İstiklâl Marşı

0101001

Uzman üye
16 Ağu 2012
1,807
2

233px-Mehmet_Akif.jpg



Mehmet Âkif Ersoy

Asıl adı Mehmet Ragif olan Mehmet Akif 1873 yılında İstanbul'da doğdu. Annesi Emine Şerife Hanım, babası Temiz Tâhir Efendidir. İlk tahsiline Emir Buhâri Mahalle Mektebinde başladı. İlk ve orta öğrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti. Babasının vefâtı ve evlerinin yanması üzerine mülkiyeyi bırakıp Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Tahsil hayâtı boyunca yabancı dil derslerine ilgi duydu. Fransızca ve Farsça öğrendi. Babasından Arapça dersleri aldı.

Zirâat nezâretinde baytar olarak vazife aldı. Üç dört sene Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da bulaşıcı hayvan hastalıkları tedâvisi için bir hayli dolaştı. Bu müddet zarfında halkla temasta bulundu. Âkif'in memuriyet hayatı 1893 yılında başlar ve 1913 târihine kadar devam eder.

Memuriyetinin yanında Ziraat Mektebinde ve Dârulfünûn'da edebiyat dersleri vermiştir.

1893 senesinde Tophâne-i Âmire veznedârı M. Emin Beyin kızı İsmet Hanımla evlendi.

Âkif okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarda kendi kendini yetiştirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genişletmeye çalıştı. Memuriyet hayatına başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak edebiyat sâhasındaki çalışmalarına devam etti. Fakat onun neşriyat âlemine girişi daha fazla 1908'de İkinci Meşrutiyetin îlânıyla başlar. Bu târihten itibaren şiirlerini Sırât-ı Müstakîm'de yayınlanır.

1920 târihinde Burdur Mebusu olarak Birinci Büyük Millet Meclisine seçildi. 17 Şubat 1921 günü İstiklâl Marşı'nı yazdı. Meclis 12 Martta bu marşı kabul etti.

1926 yılından îtibâren Mısır Üniversitesinde Türkçe dersleri verdi. Derslerden döndükce Kur'ân-ı kerîm tercümesiyle de meşgul oluyordu, fakat bu sırada siroza tutuldu. Önceleri hastalığının ehemmiyetini anlayamadı ve hava değişimiyle geçeceğini zannetti. Lübnan'a gitti. Ağustos 1936'da Antakya'ya geldi. Mısır'a hasta olarak döndü.

Hastalık onu harâb etmiş, bir deri bir kemik bırakmıştı. İstanbul'a geldi. Hastanede yattı, tedâvi gördü. Fakat hastalığın önüne geçilemedi. 27 Aralık 1936 târihinde vefat etti. Kabri Edirnekapı Mezarlığındadır.

İstiklal Marşı'nın Yazılış Öyküsü

23 Nisan 1920 de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılır. 1920 yazı içinde ülke topraklarının büyük bir bölümü işgal altındadır. Ankara düzenli bir ordu kurma çalışmaları içindedir. İstanbul Hükümeti Mondros Ateşkes hükümleri gereğince orduyu terhis etmiştir. Yeni bir ordu kurma çalışmalarında ise sayısız güçlüklerle karşılaşılmaktadır.

Meclis hükümeti yeni bir ordu kurarken bu orduyu ayakta tutacak, ona moral verecek güçleri de harekete geçirme çabasındadır. Yayınlanan gazeteler halkı işgal güçlerine karşı direnmeye, birlik olmaya, cesaret vermeye uğraşmaktadırlar. Gazete ve dergilerden önemli miktarları hükümet tarafından satın alınarak cephelere yönlendirilmekte, mitingler düzenlemekte ve camilerde vaazlar verilmektedir.İstiklal Marşı da halkın ve ordunun moral gücünü yükselteceği düşünülerek gündeme getirilmiştir.

Dönemin eğitim bakanı Rıza Nur hatıralarında marş yarışmasını kendisinin açtırdığını yazar:Yüce ihtilal ve savaş günleri. Böyle zamanlarda milletler en güzel milli marşlarını yaparlar.Bir milli marşın güfte ve bestesini yapana beş yüz lira maddi mükafat vereceğimi ilan ettim.
Gazetelerde ise İstiklal Marşı yarışması şöyle duyurulur:Şairlerimizin dikkatine:
Milletimizin dahili ve harici İstiklal uğruna girişmiş olduğu mücadeleyi ifade ve terennüm için bir İstiklal Marşı. Umur-u Maarif Vekili Celilesi nce müsabakaya vazedilmiştir.İşbu müsabaka, 23 Kanun-u evvel sene 36 tarihine kadar olup bir heyeti edebiye tarafından,gönderilen eserler arasından intihap edilecektir ve kabul edilen eserin güftesi için beş yüz lira mükafat verilecektir.

Ve yine laakal beş yüz lira tahsis edilecek olan beste için bilahare ayrıca bir müsabaka açılacaktır. Bütün müracaatlar Ankara da Büyük Millet Meclisi Maarif Vekaletine yapılacaktır.

Büyük Millet Meclisine ve Mustafa Kemal e muhalif Peyami Sabah gazetesi Milli marş tanzim ediyeler başlığı ile verdiği haberde Dün gelen Anadolu gazetelerinde Ankara Maarifi vekaletinin garip bir ilanı nazarı dikkatimizi cezp etti. sözleriyle okuyucularına duyurur.

