Osmanlı Padişahları

  • Konbuyu başlatan Arsenik-tht
  • Başlangıç tarihi
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
01padisah.gif
Osman Gazi

Osman Bey, Osmanlı Devletini ve Osmanoğullarını kuran ve adını devletine ve soyuna vermiş bulunan ilk Osmanlı Sultânıdır. Kendisine Kara Osman, Fahruddin ve Muînüddin de denmiştir. Osman Gâzî, hayatının sonuna kadar emîr yani bey olarak anılmıştır; vefâtından sonra Hân ve Sultân denmiştir. Çünkü hayatının sonlarına doğru uc beyi olmuştur.

Osman Bey, 1258 tarihinde Söğüdde veya Osmancıkda dünyaya geldi. Babası Ertuğrul Gâzî ve annesi Halîme Hâtundur. 24 yaşındayken babasının yerine geçti. Osman Gâzî, önce Kastamonudaki Çobanoğullarına, sonra da Kütahyadaki Germiyanoğullarına bağlı idi. Onlar da Selçuklu Sultânına bağlıydılar. İlk evliliği, 1280 civarında, Sultân Orhanın annesi ve Selçuklu vezirlerinden Ömer Abdülaziz Beyin kızı olan Mâl Hâtun iledir. 1289 yılına doğru Şeyh Edebalinin kızı Rabîa Bâlâ Hâtun ile evlenince, nüfuzu ve kudreti arttı. Bu hanımından da Şehzâde Alâaddin dünyaya geldi.

1281 yılında babasının yerine aşiret beyi olan Osman Bey, bir görüşe göre, Selçuklu Sultânı II. Gıyâseddin Mesûdun 1284de Söğüd ve çevresinin kendisine tahsis edildiğine dair olan fermanı ve yanında hediye ettiği ak sancak, tuğ ve mehterhâne ile uc beyi olmuştur. 1288 veya 1291 tarihinde Karacahisârı fethetmesi ve Dursun Fakihe kendi adına hutbe okutması, Osman Beyin yarı istiklâlini kazanması demektir.

Osman Gâzinin Bizans sınır şehirlerini birer birer fethetmesi üzerine telâşa düşen Bizanslılar onu ortadan kaldırmak için bir düğün vesilesiyle bir baskın hazırlarlar. Baskına baskınla cevap veren Osman Bey, 1299 yılında Yarhisâr ve Bileciki fethetti ve beylik merkezini Bilecike nakletti ve fitneye sebep olan Yarhisâr Tekfurunun kızı Nilüferi (Holofurayı) oğlu Orhan ile evlendirdi. Bu tarih, daha önce açıklanan sebeplerle Osmanlı Devletinin kuruluş yılı kabul edildi. 27 Ocak 1300de Selçuklu Sultânı III. Alâaddin Keykubadın saltanat alâmeti olan tabl, alem ve tuğu Osman Beye bir ferman ile göndermesi ile artık Osman Bey müstakil bir uc beyi olmuştu. 1301 yılında Bursaya yakın bir yerde Yenişehiri kurdu ve saltanat merkezini buraya nakletti. Bu arada bütün bu fetihlerde kendisine yardım edenleri de unutmadı ve kardeşi Gündüz Beye Eskişehire; oğlu Orhan Beye Sultânönünü; Hasan Alpa Yarhisârı; Şeyh Edebalıya Bileciki ve Turgut Alpe İnegölü verdi ve Edebalının torunu Alâaddini yanında götürdü. 1308 yılında İlhanlı Hükümdarı Ahmed Gazan tarafından Selçuklu Devletine son verilince Osmanlı Devleti tamamen müstakil hale geldi. 1313de Harmankaya Hâkimi Köse Mihal Beyin Müslüman olmasıyla Mekece, Akhisâr ve Gölpazarı Osmanlının eline geçti. 1320 yılından itibaren çevrede fazla görünmeyen Osman Bey, 1324 yılında beyliği oğlu Orhan Beye devretti. 1324 yılı Şubat ayında Bursanın fethini görmeden 67 yaşında vefat eden Osman Bey, vasiyeti üzerine, geçici olarak gömülü bulunduğu Söğüdden alınarak 2.5 yıl sonra 1326 yılında Bursadaki Gümüş Künbede defn olunmuştur.

Babasından 4800 km2 olarak aldığı toprakları 16.000 km2ye çıkaran Osman Beyin Orhan ve Alâaddin dışındaki çocukları şunlardır: Fatma Hâtun, Savcı Bey, Melik Bey, Hamîd Bey, Pazarlı Bey ve Çoban Bey. Bugünkü mülkî taksimata göre, Osman Bey zamanında Osmanoğullarının ülkesi, Bilecik, Eskişehir merkez, Sakaryaya bağlı Geyve, Akyazı ve Hendek, Kütahya-Domaniç ve Bursa ilinin Mudanya, Yenişehir ve İnegöl ilçelerini kapsıyordu.

