moğolistan Anayasasının ırk* cins* milliyet* din gözetilmeksizin eşit haklar verdiği sanılmaktadır. Ve Moğol Anayasası'nda Türklere siyasal* ekonomik* sosyal halkların verildiği yazılmaktadır. Hatta Sovyet Kazakistan'ından buraya öğretmen* doktor* getirildiği kaynaklarca doğrulanmaktadır.

Bu bölgede ki Kazaklar hayvancılıkla uğraşmakta ve çiftçilik yapmaktadırlar. Bölgedeki Kazaklar milli kültürlerini korumaya büyük çaba göstermişlerdir.
Moğolca konuşan ve Altay dağlarında yaşayan Urihanhay'lar ve Hotonlar. hayvancılık ve avcılıkla geçimlerini sağlarlar.

Moğolistan'da 14 yaşına kadar eğitim zorunludur. 11 yıllık tarım ve sanayi okulları vardır. Okullarda Kazak programları * Moğol programlarının yanında uygulanmaktadır.

1986 verilerine göre Kazak bölgesinde dokuz ilkokul* onaltı ortaokul* bir de öğretmenokulu'nun olduğu kaynaklarca doğrulanmaktadır. Buradaki öğrenciler genellikle Kazakistan Cumhuriyeti Üniversitelerine* Alma-Ata'daki teknik okullara gitmektedirler.

Moğalistan'da din ve devlet işleri ayrı olup herkesin ibadet özgürlüğü bulunmaktadır. Türk halklarına ait camiler bulunduğu gibi Şamanizm ve Ataizm izlerine de rastlanmaktadır.

Eğitimde Kiril Alfabesi'ni kullanmaktadırlar.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Nogay Türkleri

[FONT=Tahoma* verdana]
Nüfus
: 1.030.000

Bulundukları başlıca şehirler :
Rusya Federasyonuna bağlı Astarhan* Terek* Kızılyar * Açıkulak* Perekop* Çelyabinsk j Bulgaristan'ln Şumnu* Dobruca ve Türkiye'nin Ankara -Polatlı * Şereflikoçhisar * Konya-Kulu * İstanbul* osmaniye* Adana* Çorum* Eskişehir * Bursa* Kütahya Gaziantep* Isparta-Senirkent şehirlerinde yaşamaktadırlar .

Siyasi ve idari konumları : Bulundukları ülkenin idari yapısına uymaktadırlar .

TARİHÇE

Türk tarihinde Nogay sözüne ilk olarak Altınordu devletinde rastlanır. Nogay Han * üstün kabiliyeti * büyük teşkilatçılığı sayesinde Altınordu devletinin en yüksek mevkilerine çıkar. Nogay Han'a tabi olan Türk toplulukları onun adını almışlardır. Nogaylar* 13. yüzyıla kadar* Deşt-i Kıpçak'ta ( Kıpçak çölünde ) göçebe hayatı .yaşadılar. Birleşik bir hayat süren Nogaylar çeşitli sebeplerden dolayı daha
sonra dağıldılar. Bir kısmı mekan değiştirirken kalabalık bir kısmı diğer Türk boyları arasında eridiler.

BUGÜNKÜ DURUM

Erimeden günümüze kadar kalan Nogaylar ; Hazar bozkırında* Kuzey Kafkasya'da* Kırım'da * idii-Ural havzasında * Batı Türkistan'da ve Litvanya'da * Dobruca'da* Deliorman bölgesinde ve Türkiye'de yaşamaktadırlar.

1) Hazar Bozkırı Nogayları :

Aşağı itil'in geniş deltasında Astarhan çevresindeki köy ve kasabalarda* Kalmukya'nın güney kesimine düşen Kuma çayının
kuzey yöresinde bulunurlar. Kendi ağızlarını unuttukları için Kazanlı diye de adlandırılırlar. Buradaki başlıca toplulukları 11 Kara ağaçlar ( Karagaş) 11 ve Kundurlardır.

2) Kuzey Kafkasya Nogayları :

Kafkasya'da beş bölgede yer alırlar. Dağıstan'ın Kuma ile Terek akarsuları arasında kendi adlarıyla anılan bozkırda * özellikle Kızılyar yöresinde * Hasavyurt ve Açıkulak kazalarında kalabalık bir topluluk halinde bulunurlar.

3) Kırım Nogayları :

Nogaylar Kırım yarımadasının kuzeyindeki ovalık alan ile dağlık kesimin kuzey eteklerinde* Perekop kasabası çevresinde * kuzeydoğuda Azak denizine dökülen çaylar ( Tolmak* Bedri vb. ) boyunda yaşamaktadırlar.

4) İdil-Ural Havzası Nogayları :

Burada Tatarlar arasındaki ** Nogaylar'' ( Nagaybaklar )* küçük bir etnik topluluktur. Günümüzde Başkurdistan'da ve Başkurdistan'ın kuzeydoğu komşusu Çelyabinsk vilayetinin Yukarı Ural çevresinde yaşamaktadırlar. Nogaybaklar* Kuzey ( Kıpçak ) Türkçesinin Başkurt unsurlarının da karıştığı Tatar ağzıyla konuşurlar. Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebindendirler. Başkurdistan'daki Nogaylar* Kuzey Türkçesi'nin Başkurt ağzıyla konuşurlar.

