Osmanlı Padişahları

  • Konbuyu başlatan Arsenik-tht
  • Başlangıç tarihi
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
22padisah.gif
II.Mustafa
Sultân II. Mustafa, IV. Mehmedin Emetüllah Gülnûş Sultândan 1664 yılında dünyaya gelen oğludur. Amcası II. Ahmedin vefatının duyar duymaz, Edirnedeki Veliahd Dâiresinden Hünkâr Dâiresine gelerek tahta oturmuş ve kendisine bîat etmeleri için devlet adamlarını çağırmıştır (Şubat 1695). IV. Muraddan sonra gelen Osmanlı Padişahları içinde en liyakatlisi, en âlimi ve en kültürlüsü idi. Vâlide Sultânın da devlet işlerine karışmayarak kendini hayır hizmetlerine vermesi onun için iyi bir imkândı. Sakız Adasının geriye alınışını göremeden vefat eden amcasının intikamını, kalyonlar kaptanı Mezomorta Hüseyin Paşa eliyle tahta çıktığı ay aldı ve Sakız Adasından Venediklileri kovdu. II. Mustafa'nın ilk icraatı Elmas Mehmed Paşa'yı sadrazamlığa ve hocası eski Şeyhülislâm Feyzullah Efendi'yi de Şeyhülislâmlığa getirmek oldu.

Bazı devlet erkânının karşı çıkmasına rağmen Avusturya üzerine çıktığı 1. Seferde, Lipve, Lügoş ve Şebeş Kaleleri feth olunarak Temeşvara kadar gelindi (Aralık 1695). Çevresindekilerin ısrarıyla İstanbula dönüldü. Ancak düşman durmuyordu. Açık denizlere inmeyi hedef edinen Rus Çarı Büyük Petro, Azak önüne kadar geldi. Osmanlı ordusunun kahramanca müdafaasına ve Çar Petroyu geri çekilmeye mecbur bırakmalarına rağmen, 1 yıl sonra tekrar hücum etti ve Azak, Ruslar tarafından işgal edildi. Bu işgal İstanbulu hüzne gark etti. Nisan 1696 yılında II. Mustafa 2. Sefer-i Hümâyuna çıktı ve Olaş Meydan Muharebesinde Avusturya Kralı Kral Elektör yenildi ve kaçtı. Bu zaferin ardından II. Mustafa tekrar Edirneye döndü.

Ancak II. Mustafanın katıldığı 3. Avusturya seferinde, karşısında Savoie prensi Mareşal Eugen vardı. Kara Mustafa Paşa ile Viyana önünde genç bir subay olarak savaşan bu komutanın komutasındaki Avusturya kuvvetleri, Macaristanın güneyinde yer alan Zentada Osmanlı ordusu ile karşılaştı. Maalesef Eylül 1697 yılında Padişahın baş komutan olduğu bir Osmanlı ordusu, tarihinde ilk defa, 15.000e yakın şehid vererek ve Padişahın canını da zor kurtararak mağlubiyet acısını tattı. Hatta bu zaferin şımarıklığı ile aynı prens bir ay sonra Bosnasaraya hücum etti ve burayı harabeye çevirdi.

İslâm âlemi, İran da dahil olmak üzere, Osmanlı ordusunun bu mağlubiyeti sebebiyle kan ağlıyordu. Ancak düşman da kendinden emin değildi. Venedikliler, Hanyayı muhasara altına almalarına ve Bosna-Hersek cephesinde Osmanlı Devletini rahatsız etmelerine rağmen, Morayı kaybedecekleri korkusuyla Viyanayı sulh için teşvik ediyorlardı. Lehistan bütün gayretiyle Kamaniçeyi almak için uğraşıyordı. Ruslar ise, Azak Kalesini almakla yetinmiyorlar ve açık denize inmek için daha da ileri gidiyorlardı. İşte böyle bir havada, Osmanlı Sadrazamı Amca-zâde Hüseyin Paşa ve Reisül-Küttâb (Dışişleri Bakanı) Râmi Mehmed Efendinin gayretleriyle, Belgradın 65 km kuzeybatısında yer alan Karlofçada, Avrupadaki üstünlüğün Osmanlı Devletinden Avrupalı Devletlere geçtiğini ortaya koyan ve Osmanlı Devletinin gerileme devrini başlatan ilk andlaşma imzalandı (Karlofça Andlaşması, 26.01.1699). Andlaşma Avusturya, Venedik ve Polonya ile devam eden 15 yıllık ve Rusya ile devam eden 9 yıllık savaşa son veriyordu; ancak Macaristan tamamen Avusturyaya; Mora Venediklilere, Kamaniçe merkezli Podolya Eyâleti Lehlere ve 1700 yılında yapılan ilave İstanbul Andlaşması ile de Azak Ruslara teslim ediliyordu. Karadeniz Osmanlı Gölü olmaktan çıkmış ve Avrupadaki hâkimiyet tamamen kaybedilmişti. Üç devletle 25 yıllık sulh andlaşması imzalanırken Rusya ile sadece üç yıllık mütâreke imzalanmıştı. Bunu İstanbul Andlaşması tamamlamıştır. Osmanlı Padişahı artık Avrupalı devlet başkanlarına sen değil, siz diyecekti. Buna rağmen 15 yıldır devam eden felâket yılları da sona ermişti.

Savaş sıkıntılarından kurtulan Osmanlı idaresi, iç problemleri çözebilmek için bir dizi reforma girişti. Yeni sınırlar kontrol altına alındı. Devletin müesseseleri yeniden tanzim olunmaya başlandı. Devlet idaresinde Şeyhülislâm Feyzullah Efendinin etkisi görülmeye başlandı. Onun tezkiyesiyle sulh andlaşmasının mürahhası Rami Efendi, önce vezirliğe ve sonra da sadrazamlığa getirildi. Fakat onun da Feyzullah Efendi ile arası açıldı; azli için uğraştı, ancak muvaffak olamadı. Feyzullah Efendi, âlim, müstakim ve değerli bir insan olmasına rağmen, yakınlarını devlet idaresinde belli makamlara getirmesi ve bu noktadaki hırsı onu milletin gözünden düşürdü. Divan-ı Hümâyun, bir nevi Feyzullah-zâdeler Divanı haline geldi. Padişahın yarım asırdır İstanbul yerine Edirnede oturması da merkezde bazı rahatsızlıklar meydana getiriyordu. Bu iki temel sebep 1. Edirne Vakası diye bilinen ayaklanmanın meydana gelmesine sebep oldu. İstanbul'da kıyam eden 200 kadar cebeci Edirne'ye gelinceye kadar 80.000'i buldular ve Ağustos 1703 tarihinde Padişahı tahttan indirdiler. Aksi sesler duyulsa da kardeşi III. Ahmedi tahta geçirdiler. II. Mustafa ise, halından 4 ay sonra kederinden vefat etti.

Hocaları Hafız Osman Efendi, Feyzullah Efendi ve Hoca-zâde Mehmed Efendi gibi âlimlerden ders alarak yetişen II. Mustafa, hattât, şair ve büyük bir İslâm âlimi idi. Fiilen sefere çıkan son Osmanlı Padişahı oldu. Hal edilmesinin baş sebeplerinden olan Şeyhülislâm Feyzullah Efendi ise, çok büyük hakaretlere maruz bırakıldıktan sonra katl olunmuş ve cesedi de Tunca Nehrine atılmıştır (Eylül 1703).

Osmanlı hareminde beraber karı-koca hayatı yaşadıkları ve ancak genellikle çocuk sahibi olmadıkları câriyeler demek olan ikbal müessesesi, II. Mustafadan itibaren başlamıştır. İkballer çocuk doğurdukları zaman çoğunlukla Kadın Efendi olmuşlar ve bazan da nikâh akdi ile zevce haline getirilmişlerdir.

Osmanlı Devleti, bütün bu menfiliklere rağmen, yine de dünyada bir numaralı güçlü devlet idi ve onu yine Müslüman bir devlet olan Timuroğullarının Hindistanda devam ettirdikleri devlet takip ediyordu.

ZEVCELERİ: KADIN EFENDİLERİ: 1- Âlî-cenâb Baş Haseki. 2-Şeh-süvâr Vâlide Sultân; 4. Haseki ve III. Osmanın annesi. 3- Sâliha Sebkatî Vâlide Sultân; Câriyelerden ve I. Mahmûdun annesi. 4- Hümâ Şah Haseki. 5- Afîfe Haseki. 6- Hatice Haseki. İKBALLERİ: 7- Hafsa Sultân; Üçüncü Haseki olduğu söyleniyorsa da Kadın Efendi olması kuvvetle muhtemeldir. 8- Hanife Hâtun; İkinci veya Üçüncü İkbaldir. 9- Fatma Şahin Hâtûn. ÇOCUKLARI: 1-Şehzâde Sultân Mahmûd I. 2-Şehzâde Sultân Osman III. 3-Şehzâde Murad. 4-Şehzâde Mehmed. 5-Şehzâde Süleyman. 6-Şehzâde Hüseyin. 7-Şehzâde Selim. 8-Şehzâde Ali. 9- Safiyye Sultân. 10- Ayşe Sultân. 11- Emetüllah Sultân. 12-Şehzâde Hasan Hân. 13- Zeyneb Sultân. 14- Rukıyye Sultân
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
javascript:self.scrollTo(0,0);[/URL]
23padisah.gif
III.Ahmed
III. Ahmed, IV. Mehmedin 1674 yılında yine Emetüllah Gülnûş Sultândan dünyaya gelen ikinci oğludur. Ağabeyi ile âhenk içinde 9 yıla yakın veliahd olarak hayatını devam ettirmiştir. Ağabeyi kadar olmasa dahi, hattât, şâir ve müziğe meyli bulunan kültürlü bir padişahtır. Birinci Edirne Vakasıından hemen sonra yani 1703ün Ağustos ayında, Hânedân-ı Âl-i Osman aleyhine sözlerin dahi söylendiği bir havada, Şeyhülislâmın ısrarıyla tahta geçirilmiştir. III. Ahmed dönemini ana hatlarıyla şöylece özetlemek mümkündür:

Birinci Saltanat Devresi (1703-171
cool.gif
: 1703-1711 tarihleri arasındaki ilk yıllarında, önce iç huzuru sağlamaya çalışmış ve Edirne Vakasının failleri teker teker cezalandırılmıştır. Sokullu veya Köprülü gibi dirâyetli bir sadrazam arayışındaydı ve kendisini tahta getirenlerin etkilerinin farkındaydı. Çok sayıda sadrazam değişikliğinden sonra Silâhdâr Dâmâd Çorlulu Ali Paşada karar kıldı ve devlet işlerini önemli ölçüde 4 yıl kadar ona havale etti.

Bu arada Avrupada İsveç Kralı Carlın Deli Petroya yenilip sonra da Osmanlı topraklarına sığınması, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Nisan 1711de harp başlamasına sebep oldu. Prut Seferi diye tarihe geçen bu savaşta Osmanlı ordularının komutanı sadrazam Baltacı Mehmed Paşa Serdâr-ı Ekremliğe tayin edildi. Çar, mağlup olacağını anlayınca, Başbakan Baron Şafirov vasıtasıyla çok değerli mücevherlerini hediye gönderdi ve sulh andlaşması yapılmasını arzuladı. İsveç Kralı ve Kırım Hanı Devlet Girayın farklı kanaatlerini dinlemeyen ve müşâvirlerinin tesiri altında kalan Baltacı Mehmed Paşa, çok cazip şartlarla sulh akdi yaptı ve muzaffer bir komutan olarak İstanbula gelmek üzere yola çıktı (Prut Muâhedenâmesi, Temmuz 1711). Bu hadise üzerine muhâlifleri, Baltacı Mehmed Paşa aleyhinde her türlü iftirayı yapmaya ve Padişahı etkilemeye başladılar. Neticede Kasım 1711'de Edirne'de iken azil haberi geldi. Sonradan Deli Petro sözünde durmayınca, yeni bir savaş başlamadan bitti ve Şehid Ali Paşanın 1713de imzaladığı Edirne Andlaşması ile Karlofçada verilen yerler Rusyadan geri alındı.

Sadrazam Silâhdâr Ali Paşanın, Karlofçada verilenler Rusyadan alındığı gibi, Venedik ve Avusturyadan da alınması gerekir şeklindeki düşüncesi ve Venedikin Karadağlı âsileri himaye etmesi, aradan geçen 15 yıldan sonra 1714 yılında Venedike harp ilan edilmesine sebep oldu. Avusturyanın da Venediki desteklemesi üzerine, maalesef Damad Ali Paşanın şehid olmasıyla sonuçlanan bir mağlubiyet alındı (1716). Bir sene sonra yani 1717 yılında Belgrad düşünce, 1718 tarihli Pasarofça Muâhedenâmesi ile savaşa son verildi. Artık yeni bir dönem başlıyordu ve III. Ahmedin 15 yıl süren birinci saltanat devresi sona eriyordu.

İkinci Saltanat Devresi = Lale Devri: Mayıs 1718de sadrazamlığa getirilen Nevşehirli Damad İbrahim Paşanın sadrazamlığı ile başlayan ve 1730 yılına kadar devam eden devreye Lale Devri diyoruz. 1723de başlayan İran Savaşları bu dönemin 1730da tamamen sona ermesine sebep olmuştur. Her çeşit kültür faaliyetlerinin arttığı, Matbaanın tam olarak hizmet vermeğe başladığı ve harpten ziyade sulh, sükûn ve de eğlencenin hâkim olduğu bu dönem, Osmanlı tarihi için ayrı bir sayfadır. Maalesef ihtiva ettiği bazı gayr-i meşru sayfalar sebebiyle bu huzur devam edememiştir. Rusyanın İrana girmesi ve Osmanlı Devletinin de bu duruma müdahale mecburiyetinin bulunması, 7 sene sürecek olan İran Savaşlarını başlattı. Köprülü-zâde Abdullah Paşanın Tebrizi fethetmesi ve İrana ait beş eyâletin Osmanlı Devletine ilhak edilmesi, Ekim 1727de yapılan Hemedân Andlaşması ile Sünnî olan Eşref Şah Üveysî tarafından kabul edildi. Ancak Şiî olan Nâdir Hânın bunları kabul etmeyerek bazı yerleri Osmanlı Devletinden geri alması, savaşı yeniden başlattı. Padişah ile sadrazamın İran Seferini 1723 baharına erteleme arzuları tepkiyle karşılandı.

Damad İbrahim Paşanın aleyhindeki bu rüzgar, kendi yakınlarına devletin bazı makamlarını ve menfaatlerini peşkeş çekmesi de ilave edilince, daha da arttı ve bu durum yeniçerileri azdırdı. Bir bahriye neferi olan Patrona Halilin başını çektiği bu isyan hareketi, tarihin en kötü isyanı olacak şekilde genişledi. Yağmalar, hapishanelerdeki tutukluları serbest bırakarak silahlandırmalar ve ev baskınları artınca, asilerin Padişahdan kellelerini istedikleri Damad İbrahim Paşa ve yakınlarından olan bazı paşalar idam edildiler. 1 Ekim 1730 günü, âsiler bununla da yetinmeyip Padişahın görevden ayrılmasını istediler ve gerçekten III. Ahmedi o gece biraderi II. Mustafanın oğlu Sultân Mahmûdu tahta davet ederek kendisinin feragat ettiğini açıklamak mecburiyetinde bıraktılar. III. Ahmed, ailesi ile birlikte Topkapı Sarayındaki dairelerinde 5 küsur yıl daha yaşadı ve 62 yaşında iken Temmuz 1736 tarihinde vefat etti. Az da olsa İslâma aykırı olan fiiller, bir huzur dönemini daha sona erdiriyordu.

ZEVCELERİ: (III. Ahmedin hanımlarının sayısı bazı tarihçilere göre 13ü ve bazılarına göre de 18i bulmuştur. Biz, Kadın Efendileri ile birlikte 18 Hanım'ını tesbit edebildik.). KADIN EFENDİLERİ: 1- Emetüllah Baş Kadın. Baş Haseki. 2- Rukıyye İkinci Kadın. 3- Emîne Mihrişah İkinci Kadın; III. Mustafanın annesi. 4- Hatice İkinci Kadın. 5- Râbia Şermi Kadın. 6- Zeyneb Kadın. 7- Emîne Musalli Kadın. 8- Hanife Kadın. 9- Gülşen Kadın. 10- Ümmü Gülsüm Kadın. 11- Hürrem Kadın. 12- Meylî Kadın. 13- Fatma HümâŞah Kadın. 14- Nijad Kadın. 15- Nazîfe Kadın. İKBALLERİ: 16-Şâyeste Sultân. 17-Ayşe Hanım; İkinci veya Üçüncü İkbaldir. 18 -Hâtem Hâtûn.

ÇOCUKLARI: (III. Ahmed, Osmanlı Padişahları arasında en çok kadınla evlenen devlet adamlarındandır ve bir kısım tarihçilere göre çocuklarının sayısı 50yi bulmaktadır. Biz sadece bilinen ve meşhur olanlarını zikrettik.). 1-Şehzâde Mehmed. 2-Şehzâde Abdülmelik. 3-Şehzâde Murad. 4-Şehzâde Mehmed Hân. 5-Şehzâde Süleyman Hân. 6-Şehzâde Mustafa III. 7-Şehzâde Selim. 8-Şehzâde Ali. 9- Fatma Sultân. 10- Âtike Sultân. 11- Zeyneb Sultân. 12-Şehzâde Bâyezid Hân. 13- Ümmü Gülsüm Sultân. 14- Sâliha Sultân. 15- Ayşe Sultân; 16- Hatice Sultân; 17- Nazife Sultân; 18- Esmâ Sultân; 19- Zübeyde Sultân; 20-Şehzâde Sultân Numan Hân; 21-Şehzâde İbrahim; 22- Abdülhamid I; 23-Şehzâde Seyfeddin; 24- Emetüllah Sultân; 25- Ayşe Sultân (Küçük); 26- Emine Sultân .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
24padisah.gif
I.Mahmud
II. Mustafanın Sâliha Sebkatî Sultândan 1696 yılında dünyaya gelen oğludur. 2 Ekim 1730 tarihinde III. Ahmedin yerine tahta geçmiştir. Rumeli Kazaskeri Feyzullah-zâde İbrahim Efendi başta olmak üzere çeşitli hocalardan dersler alan I. Mahmûd, âlim, şâir ve bestekârdır. Akıllı, dikkatli, ihtiyâtlı, meşverete ehemmiyet veren ve kültürü yüksek olan bir padişahtır. Sebkatî mahlasıyla şiirler yazmıştır. Biraz önce anlattığımız gibi, ilk işi Patrona Halil başta olmak üzere, ayak takımından oluşan isyancıların isteklerini yerine getirmek ve İbrahim Paşa ile yakınlarını devletin önemli makamlarından bertaraf etmek olmuştur. Ancak Kasım 1730un sonuna doğru Patrona Halil başta olmak üzere bütün âsileri ortadan kaldırmış ve devleti huzura kavuşturmuştur. Babasının ve amcasının akıbetlerinden ve özellikle de III. Ahmedin kendisine olan vasiyetinden ders alarak, Şeyhülislâmlık ve sadrazamlık makamında uzun süre kimseyi durdurmamıştır.