Osman Bey zamanındaki büyük âlimler ve şeyhlerden bazılarını da hatırlatmakta yarar vardır: Âlimlerden en önemlileri Mevlânâ Şeyh Edebalı, Dursun Fakîh ve Hattâb bin Ebî Kâsım Karahisârîdir. Maneviyât reislerinden ise, Şeyh Muhlis Baba, Şeyh Âşık Paşa, Şeyh Ulvân Çelebi, Şeyh Hasan Çelebi ve Baba İlyas mutlaka zikredilmelidir. [1]



[1] "İbn-i Kemal" , Tevârih-i Âl-i Osman, I. Defter, sh. 70 vd.; 196-201; "Lütfi Paşa" , Tevârîh-i Âl-i Osman, sh. 17 vd.; Âlî, Künhül-Ahbâr, Ahmed Uğur neşri, sh. 41-67; Mecdî Mehmed Efendi, Hadâik uş-Şakâık, İstanbul XE "İstanbul" 1989, sh. 20-24; Mehmed Zeki, "Köse Mihal" ve Mihal Gâzî aynı adam mıdır, TTEM, nr. 11(8
cool.gif
, sh. 327-335; "Uzunçarşılı" , Osmanlı Tarihi, c. 1, sh. 102-116; Öztuna, Devletler ve Hânedânlar I-V, "Ankara" 1996, c. II, 101-102; Gökbilgin, M. Tayyib, Osman I, İA; Elizabeth A. Zachariadou, Osmanlı Beyliği, 1300-1389, İstanbul 1997.
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
02padisah.gif
Orhan Gazi

Orhan Bey, 1281 (veya 128
cool.gif
de Söğütte dünyaya geldi. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, annesi Mal Hâtun Osman Beyin ilk hanımı ve Selçuklu Vezirlerinden Ömer Abdülaziz Beyin kızıdır. Osmanlı padişahlarından Sultân, Hân, Seyfüddin ve Şücâuddin gibi ünvanları ilk olarak hakkıyla elde eden ve kullanan zattır. 1324 yılında 36 veya 43 yaşında babasının yerine Osmanlı Beyliğinin uc beyi oldu. Askerî bir deha olan Orhan Bey, kısa zamanda şöhretini dünyaya duyurmasını, ilmiyeden gelen vezir Hacı Kemâlüddin oğlu Alâaddin Paşa, kardeşi ve veziri Alâaddin Paşa, yine ilmiyeden gelen Molla Tâceddin Kürdî ve Vezir Hayreddin Paşa, vezir Lala Şahin Paşa ve de önce Bilecik sonra da Bursa Kadılığına getirilen Çandarlı Kara Halil gibi devlet adamları ile meşveret etmesine ve onların tecrübelerinden yararlanmasına borçludur. Osmanlı Devleti, Orhan Bey zamanında kurulmuştur.

Orhan Bey, Köse Mihal, Turgut Alp, Şeyh Mahmûd, Gâzî Mihal Bey ve Ahi Hasan gibi kahramanların gayretiyle, senelerdir çevreden kuşattığı Bursayı 6 Nisan 1326 tarihinde fethetmiş ve Bey Sancağı adıyla oğlu Murada vermiştir. Artık Osmanlının merkezi Yenişehir değil Bursadır. Bu hadiseden sonra, 1327 senesinde Bursa Kadısı Cendereli (Çandarlı) Kara Halil ve vezir Alâaddinin tavsiyeleri ile saltanatın en önemli alâmeti olan ilk Osmanlı akçesini (son zamanlarda Osman Beye ait bir sikke de bulunduğundan bu görüş nakz olunmuştur) yani sikkesini bastırmıştır. İlk darbhane de Bursada kurulmuştur.

Osmanlı sınırlarının Karadeniz ve İstanbul Boğazına doğru ilerlediğini gören Bizanslılar, Darıca ile Eskihisar arasında bir yer olan Pelekanonda Osmanlı ordularıyla karşılaşmışlar ve Osmanlılar İmparatoru yaraladıkları gibi, 1329 veya nihâî olarak 1331de İzniki fethetmişlerdir. İznik, Bizans açısından kudsî bir değere haizdi ve bunun farkında olan Orhan Bey, buradaki Ayasofya isimli Kiliseyi camiye çevirdi ve burada Osmanlı Devletinin ilk Üniversitesini kurarak başına da büyük âlim Kayserili Molla Davudu tayin etti. İzniki kurtarmak için hücuma geçen Bizans İmparatorunu, kaçmaya mahkum eden Orhan Bey, böylece 1335e doğru bütün İslâm âleminde ve Avrupada Sultân ünvanıyla anılmaya başlandı; sonra da sulh yolunu tercih etti. Bu arada Bizans İmparatorunun kızı Prenses Theodora ile evlendi.

