Lozan Barış Antlaşması'ndan sonra Atatürk Türkiyesi'nin Dış politikası

ZoRRoKiN

Özel Üye
7 Ağu 2005
2,149
376
WORLD
Lozan Barış Antlaşması'ndan sonra Atatürk Türkiyesi'nin Dış politikası

Lozan Barış Antlaşması,birinci Dünya Savaşından sonra ,savaştan galip çıkan devletlerin yenilenlere zorla kabul ettirdikleri barış antlaşmalarından farklı nitelikler taşımaktaydı. Bu antlaşma, Osmanlı İmparatorluğuna Sevr antlaşmasının zorla kabul ettirilmek istenmesi üzerine milli mücadele hareketine girişen ve bu mücadeleyi başarıyla sonuçlandıran yeni Türk devleti ile birinci dünya savaşının galipleri arasında eşit şartlar altında yapılan bir antlaşmaydı. Birinci dünya savaşında yenik düşmüş devletler arasında ,sadece Türkiye böyle bir antlaşma yapmayı başarabilmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun yerini alan Türkiye,on dört milyon nüfusa sahip küçük bir devlet olmakla birlikte,imparatorluktan daha güçlü ve milletler arası ilişkilerde Osmanlı İmparatorluğu'ndan daha üstündü ancak,Osmanlı İmparatorluğu gibi yeni Türkiye devleti de zamanın güçlü devletlerinin politik emellerine hedef oldu. Lozan'dan sonra Türkiye'nin stratejik önemi daha da artmıştır.1923ten sonra Türkiye,Avrupa'nın bütün güçlü devletleriyle komşu haline gelmiştir. Sovyetler Birliği,doğu bölgesinde;İngiltere,Irak mandası ve Kıbrıs vasıtasıyla;Fransa Suriye mandası ile; İtalya ise on iki ada ve Meis adasını ele geçirmiş olduğu için Türkiye ile sınırdaş durumdaydı. Bu durum Türkiye'nin milli mücadeleden sonra gerçekçi bir dış politika izlemesini gerektirdi. İstiklal Savaşı sonunda kazanılan büyük zafer, Türk önderinin güvenliğini artırdığı gibi, Türk milletinin moral gücünü de yükseltmişti. 1. Dünya Savaşı'ndan sonra galip devletlerin, varlığına kasteden hareketlerine maruz kalan Türkiye, hareketli bir genişleme politikası izleyebilirdi. Ancak, Türk önderleri bu yola gitmediler. Milli Mücadele'den sonra, Türk dış politikasının ana hedefini belirlemek görevini üstlenen M. Kemal Paşa, Türkiye'nin Milli Misak sınırları ile tatmin olduğunu kabul ederek, devleti yeni maceralara sürüklemekten kaçındı. Lozan'dan sonra Türkler, toplum yaşamında köklü değişiklikler yapan önemli devrim ve kalkınma hareketlerine de giriştiler. Bu atılımların başarıyla sonuçlana bilmesi için içerisinde olduğu kadar milletler arası ilişkilerinde barış içinde yürütülmesine ihtiyaç vardı. Devrimlerin başarıya ulaşması ve elde edilen olumlu sonuçların devam ettirilebilmesi, Türkiye'nin bütün devletlerle dostluk ilişkileri içinde bulunması gerekmekteydi. İsmet Paşa Başvekili sıfatıyla söylediği 29 Ekim 1923 tarihli nutkunda şöyle demekteydi.

"Cumhuriyet Hükümetinin dış ilişkilerde üssüleası Türkiye Cumhuriyeti'nin mevcudiyetini ve tamamiyetini sağlam tutarak hayati çıkarlarını göz önünden ayırmamak esası dahilinde müsalemeti, huzuru, iyi ilişkileri mümkün olduğu kadar tevsi ve teyit etmekten ibarettir. Hemhudutlarımızla ve kendileriyle antlaşmaları imza edip sefahatını tatbik etmekte olduğumuz ve diğer taraftan henüz ilişki kuramadığımız devletlerle samimi dostluk kurulması için kuvvetimizi sarfedeceğiz" (64)

