- 21 Nis 2008
- 470
- 3
Dawid West
Immanuel Kant’ın Eleştirel Felsefesi
Aydınlanma felsefesinin, elbette birçok varyantı vardır. Bununla birlikte, fılozof Immanuel Kant (1724-1804), bu fikirlerin gelişiminde esaslı bir yer işgal eder. Ona, eserlerinin farklı yönlerine dikkat çekilmek ve bunların içinden de farklılık gösteren kimi yorumlara iltimas geçilmekle birlikte, hem analitik gelenek(20. yy. başından beri özellikle Anglosakson dünyasında yaygınlaşan dil çözümlemelerine dayalı, felsefe yöntemini geliştiren ve felsefenin görevini mantıksal dil çözümlemesiyle sınırlayan felsefe akımının tümüne verilen ad.) içinde yer alan filozoflar ve hem de Kıta Avrupası felsefesi geleneği içinde yer alan filozoflar tarafından, büyük bir şahsiyet olarak saygı gösterilir. Kant 'ın `eleştirel felsefesi' insanî bilgi ve tecrübenin sınırlarıyla temel teşkil eden yapısını ortaya koymaya çalışır ki, bu, insan aklının felsefî ya da `****fiziksel' sorularla olan ilişkisi içinde yüz yüze geldiği ikilemi yansıttığı için, ta baştan beri hem olumsuz ve hem de olumlu niyetler içeren bir projedir: “İnsan aklının, bilgisinin bir türünde, aklın bizzat kendisinin doğası tarafından emredildiği için göz ardı edemediği, ama tüm güçlerini aştığı için de, cevaplamaya muvaffak olamadığı sorular tarafından sıkıntıya sokulma gibi garip bir yazgısı vardır.”
Kant 'ın eleştirel felsefesi , Aydınlanma düşüncesinin temel konularından birçoğunu anlamlı bir biçimde bir araya getirdiği için, Avrupa felsefesinin daha sonraki gelişiminde esaslı bir rol .oynayabilmiştir. Hepsinden önemlisi, onun, dış dünyaya ilişkin, varlığı en açık bir biçimde doğa bilimlerinde kanıtlanan bilgi türüyle ilgili olan `saf aklın' eleştirisi, dönemin muhtemelen temel felsefi tartışması olmuş olan konuda karşıt kampların, empirizm ve rasyonalizmin yaratıcı bir sentezini sağlar.
Gerek empirizm ve gerekse rasyonalizm karakteristik bir biçimde, insan bilgisini sağlam ve şüphe edilemez temeller üzerine oturtmaya ve dinî bilginin düzmece iddialarına karşı koymaya çalışır. Bu tutum, haklı kılınamayan iddialar ve bâtıl itikat kalıntılarından arındırılmış bir dinî inançla, elbette uyuşmaz değildir. İnsan bilgisini oldukça yetersiz bir alet olarak gören şüpheci empiristler, alternatif bilgelik kaynaklarına zaman zaman açık olmuşlardır.
John Locke (1632-1704), George Berkeley (1685-1753) ve David Hume gibi empiristler, insan bilgisinin tümünün son çözümlemede tecrübelere -dış dünyaya ilişkin `izlenimler'imize ya da `duyumlara' veya `gözlemler'e dayandığını öne sürerler. a posteriori ya da bizim yalnızca uygun tecrübelere sahip olduktan sonra erişebileceğimiz bir ,sey olduğunu savunurlar. Bilgimiz doğuştan düşüncelere dayanmaz: Dünyaya geldiğimizde, zihin boş bir levha veya tabula rasadır.
Rasyonalistler ise, tam tersine, bizim insan bilgisinin önemli, muhtemelen en önemli örneklerine, tecrübeden önce ya da bağımsız olarak erişebileceğimizi öne sürerler. Rasyonalistler, felsefede Platonik geleneğe daha yakındırlar. Gözde modelleri olarak doğa biliminden ziyade saf matematik ve mantığı seçen rasyonalistler, bu tür bilginin yalnızca, bizim a priori ya da tecrübeden bağımsız bir biçimde sahip olabileceğimiz bir şey olarak anlaşılabileceğini savunurlar. Daha önce, Platon un diyalogları bu bakış açısını savunan argümanlar içerir. Phaidon adlı diyalogda, Sokrates , ruhun ölümsüzlüğünü kanıtlamak için, `bilgi dediğimiz şeyin yalnızca anımsama olduğu' görüşünü savunur. Menon 'da ise, o öğrenme sürecini, daha önceden bilmiş olmamız gereken şeyleri bir tür hatırlama ya da anımsama olarak tanımlamak için, geometrideki kanıtlama örneklerini kullanır.Matematik ve mantığın doğruları tecrübeye müracaat edilmeksizin ispat edilebilir ve onunla asla çelişmez. Hiçbir sayıda gözlem bizi asla, `2+2'nin 5 ettiği'ne ya da `Yağmur yağmaktadır ve yağmur yağmamaktadır'ın doğru olduğuna inandıramaz. Tam anlamıyla doğru olan çizgiler, hiçbir yer işgal etmeyen noktalar, yetkin daire ve üçgenler benzeri soyut matematiksel entitelerle [ayrı ve müstakil varoluşa sahip olan ve nesnel ya da kavramsal gerçekliğe sahip olan şeylerle, çev.], tecrübede hiçbir zaman karşılaşılmaz. Bu takdirde, biz bu entitelerin bilgisine, Euklides geometrisinde ispatlanan bilgi türüne, o bir şekilde doğuştan olmadıkça, nasıl sahip olabiliriz? Rasyonalistler, bu bilgiyi, ister tecrübeden yapılan genellemenin ürünü, ya da ister son çözümlemede tanım gereği doğru olan içeriksiz doğrulardan , meydana gelen bir şey olarak, başka bir biçimde açıklama yönündeki empirist teşebbüslerle ikna olmazlar.