Bizans ile sulh yapan Sultân Orhan, bu sefer Anadolu fetihlerine yöneldi ve 1345e doğru ilk olarak bir Anadolu Beyliğini yani Balıkesir merkezli Karesi Beyliğini Osmanlı Devletine ilhak etti ve Anadoluda 1354 yılında Ankaraya kadar ilerledi ve orayı fethetti. Güneyde Çandarlı Körfezine dayanan Osmanlılar, Marmara Denizinin güneyindeki son toprakları da Bizansın elinden aldı; Üsküdar Osmanlı Devletinin eline geçti. Candaroğullarına bağlı Uluğ Beyoğulları Beyliği de Osmanlı Devletine katıldı.

Kayınpederi olan Bizans İmparatorunun kendisine saldıran Slavlar ve Bulgarlara karşı Orhan Beyden yardım istemesi üzerine Osmanlı ordusu, evvela 3 Şubat 1347 yılında İstanbula girdi. Sonra döndü. Paşanın yardım ordusunun öncüsü Gâzî Umur Beydir. 1347de Süleyman Paşa, İmroza çıkartma yapmak istedi, ancak püskürtüldü. 1349 yılında yardım için Rumeliye geçti, Selanike kadar geldi ve şehri slavlardan kurtararak geri döndü. 1353 tarihinde, bu yardıma minnettar olan İmparator, Gelibolu yarım adasında, Çanakkale Boğazının Avrupa kıyısı üzerinde küçük Çimpe kalesini Avrupaya geçerken kolaylık olsun diye Süleyman Paşaya hediye etti. Daha önceki geçişlerden farklı olarak, artık Osmanlı Beyliği, Rumelinde hukuken ve fiilen var olmuşlardı. Türk tarihinin önemli olaylarından olan Rumeliye geçişin kahramanı Süleyman Paşa, Lüleburgaz ve Çorluyu da fethettikten sonra, 1357 yılında atının ayağının sürçmesi sonucunda düşerek vefat etti. Rumeli fetihlerini onun yerine Şehzâde Murâd devam ettirdiyse de, bu acıya dayanamayan 81 yaşındaki Sultân Orhan, 1362 yılında Nisan ayının sonlarına doğru vefat etti.

Orhan Bey, kaynaklardan öğrendiğimize göre hayatı boyunca 4 hanımla evlendi. Bunların aynı zamanda hanımları olduğu düşünülmemelidir. Bu hanımları ve bunlardan doğan çocukları sırasıyla şunlardır: 1) Nilüfer Hâtun (Holofira): Yarhisar Tekfurunun kızıdır; Müslüman olup Nilüfer adını almıştır. Süleyman Paşa, I. Murad ve Şehzâde Kasımın annesidir. 2) Asporça Hâtun: Bizans İmparatorunun kızıdır; Şehzâde İbrahim ve Fatma Sultânın annesidir. Müslüman olmuştur. 3) Theodora Hâtun: Müslüman olmadığı ve evliliğin kısa sürdüğü anlaşılıyor. Şehzâde Halilin annesidir. 4) Eftandise Hâtun: Mahmûd Alpin kızıdır.

Sultân Orhan zamanındaki büyük ilim adamları ve maneviyât reisleri arasında, İznikdeki ilk yüksek tahsil müessesesinin müderrisi Davud-ı Kayserî, sonradan onun halefi olan ve yaya ile müsellemin teşkilinde fikir veren Alâaddin Esved veya Kara Hoca, Osmanlı Devletinin ilk Bursa Kadısı ve Kazaskeri Çandarlı Kara Halil, Hasan-ı Kayserî ve maneviyât reislerinden ise, Seyyid Ahmed-i Kebîr-i Rufâî, Karaca Ahmed, Ahi Evran ve Musa Abdal başta gelen simalardandır .[1]


[1] "Neşrî" , Kitâb-ı Cihânnümâ, c. I, 147-191; "İbn-i Kemal" , Tevârih-i Âl-i Osman, I. Defter, sh. 195-196; İbn-i Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman, II. Defter, (neşr. Şerafettin Turan), "Ankara" 1991, sh. 198-208; Âlî, Künhül-Ahbâr, c. V, sh. 40-65; Ahmed Uğur neşri, sh. 67-108; "Lütfi Paşa" , Tevârîh-i Âl-i Osman, sh. 27-31; Kantemir, c. I, sh. 73-86; "Uzunçarşılı" , Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 117-162; Öztuna, Devletler ve Hânedânlar, c. II, sh. 103-105; Aksun, Osmanlı Tarihi, sh. 36-50; Gökbilgin, M. Tayyib, Orhan, İA; Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Gâzî Orhan Beyin Hükümdar Olduğu Tarih ve İlk Sikkesi, Belleten, c. IX, sayı 34(1945), sh. 207-211; Mırmıroğlu, VL., Orhan Bey ile Bizans İmparatoru III. Andronikos Arasındaki Pelekano Muharebesi, Belleten, c. XIII, sayı 50(1949), sh. 309-321.
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
murad1.gif
I.Murad

Osmanlı tarihinde I. Murâd, Murâd Hüdâvendigâr ve Gâzi Murâd Hüdâvendigâr adlarıyla anılan Sultân Murâd, 1326 (726 H) yılında dünyaya geldi ve 1362 Mart ayında 35-36 yaşlarında iken Osmanlı Padişahı olarak tahta geçti. Hüdâvendigâr, hükümdâr demektir ve sonradan o zaman Osmanlı Devletinin başşehri olan ve kendisinin de valilik yaptığı Bursaya da Hüdâvendigâr Sancağı adı verildi.