Son şiir gönderme tarihi olan 23 aralık 1920 den sonra Eğitim Bakanlığı güfteleri incelemiş ancak içlerinde İstiklal Marşı olabilecek bir eser bulamamıştır. Bakan Hamdullah Suphi, Mehmet Akif in marşa ödül koyulması nedeniyle katılmadığını öğrenince şaire yazdığı mektupta ödül konusunun uygun bir şekilde çözümlenebileceğini ve yarışmaya katılmasını belirtir:
"Pek aziz ve muhterem efendim;
İstiklâl Marşı için açılan müsabakaya, iştirak buyurmamalarındaki sebebin izalesi için pek çok tedbirler vardır. Zat-ı üstadanelerinin matlup şiiri vücuda getirmeleri, maksadın husulü için son çare olarak kalmıştır. Asil endişenizin icap ettirdiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehyiç [heyecanlanma] vasıtasından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz ve tekrar eylerim efendim."
5 Şubat 1337 [1921],
Umur-u Maarif Vekili
Hamdullah Suphi

Mehmet Akif, Büyük Millet Meclisinde Burdur Milletvekilidir.
İlk şiirlerini okul sıralarında kaleme alan Akif bütün çağdaş aydınlar gibi Abdülhamit in istibdadına kin duyarak yetişir. Meşrutiyet ilân edilince de İttihat ve Terakki Partisine girer. Birkaç ay sonra da Darülfunun edebiyat müderrisliğine getirilir.

Akif 1908 de açılan fikir ve sanat hareketinin içinde yer alarak daha önceleri yayımlayamadığı şiirleri Sebilürreşatta yayınlamaya başlar. Bu ilk şiirlerinde İstanbuldaki sefaleti gerçekçi bir biçimde betimler. İlk kitabı 1911 de Safahat adıyla yayımlanan Akifin ikinci kitabı olan Süleymaniye Kürsüsünde 1912 de üçüncüsü Hakkın Sesleri 1913 te , dördüncüsü Fatih Kürsüsünde aynı yıl, beşincisi Hatıralar 1917 de yayımlanmıştır. İstiklal marşını yazdığı sıralarda altıncı kitabı olan Asım üzerinde çalışmaktadır.

Şiirlerinde, imparatorluğun kaybettiği topraklar için gözyaşı döken Akif, milleti birleşmeye, hayasız saldırılara karşı koymaya çağırır. Akif 1912 yılı sonlarında askerleri şevke getirmek için bir marş yazar:Cenk Şarkısı.
10 dörtlükten oluşan bu manzume Sebilürreşat dergisinde yayımlanır.



Ey sürüden arta kalmış yiğit!


Arkadaşın gitti, yetiş sen de git.

Bak ne diyor cedd-i şehidin işit;

Durma git evladım, uğurlar ola!

Durma git evladım açıktır yolun.

Cenge sıvansın o bükülmez kolun;

Süngünü tak ön safa geçmiş bulun.

Uğrun açık olsun uğurlar ola!

Yerleri yırtan sel olup taşmalı,

Dağ demeyip, taş demeyip aşmalı!

Sendeki coşkunluğa el şaşmalı.

Haydi git evladım, uğurlar ola!

Düşmana çiğnetme bu toprakları,

Haydi kılıçtan geçir alçaktarı!

Leş gibi yatsın kara bayrakları,

Kahraman evladım uğurlar ola!


Almanların daveti sonucunda Aralık 1915 te Osmanlı Hükümeti Almanyadaki Müslüman esirler arasında İngilizlerin aleyhine propaganda yapmak için gönderdiği birkaç kişinin içinde Mehmet Akif de vardır. Akif Almanya da bulunduğu sırada ünlü şiiri Çanakkale Şehitlerini yazar.

1920 yılı ocak ayında Mehmet Akif, Kuvayi Milliye nin Ege deki merkezlerinden Balıkesir e gider. Akif burada halktan aradaki ayrılık nedenlerini kaldırmalarını,düşmanlara karşı birleşilmesini isteyip,halkı yurt savunmasına çağırır.
Artık burada duracak zaman değildir,gidip çalışmak lazım, bizim tarafımızdan halkı tanvire ihtiyaç varmış, çağırıyorlar, mutlaka gitmeliyiz diyen Akif meclisin açıldığı günlerde Ankara ya gelir.Meclisin önünde Akifle karşılaşan Mustafa Kemal Sizi bekliyordum efendim, tam zamanında geldiniz. der.
Akif Ankara ya geldiğinde Anadolu iç isyanlarla karşı karşıyadır.
Kurtuluş Savaşı sürerken Akif Kastamonu camilerinde yaptığı konuşmalarda Müslümanların birliğe, düşmana karşı savaşmaya ve mücadeleye çağırır. Bu konuşmaların yayımlandığı dergi ve gazeteler Anadolu nun bütün illerinde, sancaklar ve kazalardaki idarecilerle toplantı yerlerinde okutturulur.
Kitaplar,broşürler şeklinde yeniden basılarak cephelere, köylere dağıtılır.
24 Aralık 1920 de Kastamonu dan Ankara ya gelen Mehmet Akif ve Eşref Edip, Mustafa Kemal tarafından davet edilirler. İstasyondaki çalışma yerinde bir saat kadar süren bir görüşmeden sonra Mustafa Kemal şöyle der:

Kastamonu daki vatanpervane mesainizden çok memnun oldum.Sevr Muahedesi nin memleket için ne kadar feci bir idam hükmü olduğunu Sebilürreşat kadar hiçbir gazete memlekete neşretmedi. Manevi cephemizin kuvvetlenmesine Sebilürreşat ın büyük hizmeti oldu.İkinize de bilhassa teşekkür ederim.