Bununla birlikte, Türkiye'nin barışcı bir dış politika izlemek yolunda gösterdiği çabalar, zaman zaman bazı engellerle karşılaşmıştır. Osmanlı İmparatorluğu zamanında kapitülasyon rejimine alışmış bulunan büyük devletler, yeni Türk devletiyle tam eşitlik ve bağımsızlık haklarına dayanan esaslar içinde ilişki kurmakta güçlük çekmişler ve çeşitli vesilelelerle Türkiye'nin içişlerine karışmak için girişimlerde bulunmuşlardır. Bu girişimlerinde Türkiye'nin ile karşılaşan devletler Lozan Antlaşması'nı onaylamayacaklarını ileri sürerek tehdit yolu dahi denemişlerdir. Müttefik devletler Lozan Antlaşması'nı onayladıktan sonra da Türkiye'nin içişlerine karışmaya kalkışmışlardı. Bu devletlerin müdahale için seçtikleri konularda önemli örnekler şöyledir.

Milli Mücadele sırasındaki deneylerden sonra Osmanlı Devleti'nin başkenti olan İstanbul'un yeni Türk devleti'nin başkenti olarak kalmayacağı ortaya çıkmıştı. Tarihi, Coğrafi, Stratejik nedenlerle, Lozan'dan sonra M. Kemal Paşa'nın ilk düşündüğü konulardan biri baş kenti Ankara'ya taşımak olmuştu. (65) Öte yandan Müttefik devletler, özellikle İngilizler, siyasi ve askeri nüfuzlarını donanmaları aracılığı ile İstanbul üzerinde daha kolaylıkla kullanabileceklerini düşünerek başkentin İstanbul'da kalması için Anakara Hükümeti üzerinde baskı yaptılar. İngiltere, Fransa ve İtalya, başkent İstanbul'da kaldığı takdirde Türkiye'ye büyükelçi, Ankara'ya nakledildiği takdirde ortaelçi göndereceklerini ilan ettiler. Buna rağmen, T.B.M.M. Hükümeti 13 Ekim 1923 tarihinde kabul ettiği bir kanunla Ankara'yı yeni Türk Devleti'nin başkenti olarak kabul etti. Büyük devletler bir süre daha bu görüşmelerinde ısrar ettirilirse de, Ankara Hükümeti'nin direnmesi karşısında bu ısrarlarından vazgeçtiler. Müttefik Devletlerinin mücadele ettikleri diğer bir konu da, Türkiyede'ki yabancı okulların öğretim şekli ve bu okullarda okutulacak derslerdi.

Türkiye'de bulunan yabancı okullar konusunda Lozan Barış antlaşması imzalandığı gün, Türk Heyeti bakanı İsmet Paşa ve İngiliz, Fransız ve İtalyan delegeleri arasında mektuplar teati edilmişti. Bu mektuplarda Türkiye'de bu devletlere mensup dini kurumlar, eğitim-öğretim,sağlık ve hayır kurumlarının varlığı kabul edilmekte ve Türk Hükümeti'ni bu kurumların faaliyet şartlarını ve okullardaki eğitim-öğretim teşkilatını dikkate alacağı belirtilmekte idi. (66)

Fransa ile imzalanan Ankara İtilafnamesi'nde de (1921) buna benzer bir hüküm bulunmaktaydı. Lozan Barış Antlaşması'na ek mektuplar müttefik devletlerin yabancı okullarda yapılacak öğretim konusunda Türkiye'nin iç işlerine karışmaları için bir vesile oldu. Türkiye'nin bu müdahalelere karşı direnmesi üzerine çıkan uyuşmazlıklar 1925-1926 yıllarına kadar sürdü. Lozan'dan sonra kabul edilen Özel Okullar Talimatnamesi hükümleri gereğince Türkçe'den başka bir dilde öğretim yapan okullarda, özellikle tarih ve coğrafya derslerinin Türk öğretmenleri tarafından ve Türkçe olarak okutulması gerekmekteydi. İngiltere; Fransa ve İtalya Lozan mektuplarını ileri sürerek Türk Hükümeti'nin yabancı okulların öğretim işlerine karışamayacağını iddia ettilerse Türk hükümeti bu iddiayı reddetti.