Seferlerine Ankaranın yeniden fethiyle başlayan Sultân Murâd, 1362 Temmuzunda Edirneyi zabtetti ve kendisine yeni başşehir yaptı. Bunu Balkanların önemli bir merkezi olan Filibenin fethi takip etti (1363). Osmanlı Devletinin Avrupa topraklarında bu ilerleyişi Hıristiyanları korkuttu ve Papa V. Urbanusun tahrikiyle Osmanlı Devleti ilk haçlı seferine maruz kaldı. Ancak 60.000 kişilik haçlı ordusu 10.000 kişilik Hacı İlbeğ komutasındaki Osmanlı ordusunun yaptığı bir baskın sonucunda sındı ve tarihe Sırpsındığı zaferi olarak geçti (1363). Bunu Sırbistanın bir kısmı ile Bulgaristanın Osmanlıya ilhakı takip etti ve 1365 yılında da Dubrovnik (Raguza) ile ilk milletlerarası andlaşma imzalandı.

1375de Hamidoğulları sembolik bir bedelle topraklarının yarısını Osmanlıya terk etti ve böylece Germiyanoğlu ile Karamanoğlu arasına Osmanlı girmiş oldu. 1383de Candaroğulları Hamidoğullarının arkasından Osmanlıyı metbû tanıyınca, Karaman oğulları rahatsız olmaya başladı ve 1386da Osmanlı Karamanoğulları ihtilafı başladı. Her ne kadar, Sultân Muradın oğlu Şehzâde Bâyezid kahramanca savaşarak Karaman oğullarını dağıtıp Yıldırım ünvanını aldıysa da, bunu fırsat bilen Sırp Kralı Balkanlarda Osmanlının üzerine yürüdü ve hatta Timurtaş Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunu bozguna uğrattı (Ploşnik Olayı, 1387). Bundan cesaret alan haçlı orduları, Sırpı ile Bulgarı ile Ulahı ile, hep birlikte Osmanlı Devletinin aleyhinde ittifak ettiler ve Kosovada 20 Haziran 1389 günü Osmanlı ordusu ile karşı karşıya geldiler. Osmanlı ordusu, I. Kosova Zaferi diye tarihe geçen zaferle haçlı ordularını yendi ve 500 yıl kadar sürecek olan Balkan Hakimiyetini başlatmış oldu. Ancak bu güzellikler arasında, Miloş Obiliç adlı yaralı bir Sırp askeri tarafından Murâd Hüdâvendigâr hançerle vurularak şehid edildi (20.6.1389) ve Bursaya nakledilerek kendi adına yaptırılan Cami haziresine gömüldü. Osmanlı Devleti Balkanlara hâkim olmuş, Bulgaristan tamamen Osmanlının eline geçerken Sırbistanın da önemli bir kısmı feth edilmişti. 37 muharebede bizzat bulunan Sultân Murâd, 27 yıl içinde babasından aldığı mirası 5 kat artırarak 500.000 km2lik bir büyük devleti Osmanlı milletine miras bırakıyordu.

Batılı tarihçilerin de itirafıyla, fethettiği topraklarda Ortodokslara, Katoliklere ve diğer din mensuplarına kendi dindaşlarından daha iyi davrandı. Verdiği sözde durması hasebiyle dost düşman herkes tarafından sevilir hale geldi. Devlet teşkilâtçılığında da zirvedeydi. Her ne kadar yeniçeri teşkilâtı babası zamanında kurulmaya başlansa da, asıl yeniçeri ve acemi oğlanları teşkilâtlarını kuran ve geliştiren kendisi oldu. İstanbul'u ilk kuşatan Osmanlı Padişahı da kendisiydi.

Murâd Hüdâvendigârı muvaffak eden sebeplerin başında onunla birlikte çalışan ehliyetli devlet adamlarını zikretmek gerekiyor. Bunların başında, bir görüşe göre Sultân Murâd zamanında ihdas edilen kazaskerliğe ilk defa getirilen Çandarlı Halil Efendiyi zikretmek gerekiyor. Bu vazifeye gelir gelmez, Karamanlı Kara Rüstemin de yardımıyla Maliye teşkilâtı tanzim edildi ve Sultân Orhan zamanında başlatılan Yeniçeri ve Acemioğlanları Teşkilatını bütün ayrıntılarıyla kurmaya muvaffak oldu. 1372 yılında da Vezir oldu ve artık Halil Hayreddin Paşa diye anılmaya başlandı. Diğer devlet adamları arasında ise, Halil Hayreddin Paşanın oğlu Ali Paşayı, yeniçeri ve acemi oğlan teşkilâtında büyük payı bulunan Timurtaş Paşa ve Lala Şahin Paşayı, kahramanlıkları ile meşhur Saruca Paşa, Evrenos Beğ, İne Beğ, Paşa Yiğit, Müstecap Subaşı ve Hacı İlbeği zikretmek gerekmektedir.