Kant , hem empirizmin ve hem de rasyonalizmin vukuflarını(anlama,bilgi) bir araya getirme çabası verir. O, rasyonalistlerle bizim a priori olarak bilebileceğimiz önemli doğrular olduğu konusunda uyuşur, fakat bu tür bir bilginin imkânı için, rasyonalizm tarafından sağlanan herhangi bir açıklamadan, daha uygun bir açıklama sağlamanın yollarını arar. O, empiristlerle de bilgimizin büyük bir bölümünün tecrübeye dayandığı hususunda uyuşur, ama Kant 'a göre, empiristler, zihnin duyum ya da `sezgi'den aldığı empirik `içeriğe' yaptığı `formel' katkıyı göz ardı ederler. Biz bilgimizin tikel içerikleri için her ne kadar tecrübeye, `alnlığa' veya sezgiye dayansak da, söz konusu tecrübenin yapısı ya da formu insan zihni veya insanın `anlama yetisi' tarafından sağlanır. Bir dış dünyaya ilişkin tecrübe, zihin tarafından sağlanan form olmadan, hiçbir şekilde mümkün olamaz. Başka bir deyişle, Kant 'a göre, hem empiristlerin ve hem de rasyonalistlerin görüşleri aynı şekilde tek yanlıdır. Rasyonalistler hakikî bilimsel bilgi için vazgeçilmez bir önemi olan tecrübe ya da sezginin katkısını küçümserler. Empiristler ise, tecrübenin öneminin bilincindedirler, fakat kendileriyle tecrübemizin düzenlendiği `kavramlar'ın ya da formel yapının önemini fark edemezler. Ünlü bir söz Kant 'ın bakış açısını şöyle özetler: `İçeriksiz düşünceler boş, kavramsız sezgiler de kördür. Öyleyse, kavramlarımızı duyusal hâle getirme, yani sezgide onlara nesne ekleme; sezgilerimizi de anlaşılır kılma, yani onları kavramların altına yerleştirme zorunluluğu vardır.Tecrübe zorunlulukla, tecrübeye form kazandıran `düşünceler' veya kavramlarla, ona içeriğini veren `sezgiler'in bir birleşiminden meydana gelir. Kant'ın temel kavrayışı, insan bilgisini açıklama problemi için ayırıcı bir çözüme izin verir. Kant bilinçli bir biçimde, Galileo, Torricelli ve Stahl gibi bilim adamlarının göz kamaştırıcı başarılarını ima ederek, katkısını ****fizikte `bir Kopernik devrimi', daha önceki felsefi kabullerin, Kopernik 'in astronomi alanında başardıklarıyla kı- yaslanabilir, bir yıkılışı diye tarif eder:
Gök cisimlerinin hareketlerini, onların gözlemcinin çevresinde döndüğü kabulüne dayanarak açıklarken tatminkâr bir ilerleme' sağlayamayan Kopernik , yıldızların sabit kaldığı, gözlemcinin onların çevresinde döndüğü düşünüldüğünde, daha başarılı olup olamayacağını araştırdı. Nesnelere ilişkin sezgi söz konusu olduğunda, benzer bir tecrübe ****fizikte de denenebilir. Sezginin nesnelerin kuruluşuna uyması gerekirse, bu takdirde ikinciye ilişkin bir şeyleri nasıl olup da a priori bir biçimde bilebileceğimizi anlayamam; fakat (duyularımızın nesnesi olarak) nesnenin sezgi yetimizin kuruluşuna uyması gerekirse, bu imkânı kavramakta hiçbir güçlüğüm olmaz... Tecrübenin kendisi, anlama yetisini içeren bilginin bir türüdür; anlama yetisinin de, bende, nesnelerin bana verilmiş olmalarından önce var olduklarını ve dolayısıyla, a priori olduklarını varsaymam gereken kuralları vardır.
Tecrübeye formunu sağlayan zihnimiz ya da anlama yetimiz olduğu için, bizim tecrübenin yapısına ya da formuna -bizim için tecrübe olabilmesi mümkün olacaksa eğer, tüm tecrübelerin paylaşmak zorunda olduğu foıma- ilişkin a priori bilgiye sahip olmamız mümkün olur. Kant bu özel bilgi türüne `transendental' bilgi adını verir, zira o her ne kadar tecrübemizin doğasıyla ilgili olsa da, empiristlerin düşünmüş oldukları gibi, tecrübeden türetilmez.