Aralık 1920 sonlarına doğru Ankaraya gelen Akif eğitim bakanı Hamdullah Suphi nin 5 şubat 1921 tarihli mektubuyla aldığı İstiklal Marşı siparişi için şimdilerde müze olan Hacettepe nin arkasındaki Tacettin Dergahındaki odasına çekilerek marşı yazmaya başlar.

İstiklal Marşı 17 şubat 1921 tarihinde Hakmiyeti Milliye Sebilürreşat ta yayınlanır.Açık Söz gazetesi ise marşı süslü bir çerçeve içinde birinci sayfaya koyarken şu açıklamayı yapar: Her mısrada Türk ve İslam ruhunun ulvi mübarek hisleri titreyen bu abide-i sanatı, kemal-i hürmet ve mübahatla (övünçle) derc ediyoruz.

İlk yayınından 12 gün sonra da Konya da Öğüt gazetesinde yer alan İstiklal Marşına karşı Anadolu gazetelerinin olumlu bir yaklaşım içinde oldukları görülmektedir. İstiklal Marşı 12 Mart 1921 günü kabul edilir.

Paltosu olmayan Akif kazandığı beş yüz liralık ödülü yoksul kadın ve çocuklarına iş öğreterek yoksulluklarına son vermek için kurulan Darülmesai ye bağışlar.




22_page-0001.jpg


İstiklâl Marşı



Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!



AÇIKLAMA

İstiklal Marşı Birinci Kıta ve açıklaması

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

İlk mısrada korkmak fiili, hiçbir zaman ürkmek, çekinmek, hatta canından dolayı kaygı duymak manalarını taşımaz. Vatan ve istiklal için milletçe duyulan asil endişeye bir cevap ve çıkış yolu teşkil eder.



İstiklal Marşı, milletimizin, tarih boyunca bağlandığı ve yaşattığı değerleri, baştan sona kadar derin bir şiir örgüsü içinde işler.



Bu değerlerden ilki İstiklaldir. İstiklal'in sembolü ise Al sancaktır. Al sancak, bacası tüten son ocak kalıncaya kadar dalgalanacaktır.

Ey Milletim yese düşme; Allahtan ümidini kesme; Endişelenme. Batı ufkunun gurup haline bakarak hüzünlenme. Akşam ufkunun şafak kızıllığı sönebilir; bir alev, bir ateş gibi parlayan alsancağım milletimin son ferdi kalana kadar emin ve korkusuzca dalgalanacaktır; asla sönmeyecektir.

Mehmet Akif, 3. ve 4. mısralarda, Türk Milletinin istiklâline sarsılmaz imanını korkunç gök gürültüleri gibi haykırıyor. Bayrağın semalarda dalgalanışını Türk milletinin varlığı, kaderi ve talihiyle aynı görüyor. Bir imanı, bir hükmü haykırıyor: Milletimiz var oldukça, Bayrağımız göklerde nazlı nazlı dalgalanmaya devam edecektir.


İstiklal Marşı İkinci Kıta ve açıklaması



Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gülNe bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal;
Hakkıdır, Hakka tapan, milletimin istiklâl.

M.Âkif, İstiklâl Marşının tamamında inanmış adam, vefalı insan görüntüsünden asla taviz vermemiştir. Bu inanmışlık ve samimiyet içerisinde bir canlıya seslenir gibi Bayrağa seslenir.

Ey benim güzel Bayrağım, ey benim hilal kaşlım! Öyle dargın gibi kaşlarını çatma. Senin kaşlarını çatman, bu Milleti derinden yaralar, üzer. Hem niçin bize kızmış gibi bakıyorsun?

Senin Millete güleryüz göstermen hayat verir, canlılık, dirilik verir. Bu Millet buna layıktır.

Benim kahraman milletim hürriyet uğruna oluk oluk kan döktü. Gerekirse bundan sonra da döker. Hem benim Milletim Bayrağına renk olarak sadece al kanının rengini uygun görmüştür. Milletimin uğruna baş koyduğu, can verdiği, İstiklâl simgesi olan Bayrak Milletime gülmezse, Millet de kanını helal etmeyecektir. Bu fedakarlığa karşılık senden sadece güleryüz bekliyoruz.

İstiklâl ve bağımsızlık, Allahtan başka mabut tanımayan Milletimin Hakkıdır. Bundan asla şüphe edilemez.

Şubat 1921. Taceddin Dergahında merdivenden çıkınca hemen sol taraftaki küçük odada, rafta idare (küçük gaz lambası) yanmakta; yer yatağında yatmakta olan Mehmet Akif uyanmış, kağıt arıyor. Yok. Eline geçirdiği kurşun kalemle yer yatağının sağındaki duvara dönmüş; pınar gibi ilham fışkıran imanlı bağrından çıkan, Türkün tarihini ve ebedi geleceğini bir mısrada anlatan kıtayı yazıyor. Sabah namazı ezanına kalkan oda komşusu Hafız Bekir Efendi (Konya mebusu) M. Akifi elindeki çakısı ile duvardaki (kağıda aldığı) kıtayı kazırken görüyor.


İstiklal Marşı Üçüncü Kıta ve açıklaması



Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.