Asrındaki âlimlerden ise Aksaraylı Cemâlüddin Muhammed bin Muhammed, Bursa kadılarından ve Kâdîzade-i Rumînin babası Mahmûd Bedreddin ve de Azerbaycan Kadısı ünvanıyla meşhur Mevlânâ Burhânüddini zikretmek gerekmektedir.

ZEVCELERİ: 1- Gülçiçek Hâtûn; Yıldırım Bâyezidin ve Yahşi Beyin Annesi. 2- Marya Thamara Hâtun; Bulgar Kralının kızı. 3- Paşa Melek Hâtun; Kızıl Murad beyin kızı. 4- Candar Oğullarından bir beyin kızı. 5- Bulgar Beyinin kızı. ÇOCUKLARI: 1-Yıldırım Bâyezid. 2-Yakub Çelebi. 3- Savcı Bey. 4- İbrahim Bey. 5- Yahşi Bey. 6- Halil Bey; 7- Özer Hâtun; 8- Sultân Hâtun. 9- Nefise Melek Sultân Hâtûn . [1]


[1] "Lütfi Paşa" , Tevârîh-i Âl-i Osman, sh. 31 vd.; Alî, Künhül-Ahbâr, V, sh. 65-77; Alî, Ahmed Uğur neşri, sh. 108-131; Kantemir, c. I, sh.87-93, Aksun, Osmanlı Tarihi, c. I, 51-70; "Uzunçarşılı" , Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 162-186; Uzunçarşılı, Osmanlı tarihinin İlk Devirlerine Ait Bazı Yanlışlıkların Tashihi, Belleten, c. XXI, sayı 81-84 (1957), sh. 173-188; "Uluçay" , Çağatay, "Padişahların" Kadınları Ve Kızları, 3. Baskı, "Ankara" 1992, sh. 6-7; Öztuna, Devletler ve Hânedânlar, c. II, 107-108; Büyük Türkiye Tarihi, c. I, 284-305.
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
04padisah.gif
Yıldırım Bayezid

Osmanlı Padişahları arasında hakkında en çok konuşulan Padişahın Yıldırım Bâyezid olduğu doğrudur. Bunun iki sebebi vardır: Birincisi; Kısa zamanda Anadolu birliğini kurup devleti genişletmesine rağmen, 1402de Ankarada Timura yenilerek tekrar başa dönülmesine sebep olmasıdır. İkincisi de, hem Emir Sultân Buharîye kayınpeder olması ve hem de içki içtiğine dair iddiaların bulunmasıdır. Önce Yıldırım Bâyezidi tanıyalım.

1387 tarihinde katıldığı Karaman Seferinde gösterdiği kahramanlıklardan beri Yıldırım lakabıyla anılan I. Bâyezid, Sultân Muradın büyük oğlu ve veliahdıdır. Bursada babasının tahta çıktığı sene yani 761/1360 yılında Gülçiçek Hâtundan dünyaya gelmiş ve 791/1389 yılının Ramazan ayının beşinde de babasının şahâdeti üzerine tahta çıkmıştır. Padişah olmadan evvel sırasıyla Kütahya, Hamid İli ve ilk Amasya Sancak Beyliği gibi tecrübeleri bulunmaktadır.
Osmanlı Devletinin Kosovada haçlı ordularıyla meşgul olmasını fırsat bilen Karamanoğulları, Osmanlı Devletine ait sancak ve kazalara hücum başlattı. Bunu gören Yıldırım, 1390 yılının ilk günlerinde Anadolu birliğini tehlikeye sokmamak için hemen bu bölgeye intikal etti. Germiyan, Aydın, Menteşe ve Saruhan Beylikleri Osmanlı Devletine bağlılıklarını bildirince, hemen 1390-91 kışında Ankaraya gelerek orada kışlasını kurdu. Sonradan yanına Bizans İmparatoru II. Manueli de alarak Karaman bölgesine geçti ve onları ikaz etti. Zaten Karamanoğlu Damad Alâaddin Bey de firar etmişti. Ege Adalarını vurarak Venedik Cumhuriyetine gözdağı vermeyi de ihmal etmeyen Yıldırımın bütün hayali İstanbulu fethetmek idi. Bu sebeple 1391de 7 ay sürecek olan İstanbul kuşatmasına başladı. Bizansın sulh ile itaat edeceğini umuyordu; ama olmadı.