5) Batı Türkistan ( Kazakistan ) Nogayları :

Bu büyük bölgenin Kazaklar arasındaki Nogaylar'ı* onların boy düzeninde * Orta ve Kiçi ( Küçük ) cüzlerde bulur)urlar. Orta cüzdekiler* şecereye göre * Kongırat kolunun Camanbay'ından gelirler. Buradaki Nogay'dan da Satıbaldı* Tokas* Şahan uruk- Iarının ataları çıkmıştır. Kazakistan'daki Nogay obaları* şimdi Kızılorda .tümeninin Canga-Korgan yöresinde yaşamaktadırlar. Hepsi Kuzey Türkçesinin Kazak ağzıyla konuşurlar.

6) Kırgızistan Nogayları :

Kırgızlar arasındaki boy düzeninde Ön-Kol'a bağlı Çirik boyunun ** Nogay'' adlı bir oymağı vardır. Onlar* Kuzey Türkçesi'nin Kırgız ağzıyla konuşurlar.

7) litvanya Nogayları :

Polonya'nın kuzeyinde ve Baltık denizinin doğu yanında yer alan bölgede yaşarlar. Nogaylar'a ''Litvanya Tatarlar''ı da
denir.Buradaki Nogaylar sadece dinlerini (İslam'l) muhafaza edebilmişlerdir.

8) Romanya Nogayları :

Yüzyıllarca önce* Karadeniz'in batı kıyılarına göçmüş bulunan Nogaylar*çağımızda Tuna ırmağı deltasının sağ yöresindeki Dobruca bölgesinde ( Köstence ili ) dağınık olarak yaşarlar.

[/FONT][FONT=Tahoma* verdana]
m107376_ro.gif
[/FONT]
[FONT=Tahoma* verdana]
9) Bulgaristan Nogayları :

Tuna'nın güneyindeki Deliorman bölgesinde *Şumnu (Kolarovgrad ) çevresindeki köylerinde yaşarlar.

10) Türkiye Nogayları :

iki yüzyıl önce Türkiye'ye gelmiş Nogaylar'ın ÇOğU Orta Anadolu'ya yerleştirildiler. Bugün Nogaylar * Ankara'nın Polatlı ve Şere- flikoçhisar ilçelerinin bazı köylerinde* Konya'nın Kulu ilçesinin bazı köylerinde* İstanbul* Osmaniye* Adana* Çorum* Eskişehir* Bursa* Kütahya* Gaziantep ve Isparta'nın Senirkent ilçesinde yaşamaktadırlar.

NOGAYLILARIN NÜFUS DURUMU
Hazar Bozkırı 135.000
Dağıstan 147.000
Stavropol 163.000
çeçen-inguş 125.000
Karaçay-Çerkez 35.000
Azak Doğusu 170.000
Litvanya 15.000
Dobruca 90.000
[/FONT][FONT=Tahoma* verdana]
Türkiye 150.000
[/FONT][FONT=Tahoma* verdana]
Toplam 1.030.000
[/FONT]
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
091.jpg




Kumuk Türkleri




Yrd. Doç Dr. Çetin PEKACAR


(NOT: Bu yazı Yeni Türkiye -Türk Dünyası Özel Sayısında yayımlanmıştır: Cilt: II-* Sayı: 16* Yıl: 3* Temmuz-Ağustos 1997* s. 2062-2066)​