Şeyhülislâmlık makamına Şeyhülislâm Feyzullah Efendinin iki oğlunu getiren I. Mahmûdun, çok sayıda sadrazamları arasında en önemli yeri Hekimoğlu Ali Paşa ihraz etmiştir.

İçteki kargaşaya son veren I. Mahmûd, yıllardır devam eden İran Harbini ele almıştır. Hekimoğlu Ali Paşanın 1731de Urmiyeyi feth edip Tebrizi istirdâd etmesi üzerine Ocak 1732de İran ile Sulh Andlaşması imzalanmış ise de, Nâdir Hân bununla yetinmedi ve 1733deki taarruzuyla harbi devam ettirdi. Erbili alarak Bağdadı kuşatma altına alan Nâdir Şah, büyük kumandan Topal Osman Paşa tarafından Temmuz 1733de büyük bir hezîmete mahkûm edildi ve bu sefer sebebiyle I. Mahmûda gâzî ünvanı verildi. İranda Safevi Hânedânına son vererek Avşar Hânedânını başlatan Nâdir Şah, yine durmadı ve Kerküke girdi. İki Osmanlı Paşasını şehid eden ve Revan, Gence ve Tiflisi Osmanlı Devletinin elinden geri alan Şah, bu avantajdan yararlanarak sulh istedi. 1639 tarihinde yapılan Kasr-ı Şirin Andlaşması esasları üzerine kurulan İstanbul Andlaşması Ekim 1736 yılında imzalandı. Aslında Sünnî ve Hanefi olan Nâdir Şah, bu inancını hâkim kılmaya kalkıştıysa da, iç kargaşadan korkarak geri durdu ve ancak İranı mutedil bir İmâmiyye-i İsnâaşeriyye ve Caferî mezhebi çizgisine getirdi. Osmanlı Devletine bu mezhebin hak bir mezheb olduğunu tasdik ettirmek istediyse de, Şeyhülislâmın ve âlimlerin muhâlefet etmesi üzerine muvaffak olamadı. 7 yıl süren barış halinden sonra, Doğuda Timuroğullarına büyük zararlar veren Nâdir Şah, yeniden Irak cephesinden Osmanlıya saldırdı (1743). Musul şehri kahramanca savunuldu ve Nâdir Şah büyük kayıplarla geri çekildi. 1744de Karsı muhâsara etti; ancak muvaffak olamadı. Yeniden sulh istedi ve 1723den beri çok sayıda Müslümanın kanının akmasına sebep olan bu harp, 1746 İstanbul Muâhedesi ile sona erdi. Neticede İran, Osmanlı Devletine İsnâaşeriyyeyi yine hak mezhep olarak kabul ettiremedi.

İranın Osmanlı Devletine saldırılarından memnun olan Rusya, fırsatı ganimet bilerek 1736 yılında Azak Kalesini ele geçirdi. Kırıma giren ve büyük tahribat yapan Ruslar, Kırım Hanı Fetih Giray tarafından Kırımdan kovuldular. Bu arada Rusyanın müttefiki olan Avusturya, Polonyayı paylaşmak ümidiyle 1737 yılında Osmanlı Devletine harp ilan etti ve üç koldan Osmanlı ülkesine saldırdı. Nişi düşüren, Eflak, Sırbistan ve Bosnaya giren Avusturya orduları, Ağustos 1737de Şehid Ali Paşaya Banyalukada yenildiler. Osmanlı Devleti aynı anda, İran, Avusturya ve Rusya ile harp halindeydi. 1739 yılında Belgrada yürüyen Osmanlı ordularından çekinen Avusturya sulh istedi. Müzâkerelerini bizzat Sadrazam Hacı İvaz Mehmed Paşanın yürüttüğü sulh teşebbüsleri, Eylül 1739da Belgrad Muâhedesi ile neticelendi. 1718 Pasarofça Andlaşması ile Avusturyaya bırakılan yerlerin bir kısmı geri alınıyor ve Azak Kalesi de Ruslardan geri alınıyordu. Karadeniz Osmanlı Gölü olarak devam edecekti. Belgrad Muâhedesi, Osmanlı Devletinin hâlâ dünyanın birinci devleti olduğunu isbat ediyordu. Bu arada Osmanlı Devletine yardımlarından dolayı, Dünyanın 2. büyük gücü olan Fransa da bazı imtiyâzlar yani kapitülasyonlar elde ediyordu. Üç imparatorluk ile aynı anda savaşan Osmanlı Devleti, hepsinde de galip olarak sulh müzâkerelerine katılıyordu.

Belgrad Anlaşması ile Osmanlı Devleti 28 yıllık bir barış dönemine imza atmış oluyordu. Osmanlı Devleti, devamlı savaş halinde bulunduğu için, içeride de halkın derebeyi adını verdiği ayân denilen bazı mahallî mütegallibelerle de uğraşmak mecburiyetinde kaldı. Bunların bir kısmı devlete itaat adı altında halka zulm ediyordu ve bir kısmı da devlete baş kaldırıyordu. Aydın taraflarındaki Sarı Beyoğlu bunların başında gelmektedir. Dış problemleri halleden Padişah, Haziran 1740 tarihli Adâletnâmesiyle bu problemi de halletmeye çalışıyordu. Humbaracıbaşı Ahmed Paşanın gayretiyle 1734de Maaşlı Humbaracı Ocağını teşkil etmiş ve yeni askerî düzenlemelerin zaruretine inanmıştır. Bu arada bozulan tımar ve zeâmet usulünü ıslah etmek üzere Ocak 1732 tarihinde yeni bir tîmâr kanunu çıkarmayı ihmal etmedi. Necidde ortaya çıkan Vehhâbî meselesi de, Sultân Mahmûdun meşgul olduğu problemlerdendi.

Mide kanamasından muzdarip olan I. Mahmûd, 13 Aralık 1754 tarihinde Demirkapı tarafından Saraya girdiğinde vefat etti.

KADIN EFENDİLERİ: 1- Hâce Âlî-cenâb Baş Kadın. 2- Hâce Ayşe Kadın. 3- Hâce Verd-i Nâz Dördüncü Kadın. 4- Hatice Râmi Altıncı Haseki. 5- Hâtem İkinci Kadın. 6- Râziye Kadın. İKBALLERİ: 7- Meyyâse Hanım; Baş İkbal. 8- Fehmî Hanım; İkinci İkbaldir. 9- Habbâbe Hanım. 10- Sırrî Hanım. ÇOCUKLARI: Hiç çocukları olmamıştır
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
25padisah.gif
III.Osman
III. Osman, I. Mahmûdun kardeşi olup II. Mustafanın 1699 yılında Şehsüvâr Vâlide Sultândan doğma oğludur. Baş hocası Feyzullah-zâde İbrahim Efendi olan III. Osman, 2 yıldan biraz fazla sürecek olan saltanat tahtına ağabeyinin vefatı üzerine 13 Aralık 1754 yılında oturdu. Şişman, asabî ve geçimsiz bir devlet adamı olduğu ve sadrazamlardan hiç biri ile geçinemediği söylenmektedir. Sadrazamları arasında yer alan Hekimoğlu Ali Paşa, Yirmisekizçelebi-zâde Mehmed Said Paşa ve son sadrazamı olan Koca Mehmed Râgıb Paşa, gerçekten değerli olan devlet adamlarındandır. Ağabeyinin aksine müziği sevmez ve kadınlara iltifat etmezdi. Tebdil gezmek en önemli merakı idi. Kadınların sokaklarda serbestçe dolaşmalarını ve giyinip süslenmelerini ciddi manada sınırlamalara tabi tutmuştu. Hekimoğlu Ali Paşa, padişahın bazı makul olmayan tekliflerini şiddetle reddedecek kadar dirâyet sahibiydi ve arada sırada onunla tartışırdı.

III. Osman zamanının hatırlanacak olan en önemli olayları, İstanbulun büyük bir kısmını ve hatta Paşakapısını dahi yok eden Hocapaşa ve Cibali yangınları; çok insanın ölümüne sebep olan veba salgını ve denizleri donduran müthiş kışlar gibi dahili hâdiselerdir. Kısaca III. Osman, çok yönleriyle diğer padişahlara benzemeyen farklı bir insandır ve 30 Ekim 1756 tarihinde şirpençeden dolayı vefat etmiştir.
KADIN EFENDİLERİ: 1- Leyla Baş Kadın. 2- Zevkî Üçüncü Kadın. 3- Ferhunde Emîne Dördüncü Kadın. Çocukları olmamıştır .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
26padisah.gif
III.Mustafa
III. Ahmedin 1717 yılında Emine Mihrişah Sultândan dünyaya gelen oğludur. Laleli Camiinin bânisi olan III. Mustafa, Ekim 1756 yılında III. Osmanın vefatı üzerine Osmanlı tahtına oturmuş ve 1769 tarihinden itibaren de Gâzi ünvanını kullanmıştır. Müneccimlik ve ilm-i nücûma aşırı bir ilgisi olduğu söylenmektedir. Şâir, hattât ve âlim bir padişah olan III. Mustafa, sadrazamı Koca Râgıb Paşa olması hasebiyle, saltanatının ilk on yılını huzur içinde devam ettirmiştir. Râgıb Paşa, akıllı bir vezirdir ve Padişahın harp ilanı arzularını 6 yıl boyunca dirâyetle reddetmiştir. 1757de son cülûs bahşişini veren ve daha sonra bu âdeti ortadan kaldıran III. Mustafa, devlet hayatındaki problemleri ıslaha meyilli, malî konularda hassâstır. Süveyş Kanalını açmayı düşünen devlet adamlarındandır. Kapıkulu Ocaklarını rahatsız etmeden bazı reformlar yapmaya çalışmış; piyadeye dokunmadan topçu ve bahriye subayları yetiştiren Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn ve Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûnu kurmuştur. 22 Mayıs 1766 yılında büyük İstanbul depremi onun zamanında olmuştur. Avrupada iktidar depremleri olurken, Osmanlı Devleti bu depremlerden etkilenmemiştir.

Rusların andlaşmalara aykırı olarak Polonyaya asker sokması, Fransızların teşvik etmesi ve Padişahın savaşa meyilli olması, Ekim 1768de Rusyaya karşı harp ilan edilmesine sebep olmuştur. Çariçe II. Katerina komutasındaki Rus orduları, önce Kırım Hanı Giray Hanın darbelerine maruz kalmışlar ise de, Osmanlı ordusunun tecrübesiz ve hazırlıksız olması hasebiyle, 1769 son baharında Polonyanın kapısı olan Hotini teslim almışlardır. Karadeniz Osmanlı Gölü olması sebebiyle Fin Körfezinden Akdeniz yoluyla sürpriz bir şekilde Moraya Rumlarla birlikte asker çıkaran Ruslar, 1770 Nisanında perişan edildiler; ancak Baltık Filosu ile Egeye yönelen Rus kuvvetleri Temmuz 1770de Koyun Adaları açıklarında Osmanlı gemilerine karşı büyük kayıplar vererek çekildi; sonra da Çeşme Limanında Osmanlı gemilerine baskın düzenleyerek çok büyük kayıp verdirdiler. Avrupada büyük akisler uyandıran Çeşme Baskınının intikamı Cezayirli Hasan Paşa tarafından alındı.

İşte Osmanlı Devletinin asırlardır, yani en az 1453 yılından beri dünyada tek süper güç olarak hayatını devam ettirmesi, bundan sonra meydana gelecek olaylarla sona erdi. Çünkü Kont Romanzov komutasındaki Rus kara askerleri Boğdanın Kartal (Larga) denilen bir mevkiinde Sadrazam İvaz-zâde Halil Paşayı Ağustos 1770 yılında mağlup ediyor ve Bender Rusların eline geçiyordu. Rusya bununla da kalmadı ve Kırımın kapısı olan Orkapıyı kuşattı. Çariçe, Osmanlı Devletinden ayrılırsa bağımsız bir devlet olarak kabul edeceğini söyleyerek Kırımı ikiye böldü ve Kırım Rus işgaline mecburen boyun eğdi (Temmuz 1771). Artık Osmanlı Devleti dünyanın 1. Devleti olma özelliğini kaybetmişti. 1771 yılı içinde Ruslar Eflaki yani Romanyayı işgal ettier. Arkasından Dobrucadan Bulgaristana giren Rusların bu ilerlemeleri, açtığı harp sebebiyle devletin başına büyük felâketlerin gelmesine sebep olduğunu düşünen Padişahı zora soktu ve sıkıntılar içinde nüzûl hastalığına tutularak vefât etti (Ocak 1774). Osmanlı Devletinin gerileme dönemini başlatan Kaynarca Andlaşması, III. Mustafanın vefâtından sonra I. Abdülhamid devrinde imzalanacaktı.

ZEVCELERİ: 1- Aynül-Hayât Baş Kadın Efendi. 2- Mihr-i Şâh Vâlide Sultân; Baş Kadın Efendi ve III. Selimin annesi. 3- Rifat İkinci Kadın Efendi. 4- Ayşe Âdil-şah Üçüncü Kadın Efendi. 5- Fehîme Üçüncü Kadın Efendi. 6- Binnaz Üçüncü Kadın Efendi. ÇOCUKLARI: 1-Şehzâde Mehmed. 2-Şehzâde Sultân Selim III. 3-Şah Sultân; 4- Beyhân Sultân; 5- Hatice Sultân; 6- Fatma Sultân; 7- Hatice Sultân; 8 - Hibetullüh Sultân; 9- Mihrimah Sultân; 10- Mihrişah Sultân .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
27padisah.gif
I.Abdulhamid
III. Ahmedin Râbia Şermî Kadından 1725 yılında dünyaya gelen I. Abdülhamid, günümüze kadar Osmanlı soyunu devam ettiren bir padişah olarak Ocak 1774de Osmanlı tahtına oturdu. Yaratılışı itibariyle saf, halka karşı merhametli, kerâmetleri halk arasında yayılacak kadar mütedeyyin ve devlet işleriyle de yakından ilgilenen bir padişahtır. Hayatı boyunca dirâyetli sadrazamları ve devlet ricâlini iş başına getirerek, Osmanlı Devletinin muhtâc olduğu ıslâhâtı yapmaya uğraşmıştır. Sadrazam Koca Yusuf Paşanın 1788de Avusturya İmparatoru II. Josefi mağlup etmesi üzerine Gâzi ünvanını kullanmaya başlamıştır.

Tahta çıktığında bütün cephelerde Osmanlı kuvvetleri büyük sıkıntılarla karşı karşıyaydılar. Ruslar, Şumnudaki Osmanlı ordugâhına kadar gelmişler; Ruscuk ile Silistreyi muhasara etmişlerdi. Bu kritik günlerde, Rusya içindeki karışıklıkların da yardımıyla, 1774 baharında Tuna yakınlarındaki Küçük Kaynarca Kasabasında sulh müzâkereleri başladı. Rusyayı Prens Renin ve Mareşal Romanzov, Osmanlıyı ise, sadâret kethüdâsı Resmî Ahmed Efendi ile Reisülküttâb İbrahim Münîb Efendi temsil ediyordu. 28 madde ve 2 ilaveden meydana gelen ve Osmanlı Devletini dünyada dördüncü devlet haline getiren muâhede 17 Temmuz 1774 tarihinde imzalandı. Avusturyalılar da kendilerine pay çıkarmak için Boğdanın kuzeyindeki Bukovinayı işgal ettiler ve 1775 yılında yapılan bir andlaşma ile bu da kabul edildi. 1683 Viyana Bozgunundan sonra, Müslüman Türklerin karşı karşıya kaldıkları en büyük hezimetti.

Tahta geçtikten 6 ay sonra Kaynarca Muâhedesini imzalayan Padişah, bir kaç ay sonra da İran ile yüz yüze geldi. Kaçarların rakibi olan Kerim Han Zend, 1775de Basrayı muhasara altına alınca, Mayıs 1776da İrana harb ilan edildi. 1776da İranlıların eline geçen Basra, ancak üç yıl sonra geri alınabildi. Bu arada iç karışıklıklar da devam ediyordu. Ağustos 1774de Kaynarca Muâhedesinin üzüntüsüyle vefat eden Sadrazam Muhsin-zâde Mehmed Paşanın yerine gelen sadrazamlar bir türlü dikiş tutturamıyorlardı.