Rumelinde gayr-i müslimlerle uğraşan Osmanlının aleyhine, durumu fırsat bilen Karamanoğlu-Candaroğlu ve Sivasdaki Kadı Burhâneddinin ittifak yaptığı duyuldu. 1392de Candaroğlu halledildi; İsfendiyaroğulları da Osmanlıya itaat etti. Kadı Burhâneddin ile olan savaş daha dehşetli idi. Yıldırımın oğlu Şehzâde Ertuğrulun kumandasındaki Osmanlı ordusu, Çorum yakınlarında yenik düştü. Bu arada Yıldırımın kendisi Rumeli seferine devam ediyor ve 1392de filozoflar diyarı olarak bilinen Atina Osmanlıya teslim oluyordu.

Bütün bu gelişmelerden rahatsız olan Macar Kralı Sigismund, üçüncü bir haçlı seferi hazırlığında idi. Gerçekten her çeşit düşman milletin yer aldığı 70.000 kişilik orduyla Tunayı geçerek Niğboluyu kuşattı ve düşman kuvvetler 130.000e ulaştı. Ancak 25 Eylül 1396 tarihinde Avrupalıların asırlarca unutamayacakları Niğbolu Zaferi kazanıldı ve Yıldırım, artık Halife I. Mütevekkil tarafından Sultân-ı İklim-i Rum ve Sultân diye anılmaya başlandı. Üçüncü haçlı seferini fırsat bilerek yine Osmanlı topraklarına saldıran Karamanoğulları ise, nihâî dersi hak etmişlerdi ve gerçekten 1397de Konyaya giren Yıldırım eniştesi olan Karamanoğlu Beyini idam ettirdi ve Konyayı Osmanlı Devletinin Karaman Eyâleti olarak ilan etti. Artık Anadolu birliği sağlanmış ve bütün Anadolu neredeyse Osmanlı Devletinin olmuştu. Rumelide Balkanlar Osmanlının hâkimiyetine girmişti.

İşte böyle bir dönemde Doğudan büyük bir tehlike geliyordu. Doğu Türkistan Hakanı Aksak Timur veya Timurlenk, fırtına gibi eserek Doğu Anadoluyu tehdit ediyor ve memleketleri ellerinden alınan ve Osmanlıdan memnun olmayan Anadolu beyleri Timuru tahrik ettikleri gibi, Timurun düşmanları olan bazı beyler de Yıldırıma sığınmış bulunuyorlardı. Timur nazik sayılabilecek bir üslupla Yıldırımdan bu beyleri salı-vermesini ve kendisine tabi olmasını, şartlarının kabulü halinde, gayr-i müslimlerle olan cihadını takdir ettiği Osmanlı ordusuna yardım edeceğini ifade eden bir mektup gönderdi (Mektup, Rum Meliki Yıldırm Bayezid diye başlamaktadır). Buna karşı Yıldırımın cevabı çok sert ve hatta hakaretâmiz oldu (Mektup, Ey Timur denen parçalayıcı köpek ve Tekfurlardan daha kâfir olan adam diye başlamaktadır).

Neticede kaderin cilvesiyle Yıldırımın strateji açısından üstün görüldüğü uğursuz Ankara Meydan Muharebesi meydana geldi ve 28 Temmuz 1402 tarihinde Osmanlı ordusu yenik düştü ve Padişah esir alındı. Bu hadiseyle Osmanlı Devleti, cihan devleti olmaktan çıkmış ve yeniden başa dönmüştü. Zira bu savaşı takip eden yıllarda, 8 yıl kadar Anadoluda kalan Timur buralarda terör estirdi ve eski beylere beyliklerini tamamen iade etti. 3 Mart 1403de, bazı tarihçilerin ileri sürdüğü gibi intihar ederek değil, sıkıntıdan doğan bir kaç çeşit hastalığa dayanamayan Yıldırım vefat etti ve Osmanlı Devleti için Fetret Devri denen ara dönem başladı.

Yıldırım Bâyezıd devrinin ileri gelen devlet adamları arasında, iyi bir devlet adamı olmakla beraber takvâ cihetinden zayıf olduğu ittifakla açıklanan Çandarlı Ali Paşa, Timurtaş Paşa, Süleyman Paşa, İshak Bey ve Mihal oğlu Muhammed Bey zikredilebilir. Onun devrindeki âlimlerden ise, Şemseddin Fenari, oğlu Muhammed Şah Fenari, Hâfızuddin Muhammed Kürdî, Şeyh Kutbuddin İznikî ve Şihâbüddin Sivasî unutulmamalıdır. Devrinin Horasan erenlerinin başında, Emir Sultân denen Bâyezidin damadı Şemseddin Muhammed Huseynî, Hacı Bayram ve Şeyh Abdurrahman-ı Erzincanî gelmektedir. Mevlid yazarı Süleyman Çelebi de onun zamanındaki en büyük şairlerdendir.