İstiklal Marşı'nda üzerinde önemle durulan bir başka sosyal değer de hürriyettir.



Bu Millet tarihin her döneminde hür yaşamış, bundan sonra da hür yaşayacaktır. Bu Milleti esarete teşebbüs, çılgınlığın ta kendisidir. Böyle bir şeye tevessül edenin ahvaline şaşarım! Çünkü o bu hareketinden dolayı başına gelecekleri düşünemeyecek kadar çıldırmış biri yahut birileri olmalıdır.

Kükremiş azgın suların hiç bir sed tanımadan önündeki engelleri çiğneyip aştığı gibi, ben de değil mahkum olmak; gerekirse dağları yırtar enginlere sığmam taşarım.

Bir başka açıdan

Ben ezelden beridir hür yaşadım diyerek bir mısranın yarısına, sanat kudreti ile ikibin beşyüz senelik Türk tarihini sığdırıyor. Hür yaşarım diyerek Türkün hür yaşamak karakterini, azmini ve sonsuza kadar ebediyyen hür yaşayacağını; geleceğini haykırıyor. Böyle bir milleti esir etmeyi hayal edenlere şaşılır.

3. Mısrada Türkün kuvveti, kudreti ve haşmeti vardır. Hürriyetine mani olan, sed çeken her şeyi ezecek bir sel gibidir. Zaten Orta Asyadan Altay Dağlarından Tuna Boylarına akan bir sel gibidir.

4. Mısrada, tarihte dağ yırtmış olmanın kudretini, gururunu yani: Ergenekon Türklerini, Ergenekon Destanını hatırlatır. Ezcümle, tarihin ilk devirlerinden beri hür yaşayan Türk, ebediyen de hür yaşayacaktır. Buna mani olmak isteyenleri dağları yırtan kuvveti ile sel gibi ezer, aşar.

Bütün şiirin en heyecanlı bölümü olarak gösterebileceğimiz bu kıt'ada sadece şiirin tonalitesi yükselmez, aynı zamanda güzel bir çağrışımla Oğuz Kağan Destanı ile Ergenekon Destanı birlikte hatırlanır. Şiir tam bir tarihi derinlik kazanır.


İstiklal Marşı Dördüncü Kıta ve açıklaması



Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?



Akif, bu kıt'ada sömürgeci batıya karşı çıkar. Batının maddi medeniyetinin saldırısını iman dolu göğsü ile durdurabileceğini söyler:



Batı çelik zırhlı bir duvar misâli bütün âfâkı doldurmuş üstümüze geliyor.

Püfff! Bunda telaş edecek ne var ki? Çünkü bu vahşi saldırılara karşı benim öylesine güçlü ve emin bir sığınağım var ki bunu, Batı âleminin hafsalası dahi almaz. Bu sığınak, bu serhad iman dolu göğsümdür.

Medeniyyet denilen sahte, yalancı, vahşi, saldırgan ama gerçekte güçsüz canavar, ulusun dursun. Sonu yaklaşmış olan bu canavar, Milletimin göğsündeki imanı boğmaya yetmeyeceği gibi, onun gebermesi Milletimin eliyle olacaktır.

Bir Sanat İnceliği

Çoğu insanımız eski yazıyı bilmez Eski yazıda (Osmanlıca yazıda) iki türlü n harfi vardır. Biri nun harfi ile yazılır, diğeri kef (nazal n) ile yazılır. Şair gerektiğinde nun kullanmış, gerektiğinde kef (nazal n) kullanmış. Bu kıtanın üçüncü mısrasında geçen ulusun kelimesinin sonuna nun koymuş; emir verildiği zaman nun kullanılır.

Sen görevlisin, sen hastasın gibi kelimelerde kef yani nazal n kullanılır. Burada ise (ulusun kelimesinde) nun kullanmıştır. Yani burada tevriye sanatı yoktur. Buradaki kelimenin sonuna nun koymak suretiyle: bırak o ulumak fiilini işlesin denmek istenmiştir.

Bir Başka Açıdan

Ulusun: Kelimenin kökü: hayvanlar için kullanılan -ulumak-fiilidir. İstilacı, sömürgeci, saldırgan, sahte medeniyet yaptığı vahşiliklerden canavara: Silahları ile çıkardığı seslerde hayvan ulumasına benzetilmiş. Zaten ulumak, boğmak ve canavar kelimeleri arasında uygunluk var.



Bazılarının ulusun kelimesine verdikleri "yücesin" manası yanlıştır. Vurgu son hece üzerinde olacaktır.



Bu kıt'adan hareket ederek Akif'i medeniyet düşmanı göstermek isteyenler olmuştur. Oysa Akif, burada sömürgeci batı medeniyetine karşı çıkmaktadır. Asıl metinde medeniyet kelimesi tırnak içine alınmış ve özel mana belirtilmiştir.

Okunuşu: Ulusun sözünü okurken, ayaklarımızın altında, ölmek üzere uluyan bir köpeğe hitab ediyormuş gibi küçük gören, aşağılayıcı, hakaretli bir sesle okunmalıdır.

Medeniyet: Rahmetli M. Âkif, şiirlerinde manasını, esas anlamından düşük gördüğü kelimeyi tırnak işareti içinde kullanmıştır. Burada, yukarıda arzettiğim sahte medeniyeti kasdettiği için böyle yazılmıştır. M. Âkif asla medeniyyete düşman değildi. Bilakis, geriliğin düşmanı idi.