Tarihçe

Kumuk Türkleri* bugün büyük çoğunluğu (1992 tahminine göre 250000 kişi) Rusya Federasyonuna bağlı Dağıstan Özerk Cumhuriyetinde* geriye kalan kısmı (yaklaşık 50000 kişi) Çeçen ve Osetya Özerk Cumhuriyetlerinde yaşayan* Azerbaycan Türklerinden sonra Kafkaslardaki en kalabalık Türk kavmidir. Kumukların bir kısmı* Çarlık Rusyasının Kuzey Kafkasya'yı istilâsı yıllarında ve bilhassa Şeyh Şamil'in esir düşmesinden sonra Osmanlı Devletine sığınmışlardır. Bunlar hâlen belli başlı olarak Tokat'ın Üçgözen ve Kuşoturağı* Sivas'ın Yavu köyünde yaşamaktadırlar.
Kumuk Türkleri Kuzey Kafkasya'daki Kumuk ovasının ve Dağıstan'ın dağlık kesiminin yerli halklarındandır. Etnik bakımdan Kıpçak ve Oğuz boylarının bu sahada kaynaşmasından meydana geldikleri ileri sürülen Kumuk Türklerinin dillerindeki Kıpçak ve Oğuz grubu özellikleri bu görüşü desteklemektedir.
Kumuk adının geçtiği en eski kaynak* Mahmud Kâşgarî 'nin Divânü Lûgati't-Türk adlı eseridir. Mahmud Kâşgarî * Kumuk kelimesinin karşılığı olarak "Bir zaman yanında bulunduğum Beylerden birinin adı"; kumuk karşılığı olarak "At gübresi. Başka gübreye bu ad verilmez."; kumukla- karşılığında ise " kumukladı: 'at kumukladı= at pisledi* tersledi'. Bir kimseyi 'Kumuk' boyuna nispet edersen yine böyle denir. Bu* bir adamın adıdır." bilgilerini vermektedir. Bu kelimelerin "at gübresi" ve "atın terslemesi" gibi sözlük manaları bir yana bırakılacak olursa açıkça anlaşılıyor ki Kumuk Türkleri* daha XI. yüzyılda kendi adlarıyla tarih sahnesindedirler.
Kumukların ülkesi VII. yüzyıldan itibaren Hazar Devletinin sınırları içine alınmıştır. Bugün Kumuk bilim adamları da Kumukları* Hazar Devletinin kurucuları olarak göstermektedirler. Hazar Devletinin son başkenti Semender* Kumuk ülkesi sınırları içindeydi. Kumuklar arasında yayılmış olan "Anci-name"* "Derbent-name"* "Karabudaxkent-name" adlı tarihî âbideler* Hazar Devleti devrinden bahseder. Hattâ* Hazarlar arasında yaşamış olan Ebu Hamid el-Garnati'nin tespit ettiği ve Hazar sözü dediği bütün kelimeler bugün Kumuk Türklerince kullanılmaktadır.
Zeki Velidi Toğan'ın verdiği bilgilere göre Kumuklar* Oğuz destanının Müneccimbaşı tarafından istifade olunan bir rivayetinde* Oğuz Han zamanında Derbent'in muhafazasıyla memur edilen Kıpçakların bir boyu olarak zikredilmiştir. Toğan'a göre* Azerbaycan ile Derbent Arapların idaresinde iken de Kumukların burada bulundukları* Tarih al-Bab va'l-Abvab'dan anlaşılmaktadır.
Dağıstanlı Kumuk âlimlerinden S. M. Aliyev* M. R. Mahammadov'dan; Dağıstan'ı Arapların işgal etmesiyle Hazarların İdil boyuna çekilmelerinden sonra Hazar denizi kıyısında ve Temirkazık Dağıstan'da liderlik rolünün Kumuklara geçtiğini naklediyor ve bu bilginin birinci kısmına katıldığını belirtiyor; fakat onun Kumukları Hazarlardan ayrı göstermesine karşı çıkıyor. Aliyev'in fikrince Hazarlar ile Kumuklar* tarihî bakımdan da* kültürel bakımdan da aynı kavimdir.
Tarihî durumları ve menşe'leri hakkında pek çok faraziye ileri sürülen ve hattâ ekseriya Sovyet antropologları tarafından olmak üzere bazı Kafkas kavimlerinin Türkleşmesi sonucu meydana geldikleri dahi söylenen Kumukların; dil* edebiyat* din* yaşayış tarzı* örf ve âdetler ve diğer kültür unsurları bakımından ele alındılarında ve yukarıda özetlenen tarihî verilerin ışığında bakıldığında* gerçek bir Türk kavmi olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.
Hazar Devletinin yıkılmasından sonra Kumuk Türklerinin kurdukları ilk müstakil teşkilat* 1578'de Sultan But'un kurduğu ve tamamıyla millî bir Kumuk beyliği hüviyetinde olan emarettir. Bu beyliğin Dağıstan'ın en kuzeyinde yer alması sebebiyle* Kazan ile Astırhan hanlıklarının yıkılmasından sonra daha güneye inme imkânı bulan Ruslarla Kumuklar karşı karşıya gelmiş oldu. Kumuk Türkleri* 1594 yılından itibaren başlayan Rus saldırılarına ve işgal hareketlerine karşı* diğer Müslüman Kafkas kavimleriyle birlikte XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar kahramanca mukavemet ettiler. AncakRuslara karşı sürdürülen mücadelenin son bayraktarı Şeyh Şamil'in 1859'da esir edilmesiyle Dağıstan ve diğer Kafkas bölgeleri hızla Rusların eline geçmeye başladı. Zaten yüzyıllar süren savaşlar Kumukları ve diğer Kafkas kavimlerini bîtab düşürmüştü. Böylece Ruslar 1867'ye kadar bütün Kafkasya'yı istilâ ettiler.
Rus Çarlığının 1917'de yıkılması sırasında Rusya'da meydana gelen iç karışıklıkta hürriyet ve istiklâlleri için ayaklanan Kuzey Kafkasya Türk ve Müslüman camiası içinde Kumuklar yine ön safta yer alırlar. Osmanlı devletinin de desteğiyle Dağıstan* 11 Mayıs 1918'de Dağıstan ve Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti adı altında bağımsızlığını ilân etti. Kuzey Kafkasya kabilelerinin bu sırada yapılan millî kurultaylarında Kumuk Türkçesinin* yalnız Dağıstan için değil* bütün Kuzey Kafkasya için birleştirici* müşterek bir dil olarak kabul edildiğini de bu arada vurgulamak isteriz. Dağıstan ve Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti henüz toparlanamadan Mondros Mütarekesinin imzalanması sonucu Osmanlı Ordusu Kafkasya'yı tahliye edince* Dağıstan Kızılordu'nun istilâsına uğradı. 20 Ocak 1921'de Rusya Federatif S.S.C.'ne tâbi Dağıstan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. 1936 Sovyet Anayasası* Kafkasya'nın etnik çeşitliliğini yansıtmayan bir siyasî ve idarî bölümlenmeyi belirledi. Bu bölümleme sonucunda Kumuk Türklerinin büyük bir kısmı Dağıstan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinde* bir kısmı da Çeçen ve Osetya bölgelerinde kalmış oldu. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Dağıstan* Rusya Federasyonuna bağlı bir özerk cumhuriyet hâline geldi.