Kant tecrübemizin zorunlu yapısıyla ilgili iddialarını, sonraki felsefe için önemli hâle gelecek olan, başka bir ayırımla daha ifade eder. Ayırım, a priori ve a posteriori bilgi ayırımına kestirme yoldan gitmeyi amaçlayan, `analitik' doğruyla `sentetik'doğru arasındaki ayırımdır. Analitik doğruların, tıpkı basit tanımlar gibi, doğru ya da yanlış oldukları, yalnızca içerdikleri kavramların anlamları sayesinde, veya başka bir deyişle, analiz yoluyla bilinebilir. Örneğin, `Bekâr kişi evlenmemiş erkektir' önermesi, içerdiği terimlerin en azından bir sarih yorumuna bağlı olarak, yalnızca tanım gereği doğru olan bir önermedir. Kantçı terimlerle ifade edildiğinde, yüklem konumunda bulunan kavram (`...evlenmemiş erkektir') özne konumunda bulunan kavramda (`Bekâr kişi') içerilir. Oysa, sentetik önermelerin doğruluklarına bu şekilde karar verilemez. `Hiçbir kadın hiçbir zaman ABD Başkanı olmamıştır', sadece sentetik olarak bilinebilecek olan bir doğrudur. Bu örnekte, özne konumunda bulunan kavram, açıktır ki, yüklem konumunda bulunan kavramda içerilmez (erkek olmak Başkan tanımının bir parçası değildir). Kullandığımız terimlerin anlamlarına bağlı olan ve bize gerçek dünya hakkında hiçbir şey söylemeyen analitik önermeler, a priori bilginin makul örnekleridir. Onların doğru olduklarını gözlem ya da tecrübe yoluyla keşfetmiyoruz. Sentetik doğruların en açık örneklerinin ise, olgusal olarak bilgi verdikleri, aktüel veri ya da deneye dayandıkları ve dolayısıyla a posteriori oldukları görülür. Kant için, tecrübenin temel formu ya da yapısına ilişkin transendental bilgi, kritik bir biçimde, hem sentetik ve hem de a priori doğruların daha az aşikâr olan imkânını içerir. Başka bir deyişle, Kant'ın felsefesi bizim tecrübenin yapısının önemsiz olmayan veya mühim bilgisine, her tür deneyden bağımsız bir biçimde sahip olabileceğimize işaret eder. Kant bu yeni yaklaşımını, çoğu zaman yanlış anlaşılmış olan bir tasvirle, `transendental idealizm' olarak betimler. Felsefi terimlerle ifade edildiğinde, idealizm genellikle, bir dış, maddî gerçekliğin var olmadığı inancıyla birleştirilir. Yalnızca ideler vardır. Empirizm, bu inanca ***üren septik yolu sağlar. Eğer dış dünyaya ilişkin bütün bilgimiz görünüşte `zihinde' olan duyumlardan geliyorsa, `oradaki' bir şeyin duyumlarımıza tekabül ettiğini nasıl bilebiliriz? Herşey bir yana, biz düş gördüğümüz ya da sanrılara kapıldığımız zaman, benzer duyumlara sahip oluruz, ama onların aldatıcı oldukları ortaya çıkar. Tecrübemizin doğuluğunu tahkik edebilmenin tek yolu diğer duyumlardır, fakat aynı problem onlar için de geçerlidir.
Şüpheci idealistler, bizim dış dünyanın varoluşu ya da doğasının kesin bilgisine sahip olamayacağımızı öne sürerler; biz yalnızca duyumlarımızın bilgisine sahip olabiliriz. `Dini bütün piskopos' Berkeley gibi dogmatik idealistler, maddî gerçeklik düşüncesinin bizzat kendisinin tutarsız ya da çelişik olmasından ötürü, gerçekliğin özü itibariyle zihinsel olduğunu bilebileceklerini savlayarak, bir adım daha ileri giderler. Bu görüşün çağdaş versiyonuna göre, gerçeklik hakkındaki bütün önermelerimiz, `duyu verileri'yle ilgili olan kılık değiştirmiş önermelerdir. Günümüzde `fenomenalizm' olarak bilinen görüşe göre, fizikî nesnelerle ilgili önermeler, duyu verileriyle ilgili önermelerden meydana gelen mantıksal konstrüksiyonlardır. Dolayısıyla, bir ağaçla ilgili bir önerme kurduğum zaman, o ilke olarak duyumlarımla -gördüğüm ve belli koşullar altında göreceğim şeylerle- ilgili bir kompleks önermeler dizisine indirgenebilir. Sağduyunun bir dış maddî dünya ile ilgili olarak genelde öne sürdüğünün tam tersine, dış dünya hakkında bildiklerimi ifade eden önermeler, söz konusu önerme dizilerinin ikincisidir.