İlim ve çalışma tavsiye ediyordu. Körü körüne Avrupa hayranı olmayın, batının sadece ilmini tez elden alın diyordu.


İstiklal Marşı Beşinci Kıta ve açıklaması



Arkadaş! yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakkın
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Arkadaş!

Şehidler beldesi Yurduma, hain düşmanın girmesine fırsat verme. Sen düşmanı kovmak için gerekirse şehid olmayı göze alır, canını siper edersen, Allah vaadettiği zaferini sana verecek, Seni düşmanlarına galip getirecektir.

Hem bu zafer günleri öylesine yakın ki Kimbilir? Belki yarın, belki de ondan daha yakın bir zamanda o zaferi göreceksin.


İstiklal Marşı Altıncı Kıta ve açıklaması

Bastığın yerleri, toprak! diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır, atanı;
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Şair, bu kıtada vatan denen toprağın kutsallığını hatırlatır.



Bastığın yerleri toprak sanarak yürüyüp gitme. Bu toprağın altında bin yıldır bu beldeleri vatan yapmak ve vatanını savunmak için çarpışmış bu uğurda şehid olmuş sayısız insan yatıyor.

Onların kimi senin baban, deden. Soy kütüğünden geriye doğru gidersen hiç şüphen olmasın, bu topraklar altında hem de çok yakınlarının şehid olarak yattığını göreceksin.

Bu toprakları ataların gibi koruyamazsan yazık olur. Hem onları da üzmüş olursun.

Bütün dünyaları alsan dahi bu Cennet vatanı, veremezsin; vermemelisin.

Bir Başka Açıdan

Şehid: Dini, vatanı, milleti ve namusu için savaşarak veya vazife başında canını veren (ölen) müslüman. Askerlikte en yüksek mertebe şehidliktir.

Dünyada Türk Milleti kadar vatanı için şehid veren başka bir Millet yoktur. Vatanımızın her karış toprağı şehidlik olduğu gibi, Vatanımızın dışında da 42 yerde Türk Şehidliği vardır.

M.Âkif, -Çanakkale Şehidlerine- şiirinde Şehide manevi türbe kurmuştur. Tarihe sığdıramamış, bu taşındır diyerek kâbeyi başına dikmiş, mor bulutları türbesine tavan diye çatmış, Yedi Kandilli Süreyyayı uzatmış; tüllenen mağribi akşamları yarasına sarmış ve:

Yine birşey yapabildim diyemem hatırana.

Ey şehid oğlu şehid! İsteme benden makber

Sana ağucunu açmış duruyor Peygamber, diyerek Şehidin büyüklüğünü anlatmıştır.


İstiklal Marşı Yedinci Kıta ve açıklaması




Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.

Bu Cennet Vatanın uğrunda nice canlar şehid oldu. Toprağın altı öylesine şehid doludur ki, eğer mümkün olsa da toprağı sıksan her taraftan şehidler fışkıracak.

Yarabbi! Canımı, sevdiklerimi, bütün varımı al; Fakat benim vatanımı elimden alma. Beni vatanımdan ayrı koyma.

Bir Güzel Tesbit:

Hiç birşeyim olmasa da vatanımın toprağında yatmak bana yeter. (Bu mısralar Oğuz Hanı hatırlatır. Oğuz Han, düşmanlarının isteğine göre atını, silahını, en yakınlarını verir. Ama iş çorak bir toprak, vatan parçasına gelince vermez. Türklerle, Çinliler harp eder ve Türkler Çin ülkesini baştan başa zaptederler).

İstiklal Marşı'nın altıncı ve yedinci kıt'aları, özellikle yedinci kıt'anın



Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, Şüheda!



mısraları, son dokuz asrın Türk tarihinin ve Anadolu coğrafyasının vatan oluş şeklinin ifadesidir.




İstiklal Marşı Sekizinci Kıta ve açıklaması



Rûhumun senden İlahi şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne nâ-mahrem eli;
Bu ezanlar ki şehâdetleri dînin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.



Bu kıta okunurken bağrılmaz. Burada bir yalvarma, bir istek var. Nasıl Allaha dua ediyorsak öyle bir durum bu da.



Yarabbi! Bizler vatanımız için ölüyoruz; Senden son dileğimiz vatanıma düşman girmesin. Mabedime pis elini değip, pis ayağıyla basmasın. Şehadetleri dinimin temeli olan bu ezanlar, benim vatanımın üstünde senin adını yükseltsin.

(Dinin temeli olan kelime-i şehadet ezan içerisinde geçmektedir.)

Bir Başka Açıdan

Bitişikteki Taceddin Camiinde ve diğer camilerde hazin hazin sabah ezanı okunmaktadır. Bu ezanlar susacak mıdır?

M.Âkif, Yüce Allaha ellerini açarak milletinin ağzından, bütün vücudu titreyerek niyazda bulunuyor.

Bütün Milletin, Mehmetçiğin tek arzusu kendileri şehid de olsalar; yeter ki vatana düşman girmesin, mabedlerimizin göğsüne onların kirli elleri ve ayakları değmesin. Türk Müslümandır. Dünyaya gelen Türkün ilk kulağına giren ses, Ezan sesidir. Ezandan sonra kulağına adı söylenir. Türklüğün ve Müslümanlığın damgasını taşıyan güzel Camilerimizdeki zarif minarelerden günde beş defa yükselen ezan sesleri Cenab-ı Allaha ulaşır.