Kırımlılar Osmanlı Devletine yaptıkları ihanetin cezasını çekiyorlardı; zira Ruslar söz vermelerine rağmen askerlerini Kırımdan çekmemişlerdi. Osmanlı taraftarı IV. Devlet Girayın yerine Rus hayranı Şahin Giray Kırım tahtına oturmuştu (1775). Kırımdaki bu keşmekeşi kabul etmeyen Osmanlı Devleti harbe karar verince, Fransanın araya girmesiyle, Rusya ile Aynalıkavakta yeni bir andlaşma imzalandı (Mart 1779). Andlaşma Osmanlı Devletinin aleyhine işledi ve neticede Rus hayranı Şahin Giray Kırım tahtına oturdu. Bu akılsız Hân, her türlü gayr-i meşru işlere dalarak ve Çariçenin imkânlarını kullanarak, mürteci diyecek kadar hakaret ettiği Osmanlılardan intikam alıyordu. 1782de kahraman Kırım halkı bu hâine karşı ayaklandı ve II. Bahadır Girayı tahta oturttu ise de, bu da devam etmedi. Şahin Girayın gafleti ile Rusya tekrar Kırıma girdi. Çariçenin Temmuz 1783 tarihli fermanıyla Kırım Rusyanın bir eyâleti oldu ve artık Kırım Müslümanların değil Ortodoks Rusların hâkimiyetine girdi. Artık saltanat merkezi olan Bağçesaray, Rus vilayet merkezi olan Akmescide taşınıyordu. Maalesef, Kırımlılar, üç asır boyunca hâkimiyetlerine karışmayan Osmanlı Devleti yerine, tamamen Müslüman olan Kırımı Ruslaştıran ve burayı ikinci bir Endülüs yapan Ruslarla başbaşa kaldılar. Binlerce Müslüman öldürüldü. Osmanlı Devletinin Kırımdaki hâkimiyeti 310 yıl devam etmişti. Osmanlı Devleti, 8 Ocak 1784 tarihli Andlaşmayla Kırımın Rusyaya ilhâkını kabul etti.

Çariçe 1787de 60.000 askeriyle Kırıma geldi ve zaferini kutladı; bundan rahatsız olan Osmanlı Devleti Ağustos 1787 tarihinde yeniden harp ilan etti. 1768-1774 tarihleri arasında devam eden Osmanlı-Rus Harbi, Polonyanın istiklâli için yapılmış göründüğünden millete mal edilememişti. Ancak bu yeni harp Müslüman Kırımı kurtarmak içindi ve herkes Ruslara diş biliyordu. Şubat 1788de Avusturya da Osmanlıya karşı harb ilan etti. Sadrazam Koca Yusuf Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri, Eylül 1788de II. Joseph komutasındaki Alman ordusunu bozdu ve Osmanlı ordusu Avusturyayı bertaraf ederek Ruslarla başbaşa kaldı. Aralık 1788de Özi Kalesini alarak burada Müslüman katliamı yapan Rus ordusu, bununla da yetinmeyerek Podolyanın merkezi olan Hotini de teslim aldı. Hotin ve Özideki Müslüman katliamları, Osmanlı Padişahının kederinden dolayı beyin kanaması geçirerek vefât etmesine sebep oldu (7 Nisan 1789). Cenazesi, Bahçekapıdaki İmâretinin yani şimdiki 4. Vakıf Hanın karşısındaki türbesine defn edildi.

Sultân I. Abdülhamidin Hotin ve Özinin düşmesi münasebetiyle bizzat kaleme aldığı hatt-ı hümâyûn insanı ağlatacak kadar manalıdır: Özinin düştüğü takriri âlimallah beni yeniden kederlendirdi; bu kadar Müslüman erkek, kadın, küçük ve büyüğün kâfir elinde kalması beni mahzun eyledi. Yârab! Sen Mâlikül-mülksün. Senden niyazım, ölmeden bu beldeleri tekrar Müslümanların eline geçtiğini bana göster.

ZEVCELERİ: KADIN EFENDİLERİ: 1- Ayşe Sine-perver Vâlide Sultân; IV. Mustafanın annesi ve IV. Kadınefendi. 2- Nakş-ı Dil Vâlide Sultân; II. Mahmûdun annesi ve önce İkinci İkbal sonra Kadın Efendi. 3- Hatice Ruh-şah Baş Kadın Efendi. 4- Hümâ Şah Baş Kadın Efendi. 5- Ayşe Baş Kadın Efendi. 6- Binnaz İkinci Kadın Efendi. 7- Dilpezîr Kadın Efendi. 8- Mehtâbe Dördüncü Kadın Efendi. 9- Misl-i Nâ-yâb Kadın Efendi. 10- Muteber Kadın Efendi. 11- Nevres Üçüncü Kadın Efendi. 12- Fatma Şeb-safâ Dördüncü Kadın Efendi. 13- Mihribân Üçüncü Kadın Efendi. 14- Nükhet-sezâ Hanımefendi; Baş ikbal. 15- Ayşe Hanımefendi; İkinci İkbaldir. ÇOCUKLARI: 1-Şehzâde Sultân Mustafa IV. 2-Şehzâde Sultân Mahmûd II. 3-Şehzâde Abdullah. 4-Şehzâde Mehmed. 5-Şehzâde Ahmed. 6-Şehzâde Abdülaziz. 7-Şehzâde Abdurrahman. 8-Şehzâde Mehmed Nusret. 9-Ahter-Melek Hanım. 10- Ayşe Dürr-i Şehvar Sultân. 11- Esmâ Sultân. 12- Ayn-i Şah Sultân. 13- Hatice Sultân. 14- Emîne Sultân. 15- Râbia Sultân. 16- Fatma Sultân. 17- Âlem-Şah Sultân. 18- Sâliha Sultân. 19- Hibetullah Sultân. 20- Râbia Sultân .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
28padisah.gif
III.Selim
III. Mustafanın Mihrişah Sultândan Aralık 1761 yılında dünyaya gelen III. Selim, amcasının cephelerdeki duruma üzülerek beyin kanaması geçirmesi ve vefat etmesi üzerine Osmanlı tahtına Recep 1203/Nisan 1789 tarihinde oturdu. İslâmî ilimlere vukûfu, şiir, hat ve diğer güzel sanatlardaki mahâreti ve kısaca kültürü açısından, denilebilir ki, 1595de vefat eden III. Muraddan sonra gelen Padişahlar içinde bir numaradır. III. Selim, aynı zamanda dirâyetli, merhametli ve ıslâhâta taraftar olan bir Padişahtır. Geldiğinde sadrazamlık koltuğunda Koca Yusuf Paşanın bulunması ve sonra da uzun müddet Kaptan-ı Deryalık görevinde bulunan Cezayirli Gâzî Hasan Paşa ile çalışması, onun için büyük bir fırsat olmuştur. Damad Melek Ahmed Paşa ise, III. Selim ile birlikte nizâm-ı cedîd mücadelesini veren sadrazamdır.

Saltanat III. Selime intikal ettiğinde, cephelerde durum çok kötüydü. Zira Rus ve Avusturya cephelerinde savaş bütün hızıyla devam ediyordu. Boğdan sınırlarındaki Fokşani Meydan Muharebesinde, Kemankeş Mustafa Paşa kumandasındaki Osmanlı orduları, Rus ve Avusturya kuvvetlerinin iki taraflı saldırıları üzerine ağır bir hezimete uğradılar (1203/Ağustos 1789). Bunu Rusların galibiyeti ile sonuçlanan Boza (Buzaov) mağlubiyeti takip etti (Eylül 1789). Ruslar Boğdanın başşehri Yaşı işgal ederken, Avusturyalılar da Bükreşi teslim alıyorlardı (Ekim 1789). III. Selimin askerlere hitâben kaleme aldığı ve İslâmdaki gazâ ruhunu hatırlatan hatt-ı hümâyûnu da müessir olamadı. Osmanlı kuvvetleri, Eflaka bağlı Yerköyünde Avusturya kuvvetlerini mağlup etseler de, Tunanın güneyine çekilmek durumunda kaldılar. Ruslar, Besarabya ile Dobruca arasındaki Osmanlı savunma merkezlerini, bazı kayıplar ve mağlubiyetlerle birlikte ele geçirmiş oldu (İsmail, Kili, Tulça gibi, 1790). İsveçle yapılan ittifak Osmanlı Devletinin hiç işine yaramadı. Bu sırada 1789 Fransız İhtilalinin olması, Osmanlı Devletini rahatlattı ve Avusturya sulh andlaşması istedi. Ağustos 1791de imzalanan Ziştovi Muâhedesi ile Avusturya-Osmanlı Harbi sona erdi. Böylece tarihteki son Alman-Türk savaşı sona erdiği gibi, Alman kuvvetler, Belgrad başta olmak üzere işgal ettikleri yerleri Osmanlılara iade ettiler. Osmanlı Devleti ile başbaşa kalan Rusya da sulha yanaştı ve Ocak 1792 tarihinde imzalanan Yaş Andlaşması ile Özü ve Hocapaşa (Odesa) gibi bazı sahil şehirleri Ruslara bırakılarak, Osmanlı-Rus savaşına da son verildi.

Cephelerde kaybeden Osmanlı Devleti, sosyal, hukukî, iktisâdî ve özellikle de mağlubiyetlerin birinci sebebi sayıldığından askerî ıslâhatları düşünmeye başladı. Zira devlet, dış düşmanlara karşı vatanı müdafaa ederken, iç durum hiç de iyi değildi. Anadoluda derebeyleri, Rumelide ayânlar ve cephelerde savaşan yeniçeri grubu, devlet için büyük bir belâ haline gelmişti. Osmanlı ordusunun ve hatta bütün devletin yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. Osmanlı Devleti, gerileme devrini tamamlayarak artık yıkılmanın sancılarını çekmeye başlamıştı. Bu yıkılış emârelerinin sebeplerinin Kurâna aykırı olarak yaşanan sefâhet, halkın vergi yükünün altında ezilmesi, müminlerin kalbinden devlete muhabbetin çıkması ve yardım duyguları yerine kin ve nefret duygularının fışkırmaya başlaması olduğunu, aklı başında olan herkes biliyordu. Osmanlı Devleti, nizâm-ı cedîd tabir edilen yeni bir düzenlemeye muhtâc idi. Ancak bu nasıl yapılacaktı? Bu konuda tamamen mevcut düzeni değiştirmek isteyenlerin görüşü esas alındı ve 24 Şubat 1793de Nizâm-ı Cedid resmen bir Hatt-ı Hümâyûn ile ilan edildi. Bunun üzerinde ayrıca duracağımızdan ayrıntıya girmiyoruz.

Nizâm-ı Cedid de fayda vermedi. Osmanlı Devleti devamlı kan kaybediyordu. 400 yıldır dost devlet olarak bilinen Fransanın başına geçen General Napolyon Bonaparte, 1797 yılında Venedik Cumhuriyetine son vererek Osmanlı Devletine komşu haline gelmişti. Bununla da kalmadı ve harp ilan etmeden Mısır İskenderiye önlerine geldi (Temmuz 179
cool.gif
. Görünürde, Padişaha itaat etmeyen Memluk Beylerini cezalandırmak için gelmişti; ancak buradan Kahireye hareket etti. Mısır Beylerbeyisi Ebu Bekir Paşa ile yaptığı Ehrâmlar Muhârebesini de kazandı. Bunu gören Osmanlı Devleti, Eylül 1798de Fransaya harb ilan etti. İngilizler de tabiî müttefik oldu. Şubat 1799da Filistine doğru ilerleyen ve Gazze ile Yafayı teslim alan Bonaparte, Akkada Cezzâr Ahmed Paşa tarafından durduruldu. Akkada durdurulmasaydım, bütün şarkı ele geçirirdim diyen General, İstanbuldan bir ordunun Mısıra doğru geldiğini duyunca Parise döndü. Haziran 1801de Mısırın Tahliyesi Mukavelesi imzalandı ve Osmanlı ordusu Mısıra girdi. Böylece III. Selime de Gâzi ünvanı verildi. Bunu, Nizâm-ı Cedidci Gâlib Paşanın Haziran 1802 tarihinde imzaladığı Paris Muâhedesi takip etti.

Bu arada Arabistanda ortaya çıkan Vehhâbîlik hareketi de Osmanlı Devletini ciddi manada rahatsız ediyordu. Bunu ayrıca inceleyeceğiz. Mısırda Memluk Beyleri nasıl bertaraf edilir diye düşünülürken, Mısıra gittiğinde (1799) asla Arapça bilmeyen ve Arnavud olan Mehmed Ali Ağa, bu beylikleri bertaraf etmek ve Hicazdaki problemi çözmek için kullanıldı. Vehhâbileri bertaraf etmek ümidiyle kendisine Temmuz 1807 yılında Mısır Beylerbeyiliği verildi.

Bu arada, Fransız ihtilâlinin milliyetçiliği tahrik etmesi sebebiyle 1806 yılında Sırplar ihtilâl çıkardılar. Bunda yeniçerilerin Hıristiyan tebeaya kötü muâmelesinin de etkisi vardı. Zaten Rumelide hâkim olan da devlet değil, ayân denilen zorbalar idi. Vidinde Pazvandoğlu Osman Ağa, Ruscukda Tirsiniklioğlu İsmail Ağa ve benzeri zorbalar büyük güç kazanmışlardı. Bunların üzerine gönderilen ve kısa zamanda haklarından da gelen Kadı Abdurrahman Paşa geri çekilince, hem halk rahatsız oldu ve hem de Sırp İhtilâli azıttı. Avusturya bu ihtilâli kışkırtıyordu. Ancak lider Kara Yorgi, 1804de Ruslara yanaştı. Aralık 1806da Belgradı ele geçirdi ve Rusya da, Kaynarcadaki hakkını kullanarak Osmanlı Devletine harp ilan etti. Bender, Hotin, Akkerman ve Kili işgal edildi. Resmen Osmanlı-Rus Savaşı başladı. Silistre valisi Alemdâr Mustafa Paşa, Rusları iki defa yenince, İngiltere Rusların yanında savaşa girdi. Şubat 1807de İngiliz donanması İstanbul önlerine kadar geldiyse de, hemen geri döndü ve bu sefer Mısıra yönelerek İskenderiyeyi işgal etti (Mart 1807). Mehmed Ali Paşa İngilizleri durdurdu. Diğer taraftan Rus cephesine gönderilmek istenen Nizâm-ı Cedid askerlerini kapıkulu ocağı neferleri kabul etmiyordu. Düşman vatanı işgal ederken, ordu birbirine girmişti. Ordu, devletin başına belâ olmuştu.

Önceleri Nizâm-ı Cedide taraftar olan ve en azından ses çıkarmayan âlimler, Nizâm-ı Cedid ricâlinin suiistimallerini ve ahlaksızlıklarını görünce, aleyhe geçmeye başladılar. Kasım 1806da Şeyhülislâm olan İshak-zâde Mehmed Atâullah Efendi, âlimleri Nizâm-ı Cedid grubuna ve hatta Padişaha karşı tahrik etti. İş çığırından çıktı ve Padişah, İslâma aykırı bazı fiilleri yapmakla (mesela ney üflemesi ve tanbur çalması, kız kardeşlerinin ve hanımlarının Avrupâî bir hayat yaşamaya başlamaları gibi) suçlandı. 25 Mayıs 1807de Kastamonulu Kabakçı Mustafa denilen bir neferi kendilerine reis tayin eden yeniçeri yamakları, 19 yıl sürecek olan bir iç isyanı başlattılar. III. Selim hâlim ve selim birisi olduğu için, kan dökmeğe değil taviz vermeğe taraftardı. Bu sebeple 28 Mayıs 1807de Nizâm-ı Cedidi ilga etti ve bir gün sonra da kendisi tahttan indirildi. Yerine Padişahın amca-zâdesi olan IV. Mustafa tahta çıkarıldı.

KADIN EFENDİLERİ: 1- Nef-i Zâr Baş Kadın Efendi. 2- Hüsn-i Mâh Baş Kadın Efendi. 3- Zîb-i Fer İkinci Kadın Efendi. 4- Âfitâb Üçüncü Kadın Efendi. 5- Refet Dördüncü Kadın Efendi. 6- Nûr-i Şems Kadın Efendi. 7- Gonca-nigâr Kadın Efendi. 8- Dem-hoş Kadın Efendi. 9- Tab-ı Safâ Üçüncü Kadın Efendi. 10- Ayn-ı Safâ Kadın Efendi. 11- Mahbûbe Kadın Efendi. İKBALLERİ: 12- Meryem Hanımefendi. 13- Mihribân Hanımefendi. 14- Fatma Fer-i cihân Hanım Efendi. Çocukları olmadı .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
29padisah.gif
IV.Mustafa
IV. Mustafa, I. Abdülhamidin Ayşe Sîneperver Vâlide Sultândan doğan büyük oğludur. IV. Mustafa, saf, kültürü zayıf ve saltanata karşı harîs bir insandı. Hep iyilik gördüğü amca-zâdesi III. Selime karşı vefâlı davranamadı. Nizâm-ı Cedid aleyhinde olanların yanında göründü ve 29 Mayıs 1807de Osmanlı tahtına çıktı. İlk olarak ihtilâlcilerin arzularını yerine getirdi ve Kabakçı Mustafa, Şeyhülislâm Atâullah Efendi ve Sadâret Kaymakamı Musa Paşanın isteklerine göre devleti yönetmeye başladı. Bu arada Nizâm-ı Cedidcilerin bir kısmı öldürülmüş ve bir kısmı ise Ruscuk Ayânlarından vezir Alemdâr Mustafa Paşaya sığınmışlardı (Galip, Refik, Râmiz, Behîç ve Tahsin Beylerden oluşan bu ekibe Ruscuk Yârânı denmektedir).