Din
Bugünkü Dağıstan'da Kumuk Türkleriyle birlikte büyük bir çoğunluğu Sünnî Müslüman olan otuz civarında etnik grup yaşamaktadır. Bölgede özellikle XVIII. yüzyıldan itibaren Nakşibendî tarikatı büyük bir nüfuz kazanmış ve Ruslara karşı yürütülen cihad hareketlerini organize ederek prestij sağlamıştır. Dağıstan halkı dinine bağlı olup ilme önem vermiş ve hemen her köyde bir medrese yaptırmıştır. 1913'te Dağıstan'da 360'ı ulucami olmak üzere 2060 cami vardı. Günümüzde Kumuklar* dinlerini yeniden öğrenme seferberliği başlatmışlardır. Bu yolda gerçekleştirilen faaliyetlere örnek olarak Kuran'ın Kumuk Türkçesine yapılan tercümesinin Tangçolpan dergisinin 1992 yılı 3. sayısından itibaren tefrika edilmekte oluşunu gösterebiliriz. Ayrıca yine aynı dergide Hazreti Peygamber'in hadisleri de Kumuk Türkçesiyle yayınlanmaktadır.



Dağıstan'ın başkenti Mahaçkala'da Türkiye Türklerinin 1990'larda yaptırdığı
Yusuf Bey Camii.