İstiklal Marşı Dokuzuncu Kıta ve açıklaması



O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım;
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden naşım!
O zaman yükselerek Arşa değer, belki, başım.

İstiklal Marşı'nın dokuz kıt'ası ard arda çeşitli maddi ve manevi değerlerle zenginleşerek, gittikçe artan bir frekansla, istiklale yürüyüşü dile getirir.

Dualar sanki kabul olmuştur. Memleket kurtulmuştur. İstiklâl ve hürriyet yeniden gelmiştir ve sanki o an yaşanır, onun hazzı içerisinde de dokuzuncu dörtlük seslendirilir; sanki kabul olmuş gibi; memleket ve millet kurtulmuş gibi

Yarabbi! Vatanım ve senin dinin uğrunda canlarını veren biz şehidlerin son dileklerini kabul buyur.

Bu dileğim vatanımın hür, Milletimin mümin kalmasıdır. Bu dileğimi kabul edersen, işte o zaman eğer başıma dikilmiş bir mezar taşım varsa o bile sevinçten secdeye kapanır. Sevinç gözyaşlarım, savaşırken, döğüşürken aldığım yaralardan boşanır. Ve yine o zaman benim ruhum yerden yükselerek şehidler makamına gönül huzuruyla gidebilecektir.

İstiklal Marşı Onuncu Kıta ve açıklaması




Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakka tapan, milletimin istiklâl.



Onuncu kıt'a; daha önce işaret edilen bütün değer sistemlerini de tekrarlayarak, tam bir final mükemmeliyetine ulaşır.


Şair bir önceki kıtada arşa değer belki derken belki kelimesini, eğer layıksan anlamında kullanmaktadır. Başım arşa değmeye layıksa ben oraya yükselirim.

Son beşlik huzur içinde, mutluluk içinde, saadet içinde ve fakat akla gelen bir kötü ihtimal de hesaba katılarak tamamlanıyor. Artık istiklâl hak edilmiştir. Onun için şair şöyle seslenir.

Ey benim, şanlı Bayrağım! Artık sen de sabah şafakları gibi dalgalan. Artık senin uğrunda dökülen kanlarımızın hepsi de sana helal olsun.

Ebediyyen sana ve milletime esaret yoktur. Bugüne kadar nasıl hür yaşadınsa, bundan sonra da hür yaşayacaksın. Hür yaşamak senin hakkındır.

Artık Allaha tapan milletim için de İstiklâl hak edilmiş ve kazanılmıştır.





BESTELENMESİ





İstiklâl Harbinin başlarında, İstiklâl Harbinin milli bir ruh içerisinde kazanılması imkânını sağlamak amacıyla Maarif Vekaleti, 1921′de bir güfte yarışması düzenlemiş, söz konusu yarışmaya toplam 724 şiir katılmıştır. Kazanan güfteye para ödülü konduğu için önce yarışmaya katılmak istemeyen Burdur milletvekili Mehmet Âkif Ersoy, Maarif Vekili Hamdullah Suphinin ısrarı üzerine, İstiklâl Harbinin özellikle hangi ruh ve ideolojik çerçeve içerisinde verilebileceğini Türklere göstermek amacıyla, Ankaradaki Taceddin Dergahında yazdığı ve İstiklal Harbini verecek olan Türk Ordusuna ithaf ettiği şiirini yarışmaya koymuştur. Yapılan elemeler sonucu Türkiye Büyük Millet Meclisinin 12 Mart 1921 tarihli oturumunda, bazı mebusların itirazlarına rağmen Mehmet Âkifin yazdığı İstiklal Marşı coşkulu alkışlarla kabul edilmiştir. Mecliste İstiklâl Marşını okuyan ilk kişi dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver olmuştur.

Mehmet Âkif Ersoy İstiklâl Marşını, şiirlerini topladığı Safahatına dahil etmemiş ve İstiklâl Marşının Türk Milletinin eseri olduğunu beyan etmiştir.

Şiirin bestelenmesi için açılan ikinci yarışmaya 24 besteci katılmış, 1924 yılında Ankarada toplanan seçici kurul, Ali Rıfat Çağatayın bestesini kabul etmiştir. Bu beste 1930 yılına kadar çalındıysa da 1930′da değiştirilerek, dönemin Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Osman Zeki Üngörün 1922′de hazırladığı bugünkü beste yürürlüğe konmuş, toplamda dokuz dörtlük ve bir beşlikten oluşan marşın armonilemesini Edgar Manas, bando düzenlemesini de İhsan Servet Künçer yapmıştır. Üngörün yakın dostu Cemal Reşit Reyle yapılmış olan bir röportajda da kendisinin belirttiğine göre aslında başka bir güfte üzerine yapılmıştır ve İstiklal Marşı olması düşünülerek bestelenmemiştir. Söz ve melodide yer yer görülen uyum (Prozodi) eksikliğinin esas sebebi de (Örneğin Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak mısrası ezgili okunduğunda şafaklarda sözcüğü iki müzikal cümle arasında bölünmüştür) budur. Protokol gereği, sadece ilk iki dörtlük beste eşliğinde İstiklâl Marşı olarak söylenebilmektedir.








İlk bestecisi Ali Rıfat Çağatay



Ali Rıfat Çağatay; 1869-1935 yılları arasında yaşamış Türk udî, çellist, kemençezen ve bestekârdır. Türkiye Ulusal Marşının ilk bestecisidir.