Kant 'ın transendental idealizmi, özellikle analitik yaklaşımı benimsemiş fılozoflar tarafından, yanlış anlaşılmış ve yukarıdaki idealizm ya da fenomenalizmin bir versiyonu olarak görülmüştür. Oysa, Kant 'ın transendental idealizmi, gerçekte, onun `empirik' idealizm adını verdiği görüşün bütün formlarını çürütmek için tasarlanmıştır. Kısaca, Kant , bize göründüğü şekliyle dünyanın, `görünüşler dünyası' ya da `fenomenal dünya'nın, kaçınılmaz bir biçimde, zaman ve mekân içinde, birbirleriyle nedensel etkileşim içinde bulunan nesnelerin maddî bir dünyası olarak tecrübe edildiğini iddia eder. Biz, dünyayı `kendinde var olduğu' şekliyle bilemediğimiz gibi, `numenal' dünyanın `kendinde şeylerinin' fiilen bu şekilde organize edildiklerini de bilemeyiz. Biz, sadece görünüşler dünyasının bilgisine sahip olabiliriz; dünyanın gerçekte, tam tamına göründüğü gibi olduğunu varsayamayız. Ancak çok daha önemlisi bu, bizim yalnızca zihinlerimizin içeriklerinin bilgisine sahip olabileceğimiz veya görünüşle gerçeklik arasındaki ayırımın bir temeli olmadığı -empirik idealistler tarafından çıkartılan sonuç- anlamına gelmez. Allisoti un da işaret ettiği gibi, Kant salt `görünüş' (Apparenı) ya da `yanılsama' (Schein) ile gerçeklik arasında bir ayırım yapar. Söz konusu ayırım, insan bilgisinin mümkün tek nesnesi olan `görünüşler dünyası' (Erscheinungen) içinde yapılır. Kendi terimleriyle söylendiğinde, Kant bir empirik realisttir: Gerçekliğin nesnel bir bilgisine erişebiliriz. Kant'ın görünüşle gerçeklik arasındaki transendental ayırımının anlatmak istediği şey, farklı bir düzenle ilgilidir. Allison'un da söylediği gibi, '
Transendental düzeyde, ... görünüşlerle kendinde şeyler arasındaki ayırım, öncelikle, şeyleri (yani, empirik nesneleri) `ele almanın', biri insan duyarlığının öznel koşullarıyla (zaman ve mekânla) ilişki içinde ve dolayısıyla, `göründükleri' şekilde, diğeri de bu koşullardan bağımsız olarak, ve binaenaleyh `kendilerinde oldukları' şekilde olmak üzere, iki ayrı yoluna işaret eder.
Kant 'ın transendental ayırımının gözettiği amaç, şüphecilik ve empirik idealizm de dahil olmak üzere, onun çoğu ****fıziksel karışıklığın kaynağı olarak gördüğü şeyin, yani transendental realizmin altını oymaktır. Transendental realist, görünüşleri kendinde şeyler olarak değerlendirir ya da başka bir deyişle, onların `insan bilgisinin tümel, zorunlu ve dolayısıyla a priori koşullarından' bağımsız olduğunu düşünür. Gerçekten de, transendental realist, insan bilgisini sonsuz bir akıla ya da Tanrı'ya açık olan mükemmel ya da mutlak bilginin aşağı düzeyde ya da bulanık bir taklidi olarak anlar. Kant 'a göre, şüphecilik ve empirik idealizm insan bilgisini bu şekilde anlamaya kalkışmanın doğal sonuçlandır.
Kant 'ın transendental realizmi reddedişi, böylelikle kendi Kopernik devrimini daha anlamlı kılmasına da yardımcı olur. Kopernik, temelde dinî nedenlerle, insanlık Tanrı'nın en önemli yaratığı olduğu için, yer- yüzünün evrenin merkezinde bulunması gerektiğinde ısrar eden bir kozmolojinin yıkılmasına katkıda bulundu. Benzer bir biçimde, Kant'ın eleştirel felsefesine yüklediği esas ödev, daha önceki ****fiziksel karışıklığın son çözümlemede dinî olan kaynaklarını yok etmektir. İnsan bilgisi, yanıltıcı ve erişilemez olan tanrısal sezgi standartına göre değil, bütünüyle insanî öge ya da terimlerle anlaşılmalıdır. Kant 'ın transendental idealizmin yararını göstermeye çalışan ek ispatı, onun, transendental bakımdan realist bir perspektifin sonucu olan ****fıziksel paradokslara ilişkin tartışmasında bulunur. Gerçeklik hakkında, insan bilgisinin kaçınılmaz koşullarından soyutlanarak, önemli bir şey söyleme teşebbüsü, 'kadîm ya da `dogmatik' ****fiziğin çelişki ya da `antinomilerine' ***ürür. Critigue of Pure Reason [Saf Aklın Eleştirisi] 'ın ikinci kısmı Transendental Diyalektikte, Kant Kant 'ın tecrübemizin zorunlu yapısıyla ilgili iddiaları kanıtlama teşebbüsleri, bununla birlikte, bir ihtilâf kaynağı olup çıkmıştır. Özellikle de, onun `kategorilerin transendental dedüksiyonu' çok sıkı bir incelemeye tâbi tutulmuştur. Transendental dedüksiyon, tecrübemizin, Kant'ın bütün mümkün tecrübenin transendental koşulları olduklarını iddia ettiği, temel karakteristiklerinin zarurîliğini gözler önüne sermeyi amaçlar. Kısacası, o, birbirleriyle nedensel etkileşim içinde bulunan nesnelerin maddî dünyasıyla, tecrübenin birlikli öznesini, eşdeyişle `tüm tasarımlarımıza eşlik edebilmesi' gereken `düşünüyorum'u tanımlayan `sezgi formları' olarak zaman ve mekânın zarurîliğiyle `anlama yetisinin saf kavramları'nın zorunluluğunu kanıtlama amacı güder.