Dil ve Edebiyat
Kumuk edebiyat tarihçileri* Kumuk edebiyatının XV. yüzyılda yaşamış olan şair Ummu Kamal (Ümmî Kemal) ile başladığını* o devre kadar ise Kumukların edebiyatının Umumî Türk Edebiyatı ile birlikte mütalâa edilmesi gerektiğini söylerler. Osmanlı devletine de gelen Ummu Kamal* eserlerini Kumuk Türkçesiyle değil* Osmanlı Türkçesiyle yazmıştır. Osmanlı Türkçesi* ünlü Kumuk şairi Yırçı Kazak'a kadar Kumukların yazı dili olmuştur. Bu devirde yetişen Kumuk şairleri arasında Amanhor (1670-1706)* Miskin Halimat (XVIII. yüzyıl) ve Kakaşuralı Abdurahman (XVIII. yüzyılın sonu- 1870) sayılabilir.
Yırçı Kazak (1830-1879)* Yeni Kumuk Edebiyatının temelini atmıştır. Kumuk Türkleri arasında geniş bir şöhrete sahip olan Yırçı Kazak* şiirlerinde hak* doğruluk* yiğitlik* aşk gibi temaları işlemiş* bu arada halkı ezen beyleri de hicvetmekten geri kalmamıştır.
Başka kayda değer bir Kumuk şairi ve din âlimi Abusupiyan Akayev (1870-1931)'dir. Akayev* şiirler yanında dinî eserler de yazmıştır. Kumuk bilim adamlarından Hasan Orazayev* onun Payxamarnı Yolu Bulan (Peygamberin yoluyla) adlı eserini Mahaçkala'da* 1993 yılında yayımlamış bulunuyor. Orazayev* bu kitapta Akayev'in sosyal* politik konulardaki makalelerini; kitaplarına yazdığı önsözlerini* mektuplarını* çeşitli şiirlerini* dinî konulu yazılarını bir araya getirmiş.
Kumuk edebiyatı son zamanlarda çeşitli nevilerde ilerleme göstermeye başlamış olup pek çok şair* edip* hikâyeci ve romancı yetişmiştir.
Bir edebiyat ve sanat dergisi olan Tangçolpan* 1917 yılından beri yayımlanmaktadır. Dergide yayımlanan şiirler* hikâyeler ve çeşitli sanat yazıları* Kumuk edebiyatının gelişmesine önemli katkılar sağlamıştır. Yine 1917 yılında çıkarılmaya başlanan Yoldaş gazetesi de* normal gazete işlevinin yanında edebî gelişmeye hizmette bulunmaya devam ediyor.
Kumuk halk edebiyatı zengin mahsulleriyle nesilden nesile geçerek halk hafızasında canlı bir şekilde yaşamaktadır. Bu mahsuller arasında yır adı verilen destanî mahiyetteki şiirler önemli bir yer tutar. Yırlar* hem edebî zevke hitap eden hem de öğretici nitelikli şiirlerdir. En tanınmış yır şairi* yukarıda sözü edilen Yırçı Kazak'tır. İkinci önemli nazım şekli sarın denilen dörtlüklerdir. Sarınlar* bizdeki mani türünün karşılığı olup düğün ve eğlencelerde veya münasip bulunan her fırsatta irticalen veya ezberden söylenir.
Kumukların zengin bir atalar sözü ve deyimler hazinesi vardır. Çeşitli kaynaklarda bunlardan binlercesi tespit edilmiş bulunmaktadır.
Kumuk halk edebiyatı mahsullerini derlemeğe ilk teşebbüs eden kişinin* kendisi de Kumuk Türkü olan şair ve mütercim Mehmed Efendi Osman (doğumu: 1843) olduğu kabul edilmektedir. Meşhur Altayist G. J. Ramsted de Kumukça üzrende çalışmış ve 1904 yılının son aylarında bizzat geldiği o zamanki Xasavyurt'a bağlı Yaxsay köyünde Kumukların dili* edebiyatı ve şifahî halk edebiyatı mahsullerinin zenginliğini incelemiş* bir çok metinler derlemiştir. Ramsted'in asıl maksadı* Kumuk Türkçesinin Kuzey Kafkasya'da geniş bir yayılma alanı bulmasının ve başka yerli halkların da bu şiveyi kullanmasının sebebini araştırmak olmuştur. Bazı sebeplerle uzun yıllar yayımlanamamış olan bu materyalleri* Emine Gürsoy Naskali İngilizce tercümeleriyle birlikte bir kitap hâlinde l991 yılında Helsinki'de yayımlamıştır.
Kumuk Türkçesinin Türk lehçelerinin hangi grubuna dahil olduğu konusunda Türkologlar çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Görüşlerdeki ayrılık* bu lehçenin alt gruplardan hangisine girdiği noktasında toplanmaktadır; yoksa hepsinin ittifak ettikleri gibi Kumuk Türkçesi* temel olarak Kuzey-Batı (Kıpçak) grubuna dahildir. Ancak coğrafî konum ve sıkı münasebetlerin bir neticesi olarak Güney grubundaki Azerbaycan Türkçesine doğru yakınlık ve benzerlik gösteren bazı özellikleri de vardır. Ses bilgisi bakımından en önemli benzerlik olarak kelime başında Kuzey-Batı grubundaki k ünsüzüne karşılık Kumuk Türkçesinde* Güney grubunda olduğu gibi g bulunması (meselâ: gişi "kişi"* gel- "gelmek"* gör- "görmek" v.b. gibi) ve şekil bilgisi bakımından ise gelecek zaman eki olarak -(a)caq /-(e)cek (ancak bu çekimde de olduğu gibi Teklik ve çokluk I. şahıs ve çokluk 2. şahıs ekleri Azerbaycan Türkçesindekinden farklıdır: Kum. gelecekmen "geleceğim" = Az. geleceyem; Kum. gelecekbiz "geleceğiz" = Az. geleceyik; Kum. geleceksiz "geleceksiniz" = Az. geleceksiniz gibi) eklerinin kullanılması gösterilebilir.
1928 yılına kadar Arap alfabesini kullanan Kumuk Türkleri* bu tarihte Latin harfleri esas alınarak hazırlanan yeni bir alfabe kabul ettiler. 1938'de ise onlara diğer Sovyet cumhuriyetlerinde olduğu gibi kiril esaslı bir alfabe kabul ettirildi. Hâlen kullanılmakta olan bu alfabe* Kiril esaslı alfabeler içerisinde en kullanışsız ve karmaşık olanlardandır. Bu konuda bir fikir vermek gerekirse Ю harfi* kelime ve hece başında hem yu* hem de ses grubunu temsil edebiliyor. İçerisinde kalın k veya g ünsüzleri bulunmayan ЮЗ =yüz "yüz" gibi kelimelerde* bu yüzden okuma güçlükleri baş gösteriyor. Üstelik aynı Ю harfi* ince sıradan kelimelerde "ü" ünlüsünü karşılamak için de kullanılıyor. Benzer durum Ё harfi için de geçerlidir.



Töbenkazanış köyünde bir Kumuk evinin abzarından (avlu) görüntü.
Bu ev örnek ev değil; hemen hemen bütün Kumuk evleri burada gördüğünüz gibi.

Kumuk Türklerinin halk hareketi: Tenglik
Kumuk Türkleri 1989 yılında siyasî mahiyette* millî bir teşkilat olan Tenglik hareketini kurdular. Teşkilatın maksatları; Kumukların kültürel* siyasî * ekonomik ve temel insanî haklarını savunmak* bu ve benzeri alanlardaki meselelerinin halledilmesi için teşebbüslerde bulunmak olarak özetlenebilir. Tenglik hareketinin 1990 yılında çıkan 1 numaralı bülteninin 1. sayfasında yer alan ve Kumuk şairi Z. Batırmurzayev'e ait olan şu dörtlükler* Kumuk Türklerini millî uyanışta geç kalmamaları hususunda uyarıcı mahiyette olması bakımından Tenglik hareketinin anafikrini de seslendirmektedir:

KUMUK TÜRKÇESİ İLE

Tuwdu Çolpan* tang bilindi*
Boldu uyanma zaman
Şawla aldı dünya yüzün
Yuhlağanımız taman.