İstanbulda doğan ve yaşamını aynı şehirde sürdüren Ali Rıfat Çağatay, dönemin ünlü hocalarından müzik eğitimi aldı.



1. Dünya Savaşı yıllarında İstanbulda kurulan ve İstanbul müzik tarihinde önemli yeri olan Şark Musiki Cemiyetinin başkanlığını yaptı. Türk Musikisi Ocağı adlı kurumu kurdu.



1914 yılında Darülelhan (Nağmelerin Evi) adıyla açılan devlet konservatuarının öğretim kadrosunda yer aldı. Üsküdar Musiki Cemiyetinde öğrenci yetiştirdi. 50 civarında bestesi ve müzik üzerine çok sayıda makalesi bulunur.



Mehmet Akif Ersoyun yazdığı ve 1921de resmi marş olarak kabul edilen İstiklal Marşının ilk bestesini Ali Rıfat Bey yazmıştır. Bu beste 1924te 1930a kadar kullanıldı; 1930da Osman Zeki Üngörün batı marşları tarzındaki bestesi ile değiştirildi.



Udi Rıfat Bey adıyla da anılan Ali Rıfat Çağatay, şair ve dilci Sami Rıfat Horozcununin ağabeyi, şair Oktay Rıfat Horozcunun amcası, Fenerbahçenin efsane ismi Ali Cafer Çağatayın babasıdır.




Son bestecisi. Osman Zeki Üngör

(d. 1880, İstanbul ö. 28 Şubat 1958, İstanbul) Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının ilk şefi ve İstiklal Marşının bestecisidir.

Santuri Hilmi Beyin torunu olan Osman Zeki Üngör, 1880 yılında Üsküdarda doğdu. On bir yaşındayken Musika-i Hümayûna (saray orkestrasına) alındı ve keman bölümünü bitirdi. Orkestradaki başarısı II. Abdülhamitin dikkatini çekti ve konser kemancısı olarak yetiştirildi. Opera orkestrasına başkemancı tayin edilerek Vondra Beyden sonra uzun yıllar başkemancı olarak çalıştı. Binbaşı rütbesine terfi eden Zeki Üngör, daha sonra Saray orkestrasına şef oldu.

Beşiktaş Askeri Rüştiyesinde okudu. 1891′de girdiği Mızıkai Hümayünda yeteneğiyle II.Abdülhamidin dikkatini çekti. Batı müziği öğrenimi görerek konser kemancısı oldu. Büyükbabası Santuri Hilmi Beyin kurduğu Mızıkai Hümayun faslı Cedidinde ve Saffet Atabinenin ilk defa düzenlediği senfoni orkestrasında başkemancı olarak çalıştı. Binbaşı rütbesiyle de Saray Orkestrası Şefi oldu.

Osman Zeki Bey, Safvet Atabinenin oluşturduğu senfonik orkestrada da başkemancı olarak görev aldı. Bir süre sonra yaylı çalgılar bölümü öğretmenliğine atandı. İstanbul Erkek Muallim Mektebinde müzik dersleri verdi.

Onun döneminde ilk Türk orkestrası konser için Avrupada turneye çıktı. I. Dünya Savaşı sırasında Musika-i Hümayûnla Viyana, Berlin, Dresden, Münih, Budapeşte ve Sofyada şef olarak konserler verdi (Aralık 1917-Ocak 1918). Bu gezi dönüşünde Union Françaisede haftalık konserler yönetmeye başladı.

1924′te Ankarada çok beğenilen iki konser veren topluluk, Cumhuriyetten sonra Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti adı altında cumhurbaşkanlığına bağlandı ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının çekirdeği oluştu. Uzun süre Musiki Müesseseleri Müdürü ve Gazi Musiki Muallim Mektebi Müdürü olarak görev yaptı. Topluluğun ilk şefi olan Osman Zeki, 1934 yılında sağlık nedeniyle emekliliğini istedi. İstiklal Marşı dışında, çoğu marş türünde başka yapıtlar da bestelemiştir.

1958 yılında hayatını kaybeden sanatçının cenazesi, askeri armoni orkestrası tarafından İstiklal Marşı çalınarak Karacaahmette toprağa verilmiştir.

Mızıkai Hümayunda öğretim görevinde bulundu. İstanbul Erkek Muallim Mektebinde öğretmenlik yaptı. Bağımsız kadrosu olan ilk Türk senfoni orkestrasıyla Union Françaisede haftalık halk konserleri verdi. Musiki Muallim Mektebinin müdürlüğünü yaptı.

Avrupa şehirlerinde de orkestralar idare ederek konserler veren Üngör; asıl ününü Mehmed Akif Ersoyun İstiklal Marşını 1922 senesinde besueleyerek elde etti. Cumhuriyetin İlanından sonra vazifesini Ankaraya naklederek Ankara Riyaset-I Cumhur Musıki Heyeti Şefi oldu.

Musıki Muallim Mektebinin kurulmasında önemli rol oynayan Üngör; 1924-1934 seneleri arasında bu okulun müdürlüğü vazifesinde bulundu.

1934 senesinde emekliye ayrılan Üngör; bir müddet de Teşvikiye Caddesinde Maçka Palasta oturmuş, 1958 senesinde de İstanbulda vefat etmiştir. Cenaze töreninde özel izinle İstiklal Marşı çalındı.