Türkiye tarafından hiçbir zaman onaylanmamış olan Sevr Barış Antlaşması'nın 42. Maddesinde, kurulması düşünülen Boğazlar Komisyonu'nun özel bir bayrağı bulunacağı ön görülmüştü, ancak Lozan Barış Antlaşması'nda bu konuda herhangi bir hüküm yoktu. Buna rağmen Müttefik devletler, Lozan Barış Antlaşması'nın onaylanmasından sonra kurulan Boğazlar Komisyonu'nun ayrı bir bayrağa sahip olmasını ve bu bayrağın komisyona ait binalara ve deniz araçlarına konulmasını istediler. Türkiye bu isteği, devletin içinde devlet yetkililerine sahip bir teşkilat kurulmasını önlemek amacıyla reddetti. Bunun üzerine, Türkiye ile Müttefik Devletler arasında yeniden bir uyuşmazlık baş gösterdi. Müttefik Devletler arasında yeniden bir uyuşmazlık baş gösterdi. Müttefik devletler, Osmanlı Devleti'ne karşı izledikleri müdahale politikasını yeni Türk Devleti'ne karşı da uygulamak istedilerse de, Türkiye'nin şiddetli tepkisi ve direnci ile karşılaştıklarından bu girişimlerinden de vazgeçmek zorunda kaldılar. 1919 tarihindeki antlaşmalarla Avrupa'da Finlandiya, Litvanya, Letonya, Estonya, Polonya, Çekoslovakya gibi yeni devletler doğmuştu. Bu devletler, Rusya, Almanya, Avusturya, Macaristan'dan ayrılan topraklarda kurulmuştu. Romanya ve Yugoslavya'da yine Rusya ve Avusturya-Maceristan toprakları üzerinde genişlemişlerdi. Bu değişiklikler, yeni kurulan veya büyüyen devletlerin toprakları üzerinde Alman ve Macar azınlıkları meydana getirmişti. Slav'larla Germen'ler arasında uzun bir tarih süresi içinde doğan ve gelişen rekabetler ve bunun sonucu olan düşmanlık duyguları 1919'dan sonra daha da büyümüştü. Ayrıca Prusya'yı ikiye ayırarak denize çıkması öte yandan Çekoslovakya'da Sudet denilen bir azınlık grubunun oluşması yüzünden bu devletlerle Almanya arasında kolay çözümlenemeyecek sorunlar meydana getirmişti. 1919 anlaşmalarını yapanlar azınlıkların durumlarını ve haklarını bir düzen ve teminata bağlamayı gerekli görmüşlerdi. Azınlık haklarının korunması 1919'dan önce aktedikmiş olan bazı antlaşmalarda da yer almıştı. Ancak bu antlaşmaların hükümlerinin uygulanması, imzacı devletlerin iyi niyetlerine ve sorumluluklarına bırakılmakta ve herhangi bir durumda imzacı devletlere diplomatik yollardan girişimde bulunma ve ya protesto etme hakkı tanımakta idi. Ayrıca, bu yoldaki antlaşmalar, büyük devletlerin küçüklerin işlerine karışmak için bir vesile oluşturmakta idi.

Wilson prensipleriyle ve akvam Cemiyeti Misakı ile bütün dünya halkları yararına bir takım haklar tanınmıştı. Bu arada Avrupa'daki milli azınlıklar hakkında da bir takım güvence kabul adilmiş ve bunların korunması Akvam Cemiyeti'ne bırakılmıştı. Lozan Barış Antlaşması'nın (23 Temmuz 1923) bu konudaki hükümleri yeni Türk Devleti tarafından kabul edildi Avrupa'da Akvam Cemiyeti'nin güvencesi altına konulan azınlıklar şunlardı:

1-) Yunanistan'daki Müslim Arnavutlar;
2-) Bulgaristan ve Yunanistan'daki Rum ve Bulgar Azınlıklar;
3-) Yukarı Slezya'daki azınlıklar;
4-) Macaristan'daki azınlıklar;
5-) Litvanya'daki azınlıklar;
6-) Polonya'daki azınlıklar;
7-) Çekeslovakya'daki azınlıklar;
:cool: Türkiye'deki azınlıklar.

Lozan Barış Antlaşmasının "Azınlıkların himayesi" başlığı altındali 37-45 maddeleri azınlıklar hakkındaki hükümleri kapsamaktadır. 44. Maddeye göre şöyle denilmektedir.