Gözüng aç* dört yakğa qara!
Getdi kerwan erterek.
Biz geçigip kalğanbız*
Enni hozğalma gerek.


TÜRKİYE TÜRKÇESİ İLE

Doğdu Çolpan* sabah bilindi*
Uyanma zamanı geldi.
Işık aldı dünya yüzünü
Uyuduğumuz yeter.

Gözünü aç* dört yana bak!
Gitti kervan erkenden.
Biz gecikip kaldık*
Artık harekete geçmek gerek.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27


İran'da Türkler

Iran'ın bılınen ataları Pers* Furus* Fars ve Parsovalılardır Türk düşmanı Firdevdevsi ünlü destanı "Şehname de" ve 10 yy. da ÎRAN-TURAN savaşlannı anlatarak* bölgedeki Türk varlığına değinir.

XI. yy. ilk yarısından itibaren "Yıva" boyundan kalabalık Türk-menler îran da göriilür. XII. yy. da ise Solgurların yanısıra Avşarlar Huzistanda ortaya çıkarlar.
15 yy. dan sonra ise bu topraklarda yoğun biçimde Türk Savaşçıları Gazneliler* Selçuklular* sayısız Türk boyları Orta A.sya'dan Ortadoğu'ya ve îran'a akın akın gelirler. İran'a gelen Türkler iseGüney Azerbaycan'a yerleşirler. Dil olarak Batıoğuzca'yı kullanmışlar* Arap alfebesiyle yazmışlardır. Ancak 1925-1979 arası Pehleviler döneminde (Rıza Şah ve Oğlu) Türklere Zorla Farsça öğretmek istemişler ve Azeri dilini yasaklanmışlardır. İran'daki Türk halkları Azeriler* Şahsevenler* Karapapaklar* Kayralar* Kaşkaylar* Türkmenler* Hamseler* Karapapalılar* Karadağlılar* Şatrunlular* Geymikler* Delikanlılar* Beybağlılar* Bocağcılat* Halaçlar* Karayılar* Timurtaşlar ve Avşarlardır. Bütün bu halkların sayısı İran nüfusunun %30'u kadarını oluşturmaktadır. Türk Halkları Tebriz* Urmiye. Dizaiyye ve Erbil'de dir. İran'daki Türk kadınları ev işleriyle uğraşır. Erkekleri ise işçi ve memurdur.

Türklerin yoğun olduğu Tebriz önemli bir ticaret merkezi ve İran'ın dördüncü büyük kentidir.

İran Türkleri şiidirler ve dini inançları halkın yaşamında önemlidir.
Şurası bir gerçektir ki tarih boyunca "İran" Doğu Türklüğü ile Batı Türklüğü arasında bir duvar ve engel oluşturmaktadır.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Irak Türkmenleri










Nüfus : 2.500.000

Bulunduklatı başlıca şehirler : Musul* Kerkük* Erbil* Süleymaniye
İlk göç : 11. -12.yüzyıllar
Bölgedeki Türk toplulukları : Irak Türkmenleri
Siyasi ve idari konumları : Irak Türkmenleri genellikle Kuzey Irak bölgesinde yaşamaktadırlar .Bölge şu anda siyasi açıdan çok başlılık gösterdiğinden* Türkmenler bu duruma göre önlemlerini almışlar ve bir çok siyasi teşekkül oluşturarak milli varlıklarını güvence altına almaya çalışmışlardır .Ancak bütün bunlara rağmen Türkiye'nin her açıdan desteğine ihtiyaçları bulunmaktadır .