ZEVCELERİ: 1- Germiyanoğlu Devlet Şah Hâtun; İsa, Mustafa ve Musanın annesi. 2- Devlet Hâtun; Yine Germiyanoğlu olduğu söylenen ve Sultân Mehmed Çelebinin annesi ve ilk Vâlide Sultân. 3- Hafsa Hâtun; Aydınoğlu İsa Beyin kızı. 4- Sultân Hâtun; Dulkadiroğlu Süleyman Şah kızı. 5- Marya (Olivera Despina) Hâtûn; Sirbistan Kralı Lazarın kızı. ÇOCUKLARI: 1- Ertuğrul Çelebi. 2- İsa Çelebi. 3- Mustafa Çelebi (Tartışmalıdır). 4- Büyük Musa Çelebi. 5- İbrahim Çelebi. 6- Kâsım Çelebi. 7- Yusuf Çelebi. 8- Hasan Çelebi. 9- Erhondu Hâtun. 10- Fatma Hâtun. 11- Paşa Melek Hâtûn. 12- Oruz Hâtûn. 13- Hundî Hâtûn. 14- Şehzâde Mehmed .[1]


[1] Neşrî , Kitâb-ı Cihân-nümâ, c. I, sh. 311-355; Âli, Künhül-Ahbâr, c. V, sh. 78-116; Ahmed Uğur neşri, sh. 131- 195; Tarih-i Solakzâde , İstanbul 1297, sh. 51-91; Âşıkpaşa-zâde , Tarih, sh. 65 vd; Lütfi Paşa , Tevârîh-i Âl-i Osman, sh. 44 vd.; Kantemir, c. I, sh. 95-105; Aksun, Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 71-90; Uzunçarşılı , Osmanlı Tarihi , c. I, 260-323; Uluçay , Padişahların Kadınları ve Kızları, sh. 7-10; Öztuna, Türkiye Tarihi, c. II, sh. 306-352; Devletler ve Hânedânlar, c. II, sh. 110-112; Ahmed Refik, Kadınlar Saltanatı I-IV , İstanbul 1332/1923, c. I, sh.
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
05padisah.gif
I.Mehmet Çelebi

1413-1421 tarihleri arasında Osmanlı tahtına oturan Sultân Mehmed Çelebi, 781/1380 yılında Germiyanoğullarından Süleyman Şahın kızı Devlet Hâtundan dünyaya gelmiştir. Asil ve dindar bir devlet adamı olan Mehmed Çelebi, bazı tarihçiler tarafından Osmanlı Devletinin ikinci kurucusu ve 9. asrın müceddidi kabul edilmektedir.

Babasının esareti sırasında vezir Bâyezid Paşanın tavsiyelerine uyarak Amasyaya gitti ve padişahlığını ilan etti. Kardeşi İsa Çelebiyi tasfiye etti. Ancak Süleyman Beyin Ankaraya kadar gelmesi üzerine, Amasya-Tokat-Sivas bölgesiyle yetindi. İyi bir diplomattı. Musa Çelebi önce Mehmed Çelebiye itaat etti. Ancak 1410 yılında Rumelide saltanatını ilan edince durum değişti. 1413 yılında kardeşi Musa Çelebinin öldürülmesinden sonra, Osmanlı tahtının tek vârisi olarak kaldı. Osmanlı tarihçileri tarafından yeni asrın yani Hicrî 9. asrın siyâset alanında müceddidi olarak kabul edilmektedir.

Çelebi Mehmed Rumelindeki olaylarla uğraşırken, Karamanoğlu yine harekete geçti. Germiyanoğlu Yakub Beyin Mehmed Çelebiye itaatini bildirmesi üzerine Bursayı kuşattı. Hacı İvaz Paşanın kahramanca müdafaası üzerine Yıldırım Bâyezidin sur dışında kalan kabrine hakaret bile etti. İşte bu kargaşa içinde Sultânlık koltuğuna oturan Mehmed Çelebi, Aydındaki Candaroğullarının da tabiiyetini kabul ettikten sonra Karamanoğlunun üzerine yürüdü ve halasının oğlu olan Karamanoğlu II. Mehmed Beyi esir aldı. Sonra affetti. Bu arada Venedik donanmasına karşı 1416 yılında Çalı Bey komutasındaki Osmanlı donanması hücuma geçti, ancak mağlup oldu. Buna karşılık Macar Kralı Sigismundun haçlı seferi teşebbüsü, Mehmed Çelebinin bir paşası olan Gâzî İshak Bey tarafından püskürtülünce Osmanlı prestij kazandı. İshak Beyin 1415 muharebesinden sonra Türklerin Bosna Sarayı dedikleri Sarajevo Osmanlının eline geçti. İshak Beyin Rumelideki bu fetihleri Romanya ve diğer Balkan bölgelerinde de devam etti. Sultân Mehmed de boş durmuyor ve Sinopdaki Candar Beğliğinin bir kısım topraklarını Osmanlı Devletine ilhak ediyordu.

Osmanlı Devleti, yeniden eski ihtişamına kavuşmak üzere iken, iç ve dış düşmanlar, iki büyük gaileyi Osmanlı Devletinin başına açmakta gecikmediler. Ancak Sultân Mehmedin fevkalade basiretli idaresi ve Allahın yardımıyla bu iki büyük bela da aşıldı.