İhtilâlciler, Nizâm-ı Cedidin gayr-i meşru olduğunu ve Padişahın aslâ yeniçerilere müdahale etmemesi gerektiğini ihtiva eden taahhüdnâme mahiyetinde bir hücceti, Padişahın Hatt-ı Hümâyûnu ile birlikte elde ettiler (Rebiülevvel 1222/1807). İhtilâlcilerin baskısından bıkan IV. Mustafa, Kabakçı Mustafa başta olmak üzere, ihtilâlcileri tasfiye gayesiyle Alemdâr Mustafa Paşayı ordusuyla beraber İstanbula davet etti. Temmuz 1808de İstanbula gelen Alemdâr, yolda iken Kabakçı Mustafayı katletmişti ve bu sebeple de Davud Paşa Sarayında Padişah tarafından karşılandı. Ruscuk Yârânına burada Padişahı tevkif etmesini tavsiye ettilerse de, Alemdâr buna yaklaşmadı. 2 gün sonra vasıfsız bir Şeyhülislâm olan Atâullah Efendi azl edildi ve ekibi de tasfiye edildi. Padişah Alemdâra teşekkür ediyor ve Tuna Beylerini boş bırakmayarak dönmesini arzuluyordu. Ancak bunu dinlemeyen Alemdâr, 28 Temmuz 1808de Bâb-ı Âliyi basarak sadrazamdan mührü aldı, arkasından Topkapı Sarayına geldi. Hal edileceğini ve III. Selimin tekrar tahta çıkarılacağını anlayan IV. Mustafa, hemen karşı planını uyguladı ve III. Selim ile II. Mahmûdun öldürülmesi için tâlimat verdi. Maalesef bu tâlimatı alan Enderûnlular, dairesini basarak III. Selimi şehid ettiler. II. Mahmûd ise, Harem hüddâmının yardımı ile kurtarıldı ve Alemdârın desteğiyle kendisine bîat olundu.

KADIN EFENDİLERİ: 1- Şevk-i Nûr Baş Kadın Efendi. 2- Dil-pezîr İkinci Kadın Efendi. 3- Seyyâre Üçüncü Kadın Efendi. 4- Peyk-i Dil Dördüncü Kadın Efendi. Emîne Sultân isminde bir tek kızı vardı ve o da hemen vefât etmiştir .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
30padisah.gif

II. Mahmûd, I. Abdülhamidin Nakş-ı Dil Vâlide Sultândan dünyaya gelen küçük oğludur. 28.7.1808 tarihinde Osmanlı tahtına sıkıntılı bir şekilde oturdu. Amca-zâdesi III. Selimden devlet idaresi, musiki ve devlet adamlarıyla münasebetler konusunda epeyce ders almıştı. Adlî mahlası ile şiirler yazan ve Mayıs 1813den itibaren Gâzi ünvanını kullanan II. Mahmûd, yaptığı ıslâhâtlarla ve özellikle de Osmanlı Devletinin yüzünü batıya çevirmekle meşhurdur. Bazı tarihçiler onu Kanuniden sonra en büyük padişah olarak vasıflandırırken, bazıları da batılılaşma yolundaki şekilde kalmış teşebbüslerinde dolayı tenkit etmektedirler. II. Mahmûdun saltanat yıllarını, vaka-i hayriye adı verilen yeniçeri ocağının kaldırılışına göre iki safhaya ayırmak yerinde olur:

Birinci Saltanat Safhası: Tahta çıktığında devletin halletmek mecburiyetinde bulunduğu iki mesele vardı: Birincisi, III. Selimin şahâdetine sebep olan canilerin cezalandırılması ve ikincisi de devletin içine düştüğü sıkıntıdan kurtulabilmesi için gerekli ıslâhâtın yapılması. Önce devletin eyâletlerdeki elini gevşetmesinden dolayı idareyi ele alan derebeyler ve ayânları, devlete itaat eder hale getirme meselesi ele alındı ve davet edilince askerleriyle İstanbula gelen ayân ve derebeylerinin, Alemdâr Mustafa Paşaya olan güvenleri sebebiyle umumi bir meşveret meclisi toplandı. Neticede Sened-i İttifak adıyla devletin vükelâsıyla ayân ve derebeyler arasında bir sened imzalandı. Buna göre her yerde devletin kanunları ve emirleri geçerli olacak; vergiler sadece devlet hazinesinde toplanacak; devlet namına asker toplanacak ve ancak ayân ve derebeylerin haklarına da müdahale edilmeyecekti. Kısaca Anadolu Beylikleri haline gelen Osmanlı Devleti, yeniden büyük devlet olmaya söz veriyordu (Eylül 180
cool.gif
. Bunu, Alemdâr Mustafa Paşanın arzusuyla Ekim 1808de Nizâm-ı Cedidi ihya manasına gelen Sekbân-ı Cedid askerinin kurulması takip etti ve başına da Ruscuk Yârânından Behîc Efendi Umûr-ı Cihâdiye Nâzırı olarak tayin edildi.

Sadrazam Alemdâr Mustafa Paşa, Ruscuk Yârânı denilen ekibin elemanlarını önemli makamlara getirmişti. İyi niyetli ama kültürü zayıf olan bu devlet adamı, III. Selimin şahâdetine engel olamadığı için çevresi tarafından tenkit ediliyor idiyse de, II. Mahmûd ona güveniyordu. Yeniçeri ise ona karşı bileniyordu. Ulemâ sınıfı, usul ve âdâb bilmediğinden dolayı, bazı çiğ hareketleri sebebiyle aleyhine geçtiler. Kasım 1808de yeniçeriler sarayını bastılar; kendi adamları dışında savunmaya yardım gelmeyince, kendini hapsetti ve cephanenin bulunduğu binayı tabancasıyla ateşe vererek şehid oldu. Hadise karışınca, Şeyhülislâmın fetvâsı alınarak IV. Mustafa da boğduruldu (Kasım 180
cool.gif
. İsyan eden yeniçeriler, işi azıttı ve Topkapı Sarayına hücum ettiler. Bunun üzerine 4000 kişilik sekbân-ı cedid askeri yanında donanmay-ı hümâyûna bağlı gemilerden Yeniçeri Ağasının bulunduğu yere toplar atılarak saltanat muhafaza edilmeye çalışıldı ve hatta Süleymaniye Camiinin bir minaresi yara aldı. Neticede ulemânın tavassutu ile 18 Kasım 1808de sekbân-ı cedid lağvedildi ve kısmî tavizlerle isyan bastırıldı.

IV. Mustafa zamanında (25.8.1807) Osmanlı ile mütâreke imzalayan Rusya, Fransa ile olan savaşına rağmen, iç karışıklıkları fırsat bilerek, Romanyayı elde etmek ümidiyle Osmanlı Devletine karşı savaş ilan etti. Temmuz 1809da Sadrazam Yusuf Ziyâeddin Paşa komutasındaki Osmanlı ordusuna yenilen Rus ordusu, önce geri çekildi; ancak sonradan tecâvüzlerini sürdürerek Potiye kadar geldi. Ağustos 1810da Varnayı almak istediler; başarılı olamayıp geri çekildiler. Napolyon Bonapartın ısrarla Rusların işini bitirelim teklifine, güvenilmeyen kişiliğinden dolayı menfi cevap veren Osmanlı Devleti, 28.5.1812 tarihinde Ruslarla Bükreş Muâhedesini imzaladı. Romanyayı iade eden Ruslar, Bükreş çevresinde bir Sırp Prensliği kurdurulmasını kabul ettirmekle asıl tavizini almıştı. Bu olay, Yunan İhtilâlinin de çıkmasına sebep oldu.

Sırpların muhtâriyet elde etmesi, Patras Başpiskoposu Germanosun liderliğinde 12 Şubat 1821de Rum İsyanının yani Yunan İhtilâlinin başlamasına sebep oldu. Tohumları daha önceleri atılan bu ihtilâl neticesinde Yunanlılar, Morayı ele geçirdiler. İşin arkasında 1814de gizli olarak Odesada kurulan Ethniki Hetaria ve Fener Patriği Gregorios ile Fener Beyleri vardı. Osmanlı Devleti, asırlarca Müslümanlar gibi hak ve hürriyetlerine riâyet ettiği Rumların böyle bir isyan çıkarmalarına şaşırdı ve yüzlerce Müslümanın kanının akmasına yol açan bu hareketi tahrik eden Cihân Patriğini, Fener Patrikhânesinin Orta Kapısı önünde Nisan 1821 tarihinde idam etti. Ancak Rusyanın desteğini arkasına alan Rumlar, başlarına Prens Mavrokordatoyu geçirerek, Ocak 1822de Yunanistanı kurduklarını ilan ettiler. Kavalalı Mehmed Ali Paşanın oğlu İbrahim Paşayı kuvvetleriyle yardıma göndermesi üzerine, Haziran 1827de Yunan İhtilâli bastırıldı. Yeniçeri yine beceriksizliğini ortaya koymuştu.

Artık halk ve devlet nezdinde yeniçerinin sonu gelmişti. Haziran 1826da yani II. Mahmûdun 17. Saltanat yılında Vaka-i Hayriye adıyla yeniçeri ocağı lağv edildi.

İkinci Saltanat Safhası: Yeniçeri ocağı lağvedilip yerine Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adıyla eğitimli ve düzenli bir askerî teşkilât kurulunca, devletin içerdeki problemlerinden biri ortadan kalkmış oldu. Bunu diğer ıslâhâtlar takip etti. Osmanlı Devletinin eyâlet askerleri dışında düzenli bir ordusu kalmadığını gören Rusya durumdan istifade etmek istedi; ancak Osmanlı Devleti, Ekim 1827 tarihli Akkerman Muâhedesini imzalayarak Sırbistan ve Romanyanın muhtâriyetlerini biraz daha arttırıp tehlikeyi önlemeye çalıştı. Bu arada düvel-i muazzama adı verilen İngiltere, Fransa ve Rusya, aralarında Temmuz 1827 tarihli Londra Protokolünü imzalayarak Yunan meselesini kaşımaya karar verdiler ve Osmanlı Devletine otonom bir Yunan Prensliği için tazyik etmek üzere donanmalarıyla İyonya Denizine kadar geldiler. Sulh halinde oldukları bir devlete aniden yaptıkları Navarin Baskını ile Osmanlı Donanmasını batırdılar (Ekim 1827). Üç devlet de özür diledi; ancak ordusuz olmasına rağmen Osmanlı Devleti Rusyaya harb ilan etti (Nisan 182
cool.gif
. Fakat Ruslar, doğuda Ahıskaya ve batıda ise Varnaya kadar gelince durum tehlike arz etmeye başladı. Batıda Silistreyi ve doğuda ise Erzurumu teslim alan Ruslar, Ağustos 1829da Edirneye girdiler. Bunun üzerine duruma İngiltere, Fransa ve Prusya müdahale ettiler. Ancak Fransa Eylül 1829da Morayı işgal etmiş ve Kavalalının oğlu İbrahim Paşa Moradan ayrılmıştı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti Ağustos 1829 tarihinde Londra Muâhedesini imzalamak mecburiyetinde kaldı ve bu andlaşma ile bağımsız bir Yunanistan Prensliği kuruluyordu. Ruslarla imzalanan Eylül 1829 tarihli Edirne Muâhedesi ile de Tuna Deltası ve Kafkasya tamamen Ruslara bırakıldı. Artık müstakil olan Eflak ve Boğdan, Sırp ve Yunanistan prenslikleri, Osmanlı Devletini meşgul etmek için yeterliydi. Yunanistan Osmanlı Devletinden ayrılan ilk devlet oldu. Bu arada Sisam adasına da Aralık 1832de otonom verildi ve 1913de Yunanistana katılıncaya kadar bu statü devam etti.

Maalesef bu arada Fransa 1797de Cezayirden aldığı borcu ödemediği için 1827 yılında bölgeyi idare eden ve dayı denilen Osmanlı Beylerbeyi İzmirli Hüseyin Paşanın Fransız Konsolosunu tokatlaması üzerine, Fransa Cezâyire Haziran 1830da asker çıkardı ve Temmuz 1830da şehri teslim aldı. Rus mağlubiyetinden yeni çıkan Osmanlı Devleti, Fransanın tehdidi üzerine donanmasını bile gönderemedi. Artık Cezâyir Fransanın sömürgesi oluyordu.

Rus harbine asker göndermeyen Mısır Beylerbeyisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa da, şımarmıştı. Osmanlı sadrazamı olarak devlete hâkim olmak istiyordu. Mısırı gerçekten imar etmiş ve orada itibar kazanmıştı. Filistine kaçan fellâhları geri göndermeyen Sayda Valisi Abdullah Paşanın tavrını sebep göstererek oğlu İbrahim Paşayı Filistine gönderdi ve burayı işgal etti. İbrahim Paşa, sırasıyla Akka, Şam, Haleb ve Hatayı alarak Konyaya kadar geldi (Kasım 1332). II. Mahmûdun inkılâblarına kırgın olan halk, İbrahim Paşayı sevinçle karşıladı. Sadrazam Reşîd Mehmed Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu üzerine geldiyse de, sadrazam esir alınınca geri döndü ve Mısır meselesi milletlerarası bir problem olmaya başladı. Tamamen Osmanlı Devletinin bir veziri gibi davranan ve halka zarar vermeyen İbrahim Paşa, Şubat 1833de Kütahyaya girdi ve İzmire vali tayin etmeye kalkıştı. Padişah, Çardan yardım istedi; o da 10 harb gemisini boğaza gönderdi; diğer devletler de bu fırsatı nasıl değerlendirebileceklerini düşünmeye başladılar. Fransa ve İngilterenin araya girmesiyle, Mehmed Ali Paşa Anadoludan çekildi ve kendisine yedi Osmanlı eyâleti birden verildi (Mısır, Cidde, Sayda, Trablus, Şam, Haleb ve Adana). Temmuz 1833de imzalanan Hünkâr İskelesi Muâhedesi ile Rusya da bazı tavizler kopardı.

Mehmed Ali isyanını kullanan İngiltere, 1838de Osmanlı Devleti ile yaptığı Ticâret Andlaşması ile müthiş tavizler kopardı. Osmanlı sanayiini engelleyen ve Osmanlı topraklarını İngiliz mallarına açık bir Pazar haline getiren bu andlaşmanın mimarı, Londra Büyükelçisi olan Mustafa Reşid Paşa idi. Nitekim Osmanlı Devleti, bu andlaşmadan istediği sonucu alamadı ve Mehmed Ali Paşa 6 yıl sonra tekrar Nizipe kadar geldi ve Osmanlı ordusunu yendi (Haziran 1839). Bu bozgun sırasında II. Mahmûd ölüm döşeğindeydi ve 7 gün sonra Temmuz 1839da vefât eyledi. Mısır krizi devam ediyordu.

KADIN EFENDİLERİ: 1- Bezm-i Âlem Vâlide Sultân; I. Abdülmecidin annesi ve İkinci Kadınefendi. 2- Pertev-niyâl (Nihâl) Vâlide Sultân; Sultân Abdülazizin annesi ve Beşinci Kadın Efendi. 3- Hâciye Pertev-Piyâle Nev-fidân Baş Kadın Efendi. 4- Âlî-cenâb Baş Kadın Efendi. 5- Fatma Baş Kadın Efendi. 6- Âşûb-i Can İkinci Kadın Efendi. 7- Hâciye Hoş-yâr İkinci Kadın Efendi. 8- Nurtâb Dördüncü Kadın Efendi. 9- Misl-i Nâ-yâb İkinci Kadın Efendi. 10- Pervîz-felek Dördüncü Kadın Efendi. 11- Vuslat Üçüncü Kadın Efendi. 12- Zer-nigâr Üçüncü Kadın Efendi. Ebr-i Reftâr İkinci Kadın Efendi. İKBALLERİ: 14- Hüsn-i Melek Hanımefendi; Baş ikbal. 15- Zeyn-i Felek Hanımefendi; İkinci İkbaldir. 16-Tiryâl Hanımefendi; Üçüncü İkbal. 17-Lebrîz-Felek Hanımefefendi; Dördüncü İkbâl.

ÇOCUKLARI: 1- Şehzâde Sultân Abdülmecid I. - Şehzâde Sultân Abdülaziz. 3- Şehzâde Abdülhamid. 4- Şehzâde Mehmed. 5- Şehzâde Ahmed. 6- Şehzâde Bâyezid. 7- Şehzâde Murad. 8- Şehzâde Mehmed. 9- Şehzâde Nizâmeddin. 10- Sâliha Sultân. 11- Mihrimah Sultân. 12- Ayn-i Şah Sultân. 13- Atiyye Sultân. 14- Âdile Sultân. 15- Râbia Sultân. 16- Fatma Sultân. 17- Ayşe Sultân. 18- Hayriye Sultân. 19- Zeyneb Sultân. 20- Münîre Sultân. 21- Şâh Sultân. 22- Hâmide Sultân. 23- Cemîle Sultân .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
31padisah.gif
I.Abdulmecid
Halk arasında Sultân Mecîd diye bilinen I. Abdülmecîd, II. Mahmûdun Bezm-i Âlem Vâlide Sultândan doğma büyük oğludur ve babasının 1 Temmuz 1839 tarihinde vefât etmesi üzerine Osmanlı tahtına 16 yaşındayken oturdu. Doğu dillerinden Arapça ve Farsçayı, batı dillerinden ise Fransızcayı çok iyi biliyordu; iyi bir hattât idi; Batı Musikisine âşinaydı. Mevlevî tarikatına mensuptu. Diğer Osmanlı padişahlarından farklı olarak memleketi çeşitli yönlerine düzenlediği altı seyahatle dolaşmıştı. Yakışıklı olan Sultân Abdülmecîd, babasının aksine nazik, zeki ve merhametli idi. Devleti kendisi değil, Tanzîmât hareketini hazırlayan bürokrasi yönetmiş idi. Bürokrasinin en ileri gelenleri ise, Reşid Paşa ve Tanzimâtçı ekibi idi. Ancak Reşid Paşa ve ekibinin muhâlifleri ilk yıllarında daha da hâkim durumdaydılar.

Tahta çıktığı zaman devlet Nizip bozgunu gibi acı bir olayla dertli idi. İsyancı bir beylerbeyinin askerleri, Osmanlı ordusunu perişan etmişti. Tanzîmâta soğuk olan ihtiyâr Hüsrev Paşanın zorla sadrazam olması ve Padişahın da buna ses çıkarmaması (Temmuz 1839), Hüsrev Paşaya düşman olan Kaptan-ı Derya Ahmed Fevzi Paşanın Osmanlı donanmasını Çanakkaleden alarak İskenderiyeye götürüp Mehmed Ali Paşaya teslim etmesi gibi bir felâketi doğurdu. Bu yüzden Hâin veya Firârî diye meşhur oldu. Artık Mehmed Ali Paşa, İngiltereden sonra en kuvvetli donanmanın sahibiydi.