TARİHÇE


Irak Osmanlı idaresinde iken üç vilayetten oluşmaktaydı. Basra ve Bağdat vilayetlerinin yanı sıra günümüze kadar sorunlarla dolu olan ve bugün Kuzey ırak olarak bilinen Musul vilayetinden meydana gelmekte idi. Başta petrol olmak üzere bir çok zenginliklere ve çok önemli bir jeostratejik konuma sahip olan Musul vilayeti * merkezi Musul olmak olmak üzere Kerkük ve Süleymaniye sancaklarından oluşmaktaydı. Lozan Anlaşmasında Musul vilayetinin lrak veya Türkiye içinde kalması mese- Iesi çözüme bağlanmadığı için Cemiyet-i Akvam yoluyla halledilmesine gidilmiş ve Musul vilayetinin tamamı Irak’a bağlanmıştır. Türkiye hükümeti bu olayı J 5 Haziran 1926 tarihinde Irak hükümeti ile yapmış olduğu Ankara anlaşmasıyla kabul etmiştir. Ülkede Türkmen varlığını yok etmek için uygulanan yoğun Araplaştırma poli- tikaları son zamanlarda etnik temizlik boyutuna varmıştır. Kerkük'ten uzak- Iaştırılan Türkmenlerin sayısı son bir yılda 1 000 aileyi aşmıştır. Bunların yerine
Arap aileler yerleştirilmektedir. Türkmenleri göç ettirme ve yerlerine Arapları yerleştirme politikası eski bir politikadır ve Irak yönetimi tarafından yaklaşık 20 yıldır yürütülmektedir. Ancak geçen yıldan buyana bu uygulama iktidard- aki Baas partisi tarafından etnik temizlik boyutuna ulaştırılmıştır. Türkmen Siyasi Hareketi 1970'Ierde büyük gelişme gösterdi .Bilinçlenme süreci bu dönemde hız kazandı .Yine bu dönemde Türkiye'ye tahsil için gelen öğrenci sayısında dikkat çekici bir artma görülmüştür. Bunda refah seviyesinin yükselmesinin büyük payı vardır.1970'lerin başında Türkiye'ye
tahsil için gelen Türkmen öğrenci sayısı 10-15 iken bu sayı 1975'te 80'in üzer- ine çıkmıştır. 1976 ve 1977 yıllarında ise sayı katlanarak yükselmiştir.1978 yılında Irak yönetimi Türkiye'de öğrencilerin tahsil yapmalarını ani bir kararla yasakladı. Türkmen öğrenciler eski sosyalist ülkelere tahsil için gitmeye teşvik edildi. 1960 yılında kurulan Türkmen Kardeşlik Ocağı bir yandan kulüp hüviyetinde faaliyet gösterirken* diğer yandan Türkmen toplumunun kültürel ve sosyal ihtiyaçlarını da karşıladı. 1977'de başlayan Baas saldırganlığından nasibini alan yöneticiler* önce görevden uzaklaştırıldı. 1979 yılında ise tutuk- Iandılar ve 1980'de idam edildiler. idamlara tepki olarak 1980'de Navzang böl- gesine askeri karargah kuruldu. Örgüt Irak Türklerinin deklare edilmiş ilk siyasi organizasyonu özelliğini taşımaktadır. 1983'te bir araya gelen Irak'ın siyasi kuruluşları* örgütün ısrarlı tutumu karşısında ilk defa Türkmen haklarını .kabul ederek sonuç bildirisine yazmışlardır. Siyasi konjonktürün değişmesi nedeniyle 1985 tarihinde örgüt faaliyetleri donduruldu. 1988 yılında Irak Milli Türkmen Partisi kuruldu. Parti Bağdat rejiminin baskıcı* acımasız politikalarını dikkate alarak kendini Irak'ın Kuveyt'i işgal etmesinden sonra 1991 'de deklare etti. Irak Milli Türkmen Partisi'nin deneyimli ve idealist yöneticilerinin çabaları neticesinde dünya*Türkmen varlığından haberdar oldu. IMTP yönetici- Ieri Riyad* Beyrut * Londra ve ABD’de yapılan toplantılara iştirak ettiler. ABD * İngiltere gibi Irak sorunu ile yakından alakalı devletlerin başkentlerini ziyaret ederek görüşmelerde bulundular. Avrupa Parlamentosu gibi önemli mah- fellerde Kürtlerle eşit temsil edilmeyi başardılar.

SİYASİ YAPILANMA


Son yıllarda bölgedeki gelişmelere paralel olarak Irak Milli Türkmen Partisi
Kuzey Irak'ta Radyo- TV* Matbaa* Basın Yayın Kuruluşu ve en önemlisi Türkçe eğitim veren okullar açtı. Bunun yanı sıra silahlı kuvvet çekirdeği olacak 350 kişilik bir koruma birliği oluşturdu. Türkmen parti ve kuruluşlarını tek çatı altında toplamak amacı ile Ekim 1994'te Türkmen Cephesi kuruluş çalışmaları başlatıldı. 23 Nisan 1995'te Irak Türkmen Cephesinin kurulduğu resmen ilan edildi. 4-7 Ekim 1997'de Erbil 1. Türkmen kurultayı toplanmıştır. Kurultaya Avrupa* ABD* Avustralya'da bulunan Türkmen derneklerinin temsilcileri de katılmıştır.




 
Moderatör tarafında düzenlendi:

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Başkurt Türkleri



Başkurt Türkleri 9. yüzyıldan beri İdil-Ural bölgesinin Başkurdistan denen kesiminde yaşamaktadırlar. 10. yüzyılda İslamiyet’e girmeye başlayan Başkurtlar* 13. yüzyılda Altınordu’ya tâbi olmuşlar* 15. yüzyıldan 16. yüzyılın ortalarına kadar da Kazan Hanlığına bağlı kalmışlardır. 1552’de Kazan Hanlığı Rusların işgaline uğrayınca Tatar Türkleri ile birlikte Başkurt Türkleri de Rus hâkimiyeti altına girmiştir. Ruslar 16. yüzyıldan itibaren Tatar ve Başkurt Türklerine yoğun bir şekilde göç ve misyonerlik politikası uygulamışlardır. Rusya’yı en çok uğraştıran İdil-Ural Türkleri* Çarlık Rusyası’nın emperalist emellerine ve Ortodoks kilisesinin misyonerlik faaliyetlerine karşı yüzyıllarca direnmişlerdir.