Immanuel Kant’ın Eleştirel Felsefesi
Aydınlanma felsefesinin, elbette birçok varyantı vardır. Bununla birlikte, fılozof Immanuel Kant (1724-1804), bu fikirlerin gelişiminde esaslı bir yer işgal eder. Ona, eserlerinin farklı yönlerine dikkat çekilmek ve bunların içinden de farklılık gösteren kimi yorumlara iltimas geçilmekle birlikte, hem analitik gelenek(20. yy. başından beri özellikle Anglosakson dünyasında yaygınlaşan dil çözümlemelerine dayalı, felsefe yöntemini geliştiren ve felsefenin görevini mantıksal dil çözümlemesiyle sınırlayan felsefe akımının tümüne verilen ad.) içinde yer alan filozoflar ve hem de Kıta Avrupası felsefesi geleneği içinde yer alan filozoflar tarafından, büyük bir şahsiyet olarak saygı gösterilir. Kant 'ın `eleştirel felsefesi' insanî bilgi ve tecrübenin sınırlarıyla temel teşkil eden yapısını ortaya koymaya çalışır ki, bu, insan aklının felsefî ya da `****fiziksel' sorularla olan ilişkisi içinde yüz yüze geldiği ikilemi yansıttığı için, ta baştan beri hem olumsuz ve hem de olumlu niyetler içeren bir projedir: “İnsan aklının, bilgisinin bir türünde, aklın bizzat kendisinin doğası tarafından emredildiği için göz ardı edemediği, ama tüm güçlerini aştığı için de, cevaplamaya muvaffak olamadığı sorular tarafından sıkıntıya sokulma gibi garip bir yazgısı vardır.”
Kant 'ın eleştirel felsefesi , Aydınlanma düşüncesinin temel konularından birçoğunu anlamlı bir biçimde bir araya getirdiği için, Avrupa felsefesinin daha sonraki gelişiminde esaslı bir rol .oynayabilmiştir. Hepsinden önemlisi, onun, dış dünyaya ilişkin, varlığı en açık bir biçimde doğa bilimlerinde kanıtlanan bilgi türüyle ilgili olan `saf aklın' eleştirisi, dönemin muhtemelen temel felsefi tartışması olmuş olan konuda karşıt kampların, empirizm ve rasyonalizmin yaratıcı bir sentezini sağlar.
Gerek empirizm ve gerekse rasyonalizm karakteristik bir biçimde, insan bilgisini sağlam ve şüphe edilemez temeller üzerine oturtmaya ve dinî bilginin düzmece iddialarına karşı koymaya çalışır. Bu tutum, haklı kılınamayan iddialar ve bâtıl itikat kalıntılarından arındırılmış bir dinî inançla, elbette uyuşmaz değildir. İnsan bilgisini oldukça yetersiz bir alet olarak gören şüpheci empiristler, alternatif bilgelik kaynaklarına zaman zaman açık olmuşlardır.
John Locke (1632-1704), George Berkeley (1685-1753) ve David Hume gibi empiristler, insan bilgisinin tümünün son çözümlemede tecrübelere -dış dünyaya ilişkin `izlenimler'imize ya da `duyumlara' veya `gözlemler'e dayandığını öne sürerler. a posteriori ya da bizim yalnızca uygun tecrübelere sahip olduktan sonra erişebileceğimiz bir ,sey olduğunu savunurlar. Bilgimiz doğuştan düşüncelere dayanmaz: Dünyaya geldiğimizde, zihin boş bir levha veya tabula rasadır.
Rasyonalistler ise, tam tersine, bizim insan bilgisinin önemli, muhtemelen en önemli örneklerine, tecrübeden önce ya da bağımsız olarak erişebileceğimizi öne sürerler. Rasyonalistler, felsefede Platonik geleneğe daha yakındırlar. Gözde modelleri olarak doğa biliminden ziyade saf matematik ve mantığı seçen rasyonalistler, bu tür bilginin yalnızca, bizim a priori ya da tecrübeden bağımsız bir biçimde sahip olabileceğimiz bir şey olarak anlaşılabileceğini savunurlar. Daha önce, Platon un diyalogları bu bakış açısını savunan argümanlar içerir. Phaidon adlı diyalogda, Sokrates , ruhun ölümsüzlüğünü kanıtlamak için, `bilgi dediğimiz şeyin yalnızca anımsama olduğu' görüşünü savunur. Menon 'da ise, o öğrenme sürecini, daha önceden bilmiş olmamız gereken şeyleri bir tür hatırlama ya da anımsama olarak tanımlamak için, geometrideki kanıtlama örneklerini kullanır.Matematik ve mantığın doğruları tecrübeye müracaat edilmeksizin ispat edilebilir ve onunla asla çelişmez. Hiçbir sayıda gözlem bizi asla, `2+2'nin 5 ettiği'ne ya da `Yağmur yağmaktadır ve yağmur yağmamaktadır'ın doğru olduğuna inandıramaz. Tam anlamıyla doğru olan çizgiler, hiçbir yer işgal etmeyen noktalar, yetkin daire ve üçgenler benzeri soyut matematiksel entitelerle [ayrı ve müstakil varoluşa sahip olan ve nesnel ya da kavramsal gerçekliğe sahip olan şeylerle, çev.], tecrübede hiçbir zaman karşılaşılmaz. Bu takdirde, biz bu entitelerin bilgisine, Euklides geometrisinde ispatlanan bilgi türüne, o bir şekilde doğuştan olmadıkça, nasıl sahip olabiliriz? Rasyonalistler, bu bilgiyi, ister tecrübeden yapılan genellemenin ürünü, ya da ister son çözümlemede tanım gereği doğru olan içeriksiz doğrulardan , meydana gelen bir şey olarak, başka bir biçimde açıklama yönündeki empirist teşebbüslerle ikna olmazlar.