Nizâm-ı Cedid ve teceddüd hareketi, diplomasiden gelen Reşid Paşa liderliğinde kuvvetleniyordu. II. Mahmûd ve Pertev Paşa tarafından yetiştirilen Reşid Paşa, Tercüme Odasından gelen Mehmed Emin Âli Paşa ile Tıbbiyeden çıkma Keçeci-zâde Fuad Paşayı ekibine katmıştır. Sadrazam Hüsrev Paşanın Sultân Abdülmecide Reşid Paşanın idamını tavsiye etmesine rağmen, Padişah, Reşid Paşanın tarafını tutarak Kasım 1839da Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnunu Reşid Paşaya okutarak Tanzîmâtı ilan etmeye karar verdi. Rauf Paşanın Haziran 1840da sadrazam olmasından sonra fiilen işler Reşid Paşa eliyle yürütülmeye başlandı.

Mehmed Ali Paşa, Sultân Mecîdin padişah olmasıyla tekrar sadrazam olma hevesine kapıldı. Reşid Paşa ise, Mısır meselesini diplomatik yollarla çözmeye çalışıyordu. Londra ve Parisdeki temasları neticesinde, Mehmed Ali Paşa aleyhinde bir dizi plan hazırladı. Fransanın Mısır yanlısı tutumu üzerine İngiliz taraftarı bir siyâseti tercih etti; ancak Fransa ve Rusyayı da açıktan kızdırmak istemiyordu. Temmuz 1840da imzalanan Londra Muâhedenâmesi ile Mısır-Sudan irsî olarak ve Filistin ise kayd-ı hayat şartıyla Mehmed Ali Paşaya verildi; diğer elindeki eyâletler geri alındı. Donanma da Osmanlıya iade edilecekti. Bu şartlara uyulmazsa, 4 devlet askerini Mehmed Ali Paşaya karşı Osmanlının emrine verecekti. Bu andlaşmayı kabul etmeyen Kavalalı üzerine müttefik kuvvetler asker gönderdiler ve oğlu İbrahim Paşayı Beyrut yakınlarında kesin bir şekilde mağlup ettiler. Halk bu sefer Osmanlı lehine ayaklanıyordu. İbrahim Paşa çok perişan şartlar altında Kahireye çekildi. İngiltere yan çizince Mısırdan çıkarılamadı ve Sultân Abdülmecid Mayıs 1841 tarihli meşhur Mısır Fermanını neşretti. Buna göre Mısır-Sudan eyâleti vâli sıfatıyla Mehmed Ali Paşa ve nesli tarafından yönetilecekti. 1914 yılı sonunda Osmanlı hâkimiyeti sona erinceye kadar bu statü devam etti. Mısır iç işlerinde bağımsız ve dış meselelerde Osmanlı Devletine bağlı olan özerk bölge haline gelmişti.

Reşid Paşa, Mısır meselesini ince diplomasisi ile hallettikten sonra, Temmuz 1841de Boğazlar Andlaşmasını imzalayarak Rusların boğazları kullanmasına mani oldu. Mısır meselesinde sözü dinlenmeyen Fransa, bu sefer Lübnandaki Maruni Hıristiyan azınlığı haçlı zihniyetiyle tahrik etmeye başladı. Osmanlı Devleti de duruma müdahale etti ve 1845de Marunilere ve Dürzilere ait Sayda Valiliğine bağlı olmak üzere iki otonom kaza tesis etti.

Osmanlı Devletinin Tanzîmât ile kuvvet kazandığını ve iç problemlerini halletmeye başladığını gören Rus Çarı Nikolay, Reşid Paşanın diplomatik ataklarından çok rahatsızdı. Karşısında tek engelin İngiltere olduğunu bilen Çar, Petersburgdaki İngiliz büyükelçisine hasta adam diye vasıflandırdığı Osmanlı Devletini aralarında paylaşma teklifini yaptı. Ancak İngiltere bu teklifi gizlice Osmanlıya bildirdi. Ancak Rusya emeline ulaşmak için Osmanlı Devletine, Kudüsteki Hıristiyan mukaddes makamlarında Katoliklerin bertaraf edilerek Ortodoksların hâkim olmasını teklif etti (Şubat 1853). Osmanlı Devleti, bu teklifi reddetti ve Mayıs 1853de Rusya ile olan diplomatik münasebetler kesildi. Mustafa Nâili Paşa sadrazam ve Reşid Paşa da Hâriciye Nâzırı iken, Prens Gorçakof komutasındaki Rus kuvvetleri Romanyaya girerek harbi fiilen başlattılar (Temmuz 1853). Bâb-ı Âli de, Fransa ve İngilterenin desteğini alarak Ekim 1853de karşı harb ilan eyledi. Kafkasya ve Tuna boylarında olmak üzere iki cephede başlayan Osmanlı-Rus harbi karşılıklı galibiyet ve mağlubiyetlerle uzun süre devam etti. Katolik dünyayı temsil eden Fransız Kralı III. Napolyon sulh için Rusyaya nota verdi. Notayı çok sert bir şekilde reddeden Çar, Fransanın İngiltere ile birlikte Osmanlı Devletinin yanında yer almalarına sebep oldu (Şubat 1854). İngiltere, Fransa ve Osmanlının Mart 1854de imzaladığı İstanbul Muâhedesi, üçünün Rusyaya karşı ittifak ettiklerinin deliliydi. Rusyanın yanında yer alan Yunanistan, Fransızların Pireye asker çıkarmasıyla cezalandırıldı ve Atina işgal edildi. Yeni komutan Mareşal Paskieviç komutasındaki Rus kuvvetleri, Mayıs 1854de Silistreyi muhâsaraya başladılar. Ancak Musa Paşa komutasındaki Osmanlı askeri kahramanlar gibi çarpışarak, Rusları perişan ettiler ve Namık Kemalin Vatan yahud Silistre romanıyla tarihe geçen zaferlerini kazandılar (Haziran 1854). Ağustos 1854de alkışlarla Bükreşe giren Osmanlı ordusu, müttefik kuvvetlerle birlikte Eylül 1854de Kırıma girdiler. Mart 1854de ordularının mağlubiyetine dayanamayan hasta I. Nikolay öldü. 15 Martta Sardunya ile de bir ittifak muâhedenâmesi imzalandı.

Bu arada Osmanlı maliyesi harp giderleri yüzünden perişan hale gelmişti ve ilk defa İngiltereden dış borç alındı (Haziran 1855). Savaş devam ediyordu ve Eylül 1855de Sivastopol şehri Ruslardan alındı. Ancak Kafkas cephesinde durum iyi değildi. Kasım 1855de Karsı teslim alan Ruslar, fiilen harbi bitirdiler. Sulh konferansının Pariste toplanmasına karar verildi.

Osmanlı Devleti, Pariste toplanacak konferans öncesi, Avrupalılara şirin görünmek için, 1272 Hattı veya Islâhât Hatt-ı Hümâyûnu yahut da Islâhât Fermanı diye bilinen yeni bir fermanı 18 Şubat 1856 (1272) tarihinde yayınladı. Bu ferman, hem Müslüman ve hem de gayr-i müslimler tarafından beğenilmemişti. Neticede 30.3.1856 (1272)de Parisde toplanan İngiltere, Fransa, Osmanlı, Avusturya, Prusya, Rusya ve Sardunya devletleri temsilcileri, XIX. asrın siyasi çehresini değiştiren Paris Muâhedesini imzaladılar. Buna göre, Kars Osmanlıya ve Kırım ise Ruslara iade ediliyordu. Karadeniz tarafsızlandırılacak ve askerden arındırılacaktı. III. Napolyon, Reşid Paşayı sevmediği ve iyi bir diplomat olduğunu bildiği için murahhaslığına itiraz etmişti. Ekim 1857de Reşid Paşa, 6. Defa sadrazam oldu ve Ocak 1858de ise vefat etti. Ağustos 1859 tarihli yeni bir Paris Muâhedenâmesi ile de, Eflak ile Boğdanın (Memleketeyn) birleşerek Romanyayı meydana getirmeleri kararı alındı. Fransızlar ise yine boş durmadı. 1860larda tahrik ederek isyan ettirdikleri Lübnandaki Maruni Hıristiyanlara, Deyrül-Kamer merkezli bir otonom sancak kurdurdular (Haziran 1861).

İşte bu sıkıntılar ve Tanzîmât hareketleri içinde yuvarlanan Osmanlı Devletinin başı yani Sultân Abdülmecid, 25.6.1861 tarihinde veremden vefat etti.

KADIN EFENDİLERİ: 1- Servet-sezâ Baş Kadın Efendi. 2- Şevk-efzâ Vâlide Sultân; Sultân V. Muradın annesi ve İkinci Kadın Efendi. 3- Hoş-yâr İkinci Kadın Efendi. 4- Tîr-i Müjgân Vâlide Sultân; Üçüncü Kadın Efendi ve II. Abdülhamidin annesi. 5- Verd-i Cenân Üçüncü Kadın Efendi. 6- Gül-cemâl Dördüncü Kadın Efendi. 7- Rahîme Perestû Vâlide Sultân; Dördüncü Kadın Efendi ve II. Abdülhamidin manevi annesi. 8- Gülistu (Gülistân) Dördüncü Kadın Efendi. 9- Düzd-i Dil Üçüncü Kadın Efendi. 10- Bezmî (Bezmârâ) Altıncı Kadın Efendi. 11- Mâhitâb Beşinci Kadın Efendi. İKBALLERİ: 12- Nâlân-ı Dil Hanımefendi; 3. ikbal. Ceylân-yâr Hanımefendi; 2. İkbaldir. 14- Ayşe Ser-firâz Hanımefendi; 2. İkbal. Sarayın adını batıran bir kadındır. 15- Nergis (Nergizu) Hanımefefendi; Dördüncü İkbâl. 16- Nâvek-misâl Hanımefendi; 4. İkbal. 17- Nesrîn Hanımefendi; İkinci İkbal. 18- Şâyeste Hanımefendi; 4. İkbal. 19- Nükhet-seza Hanımefendi; Baş İkbal. GÖZDELER: 20- Yıldız Hanımefendi; 2. Gözde. 21- Sâf-derûn Hanımefendi; 4. Gözde. 22- Hüsn-i Cenân Hanımefendi; 3. Gözde.

ÇOCUKLARI: 1- Şehzâde Sultân Murad V. 2- Şehzâde Sultân Abdülhamid II. 3- Sultân Mehmed Reşâd V. 4- Şehzâde Mehmed Ziyâaddin Efendi. 5- Şehzâde Mehmed Vahidüddin Efendi (Sultân Vahîdüddin). 6- Şehzâde Ahmed Nûreddin Efendi. 7- Şehzâde Mehmed Âbid Efendi. 8- Şehzâde Mehmed Fuad Efendi. 9- Şehzâde Mehmed Burhâneddin Efendi. 10- Behîce Sultân. 11- Medîha Sultân. 12- Senîha Sultân. 13- Refîa Sultân. 14- Nâile Sultân. 15- Râbia Sultân; 16- Fatma Sultân; 17- Mevhibe Sultân; 18- Sâbiha Sultân; 19- Fatma Nâzıme Sultân; 20- Münîre Sultân; 21- Bedîa Sultân; 22- Naîme Sultân; 23- Cemîle Sultân; 24- Mehmed Rüşdî Efendi; 25- Osman Safiyyüddin Efendi. 26- Ahmed Kemâleddin Efendi. 7- Mehmed Vâmık Efendi. 28- Nizâmeddin Efendi; 29- Burhâneddin Efendi; 30- Neyyire Sultân; 31- Aliye Sultân; 32- Sâmiye Sultân; 33- Nâzıme Sultân; 34- Mukbile Sultân; 35- Fehîme Sultân; 36- Şehîme Sultân; 37- Süleyman Efendi.

Yukarıdaki listeden de görüldüğü üzere, hayatı boyunca meşru dairede de olsa, çok fazla kadınla beraber olan I. Abdülmecid, çocuklarına ve aile hayatına fazlaca düşkün bir insandı. İyi bir hükümdâr olmasına rağmen, Avrupa taklitçiliğini bazan gayr-ı makul denecek seviyelere getiriyordu. Bunda çevresindeki Avrupa tahsili görmüş bürokratların da büyük etkisi vardı. II. Mahmûd gibi, devletin askerler değil sivil bürokratlar tarafından idare edilmesine taraftardı .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
32padisah.gif
Sultan Abdülaziz
Sultân Abdülaziz, 1830 yılında II. Mahmûdun Kadın efendisi Pertev-niyâl Vâlide Sultândan Eyüp Sarayında dünyaya gelmiştir. Haziran 1861de ağabeyi I. Abdülmecidin vefâtı üzerine Osmanlı tahtına çıkmış ve halk tarafından Sultân Aziz diye anılmıştır. III. Selim, II. Mahmûd ve I. Abdülmecidin Avrupayı taklid eden ve çevreleri tarafından suiistimal edilen hayatlarının Osmanlı Padişahları hakkındaki ortaya çıkardığı menfi imajı, Sultân Aziz yaşadığı müstakim hayatıyla telafi etmiştir. I. Abdülhamid gibi velâyetine inanılan bir padişah olmuştur. İntihâr meselesi, tamamen sefih bir hayat yaşayan Hüseyin Avni Paşa ve bir kaç serseri subayın tertibinden ibarettir. Mevlevî, hattât, pehlivan, bestekâr ve Arapça ile Farsçaya vâkıf olan Sultân Aziz, Batı Musikisi hayranlığını Saraydan çıkarmaya çalışmıştır. Ekibi, Tanzîmâtçıların ileri gelenlerinden olan Âli Paşa ve Fuad Paşa ile daha sonra Yeni Osmanlılar arasında yer alan Mithad Paşa ve arkadaşlarıdır. En büyük şanssızlığı ekibinin tam müstakim insanlar olmayışıdır. Sultân Abdülaziz, özellikle Sultân Abdülmecid devrinde devletin israflar ve sefâhetlerle sarsılan devlet nizâmına hemen çeki düzen vermekle işe başlamıştır. Saraydaki harcamaları durdurmuştur. Devletin hazinesinin kaçak verdiği kara delikleri kapatmaya çalışmıştır.

Zamanındaki ilk olay, Haziran 1861de baş gösteren Sırp İsyanıdır. Karadağ İsyanı Ömer Paşa tarafından bastırılınca Avrupa ayaklanmış ve Eylül 1861de İstanbul Mukavelesi imzalanmak mecburiyetinde kalınmıştır. Bu Protokol, Sırplara daha fazla muhtâriyet vermek manasına gelmektedir. İkinci önemli olay, Sultân Abdülazizin üç taht vârisini ve çok sayıda devlet erkânını alarak Feyz-i Cihâd Vapuru ile Nisan 1863de yaptığı Mısır Seyahatidir. Yavuzdan sonra Mısıra gelen ikinci Osmanlı Padişahı olması hasebiyle, Mısırlılar tarafından candan tezâhüratlarla karşılanmıştır. Bu arada, Kavalalı Mehmed Ali Paşanın torunu olan Mısır Valisi İsmail Paşa da istediğini elde etmiştir. Maalesef, sadrazam ve adamlarını elde ederek, daha önce ailenin en büyük erkek evladı Mısır Valisi olacakken, Mayıs 1866da yayınlattığı bir fermanla, Mısır velâyetini kardeşi Mustafa Fâzıl Paşadan alarak oğlu Mehmed Tevfik Paşaya vermiştir. Daha sonra Osmanlı Maliye Nâzırlığına getirilen Mustafa Fâzıl Paşa, gizli olarak kurulan Yeni Osmanlılar Cemiyetini destekleyerek bu intikamını almıştır. Haziran 1866da Mısır Valilerine Hidiv ünvanı verildi ki, kral naibi demektir.

Osmanlı askeri içerdeki iktidar mücadeleleriyle çalkalanırken, Sırbistanda yine problemler çıkıyor ve Osmanlı Devleti, Nisan 1867de 345 yıllık hâkimiyetinden sonra Belgradı tamamen Sırp Prensliğine terk ediyordu. 1864de İyonya Adalarını Yunanistana bağışlayan İngiltere, Yunanlıları şımartmış ve Giritte karışıklıklar başlamıştı. Rusyanın da desteğiyle Eylül 1866da Girit İsyanı başladı. Osmanlı Devleti enosis = Yunana iltihaktan başka bir şey istemeyen Rumlarla anlaşamadı. Sadrazam Âli Paşanın bizzat Giride gelmesi üzerine Fransa, Rusya, Prusya ve İtalya işe karıştı ve Âli Paşa, Ocak 1868de meşhur Girit Fermanını ilan etti. Artık ada Yunanistan ile Osmanlı Devleti arasında sanki ortak bir eyâlet gibi idi.

Bu arada Sultân Abdülaziz, kendi zamanına kadar hiç bir Osmanlı Padişahının yapmadığı ve 1950 yılına kadar da hiç bir Türk Devlet Başkanının yapmayacağı bir işi yaptı. Yani 46 gün sürecek Avrupa Seyahatine çıktı. Davet, III. Napolyon ve Kraliçenin davetiyle Paristen başladı. Çok büyük ilgi gördü. Arkasından Galler Prensi VII. Edwardın karşıladığı Londra ziyareti ile devam etti ve burada Kraliçe Victoria ile görüştü. Halkın çılgınca alkışladığı Abdülaziz, daha sonra Brüksele geçerek Kral II. Leopold ile öğle yemeği yedi. Berlin seyahati davetini özürleri sebebiyle kabul edemeyen Sultân Azizle Prens Bismarckın tavsiyesiyle Prusya Kralı ve Kraliçesi, Berline 460 km uzaklıkta bulunan Koblenze kadar gelerek görüştü. Bu durum, Osmanlı Devletinin Avrupadaki etkisini göstermesi bakımından önemli idi. İstanbula dönerken Viyana Garında Avusturya İmparatoru ve Macaristan Kralı tarafından karşılandı. Daha sonra da Budapeşteye uğradı ve Vidin yoluyla İstanbula döndü (21.6.1867-7.8.1867).