1905 ihtilâli ve 1917 Sovyet devrimi* çarlığın bu politikaları sebebiyle Başkurt ve Tatar aydınları tarafından desteklenmiştir. Başlangıçta birlikte hareket eden Tatar ve Başkurt Türkleri arasında ileride çekişmeye varan sorunlar yaşanmıştır. I. ve II. Başkurt Kongrelerinin ardından bu ayrılık iyice belirginleşmiş ve Kasım 1917’de Başkurdistan’ın özerkliği ilân edilmiştir. 1918 yılında Başkurt yöneticileri yeni Sovyet yöneticileri ile Moskova’da görüşürken* Orenburg Kızıl Ordu tarafından işgal edilmiş ve Başkurdistan’ın özerkliğine son verilmiştir. Zeki Velidi Togan ve diğer Başkurt yöneticilerinin özerkliği yeniden tesis etme çabaları sonuç vermemiş ve 23 Mart 1919’da Başkurdistan toprakları üzerinde Federal Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinin lk federe birimi olan Başkurdistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur. Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar Başkurdistan’ın sınırları ve statüsü değişmemiş* Sovyetler Birliği’nin 1990 yılında dağılması ile Başkurdistan egemenliğini ilân etmiştir.

İdil-Ural Bölgesinin Rusya Federasyonuna bağlı üç Türk cumhuriyetinden biri olan Başkurdistan ve Rusya Federasyonu arasındaki ilişkiler* gün geçtikçe bağımsızlık ilanına doğru gitmektedir.


(Başkurdistan gençler ittifakının sembolü bozkurt)



(Başkurdistan gençler bayramında süvariler)



Başkurt adı; bazı görüşlere göre İran efsanelerinde geçen Kurt-baş kavmine* bazılarına göre Bozkurt sözcüğüne dayandırılmaktadır. Bu adın Başkurt Türkleri arasında Başkort olarak söylenmesinden hareketle bu sözcüğü baş + kor + t yani baş kabileler olarak açıklayanlar da bulunmaktadır.

2000 sayımlarına göre nüfusu 4.120.000’i aşan Başkurdistan’da Başkurtların toplam nüfusu da 1.550.000’i bulmuştur. Son yıllarda iç göçler sebebiyle Başkurdistan’daki Rus ve Tatar nüfusu azalmıştır ancak hâlen Başkurtlar kendi cumhuriyetlerinde Ruslar ve Tatarlar’ın ardından üçüncü sırada bulunmaktadırlar.
 

C0M!S3R-eX

Uzman üye
14 Kas 2006
1,174
27
Batı Trakya ve Yunanistan Türkleri





Nüfus : 120.000

Bulundukları başlıca şehirler : Dedeağaç* Gümülcine* İskeçe


Bölgedeki Türk toplulukları : Oğuz Türkleri* Onogur-Bulgar * Peçenek* Uz* Kuman-Kıpçak Türkleri


Siyasi ve idari konumları :



Azınlık hukukuna tabi olup* bulun- duklan ülkenin idari yapısına uymaktadırlar . Batı Trakya bir coğrafi bölgenin adıdır ve bugün Yunanistan’ın siyasi sınırları
içinde yer almaktadır. Bölge idari açıdan Dedeağaç* Gümülcine* iskeçe olmak üzere üçe ayrılmıştır. Doğusunda Meriç Nehri ile Türkiye'ye ; kuzeyinde Rodop Dağları ile Bulgaristan'a sınır olan Batı Trakya'nın güneyinde Ege Denizi bulunurken batıda da Karasu Nehri ile Kavala iline sınırdaştır.

TARİHÇE


Balkanlardaki Türk varlığı milattan önceki yıllara kadar uzanmaktadır.
Balkanlardaki Türk kültürel varlığı iki koldan gerçekleşen kitlevi göçler sonu- cunda oluşmuştur. Kuzeyden Onogur- Bulgar* Peçenek* Uz* Kuman-Kıpçak göçleri* güneyden de Oğuz Türklerinin göçleri ve yerleşmeleriyle Balkanlar
Türkleşmeye başlamış* 14 ve 15. yy'da ise tamamen Türk kültürünün hakim
olduğu bir bölge haline gelmiştir. Daha sonra Balkanlardan med-cezir hareketi gibi bir çekilme söz konusu olmuş* dünyadaki değişmeler* gelişmeler* kuzey- deki Slav kültürünün gelişmesi ve buradan gelen baskı ve çatışma * politik mücadeleler ve büyük bir sömürge imparatorluğu kurmuş olan İngiltere'nin baskıları altında kalma sonucunda Balkan Savaşı'na kadar Osmanlılar adım
adım çekilerek bugünkü Türkiye sınırlarına gerilemiştir. 1912-1913 yıllarından sonraki gelişmelerle de son sınırlar çizilmiştir. Buna rağmen bölgedeki Türk
kültür varlığı hem Oğuz* hem Kıpçak Türklerinin varlığıyla devam etmektedir. Tabii bunların bir kısmı Türkiye üzerinden göçerek Balkanlarda iskan edilen
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.