Kant , hem empirizmin ve hem de rasyonalizmin vukuflarını(anlama,bilgi) bir araya getirme çabası verir. O, rasyonalistlerle bizim a priori olarak bilebileceğimiz önemli doğrular olduğu konusunda uyuşur, fakat bu tür bir bilginin imkânı için, rasyonalizm tarafından sağlanan herhangi bir açıklamadan, daha uygun bir açıklama sağlamanın yollarını arar. O, empiristlerle de bilgimizin büyük bir bölümünün tecrübeye dayandığı hususunda uyuşur, ama Kant 'a göre, empiristler, zihnin duyum ya da `sezgi'den aldığı empirik `içeriğe' yaptığı `formel' katkıyı göz ardı ederler. Biz bilgimizin tikel içerikleri için her ne kadar tecrübeye, `alnlığa' veya sezgiye dayansak da, söz konusu tecrübenin yapısı ya da formu insan zihni veya insanın `anlama yetisi' tarafından sağlanır. Bir dış dünyaya ilişkin tecrübe, zihin tarafından sağlanan form olmadan, hiçbir şekilde mümkün olamaz. Başka bir deyişle, Kant 'a göre, hem empiristlerin ve hem de rasyonalistlerin görüşleri aynı şekilde tek yanlıdır. Rasyonalistler hakikî bilimsel bilgi için vazgeçilmez bir önemi olan tecrübe ya da sezginin katkısını küçümserler. Empiristler ise, tecrübenin öneminin bilincindedirler, fakat kendileriyle tecrübemizin düzenlendiği `kavramlar'ın ya da formel yapının önemini fark edemezler. Ünlü bir söz Kant 'ın bakış açısını şöyle özetler: `İçeriksiz düşünceler boş, kavramsız sezgiler de kördür. Öyleyse, kavramlarımızı duyusal hâle getirme, yani sezgide onlara nesne ekleme; sezgilerimizi de anlaşılır kılma, yani onları kavramların altına yerleştirme zorunluluğu vardır.Tecrübe zorunlulukla, tecrübeye form kazandıran `düşünceler' veya kavramlarla, ona içeriğini veren `sezgiler'in bir birleşiminden meydana gelir. Kant'ın temel kavrayışı, insan bilgisini açıklama problemi için ayırıcı bir çözüme izin verir. Kant bilinçli bir biçimde, Galileo, Torricelli ve Stahl gibi bilim adamlarının göz kamaştırıcı başarılarını ima ederek, katkısını ****fizikte `bir Kopernik devrimi', daha önceki felsefi kabullerin, Kopernik 'in astronomi alanında başardıklarıyla kı- yaslanabilir, bir yıkılışı diye tarif eder:
Gök cisimlerinin hareketlerini, onların gözlemcinin çevresinde döndüğü kabulüne dayanarak açıklarken tatminkâr bir ilerleme' sağlayamayan Kopernik , yıldızların sabit kaldığı, gözlemcinin onların çevresinde döndüğü düşünüldüğünde, daha başarılı olup olamayacağını araştırdı. Nesnelere ilişkin sezgi söz konusu olduğunda, benzer bir tecrübe ****fizikte de denenebilir. Sezginin nesnelerin kuruluşuna uyması gerekirse, bu takdirde ikinciye ilişkin bir şeyleri nasıl olup da a priori bir biçimde bilebileceğimizi anlayamam; fakat (duyularımızın nesnesi olarak) nesnenin sezgi yetimizin kuruluşuna uyması gerekirse, bu imkânı kavramakta hiçbir güçlüğüm olmaz... Tecrübenin kendisi, anlama yetisini içeren bilginin bir türüdür; anlama yetisinin de, bende, nesnelerin bana verilmiş olmalarından önce var olduklarını ve dolayısıyla, a priori olduklarını varsaymam gereken kuralları vardır.
Tecrübeye formunu sağlayan zihnimiz ya da anlama yetimiz olduğu için, bizim tecrübenin yapısına ya da formuna -bizim için tecrübe olabilmesi mümkün olacaksa eğer, tüm tecrübelerin paylaşmak zorunda olduğu foıma- ilişkin a priori bilgiye sahip olmamız mümkün olur. Kant bu özel bilgi türüne `transendental' bilgi adını verir, zira o her ne kadar tecrübemizin doğasıyla ilgili olsa da, empiristlerin düşünmüş oldukları gibi, tecrübeden türetilmez.