"Türkiye iş bu faslın yukarıdaki maddelerin Türkiye'nin gayrimüslim ekalleyitlerine taalluk ettiği mertebede mezkur maddeler ahkamının beynemilel menfaatleri haiz taahhütler teşkil etmelerini ve Cemiyet-i Akvam'ın kefaleti altında konulmalarını kabul eder. İşbu hükümler Cemiyet-i Akvam Meclisinin çoğunun muvafakati olmaksızın tadil edilemez... Türkiye, Cemiyet-i Akvam üyelerinden her birinin, bu taahhütlerden her birinin, bu taahütlerden herhangi birine karşı vuku bulan tecazüzü veya tecavüz tehtidini Meclisin dikkat nazarına arza selahiyyetter olacağını ve Meclisin icabı hale göre münasip ve müessir telakki edilecek bir sureti hareket ittihaz ve talimat ita edebileceğini kabul eder. Bundan başka Türkiye, iş bu maddelere mütadir hukuki ve ya fiili meselelerde Türkiye Hükümetiyle imzacı diğer devletlerden herhangi biri vaya Cemiyet-i Akvam azasında herhangi bir diğer devlet arasında ihtilaf vukua geldiği takdirde iş bu ihtilafın, Cemiyet-i Akvam Misakının 14. Maddesine göre beynelmiel mahiyeti haiz bir ihtilaf gibi telakki edilmesini kabul eder..." Antlaşmanın 45. Maddesine göre, Yunanistan da buna benzer hükümler kabul etmişti. Azınlıklar, haklarını şu şekilde arayabileceklerdi: Azınlık mensupları bir şeyden şikayet etmek isterlerse bir dilekçe veya ihbarname ile Akvam Cemiyeti Genel Sekreter'ine baş vururlar, genel sekretere bu dilekçeyi ilgili devletlere tebliğ eder, bu devlet de üç hafta içinde görüşlerini açıklar. Genel sekreterlik, dilekçeyi mütalaa ile birlikte Üçler Komitesi denilen bir kuruluşa havale eder, komite incelemeleri sonunda dilekçenin Akvam Cemiyeti Meclisine sunulup sunulmayacağına karar verirdi. Akvam Cemiyetinin yetkili kurulları tarafından alınan kararlarla meydana gelen bu prosedürü Türkiye, Lozan Antlaşması yürürlüğe girdigi tarihten itibaren 1932 yılına kadar uyguladı. Bu tarihte, konu Hariciye Siyasi Müşavirliği'nce incelenerek o zamana kadar uygulanmakta olan bu prosedürün, Lozan Antlaşması'nın 44. Maddesiyle Türkiye'nin üzerine alınmış olduğu borçların sınırını aşmakta olduğu ve bu bakımdan T.B.M.M.'nin muvafakatini almak gerektiği ileri sürüldü ve bakanlığın dikkati çekildi. Milli Hükümet'in azınlıklar konusunda genel olarak politikası şöyleydi:

Azınlıklar hakkında hükümlülük altına girmiş olan beş-altı devlet bulunmaktaydı. Oysa topraklarında azınlık bulunan devletler yalnız bunlar değildi. Eğer insan hakları bakımından konu ele alınırsa, Akvam Cemiyeti'ne üye olsun olmasın, bütün devletlerin azınlıklar prosedürüne bağlı tutulmaları, azınlık hakkındaki hükümlerin genel olması gerekmekteydi. Bazı devletler, azınlıkların yaşamakta oldukları ülkelerin çoğunlukları içinde yavaş yavaş eritilmesini öngördükleri halde, azınlıklarla bunların haklarını savunan başka devletler bu görüşe karşı idi. Üçler komitesine havale edilen dileklerin sayıları artmakta ve bu da aleyhlerinde dilekçe verilen ülkelerde hoşnutsuzluklara yol açmaktaydı. Bazı devletler ve öncelikle Polonya, egemenlik haklarının konusu yüzünden tecavüze uğradığı kanısındaydı. Polonyalıların görüşünü Fransız Başbakanı Briand savunurken, Alman Dışişleri Bakanı Sir A. Chamberlain, Polonya ve Çekoslavakya'daki Alman azınlıkların haklarını savunmaktaydı. Briand Akvam Cemiyeti Meclisine gönderilen azınlıklarla ilgili şikayetlerin artmakta olmasına karşı şöyle demekteydi.