İstiklal Marşı dışında başlıca eserleri: İlim Marşı, Azmü Ümit Marşı, Töre Marşı, Türk çocukları, Cumhuriyet Marşı










Yarışmada Sona Kalan Diğer 6 Şiir


Mehmet Muhsinin Şiiri

Yıllarca altı cephede ateşle kanlara;
Türk'ün hilâl-ü dinine düşman olanlara;
Ceddin o; Yıldırım gibi saldın zaman zaman
Yüksek başın eğilmedi bir art cihanlara
Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım-Şitab.
Göster cihan-ı mağribe bir kanlı inkılab
Ey mazi-i havariki bin destan olan;
Garbın zalam-ı zulmüne yüz yıl kılınç salan
Arslan yürekli ordu; demir giy; silah kuşan!
Zira hududu kapladı ateşle kan, duman.
Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım - Şitab,
Göster cihan-ı mağribe bir şanlı inkılab!
Arslan mücahid ordusu, ey haris-i salah
Destinde seyf-i hak gibi pek şanlı bir silah
Açtın sema-yi millete pür-nûr bir sabah.
Atî bizim... bizim artık vatan, zafer, felah.
Ey kahramanlar ordusu; ey yıldırım - Şitab.
Göster cihan-ı mağribe bir şanlı inkılab




Muhittin Bahanın Şiiri



Altı bin yıl efendilik yaptın,
"Kahraman Türk" idi cihanda adın.
Bir ateşten siperdin İslam'a
Sönmeyen bir güneş gibi yaşadın.
Ey büyük ünlü milletim ileri!
Hasmına çiğnetme koş bu şanlı yeri!
Düşmanın bir cihansa dostun
Hak Hakkın elbette müstakil yaşamak
Atıl, ez, vur, senindir istiklâl
Ebedî parlasın şu al bayrak...
Ey benim şanlı milletim ileri;
Ele çiğnetme koş bu ülkeleri!



M (Bursa Milletvekili Muhittin Baha Bey Yarışmaya "M" rumuzu ile katıldı. Müzakereler esnasında şiirini geri çekti.)



İskender Hakinin Şiiri



Ey Müslüman, ey Türk oğlu
Açıldı istiklâl yolu
Benim bu son günlerimdir,
Diyor bize Anadolu.
Çek sancağı Türk ordusu
Olmaz Türk'ün can korkusu
Esarete dayanır mı
Türk vatanı, Türk namusu?
Bu son savaş bize farzdır,
Fırsatımız gayet azdır,
Muzaffer ol da ey millet
Altın ile tarih yazdır.
Birleşelim özümüzden,
Dönmeyelim sözümüzden,
Hem silelim bu lekeyi,
Tarihdeki yüzümüzden.




Kemalettin Kaminin Şiiri


Göz yaşına veda et
Ey güzel Anadolu!
Hakkını korur elbet
Türk'ün bükülmez kolu
Cenk ederiz genç, koca
Bugün değil, yarın da
Yadımız ağladıkça
İzmir ezanlarında.
Hak yolunda kan olur,
Dünyalara taşarız;
Ya şerefle vurulur,
Ya efendi yaşarız.
Her gün yeni bir hile
Arkasından satıldık;
Her gün yeni bir dille
Yurdumuzdan atıldık
Yeter, ey Ka'be'mizi
Elimizden alanlar
Alıkoyamaz bizi
Yolumuzdan yalanlar.
Hangi alçak el alır,
El zinciri boynuna?
Kim Yunan'ı bırakır
Türk kızının koynuna?




A.S.nin Şiiri


Millet aşkı, din aşkı, vatan aşkı uyansın
Yurdumuza göz dikenler al kanlara boyansın
Ya ben ya onlar diyen silâhına dayansın
Türk oğludur bu millet
Türk'ündür bu memleket
Türk oğludur bu millet
Türk'ündür bu memleket
Düşman gözü tutamaz yanar dağlar başını
Bağrımızda saklarız vatanın her taşını
Yurdumuza yan bakan döker gözün yaşını
Türk oğludur bu millet
Türk'ündür bu memleket
Türk oğludur bu millet
Türk'ündür bu memleket
Can veririz her zaman hürriyet yoluna
Ya gazi, ya şehid'lik ne devlettir kuluna
Ata emanet etmiş namusunu oğluna
Bize Türk oğlu derler
Hep bizimdir bu yerler



Hüseyin Suadın Şiiri


Türk'ün evvelce büyük bir pederi
Çekti sancağı hilâl-i sehari
Kanımızla boyadık bahr ü berri
Böyle aldık bu güzel ülkeleri
İleri, arş ileri, arş ileri
Geri kalsın vatanın kahpeleri
Seni ihya için ey nâmı büyük
Vatanın uğruna öldük öldük
Ne büyük kaldı bu yolda ne küçük
Siper oldu sana dağlar gibi Türk
Yürü ey milletin efradı yürü
Ak süt emmiş vatan evlâdı yürü
Vatan evlâdını kurban edeli
Milletin hür yaşamaktır emeli
Veremez kimseye bir Çamlıbeli
Bağlanır mı acaba Türk'ün eli
İleri, arş ileri, arş ileri
Çiğnenir çünkü kalan yolda geri.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

5285252044422441

Yeni üye
10 May 2013
4
0
Tht adminlerine sesleniyorum geçen günkü saldırımızda tavuk gibi pc lerinizi kapatmak zorunda kaldınız

hadi şimdi milleti bilme hakkı var adam gibi karşınızdayım

mac adressim c4:46:19:29:26:9c yemin ederim benim pc mac adresi hadi korkaklar


by dolunay hacker
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.