Kant tecrübemizin zorunlu yapısıyla ilgili iddialarını, sonraki felsefe için önemli hâle gelecek olan, başka bir ayırımla daha ifade eder. Ayırım, a priori ve a posteriori bilgi ayırımına kestirme yoldan gitmeyi amaçlayan, `analitik' doğruyla `sentetik'doğru arasındaki ayırımdır. Analitik doğruların, tıpkı basit tanımlar gibi, doğru ya da yanlış oldukları, yalnızca içerdikleri kavramların anlamları sayesinde, veya başka bir deyişle, analiz yoluyla bilinebilir. Örneğin, `Bekâr kişi evlenmemiş erkektir' önermesi, içerdiği terimlerin en azından bir sarih yorumuna bağlı olarak, yalnızca tanım gereği doğru olan bir önermedir. Kantçı terimlerle ifade edildiğinde, yüklem konumunda bulunan kavram (`...evlenmemiş erkektir') özne konumunda bulunan kavramda (`Bekâr kişi') içerilir. Oysa, sentetik önermelerin doğruluklarına bu şekilde karar verilemez. `Hiçbir kadın hiçbir zaman ABD Başkanı olmamıştır', sadece sentetik olarak bilinebilecek olan bir doğrudur. Bu örnekte, özne konumunda bulunan kavram, açıktır ki, yüklem konumunda bulunan kavramda içerilmez (erkek olmak Başkan tanımının bir parçası değildir). Kullandığımız terimlerin anlamlarına bağlı olan ve bize gerçek dünya hakkında hiçbir şey söylemeyen analitik önermeler, a priori bilginin makul örnekleridir. Onların doğru olduklarını gözlem ya da tecrübe yoluyla keşfetmiyoruz. Sentetik doğruların en açık örneklerinin ise, olgusal olarak bilgi verdikleri, aktüel veri ya da deneye dayandıkları ve dolayısıyla a posteriori oldukları görülür. Kant için, tecrübenin temel formu ya da yapısına ilişkin transendental bilgi, kritik bir biçimde, hem sentetik ve hem de a priori doğruların daha az aşikâr olan imkânını içerir. Başka bir deyişle, Kant'ın felsefesi bizim tecrübenin yapısının önemsiz olmayan veya mühim bilgisine, her tür deneyden bağımsız bir biçimde sahip olabileceğimize işaret eder. Kant bu yeni yaklaşımını, çoğu zaman yanlış anlaşılmış olan bir tasvirle, `transendental idealizm' olarak betimler. Felsefi terimlerle ifade edildiğinde, idealizm genellikle, bir dış, maddî gerçekliğin var olmadığı inancıyla birleştirilir. Yalnızca ideler vardır. Empirizm, bu inanca ***üren septik yolu sağlar. Eğer dış dünyaya ilişkin bütün bilgimiz görünüşte `zihinde' olan duyumlardan geliyorsa, `oradaki' bir şeyin duyumlarımıza tekabül ettiğini nasıl bilebiliriz? Herşey bir yana, biz düş gördüğümüz ya da sanrılara kapıldığımız zaman, benzer duyumlara sahip oluruz, ama onların aldatıcı oldukları ortaya çıkar. Tecrübemizin doğuluğunu tahkik edebilmenin tek yolu diğer duyumlardır, fakat aynı problem onlar için de geçerlidir.
Şüpheci idealistler, bizim dış dünyanın varoluşu ya da doğasının kesin bilgisine sahip olamayacağımızı öne sürerler; biz yalnızca duyumlarımızın bilgisine sahip olabiliriz. `Dini bütün piskopos' Berkeley gibi dogmatik idealistler, maddî gerçeklik düşüncesinin bizzat kendisinin tutarsız ya da çelişik olmasından ötürü, gerçekliğin özü itibariyle zihinsel olduğunu bilebileceklerini savlayarak, bir adım daha ileri giderler. Bu görüşün çağdaş versiyonuna göre, gerçeklik hakkındaki bütün önermelerimiz, `duyu verileri'yle ilgili olan kılık değiştirmiş önermelerdir. Günümüzde `fenomenalizm' olarak bilinen görüşe göre, fizikî nesnelerle ilgili önermeler, duyu verileriyle ilgili önermelerden meydana gelen mantıksal konstrüksiyonlardır. Dolayısıyla, bir ağaçla ilgili bir önerme kurduğum zaman, o ilke olarak duyumlarımla -gördüğüm ve belli koşullar altında göreceğim şeylerle- ilgili bir kompleks önermeler dizisine indirgenebilir. Sağduyunun bir dış maddî dünya ile ilgili olarak genelde öne sürdüğünün tam tersine, dış dünya hakkında bildiklerimi ifade eden önermeler, söz konusu önerme dizilerinin ikincisidir.