"(...) Bu meselede adeta milletler üstü prosedür yaratarak bir takım memleketlerin, aşırı milliyetçi unsurlarını şikayetlerini milli merciler önüne ***ürecek yerde milletlerarası prosedüre başvurmaya cesaretlendirmekten sakınmak gerekir. Çünkü böyle bir tutum azınlıklar prosedürüne tabi memleketlerin iç huzurlarını bozacak bir sonuca varabilir. Azınlıklar hakkında ilk olarak aktedilen antlaşmaları yapanlar, asil bir esastan ilham alarak vazetmiş oldukları bu hükümlere, azınlıkların koruması prensibinin, milletlerin egemenlik haklarına aykırı olmasına dikkat etmişlerdir."

Yeni Türk devleti, devletler arası eşitlik prensibine bağlı ve milli egemenliğin, içerden veya dışarıdan gelebilecek herhangi bir etkiyle zedelenmesine meydan vermemeyi, azınlıklar konusunda esas olarak kabul etmiştir. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra akvam Cemiyeti ile birlikte bu azınlık prosedürü de hükümsüz kaldığı için, Türkiye'nin bu konuda herhangi bir girişimde bulunmasına gerek kalmamıştı. Yeni Türk devletinin dış politikasına bağlılığını 13 Eylül 1928 tarihli demecinde belirtme fırsatını bulan İsmet İnönü, bu tarihlerde Türk dış politikasının dayandığı esasları şöyle açıklamaktaydı:

Türkiye'nin siyasi ve coğrafi durumu dünyanın başlıca geçitlerinde biri üzerinde büyük devletlerin arasında siyasi akımları içinde bulunmak itibariyle özel bir değer ve önem taşımaktadır. Biz bunu çok iyi sezmekteyiz. Böyle bir durumda olan memleketin dış politikadaki ilk amacı herhangi bir fırtınanın memlekete temas etmesi ihtimaline karşı kendi varlığını ve kendi milli iradesini bizzat koruyabilecek kudrette olmasıdır. Türk milletinin maddeten ve bağhusus ziyadesi ile manen mevcut olduğu sabit olan bu kudretinin mütemadiyen muhafaza ve takviyesi bizim başlıca dikkat ettiğimiz noktadır."

Yine İsmet İnönü 29 Nisan 1928'de T.B.M.M 'nde verdiği demeçte "Dış politikada bütün gayretimiz hiç kimsenin menfaatlerine karşı bir hareketi derpiş etmeye, dürüst bir istikamette, kendi menfaatlerimizi temin etmeğe yönelmiş bulunuyor" demekteydi. Mustafa kemal ise, 20 Nisan 1931 günü seçimler dolayısıyla Türk milletine yayınladığı bildirinin içerisinde ifadesi bulan "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh için çalışıyoruz" cümlesi ile kendisinin ve Türk devletinin dış politika daki görüşünü açıklamıştı. (67)

Lozan Barış Konferansından arta kalan sorunların çözümlenmesi, Türkiye ile eski düşmanları arasındaki ilişkilerin dostluk çerçevesi içinde gelişmesine on yıla yakın bir süre engel olmuşsa da, Kemal Atatürk izlediği barış politikasından bir an dahi ayrılmamıştı. 1923-1932 yılları arasında Türkiye'nin dış politikası, Milli Mücadelenin ve bu mücadele sonunda imzalanan Lozan Antlaşması'nın etkisi altında gelişmiş, bu süre içinde Türkiye'nin dış ilişkileri milletler arası ilişkilerin genel akışından çok, münferit devletlerin Türkiye'ye karşı izledikleri politikaya ve davranışlara göre düzenlenmişti. 1932'den Atatürk'ün ölümüne, 1938'e kadar geçen süre ise Türkiye, komşusu olan veya olmayan bütün devletlerle iyi ilişkiler kurdu ve uluslar arası camia içinde diğer bağımsız devletlerle eşit bir statü kazandı. Bundan sonra Türk dış politikasının ana hedefi büyük güçlüklerle sağlanmış olan bu statünün devamını sağlamaktı. Milletlerarası ilişkilerde yeni görülen gelişmeler Türkiye'nin daha hareketli bir dış politika izlemesini de gerektirdi.

(64) İsmet Paşa'nın siyasi İçtimal Nutukları 1920-1933, s.68-69
(65) "Nutuk" İst. 1975, c.II, s.419-420
(66) Bu mektupların tam tertibi için Bk. "Düstur" üçüncü tertip c.V, 2.b, s.118
(67) Atatürk'ün Tatmim, Telgraf ve Beyannameleri, s.549
Leopart, Mustafa Kemal ou la Mort d' un Empire, Paris, 1960 s.68-69
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.