Bu arada Osmanlı Devletinin idarî, hukukî ve siyasî ıslâhâtı da devam ediyordu. 1862de günümüzün Sayıştayı demek olan Divan-ı Muhâsebât ve 1868de günümüzün Danıştayı olan Şûrây-ı Devlet kurulmuştu. Günümüzün Yargıtayı demek olan Divan-ı Ahkâm-ı Adliye de Abdülaziz devrinde tesis edilmişti. Mecellenin hazırlanması için hazırlıklar yapılmıştı. 1868-1869 kışında Yunanistanla savaşa ramak kalması ve Paris Konferansı ile tatlıya bağlanması; Kasım 1869 tarihinde Süveyş Kanalının açılması, Abdülaziz döneminde meydana gelen önemli olaylardı.

Mustafa Reşid Paşanın yetiştirdiği mükemmel bir diplomat olan Âli Paşanın Eylül 1871de vefat etmesi, Osmanlı Devleti açısından içte ve dışta tam bir yıkım oldu. Zira meşrutiyetçi görünen ve Yeni Osmanlılar Cemiyetinin mensupları olan Ziya Paşa, Namık Kemal ve benzerlerine gün doğdu. Rüşvetlerle Mısır Valiliğini oğluna vermeye çalışan Mısır Valisi İsmail Paşa da fırsatçılar arasındaydı. Osmanlı Devletinin kaht-ı ricâl devri başladı. Artık devlet, kültürlü ama vasıfsız bir sadrazam olan Mahmûd Nedim Paşanın; Mısır Hidivlerine dış borçlanma yetkisi vererek Mısırı İngilizlere bir nevi satan Mithad Paşanın ve tam bir cani olup Amerikalılardan açıkça rüşvet alan Serasker Hüseyin Avni Paşanın elinde kalmıştı. 1876da Mithad Paşa ve ekibinin akılsız tasarruflarından dolayı, dış borçlar 200 milyon altını geçiyordu. Rus Büyükelçisi Kont İgnatiyevin tahrikleri ve Sadrazam Mahmûd Nedim Paşa, Adliye Nâzırı Mithad Paşa ve Ticâret Nâzırı Mahmûd Celâleddin Paşanın menfaatleri uğruna, Ekim 1875de 6 Ramazan Kararnâmesi diye bilinen ve istikraz faizlerini % 50 indiren Kararnâme ilan edildi. Avrupa Devletleri ayağa kalktı. Bu arada Hersek ve Bulgaristan isyanları da alabildiğine genişleyerek devam ediyordu. Rusyanın tahriki ile 6 Mayıs 1876da Almanya ve Fransanın Selanik Konsolosları katledilince tansiyon fevkalade yükseldi. Devleti içte ve dışta rezil eden Mithat Paşa ve ekibi, suçu Sultân Abdülazize yıkarak onu hal etmeye karar verdiler. İngiltereyi arkalarına almışlardı ve onlardan para desteği alıyorlardı.

Önce rüşvet vererek üniversite talebeleri demek olan talebe-i ulûmu ayaklandırdılar. Bunun üzerine Osmanlı Devletini yıkan ve tarihe 4 büyükler yahut Hal Erkânı diye geçen dört vasıfsız adam devletin en önemli makamlarına geldiler (11 Mayıs 1876): Mütercim Rüşdi Paşa sadrazam, Hüseyin Avni Paşa serasker, Mithad Paşa devlet nâzırı ve ehliyetsiz müfsid imam diye bilinen Hasan Hayrullah Efendi Şeyhülislâm oldular. Abdülazizin devlete verdiği yeni şekil ve özellikle de yeni donanmadan korkan İngiltere, kuklası olan Mithad Paşayı kullanarak Padişah aleyhindeki her hareketi takip ediyordu. 30 Mayıs 1876da Harbiye Mektebi kumandanı Süleyman Paşa, çoğu Türkçe bilmeyen iki tabur askeri kandırarak Dolmabahçe Sarayını bastı ve Padişahı tahttan indirdi. Hal fetvâsını Padişahın şuurunun bozukluğuna dayandıran Şeyhülislâm ise, hırsının esiri ve inkılabcıların oyuncağı olmuştu. Padişah hal edilmekle kalmadı; Dolmabahçe Sarayı tam manasıyla yağmalandı. Hüseyin Avni Paşa, hem hırsız ve hem de namussuz biri idi. Askere bahşiş dağıtılarak memnuniyetsizlikler bastırıldı. Artık 30 Mayıs 1876 tarihinden itibaren, bütün bu olup bitenlerin arkasında olan ve Osmanlı Padişahları arasında mason olduğu bilinen V. Murad Osmanlı tahtında oturuyordu. Sultân Aziz, 4.6.1876 tarihinde yani halından 5 gün sonra, Hüseyin Avni Paşanın kiralık katilleri eliyle, kol damarları intihara benzeyecek şekilde kesilerek şehid edildi ve resmen intiharmış gibi gösterildi.

KADIN EFENDİLERİ: 1- Dürr-i Nev Baş Kadın Efendi. 2-Hayrân-ı Dil İkinci Kadın Efendi. 3- Edâ-Dil İkinici Kadın Efendi. 4-Neşerek (Nesrin) Üçüncü Kadın Efendi. 5- Gevherî Dördüncü Kadın Efendi. ÇOCUKLARI: 1- Yusuf İzzeddin Efendi; 2- Mahmûd Celâlüddin Efendi; 3- Mehmed Selîm Efendi; 4- Abdülmecid II; 5- Mehmed Şevket Efendi; 6- Mehmed Seyfeddin Efendi; Sâliha Sultân; 8- Nâzıme Sultân; 9- Emîne Sultân; 10- Esmâ Sultân; 11- Fatma Sultân; 12- Münîre Sultân; 13- Emîne Sultân .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
33padisah.gif
V.Murad
Tanzîmât devrinin çocuğu olan V. Murad, Eylül 1840da I. Abdülmecidin Kadın Efendisi Şevket-efzâ Vâlide Sultândan Çırağan sarayında dünyaya gelmiş ve 30 Mayıs 1876 yılında da 3 ay sürecek olan Osmanlı tahtına çıkmıştır. Sultân Abdülazizin tahttan indirilmesinde ve hatta bilmeyerek de olsa katl olunmasında dahli bulunan V. Murad, alaturka terbiye usulleriyle büyütülmüş ve Arapça ile Fransızcayı gençliğinde öğrenmiştir. 3 aylık padişahlığından sonra Çırağan Sarayında ikamete mecbur edilen V. Murad, Ağustos 1904de şeker hastalığından vefat etmiştir.

Hayatı diğer Osmanlı padişahları gibi müstakim olmayan V. Murad, Sultân Abdülaziz ile çıktığı Avrupa seyahatinde, Avrupalıların ilgisini çekmiş ve Galler Prensi Edwardın yakın dostluğunu kazanarak 1867de mason olmuştur. İstanbulda Murad Locasını kurdurtan da odur. İngiltere, kendi siyasi emellerine uygun hale getirdiği V. Muradın padişah olmasını ve Mithad Paşanın da sadrazam olmasını bütün imkânlarıyla desteklemiştir. Talebe-i ulûm isyanında da, askerin siyâsete karışarak Dolmabahçe Sarayını basmasında da ve Abdülazizin katlinde de bunların rolü olmuştur.

Tahta çıktıktan sonra, Yeni Osmanlılar Cemiyetinin emirleriyle hareket eder olmuştur. Sadrazam Mehmed Rüşdü Paşa, Serasker Hüseyin Paşa ve Mithad Paşa umduklarını bulamamış ve halk nezdinde olup bitenler konuşulduğundan dolayı, halk desteğini kaybetmişlerdir. V. Muradın aklî melekesi zaten karışık olduğundan, amcası Abdülazizin hali ile ilgili ayrıntılı bilgileri öğrenince iyice dengesini kaybetmiştir. Nihâyet 15 Haziran 1876 gecesi, Girit isyanını görüşmek üzere toplanan vükelâ meclisini basan Sultân Abdülazizin kayınbiraderi ve hünkâr yaveri olan Binbaşı Çerkez Hasan, tabancasını çekerek Serasker Hüseyin Avni Paşayı, Hâriciye Nâzırı Râşid Paşayı ve bazı görevlileri öldürmüştür. Olaydan etkilenen V. Muradın aklî melekesi iyice bozulmaya ve dengesiz hareketler yapmaya başlayınca, uzmanlardan hastalığı ile alakalı rapor alınmış ve buna dayanılarak verilen fetvâ ile 31 Ağustos 1876 tarihinde halına karar verilmiştir. Daha sonra sıhhatine kavuşmuş ise de, II. Abdülhamidin hem iyi davranması ve hem de tedbirler alması sebebiyle devlete zarar verememiştir.

ZEVCELERİ: KADIN EFENDİLERİ: 1- Elrû Mevhibe Baş Kadın Efendi; 2- Reftâr-ı Dil İkinci Kadın Efendi; 3- Şâyân 3. Kadın Efendi; 4- Meyl-i Servet Dördüncü Kadın Efendi; İKBALLERİ: 5- Resân Hanımefendi; Baş ikbal; 6- Cevher-rîz Hanımefendi; İkinci İkbaldir; 7- Nev-Dürr Hanımefendi; Üçüncü İkbal; 8- Remiş-Nâz Hanımefefendi; 9- Filiz-ten Hanımefendi; GÖZDELER: 10- Visâl-i Nur Hanım. ÇOCUKLARI: 1- Mehmed Salâhaddin Efendi. 2- Süleyman Efendi. 3- Seyfeddin Efendi. 4- Aliyye Sultân. 5- Hatice Sultân. 6- Fehîme Sultân. 7- Fatma Sultân .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
34padisah.gif
II.Abdulhamid
Sultân Abdülhamid Hân, Osmanlı Padişahları arasında en uzun süre tahtta kalanlardan biridir; Osmanlı Devletini yakından ilgilendiren çok önemli olayların saltanatında meydana geldiği nadir padişahlardandır ve en önemlisi de hakkında en çok eser bulunan bir devlet adamıdır. Bir iki sayfada onun şahsiyetini ve devrindeki olayları özetlemek mümkün değildir. Bu sebeple sadece bazı olayların ana hatlarını vermeye çalışacağız.

II. Abdülhamid, I. Abdülmecidin 4. Kadıefendisi olan Çerkez asıllı Tîr-i Müjgan Kadınefendiden Çırağan Sarayında Eylül 1842 yılında dünyaya gelen oğludur. 10 yaşında annesini kaybeden Abdülhamid, manevi annesi Başikbal Perestû Hanımefendinin terbiyesi altında büyümüştür. 28 yıl II. Abdülhamidin vâlide sultânlığını ifa etmiştir. Milletin Sultân Hamid dediği II. Sultân Abdülhamid, şehzâdeliğinin ilk günlerinde musiki dersleri almış; 1850den itibaren devrinin âlimlerinden hat, Arapça, Farsça, Osmanlı Edebiyâtı ve diğer İslâmi İlimleri ders almıştır. Özellikle hadisden Buhari okuyan Abdülhamid, devrin Maârif Bakanından politika ve iktisad, Vakanüvis Lütfi Efendiden Osmanlı Tarihi derslerini dinlemiştir. Kendinden önceki padişahlardan farklı olarak, Şâzelî tarikatına intisap eden Abdülhamid, 1879dan itibaren Kadiri tarikatının derslerini almaya başlamış ve ömrünün sonlarına doğru Nakşibendi tarikatına da intisap eylemiştir. Bu bir kaç satırlık bilgiden anlaşılacağı üzere, Abdülhamid, bütün hayatını tam bir İslâm âlimi ve siyâset ve devlet adamı olmaya vermiştir. Amcası Abdülaziz zamanında ziyâretlerde ve seyahatlerde bulunan Abdülhamid, Fransız İmparatoriçesi, Avusturya Kralı, Prusya Veliahdı, Galler Prensi, Fransa Prensi, Şeyh Şâmil ve Emir Abdülkadir gibi, batılı ve doğulu devlet adamlarıyla tanışmış ve onlardan istifade etmesini bilmiştir. Babasının tabiriyle kuşkulu ve sükûtî oğul olan Abdülhamid, kurulduğu yıl Yeni Osmanlılar Cemiyetine girmiş ve ancak gayelerinin bozuk olduğunu anlayınca ayrılmıştır. Hayat tarzı itibariyle Sultân Abdülazize benzeyen, şarklı, tam bir Müslüman, tam bir Osmanlı ve tam bir Müslüman Türk olan Abdülhamid, takvâ ve dindarlığı sebebiyle halk arasında veliyyullah olarak bilinmiştir. Dedesi II. Mahmûda ve Reşid Paşaya hayran olduğu ifade edilen II. Abdülhamid, babası I. Abdülmecid ile ağabeyi Muradın alafranga hayatının devlete ve millete zarar verdiğine inanıyordu. 31 Ağustos 1876da, akıl hastası olan V. Muradın yerine, Midhat Paşa ve Mütercim Rüşdü Paşayı ikna ederek Osmanlı tahtına oturan II. Abdülhamid, dış ve iç düşmanların bütün gayretlerine rağmen, 27 Nisan 1909 yılına kadar Osmanlı tahtında oturmayı başârmıştır.

II. Abdülhamidin saltanat yıllarını ikiye ayırmak ve meseleleri ona göre değerlendirmek şarttır:

BİRİNCİ SALTANAT DEVRİ (31.8.1876-13.2.187
cool.gif
; MİDHAT PAŞA VE EKİBİNİN İDAREYİ ELİNDE TUTTUĞU ÇÖKÜŞ YILLARI: II. Abdülhamid, Midhat Paşa ve ekibini taltif ederek tahta çıkmış ve maalesef Meclis-i Mebusanın kapatıldığı Şubat 1878e kadar da, idarede hep onların sözleri geçerli olmuştur. Neticede bu bir buçuk yıl kadar zaman, Osmanlı Devletinin çöküş ve hatta yıkılış yılları olmuştur. Rus askerlerinin Yeşilköye kadar geldiği bu acılı günlerin faturasını II. Abdülhamide yüklemek çok büyük hata olacaktır. Bu devrenin en önemli olaylarını şöylece özetlemek mümkündür:

Midhat Paşa ve Rüşdi Paşaların meşrutiyetle alakalı şartlarını kabul ederek II. Sultân Abdülhamid Hân ünvanını alan Sultân Abdülhamid, Aralık 1876da Midhat Paşanın entrikalarından bıkarak istifa eden Rüşdi Paşanın yerine Midhat Paşayı sadrazamlığa getirdi. Osmanlı Devleti tam bir isyan ülkesi haline gelmiş ve bu durum açık denizlere girmek isteyen Rusyanın iştahını açmış olmasından dolayı, Düvel-i Muazzama, İstanbulda Tersane Konferansını tertip etmişlerdir. İngiliz baş mürahhası ve Türk dostu olan Lord Salisbury ısrarla Rus-Osmanlı savaşına taraftar olmadıklarını söylemesine ve Rus Çarı II. Aleksandr da, barışçı bir tavır izlemesine rağmen, Midhat Paşa, padişahla münakaşayı bile nazara alarak Rusyaya harp ilan edilmesini savunmuştur. Midhat Paşa ile aynı fikirde olanlar, sadece Rusyadaki Panslavistlerdi.

Böyle bir dönemde, Osmanlı Devleti Midhat Paşa ve ekibinin ısrarıyla, 23 Aralık 1876 tarihinde I. Meşrutiyeti (Taclı Meşrutiyet veya 93 Meşrûtiyeti de denmektedir) ilan etti ve temel itibariyle 1960 yılına kadar yürürlükte kalacak olan ilk yazılı Anayasasını yani Kanun-ı Esâsîyi ilan etti. Bundan cesaret alan, Midhat Paşa ve ekibi, ordunun harp istediğini, Rusyanın yenileceğini ve İngilterenin Osmanlı Devletinin yanında harbe katılacağını iddia ederek, harp ilanına karşı olanları vatan hâini ilan ettiler. II. Abdülhamid bunlardan hiç birini kabul etmiyordu ve ancak çaresizdi. Harp tekliflerini incelemek üzere Ocak 1877de toplanan Meclis-i Mebusânın 240 üyesinden 60ı gayr-i müslim idi. Karar, harp ilanının lehine çıktı ve Osmanlı Devletini yıkılışa götüren bu karar, Rusya ile Osmanlı Devletinin başbaşa kalmasına sebep oldu. Memleketin felakete gittiğini gören II. Abdülhamid, Midhat Paşayı Şubat 1877de azletti ve sürgün etti. Bu arada Düvel-i Muazzama, evvela büyükelçilerini İstanbuldan çektiler ve sonra da Mart 1877de Londra Protokolünü imzaladılar. Tersane Konferansından daha hafif teklifler ihtiva eden bu konferansı, Rus Çarı kabul etti ve sadece harp isteyen aşırı milliyetçileri teskin için Karadağa Nikşi Kazasının bırakılmasını istedi. Bunu Kanun-ı Esâsiye aykırı bularak reddeden Bâb-ı Âli, Nisan 1877de büyük Rus-Osmanlı Savaşının yani halkın ifadesiyle 93 Harbinin başlamasına yol açtı. Fiilen Haziran 1877de başlayan bu harb Ocak 1878de Osmanlı Devletinin her şeyini kaybetmesiyle sonuçlandı. 93 felâketi, Şubat 1878de Meclis-i Mebûsânın kapatılmasını ve II. Abdülhamidin ikinci saltanat devresinin başlamasını netice verdi. Tarihçilere göre bu bir buçuk yıllık devreden II. Abdülhamid sorumlu değildi.