Kant 'ın transendental idealizmi, özellikle analitik yaklaşımı benimsemiş fılozoflar tarafından, yanlış anlaşılmış ve yukarıdaki idealizm ya da fenomenalizmin bir versiyonu olarak görülmüştür. Oysa, Kant 'ın transendental idealizmi, gerçekte, onun `empirik' idealizm adını verdiği görüşün bütün formlarını çürütmek için tasarlanmıştır. Kısaca, Kant , bize göründüğü şekliyle dünyanın, `görünüşler dünyası' ya da `fenomenal dünya'nın, kaçınılmaz bir biçimde, zaman ve mekân içinde, birbirleriyle nedensel etkileşim içinde bulunan nesnelerin maddî bir dünyası olarak tecrübe edildiğini iddia eder. Biz, dünyayı `kendinde var olduğu' şekliyle bilemediğimiz gibi, `numenal' dünyanın `kendinde şeylerinin' fiilen bu şekilde organize edildiklerini de bilemeyiz. Biz, sadece görünüşler dünyasının bilgisine sahip olabiliriz; dünyanın gerçekte, tam tamına göründüğü gibi olduğunu varsayamayız. Ancak çok daha önemlisi bu, bizim yalnızca zihinlerimizin içeriklerinin bilgisine sahip olabileceğimiz veya görünüşle gerçeklik arasındaki ayırımın bir temeli olmadığı -empirik idealistler tarafından çıkartılan sonuç- anlamına gelmez. Allisoti un da işaret ettiği gibi, Kant salt `görünüş' (Apparenı) ya da `yanılsama' (Schein) ile gerçeklik arasında bir ayırım yapar. Söz konusu ayırım, insan bilgisinin mümkün tek nesnesi olan `görünüşler dünyası' (Erscheinungen) içinde yapılır. Kendi terimleriyle söylendiğinde, Kant bir empirik realisttir: Gerçekliğin nesnel bir bilgisine erişebiliriz. Kant'ın görünüşle gerçeklik arasındaki transendental ayırımının anlatmak istediği şey, farklı bir düzenle ilgilidir. Allison'un da söylediği gibi, '
Transendental düzeyde, ... görünüşlerle kendinde şeyler arasındaki ayırım, öncelikle, şeyleri (yani, empirik nesneleri) `ele almanın', biri insan duyarlığının öznel koşullarıyla (zaman ve mekânla) ilişki içinde ve dolayısıyla, `göründükleri' şekilde, diğeri de bu koşullardan bağımsız olarak, ve binaenaleyh `kendilerinde oldukları' şekilde olmak üzere, iki ayrı yoluna işaret eder.
Kant 'ın transendental ayırımının gözettiği amaç, şüphecilik ve empirik idealizm de dahil olmak üzere, onun çoğu ****fıziksel karışıklığın kaynağı olarak gördüğü şeyin, yani transendental realizmin altını oymaktır. Transendental realist, görünüşleri kendinde şeyler olarak değerlendirir ya da başka bir deyişle, onların `insan bilgisinin tümel, zorunlu ve dolayısıyla a priori koşullarından' bağımsız olduğunu düşünür. Gerçekten de, transendental realist, insan bilgisini sonsuz bir akıla ya da Tanrı'ya açık olan mükemmel ya da mutlak bilginin aşağı düzeyde ya da bulanık bir taklidi olarak anlar. Kant 'a göre, şüphecilik ve empirik idealizm insan bilgisini bu şekilde anlamaya kalkışmanın doğal sonuçlandır.
Kant 'ın transendental realizmi reddedişi, böylelikle kendi Kopernik devrimini daha anlamlı kılmasına da yardımcı olur. Kopernik, temelde dinî nedenlerle, insanlık Tanrı'nın en önemli yaratığı olduğu için, yer- yüzünün evrenin merkezinde bulunması gerektiğinde ısrar eden bir kozmolojinin yıkılmasına katkıda bulundu. Benzer bir biçimde, Kant'ın eleştirel felsefesine yüklediği esas ödev, daha önceki ****fiziksel karışıklığın son çözümlemede dinî olan kaynaklarını yok etmektir. İnsan bilgisi, yanıltıcı ve erişilemez olan tanrısal sezgi standartına göre değil, bütünüyle insanî öge ya da terimlerle anlaşılmalıdır. Kant 'ın transendental idealizmin yararını göstermeye çalışan ek ispatı, onun, transendental bakımdan realist bir perspektifin sonucu olan ****fıziksel paradokslara ilişkin tartışmasında bulunur. Gerçeklik hakkında, insan bilgisinin kaçınılmaz koşullarından soyutlanarak, önemli bir şey söyleme teşebbüsü, 'kadîm ya da `dogmatik' ****fiziğin çelişki ya da `antinomilerine' ***ürür. Critigue of Pure Reason [Saf Aklın Eleştirisi] 'ın ikinci kısmı Transendental Diyalektikte, Kant Kant 'ın tecrübemizin zorunlu yapısıyla ilgili iddiaları kanıtlama teşebbüsleri, bununla birlikte, bir ihtilâf kaynağı olup çıkmıştır. Özellikle de, onun `kategorilerin transendental dedüksiyonu' çok sıkı bir incelemeye tâbi tutulmuştur. Transendental dedüksiyon, tecrübemizin, Kant'ın bütün mümkün tecrübenin transendental koşulları olduklarını iddia ettiği, temel karakteristiklerinin zarurîliğini gözler önüne sermeyi amaçlar. Kısacası, o, birbirleriyle nedensel etkileşim içinde bulunan nesnelerin maddî dünyasıyla, tecrübenin birlikli öznesini, eşdeyişle `tüm tasarımlarımıza eşlik edebilmesi' gereken `düşünüyorum'u tanımlayan `sezgi formları' olarak zaman ve mekânın zarurîliğiyle `anlama yetisinin saf kavramları'nın zorunluluğunu kanıtlama amacı güder.