II. ABDÜLHAMİDİN İKİNCİ SALTANAT DEVRESİ=ŞAHSİ İDARE DEVRİ (13.2.1878-27.4.1909): 30 yıl kadar süren bu devreye, II. Abdülhamidin şahsî idare devri veya muhâliflerinin ve maalesef Cumhuriyet dönemi tarihçilerinden bir çoğunun ifadesiyle istibdâd devri (devr-i istibdâd) denmektedir. Bilançoları çok ağır olan 93 felâketinin devleti yok edeceğini gören basiretli devlet adamı II. Abdülhamid, Meclis-i Mebûsânın bağımsız Ermenistan, Pontus ve Kürdistan gibi devletlerin kurulmasını tartıştığını görünce, 13.2.1878de Meclisi fesh etti. Alman Devlet Adamı Bismark, bir devlet millet-i vâhideden mürekkeb olmadıkça, meclisin faydadan ziyade zarar vereceğini ifade ederek tasvip etti. Rus Çarı zaten memnundu. Durumdan rahatsız olan İngiltere, V. Muradı padişah ve Midhat Paşayı sadrazam yapmak için Genç Osmanlılardan Ali Suaviyi tahrik ederek, tarihe Çırağan Baskını veya Ali Suavi Vakası olarak geçen elim olayı patlattı. Arkasında, İngiliz Büyükelçisi Lord Elliot ve yerine gelen Lord Layard ile Ali Suavinin İngliz ajanı olan hanımı Mary vardı. 23 ihtilâlcinin ölümü ile sonuçlanan bu sonuçsuz darbe, II. Abdülhamidi hafiyye denilen gizli teşkilâtını kurarak daha sıkı idareyi ele almasına mecbur etti.

İç buhranlarla perişan olan ve her iki cephede de mağlup duruma düşen Osmanlı Devleti, Yeşilköye kadar gelen Ruslarla, İntihar Andlaşması denilebilecek olan 3.3.1878 tarihli Ayastafanos Muâhedesini imzaladı. Ancak düvel-i muazzama denilen İngiltere, Fransa ve Avusturya yani Almanyanın bundan rahatsız olmaları üzerine, 4,5 ay sonra bu andlaşma yok sayıldı ve 13.7.1878de Berlin Muâhedenâmesini imzalayarak varlığını 30-40 yıl daha uzatmış oldu. Berlin Muâhedenâmesi de, Osmanlı Devletini, Romanya, Sırbistan ve Karadağa tam istiklâliyet vererek Avrupadan tasfiye ediyordu. Bosna-Hersek Eyâleti Avusturyaya verilirken, otonom bir Bulgaristan Prensliği kuruluyordu. Karadağa bir kaza bırakmamak uğruna, devlet, Avrupadan siliniyordu.

Berlin Muâhedenâmesinden cesaret alan Ermeniler, 1895-1896 yıllarında Doğu Anadoluda katliamlara ve bağımsız bir Ermenistan kurma teşebbüslerine giriştiler. II. Abdülhamid, teşkil ettiği Hamidiye Alayları ile bu tehlikeyi bertaraf etti ve dahi denecek kadar mükemmel olan dış politikasıyla, büyük devletlerin işe karışmasına mani oldu. Ermeni isyanlarına karşı sert tedbirler alan II. Abdülhamid, Ermeniler tarafından Kızıl Sultân diye anılmaya başlandı. İttihâdcılar ve Cumhuriyet dönemindeki sözüm ona bazı aydınlar da, aynen Ermeniler gibi, bu ünvanı kullanmaya devam etti. Ermenilerle ilgili batılı devletlerin baskılarını, imtiyaz ve maddi menfaat gibi her çeşit imkânı kullanarak durdurdu ve İngiltere bu diplomatik girişimler üzerine Çanakkale Boğazına kadar getirdiği Akdeniz filosunu geri çekti.

Ermenilerden bir netice alamayan İngiltere, dış borç batağına sapladığı Hidiv İsmail Paşadan Süveyş Kanalı tahvillerini de satın aldı. Bunun üzerine Mısıra baskı yapmaya başladı. 1879da Hidivin azledildiği Mısır, yine sükûn bulmadı. İngilizlerin Mısıra hücum etmesi üzerine, II. Abdülhamidin Mısıra başbakan tayin ettiği Arabî Paşaya bağlı ordu Eylül 1882de İngilizlere yenildi. Artık Mısır, fiilen İngiliz işgali altındaydı.

Bu arada büyük devletlerin tahriki ile iyice şımaran Yunanistan, Epir (Yanya) ve Girit Eyâletlerine göz dikerek Osmanlı Devletine harp ilan etti. Ancak Osmanlı orduları Yunanlıları bir kaç defa mağlup ettikten sonra Atinaya kadar yaklaştılar. Yunanistanın sulh talebi üzerine, araya yine büyük devletler girdi ve son söz yine onların oldu. Aralık 1897de imzalanan İstanbul Andlaşmasına göre, Tesalya geri veriliyor ve Girite muhtâriyet tanınıyordu.

İçte ve dıştaki bütün menfiliklere, Ermenilerin püskürtülmesi ve Yahudilere Filistinde arazi verilmeyerek geri çevrilmeleri sebebiyle bütün Batılı devletlerin ve lobilerin aleyhteki faaliyetlerine rağmen, II. Abdülhamid, hiç bir zaman vazgeçmediği ittihâd-ı İslâm (İslâm Birliği) siyâseti sebebiyle halkı tarafından sevildi ve tutuldu. Neticede Devleti de ayakta durdurdu. 1902-1903 yıllarında Vilâyât-ı Selâse denilen Kosova (Üsküb merkezli), Selanik ve Manastır çevrelerinde, Makedonya İhtilâli başladı ve yine büyük devletler araya girerek Osmanlı Devletine baskı yapmaya başladı. Ermeni komitacıları ve milletlerarası siyonizmin temsilcileri, davalarına engel gördükleri II. Abdülhamidi yok etmek üzere, terörist Belçikalı Jorris ile anlaştılar. 21 Temmuz 1905de Cuma Selamlığında patlayan bomba, Padişahı yok etmek için patlatılmıştı; ama Allah korudu. İngilizler de boş durmuyordu; 1905de Yemende isyan çıkardıkları gibi, II. Abdülhamidin Akabe Kasabasına asker göndermesine müsaade etmek istemeyen İngiltere ile de savaş için burun buruna gelindi. İngilizlerin altın verdiği Arap kabileleri Osmanlı ordusuna saldırdı ise de bunlar bertaraf edildi. İngilizler Hicaz demiryolu ile Bağdad demiryolunun acısını böylece çıkarmak istiyorlardı. Neticede Tâbe ve Akabe arasındaki sınır, Mısırlı ve Osmanlı subayları tarafından yeniden çizildi.

Dış ve iç baskılara rağmen 30 yıl Osmanlı Devletini büyük sıkıntılarla ayakta tutan II. Abdülhamid, bu idareyi devam ettirmek için bazı zecrî tedbirlere baş vurmak mecburiyetinde kalmıştı. Ancak bundan da önemlisi, Ermeni ve Yahudi meselesi yüzünden bütün basın ve Avrupa kamuoyu tamamen aleyhine geçmişti. Bu aşırı propagandalara rağmen, Müslüman halk, veli bildiği Padişaha itaat etmeyi ibadet telakki ediyordu. Ancak menfi güçlerin tahriki ile genç aydınlar ve askerler arasında, 93 felaketi ile memleketi sürüklediği uçurum unutularak, körü körüne bir Midhat Paşa hayranlığı yeniden başlamıştı. Yeni Osmanlılar veya Genç Türklerin fikirleri yeniden dirildi. 1890 yılında bir kısım Harbiye ve Askerî Tıbbıye talebelerinin teşebbüsü ile gizlice kurulan İttihâd ve Terakki Cemiyeti, II. Abdülhamidin azlini gaye edinen bir hareket idi ve asker siyâsete yine karıştırılmıştı. Ermenilerin ortaya attığı Kızıl Sultân iftirası, bunlar tarafından da kullanılmaya başlandı. Daha sonra anlatacağımız gibi, İttihâdcı Prens Sabahaddin Bey, Abdülhamidin Ermeni kâtili olduğunu söyleyecek kadar azıttı. III. Ordudaki Talat Bey, Enver Bey, Niyazi Bey ve benzeri genç subayları da arasına katan İttihâd ve Terakki Cemiyeti, kazandığı gücü teröre transfer edecek kadar dengeyi kaybetti. Hareketlerine karşı koyanlara mürteci damgasını vuran İttihâd ve Terakkiciler, II. Abdülhamide temel hükümleri zaten yürürlükte olan Kanun-ı Esâsiyi tamamen yürürlüğe sokmak ve Meclisi açmak üzere baskı yaptılar. 23 Temmuz 1908de II. Meşrûtiyet ilan edildi. Bu iç kargaşadan istifade eden Bulgaristan ve Bosna-Hersek Osmanlı Devletinden ayrıldı ve İttihâdçıların ittihâd-ı anâsır fikrinin ilk acı meyvesi bu oldu. İttihâdcıların basiretsizlikleri yüzünden, 240 üyeli meclisin sadece 140ı Türk olmak üzere Meclis-i Mebûsân 17 Aralık 1908de açıldı. Azınlıklar, demokrasi geldi diye devlete bağlanmadılar ve bilakis devlete isyan etmeye başladılar. Müslümanların kanına giren Sırplar, Bulgarlar, Ermeniler ve benzeri azınlıklar için af ilan edildi. İstanbulda Ermeni ihtilâli yapıldı; ama suçlu Müslümanlar oldu. Bunu fırsat bilen İngilizler ve diğer Osmanlı düşmanları, Üçüncü Ordudan İstanbula sevk edilen avcı taburları tarafından 31 Mart Vakası denilen ihtilali çıkardılar. Asker ve bunlara katılan hamallar gibi sıradan insanlar, şerîat elden gidiyor diyerek devlete karşı ayaklandılar. İttihâdçıların hem Abdülhamidden kurtulmak ve hem de muhâliflerini ve samimi dindarları ezmek için tertip ettiği bu olay, İstanbula gelen Hareket Ordusu tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı.

Neticede Meclisi toplayan İttihâdcı Talat Bey, 27 Nisan 1909 tarihinde, silah tehdidi altında Meclisden hal kararını çıkardı ve içinde hiç Müslüman Türk bulunmayan dört kişilik heyetle (Yahudi Emanuel Karaso, Ermeni Komitecisi Aram Efendi, Arnavud Esad Toptani Paşa ve Gürci Ârif Hikmet Paşa) hal kararını II. Abdülhamide tebliğ ettirdi. Böylece Osmanlı Devletinin yıkılış trendi, maalesef hız kazanmıştı.

KADIN EFENDİLERİ: 1- Nâzik-edâ Baş Kadın Efendi.; 2- Bedr-i Felek Baş Kadın Efendi; Sâfi-nâz Nur-efzûn 2. Kadın Efendi; 4- Bîdâr 2. Kadın Efendi; 5- Dilpesend 3. Kadın Efendi; 6- Mezîde Mestân 3. Kadın Efendi; 7- Emsâl-i Nûr 3. Kadın Efendi; 8-Ayşe Dest-i Zer Müşfika (Kayıhân) 4. Kadın Efendi. İKBALLERİ: 9- Sâz-kâr Hanımefendi; Baş ikbal; 10- Peyveste Hanımefendi; İkinci İkbaldir; 11-Fatma Pesende Hanımefendi; Üçüncü İkbal; 12- Behîce (Maan) Hanımefefendi; Dördüncü İkbâl; 13- Sâliha Nâciye Hanımefendi; 4. İkbal. GÖZDELER: 14- Dürdâne Hanım; Baş Gözde; 15- Câlibos Hanım; 2. Gözde; 16- Nazlıyâr Hanım; 3. Gözde

ÇOCUKLARI: 1- Mehmed Selim Efendi; 2- Mehmed Abdülkadir Efendi; 3- Ahmed Nuri Efendi; Ulviyye Sultân; 5- Nâile Sultân; 6- Zekiyye Sultân; 7- Fatma NâimeSultân; 8- Seniyye Sultân; 9- Senîha Sultân; 10-Şâdiye Sultân. 11- Hamîde Ayşe Sultân (Babam Sultânhamid adlı kitabın yazarı). 12- Refîa Sultân; 13- Hatice Sultân. 14- Aliyye Sultân; 15- Cemîle Sultân; 16- Sâmiye Sultân. 17- Mehmed Burhânüddin Efendi. 18- Abdürrahim Hayri Efendi. 19- Ahmed Nureddin Efendi. 20- Mehmed Bedreddin Efendi. 21- Mehmed Âbid Efendi .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
35padisah.gif
V.Mehmed Reşat
Halk arasında Sultân Reşâd olarak meşhur olan V. Mehmed Reşâd hân, Sultân Abdülmecidin Çırağan Sarayında 1844 yılında Gül-cemâl Kadınefendiden dünyaya gelen 3. Oğludur. 27 Nisan 1909 tarihinde 65 yaşında Osmanlı tahtına oturmuştur. Dehası itibariyle Abdülhamid ile kıyaslamak mümkün değilse de, İslâm kültürüne vâkıf, Arapça ve Farsçayı iyi bilen hattât, Mevlevî ve şâir bir padişahdır. Maalesef, İttihâd ve Terakkinin meşru ve gayr-i meşru her isteklerine boyun eğerek padişahlığını doldurmuştur. İttihâdcılar, herkesi 31 Mart mürettibliği ve irtica ile suçlamaya başlamışlar, tehdid ile Talat Beyi Dâhiliye nâzırı yapmışlardır. Roma Büyükelçisi olan ve tam bir ahlaksız diye vasıflandırılan İbrahim Hakkı Bey, zorla sadrazamlığa getirilmiştir. Tabii ki, Trablusgarbın elden çıkmasına da sebep olmuştur. Hareket Ordusu Kumandanı Mahmûd Şevket Paşa ise, harbiye nâzırı olarak kabinede yerini almıştır. Sonradan, İttihâdcılar için beyinsiz mahluklar diyerek can verecektir. Kısaca Sultân Reşâd döneminde iktidar, tamamen Talat, Enver ve Cemal Paşa üçlüsünün elindedir. İttihâdcıların zorbalığı ile, Kavalalı Hânedanından Mehmed Said Hâlim Paşa sonradan sadrazamlığa getirilmiştir. Hiç bir vasfı olmadığı halde, kurallar çiğnenerek Talat Paşanın sadrazamlığa getirilmesi de bu döneme rastlamaktadır. Son olarak, I. Cihan Harbine Osmanlı Devletinin girmesini dahi, Padişaha haber vermeden bu üçlünün yaptığını ifade edersek, Osmanlı Devletinin bu dönemde içine düştüğü çukuru daha iyi anlayabiliriz. Kısaca Osmanlı Devletinin bu kadar kötü eller tarafından idare edildiği başka bir dönemi mevcut değildir. Maalesef, İttihâdcıların Şeyhülislâmlarından Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendinin de farmason olduğu açıkça ifade edilmektedir.

Bu kadro iş başına gelince, dış güçler Osmanlı Devleti vatandaşlarını tahrike başladılar. Suriyede Dürziler, Yemende Zeydîler ve Balkanlarda Arnavudlar isyan ettiler. İttihâdcı politikanın iflas ettiğini gören Sultân Reşâd, yanına sadrazam ve diğer devlet erkânı ile Bediüzzaman gibi âlimleri de alarak, Rumeli Seyâhatine çıktı. Mahmûd Şevket Paşanın büyük kuvvetlerle ve silahla susturamadığı isyanı, 100.000 Arnavud ile Kosova Meydanında namaz kılarak teskin ettirdi (Haziran 1911).

İttihâdcılar kendilerine yakın olan Trablusgarb Valisi Recep Paşayı İstanbula davet ederek Harbiye Nâzırı yaptılar ve Abdülhamidin Libyayı korumak üzere bulundurduğu tümeni, hatalı bir kararla Yemene sevk ettiler. Bunu fırsat bilen İtalya, İttihâdcıların adamı ve kendisinin de ajanı olan Emanuel Karasoyu kullanarak Libyayı işgal etmek üzere harb ilan etti. Ekim 1911de İtalyanlar Trablus ve Bingaziyi işgal ettiler. Ancak Abdülhamidin burada kurduğu milis teşkilâtı olan Senûsîler ve Kuloğulları sayesinde, Mussolini zamanına kadar Libyayı tam olarak teslim alamadı. İtalyanlar daha sonra Mayıs 1912de Akdeniz Adalarının merkezi olan Rodosu işgal etti. Bu mağlubiyetlerin faturasının İttihâdcı Hakkı Paşaya kesilmemesi için İttihâd ve Terakki Partisi, Padişah'a Meclisi fesh ettirdi ve Hakkı Paşayı Londraya gönderdi. İttihâdcıların tahriki ile Osmanlı ordusundaki subaylar, ittihâdcı ve halâskâr diye ikiye ayrıldılar; çeteler kurarak birbiriyle boğuşmaya başladılar. Bu rezâletin neticesinde Ekim 1912 Lozan Muâhedesi ile İtalya Harbine son verildi ve Libya İtalyaya bırakıldı. 12 Ada ve Rodos Osmanlıya iade edildi.

II. Abdülhamidin ittihâd-ı İslâm siyâsetini anlamayan İttihâdcıların Hakkı Paşa Hükümeti, ittihâd-ı anâsır diyerek, meşhur Temmuz 1910 tarihli Kiliseler ve Mektepler Kanununu çıkardı. Böylece asırlardır, aralarındaki rekabetle birbirlerine düşen Bulgar, Sırp ve Yunan azınlıklar arasında hakemlik yapılmış ve düşman birleştirilmiş oldu. Bununla da kalınmayarak Rumelideki yetişmiş 120 tabur terhis edildi ve yerine acemiler gönderildi. İttihâdcılar bunu yaparken, azınlıklar Rusya ve diğer devletlerin yardımıyla ağır silahlar satın alıyordu; bundan Selanikte oturan II. Abdülhamid haberdar oluyor; ama ittihâdcıların kulakları kapalı kalıyordu. Rusya ile anlaşan Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan Ekim 1912de arka arkaya Osmanlı Devletine karşı harb ilan ettiler ve Osmanlı Devletini perişan eden Balkan Harbi başladı. Böyle nazik bir dönemde Osmanlı Hâriciye Nâzırı Ermeni Gabriel Noradungiyan Efendi idi. Sonradan Osmanlı Devletine hıyânet etti. Osmanlı Devletinin elinde Şark Ordusu denilen 5 kolordu dışında askeri olmadığı gibi, Arnavudlar da, Büyük Arnavutluk hayaliye gayr-i müslim çetelerle birlikte hareket ediyorlardı. Aralarında ittihâdcı ve halâskâr diye ikiye bölünen Şark Ordusu, Bulgaristan kuvvetleri karşısında mağlup olarak Kasım 1912de Çatalcaya kadar geriledi. Garb Ordusu da Sırplara karşı mağlup olmuştu. Yunanlılar meşhur Prevezeyi aldılar ve 6 Kasım 1912de Selanik Yunanlılara Tahsin Paşa tarafından teslim edildi. İttihâd ve Terakkiye göre mehd-i hürriyet olan Selanik, kendi siyâsetleri neticesinde Yunanlılara teslim edilmiş ve orada ikamet eden II. Abdülhamid, göz yaşları içinde İstanbul Beylerbeyi Sarayına nakledilmişti. Mart 1913de Edirne açlıktan dolayı Bulgarlara ve Yanya da Yunanlılara teslim edildi. Abdülhamidin hal meselesindeki heyette bulunan Arnavud Esad Toptanî Paşa, devlete hıyânet ederek komutan Hasan Rıza Paşayı öldürüp İşkodraya el koydu. Osmanlı Devleti aleyhinde Bulgarlar, Sırplar, Yunanlılar ve Arnavudlar ittifak etmişlerdi. Arnavudları bu isyana iten sebeplerin başında İttihâdcıların dine aykırı hareketleri geliyordu.

Bütün bu olan bitenlere karşı, adı büyük ama kendisi küçük olan Ahmed Muhtâr Paşanın kabinesinde sadece Kıbrıslı Kâmil Paşa ve Şeyhülislâm Cemâleddin Efendi ittihâdcılara muhâlif idiler. İttihâd ve Terakki, sert tutumlarından dolayı Dâhiliye Nâzırı Ahmed Reşîd Beyden de bunalmışlardı. Harbiye Nâzırı ise, İttihâdcılara muhâlif olan Halâskâr Zâbitân Cuntasının lideriydi. Bu ittifakdan rahatsız olan İttihâd ve Terakkinin liderlerinden Yarbay Enver Bey ve Albay Cemal Bey, İttihâdcı Prens Said Hâlim Paşanın yalısında bir araya geldiler ve siyâsetle uğraşmayacaklarına dair yemin ettiler. Kâmil Paşa bu yeminlere inanmadı ve nitekim onun aleyhinde Edirneyi Bulgarlara verecek diye propagandaya başladılar. 23 Ocak 1913 günü Enver Bey, komitecilerini alarak Bâb-ı Âliyi bastı. 8 eri ve iki subayı şehid eden çeteler, kendilerine karşı çıkan Harbiye Nâzırı Nâzım Paşayı şehid ettiler. Talat ve Enver Beyler, Kâmil Paşayı zorla istifa ettirdiler ve Mahmûd Şevket Paşayı sadrazam yaptılar. Talat kendini Dâhiliye Nâzırı tayin ettirdi. Başta Kâmil Paşa, Şeyhülislâm ve Reşid Bey olmak üzere yüzlerce muhâlif tevkif ve sürgün edildi. Tarihe Bâb-ı Âli Baskını diye geçen bu olay, askerin siyâsete karıştığı en çirkin olaylardan biridir.

Böyle bir iç karmaşada Balkan Harbine son vermek üzere Mayıs 1913 tarihli Londra Muâhedesine imza koyan Osmanlı Devleti, Balkanları hemen hemen terk ediyordu. Edirneyi bile Bulgaristana bırakan bu andlaşma, devlet için bir intihar gibiydi. Osmanlı Devletine ihânet eden Arnavudlar da umduklarını bulamadılar. Arnavudluğa verecekleri toprakların yarısını (Kosova ve Manastır) Sırbistana verdiler ve bugüne kadar bu ihanetin cezasını masum Arnavudlar çektiler.

Bu durumdan iyice kuduran İttihâdcılar, tatbik ettikleri örfî idare ile Kanun-ı Esâsîyi rafa kaldırdılar. Padişahla arası iyi olmayan ve tarafsız sadrazam adıyla İttihâdcılar tarafından bu makama getirilen Mahmûd Şevket Paşa da, İttihâdcılardan bıkmıştı. İttihâdcılar, Mahmûd Şevket Paşayı hedef aldılar. İstanbul muhâfızı Cemal Bey, Paşa ile ilgili suikasd istihbârâtını haber bile vermedi. Hedef, hem Paşayı ve hem de muhâlefeti sindirmekti. Balkanlardaki mağlubiyet ve hele Edirneyi Bulgarlara veren andlaşmadan dolayı, herkes İttihâdcılardan nefret ediyordu. İngilterenin arkasında olduğu söylenen Mahmûd Paşa suikasdı 11 Haziran 1913de meydana geldi. Makam otomobiliyle Bâb-ı Âliye giden Paşa kurşunlanarak şehid edildi. İttihâdcılar, kendileri tertip ettikleri suikasdı muhâliflere ve özellikle de Halâskâr Zâbitâna yüklediler. 29 kişiyi idam ederek muhâlefeti tasfiye ettiler. Tunuslu Hayreddin Paşanın hânedândan olan oğlu Dâmad Sâlih Paşayı bile idam ettirdiler. Sultân Reşad kukla gibiydi. Sıra Prens Said Hâlim Paşanın hem Hâriciye Nâzırı ve hem de Sadrazam olarak tayinine gelmişti; onu da yaptırdılar. Dâhiliye Nâzırı Talat Beydi; Enver Beye de ordunun bütün yetkileri verildi. 3. adam olan Cemal Beye ise, önce donanma ve sonra da Devletin Arab Eyâletlerinin idaresi verildi. İttihâdcılar diktatörlüğü denilen bu çetede Ziya Gökalp de İttihâd ve Terakki Partisi Genel Sekreteri vazifesini ifa ediyordu. Kelimenin tam anlamıyla bir diktatörlük söz konusuydu.

Mahmûd Paşanın katlinden 18 gün sonra 2. Balkan Harbi çıktı. Osmanlı Devleti Edirne ve Batı Trakyayı geri aldı. Enver Bey, Temmuz 1913de Edirneye girdi. 10.08.1913 tarihli Bükreş Muâhedesi ile harb sona erdi. Artık Edirne fethi sarhoşluğunun da tesiriyle Osmanlı Devleti, İttihâd ve Terakki Partisi Genel Başkanı ve Dâhiliye Nâzırı Talat Bey, ordudan tek sorumlu olan Yarbay Enver Bey (Ocak 1914de Harbiye Nazırı olmuş ve sonra Nâciye Sultân ile evlenerek Saraya Dâmâd olmuştur), Bahriye Nâzırı ve Suriyedeki 4. Ordu Kumandanı Cemal Beyin elindedir. Cemal Paşa, Fransız âşığı ve diğerleri ise Alman hayranıdırlar. Said Hâlim Paşa ise, tam bir kukladır.

Orduyu kısa zamanda kısmen de olsa düzene sokan Enver Paşa, I. Cihan Harbinin patlak vermesinden de istifade ederek Eylül 1914de Kapitülasyon denilen imtiyazları iptal etti. I. Cihan Harbi, Almanya, Avusturya, Bulgaristan ve sonra da Osmanlı Devletinin katıldığı İttifak Devletleri ile Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Sırbistan, Romanya, Belçika, Yunanistan, Portekiz ve Karadağdan oluşan İtilaf Devletleri arasında cereyan ediyordu. İngiliz ve Fransız kuvvetler, Eylül 1914de Marne Muhârebesinde müttefik kuvvetleri mağlup ettikten sonra, Osmanlı Devleti muhakemesiz bir şekilde harbe sokuldu. Tek sebep Enver-Talat ve Cemal Paşalar üçlüsü idi. Savaşa Almanlarla birlikte girmek üzere yayınladıkları tâlimatnameler bugün elimizdedir. Dolayısıyla bir asra yakındır, harbin resmi sebebi olarak gösterdikleri Osmanlıya sığınan iki Alman Harb gemisinin, Osmanlıdan habersiz Karadenize açılarak Rus limanlarını bombalaması ve bunun üzerine İtilaf devletlere ait kuvvetlerin de Osmanlı Devletine harb açtıkları şeklindeki iddia, tamamen yalandır. Maalesef, Almanya ile yapılan gizli ittifaklar ve I. Cihan Harbine girmek kararı, Padişah, Sadrazam, Meclis ve Hükümetin haberi olmadan alınmıştır. 28 Temmuz 1914de başlayan harbe Osmanlı Devleti 29 Ekim 1914de katılmıştır. Neticesi herkesçe malumdur. Sadece Enver Paşa, liyakatsiz idaresi yüzünden Rus cephesinde 90.000 askeri Sarıkamışta şehid etmiştir. Ocak 1918 tarihli Amerika Başkanı Wilsonun 14 maddelik prensipleri, İttifak devletlerini mağlubiyete mahkûm etmiştir.

Ruslar işgal ettikleri (3.8.1915) Van Vilâyetini Ermenilere bırakıp çekilince, Ermeniler, asırlardır beraberce yaşadıkları Müslümanları kırmaya başladılar. Bunun üzerine 1915 Ermeni Tehciri diye bilinen ve ancak sonradan Ermeniler tarafından soykırım olarak gösterilen olay başladı. Osmanlı Devleti, kendi vatandaşı oldukları halde düşmanla birlikte hareket eden Doğudaki 500.000 Ermeniyi, Dâhiliye Nâzırı Talat Beyin emri ve sadrazam Said Hâlim Paşanın tasdikiyle tehcîre yani Kuzey Suriye ve Iraka mecburi göçe zorladı. Yolda telef olanlar oldu. Ancak asla katliam yapılmadı.

Bunu İttihâdcıların zayıf siyâsetleri ve en önemlisi de dindeki zaafları sebebiyle, Arabistanda Şerif Hüseyin Paşanın başlattığı Arab İsyanı takip etti (Haziran 1916). 1913de İttihâdcıların takip ettiği Türkçülük siyâseti, Suriyede Azım-zâdelerin başını çektiği Fransızlarla ittifak hareketini doğurdu. Neticede Osmanlı Devleti bütün cephelerde mağlup oldu. Bu acıya dayanamayan II. Abdülhamid, Şubat 1918de vefat etti. Cihan Harbinin son günleriydi. Onu kardeşi ve padişah olan Sultân Reşâd takip etti ve 4.7.1918 tarihinde o da 74 yaşında dünyaya gözlerini yumdu.

ZEVCELERİ: 1- Kâm-res Baş Kadın Efendi. 2- Dürr-i Adn İkinci Kadın Efendi. 3- Mihr-engîz İkinci Kadın Efendi. 4- Nâz-perver Üçüncü Kadın Efendi. 5- Dil-firîb 4. Kadın Efendi. ÇOCUKLARI: 1- Mahmûd Necmeddin Efendi. 2- Ömer Hilmi Efendi. 3- Mehmed Zıyâaddin Efendi. 4- Refîa Sultân .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
36padisah.gif
VI. Mehmed Vahîdüddin
Resmen VI. Mehmed diye bilinen ve halk arasında Sultân Vahîdüddin ünvanıyla tanınan Sultân VI. Mehmed Vahîdüddin Hân, Şubat 1861 yılında Dolmabahçe Sarayında, Sultân Abdülmecidin IV. Kadınefendisi Gulistû (Gülistan) Hanımefendiden dünyaya geldi. İttihâdcıların, asıl veliahd olan Sultân Azizin oğlu Yusuf İzzeddini intihar süsü vererek katletmeleri üzerine Osmanlı veliahdı oldu ve 4.7.1918 tarihinde Osmanlı tahtına oturdu. İyi bir İslâm hukukçusu, Almanya İmparatorluk mareşali ve Osmanlı müşiri ünvanlarına sahip iyi bir asker ve de musikiye âşık bir bestekâr idi. Almanya ve Avusturya seyahatlerinde kendisinin yaveri olan Mustafa Kemal, Padişah olduktan sonra da bir süre fahrî yaverliğini sürdürdü. Padişah olduğunda Hz. Ömerin kılıcını maneviyât eri Mehmed Bahaaddin Veled Çelebi kuşattı. Maneviyâtı güçlü bir padişahdı.

18 Kasım 1922de İstanbulu terk edinceye kadar geçen sıkıntılı saltanat yıllarında, onunla birlikte vazife ifa eden sadrazamlar arasında, İttihâdcıların reisi Mehmed Talat Paşa ve 5 defa hükümeti kuran Dâmâd Ferid Paşa; Şeyhülislâmlar arasında ise, Kuvay-ı Milliye aleyhine mecburen fetvâ veren Dürrî-zâde Abdullah Efendi ve Hürriyet ve İtilâf Partisinin adamı olan Mustafa Sabri Efendi, özellikle zikredilmelidir.

Sultân Vahîdüddinin saltanatından 4 ay geçmeden 30 Ekim 1918 tarihinde uğursuz Mondros Mütârekesi imzalandı. Bunu Osmanlı topraklarının itilaf devletleri tarafından işgali takip etti. İngilizler Kasım 1918de Musulu işgal ettiler; müttefik filo Kasım 1918de İstanbula geldi ve 16 Mart 1920de İstanbul resmen işgal edildi. Bu tarihten sonra sâdır olan Padişah İrâdelerini ve hatta hükümet kararlarını, sanki Sultân Vahidüddinin arzusu ve kararı gibi görmek, tarihi yanlış yorumlamak demektir. Bu tarihten sonra Sultân Vahidüddin, hem işgal kuvvetlerini oyalamaya ve hem de elden geldiği kadar Kuvay-ı Milliyeyi destekleyerek yeni Türk Devletinin ortaya çıkmasını, şahsı aleyhine de olsa desteklemeye karar vermiştir. Artık yeniden Osmanlı Devletinin hayat bulamayacağının farkındadır. Yapılan bütün icraatlar bunu göstermektedir.

Sultân Vahidüddin, İstanbulun düşman filoları tarafından kuşatıldığını ve topların Saraya çevirdiğini görür görmez, hemen yakın kumandanlarla Anadoluda istiklâl tohumlarının nasıl atılacağını müzâkere etmeye başlamıştır. Filonun geldiği Kasım 1918den Mayıs 1919a kadar devam müzâkereler sonucunda, Mustafa Kemal ile defalarca görüşmüş ve Yıldız Sarayındaki son ve gizli görüşmede, Anadoluya görevli olarak gitmesine ve milli bir idare kurulmasına karar verilmiştir. Neticede İtilaf Devletleri Yüksek Komiserliğinden Mustafa Kemalin vizesini alan, elindeki imkânlarla onu destekleyen ve Samsuna çıkması için yeterli bir vapur hazırlatan Sultân Vahidüddin, Mustafa Kemalin 19 Mayıs 1919da Samsuna ulaşmasından sonra da, hükümetleri vasıtasıyla ve şifrelerle Mustafa Kemali desteklemeye devam etmiştir. Sayın Murad Bardakçının yayınladığı Şah Baba isimli eser ve Osmanlı Arşivlerindeki belgeler, bütün bunları doğrulamaktadır. Sultân Vahidüddinin Mustafa Kemale ayrılırken söylediği son söz, Cenab-ı Allah muvaffak etsin sözüdür.

16 Mart 1920de İstanbul işgal edilince 23 Nisan 1920de Büyük Millet Meclisi Ankarada toplanmıştır. Düşmanlar Sevr Muâhedenâmesini, ne işgal altındaki Osmanlı Devletine ve ne de Ankara Hükümetine imza ettirememişlerdir. Anadoluda imanlı milletin desteğiyle muvaffakiyetler kazanan Kuvay-ı Milliye ekibi ve özellikle de Mustafa Kemal ve arkadaşları, Başvekil Rauf Orbayın muhâlefetine rağmen, Anadoluya saltanat ve hilâfeti kurtarmak için geldiklerini çeşitli nutuklarında söylemelerine rağmen, evvela saltanata cephe almaya başlamışlardır. Cumhuriyet İdaresi kurarak Cumhurreisi olmak isteyen Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisine 1 Kasım 1922de saltanatı ilga ettirmiştir. Bu arada kendi nâzırlarından ve meşhur Osmanlı gazetecilerinden Ali Kemal Beyin, bazı kimseler tarafından İzmite kaçırılarak linç edilmesi, Sultân Vahidüddinin Ankaradaki havayı sezmesine yardımcı olmuştur. Ankaranın niyetini anlayan Sultân Vahidüddin, hem yeni kurulacak olan devlete zorluk çıkarmamak ve hem de daha fazla hakaretlere maruz kalmamak için, 18 Kasım 1922de İstanbulu terk etmiştir. Zaten 5 Kasım 1922de resmen Osmanlı Devleti tarihe gömülüyor ve İstanbul Ankarada kurulan milli devletin hâkimiyeti altına giriyordu.

Malta, Hicâz ve Mısıra uğradıktan sonra İtalyanın San Remo şehrine gelen Sultân Vahidüddin, 16 Mayıs 1926 tarihinde aynı şehirde, kederinden vefat etmiştir. Cenazesi Şama nakledilerek Yavuz Sultân Selim Camii Haziresine defn olunmuştur.

ZEVCELERİ (KADIN EFENDİLERİ): 1- Emîne Nâzik-edâ Baş KadınEfendi. 2- Şâdiye Meveddet II. Kadın Efendi. 3- İnşirâh Kadın Efendi. 4- Nevvâre Üçüncü Kadın Efendi. 5- Nimet Nev-zâd Hanım Efendi.

ÇOCUKLARI: 1- Mehmed Ertuğrul Efendi. 2- Münîre Sultân. 3- Rukıyye Sâbiha Sultân. 4- Fatma Ulviyye Sultân. 5- Fenîre Sultân .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
Yukarıdaki yazılar bilgilendirme amaçlı olup ALINTIDIR.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.