Bunlardan birincisi, Şeyh Bedreddin isyânı idi. Musa Çelebinin Kazaskeri ve bir nevi Şeyhülislâmı olan bu ilim adamı, belli çevrelerce kullanıldı. Musa Çelebinin tasfiyesinden sonra Sultân Mehmed tarafından yüksek bir maaş verilerek İznikte mecburi ikamete zorlanan Şeyh Bedreddin, Aydın ve İzmir taraflarında fesada başlayan Börklüce Mustafa ve Manisa civarında ortaya çıkan ve aslında bir Yahudi dönmesi olan Torlak Kemal ile olan eski ilişkilerinden korkarak, Kastamonu-Sinop-Kefe üçgenini takipten sonra Eflak Voyvodasına sığındı. Daha önce Şeyh Bedreddinin kazaskerliği sırasında onun kethüdalığını yapan Börklüce Mustafa, İzmirde, Urla yarımadasının kuzey tarafındaki Karaburunda, Yahudi dönmesi Torlak Kemal ise, Manisanın Kızılbaşlarla meskûn bölgelerinde Osmanlı Devletinin aleyhinde bir isyan hareketine hazırlık yapıyorlardı. Şeyh Bedreddinin de Rumelide bu tür hareketlere girişme teşebbüsleri bardağı taşıran son damla oldu. Bizans bunları şiddetle destekliyordu. Ordularının sayısı 5.000 ve 10.000lerle ifade edilen ve Dede Sultân diye de anılan Börklüce Mustafanın isyanı, Timurtaş Paşa-zade Ali Beyin de mağlup olmasıyla ciddileşti. Mehmed Çelebinin oğlu Şehzâde Murâd, Bâyezid Paşanın da yardımıyla Börklüce Mustafa ve asi kuvvetlerin üzerine yürüdü ve ele geçirilen Dede Sultân idam edildi. Bunu Torlak Kemalin tepelenmesi izledi ve böylece Osmanlı Devletinde ilk ciddi alevi isyanı bastırılmış oldu.

Bunun üzerine Rumelideki Deliormanda yerleşen Şeyh Bedreddin isyanı genişletme çabalarını sürdürdü. Selanik taraflarında Düzmece Mustafa ile meşgul olan Sultân Mehmed, olayı duyunca hemen Sereze geldi ve Bâyezid Paşanın gayretiyle Şeyh Bedreddin ele geçirildi ve Serez çarşısında idam edildi. İdamına fetvâ veren ise, Sadeddin Teftezâninin talebelerinden olan Heratlı Mevlânâ Haydardır. 1420 yılında bu olay da kapatılmıştır.

Sultân Mehmedin ikinci belası ise, Timur tarafından esir alınarak 16 yıl ortadan kaybolan ve ancak Bizans ve benzeri dış düşmanların tahriki ile saltanat iddiasıyla ortaya çıkan Yıldırımın gerçekten oğlu Düzmece Mustafadır. Normalde Sultân Mehmedin ağabeyidir. Niğbolu Sancakbeyi Aydınoğlu Cüneydin de desteğini alarak kıyam eden Düzmece Mustafa, Sultân Mehmede yenildi ve Bizans İmparatoruna sığındı. Sultân Mehmed hayatta olduğu müddetçe salıverilmemek ve buna karşılık İmparatora yılda 300.000 akçe ödenmek şartıyla anlaşma yapıldı ve hatta bu anlaşmanın da etkisiyle Sultân Mehmed, 1420de İstanbulda İmparator II. Manueli ziyaret bile etti.

Sultân Mehmed Çelebi 39 yaşında vefat etti ve Bursadaki Yeşil Türbeye defn olundu. Vefatında Osmanlı devleti eski genişliğine ve kuvvetine ulaşmıştı. 24 kere savaşa giren Mehmed Çelebi 40 yerinden yara almıştı. Samimi, dürüst, dindar ve diplomat bir devlet adamıydı.
ZEVCELERİ: 1- Şeh-zâde Kumru Hâtûn; Amasyalı bir Paşanın torunu. 2- Emine Hâtun; Dulkadır oğlu Mehmed Beyin kızı ve II. Muradın annesi. ÇOCUKLARI: 1- Şehzâde Küçük Mustafa. 2- Şehzâde II. Murâd. 3- Şehzâde Mahmûd. 4- Şehzâde Yusuf. 5- Şehzâde Ahmed.

Sultân Mehmed Çelebi zamanındaki ileri gelen devlet adamları arasında, baştan beri onun sadık bir veziri olan Bâyezid Paşayı, ilmiyeden gelen İbrahim Paşayı ve Bursa kahramanı Hacı İvaz Paşayı; asrındaki büyük âlimler arasında Sadeddin Teftezânînin talebelerinden Mevlânâ Burhânüddin Haydarı, Mevlânâ Sarı Yakubu, Kara Yakub lakabıyla meşhur olan Yakub bin İdrisi, Kâfiyeci lakabıyla meşhur Mevlânâ Muhyiddini ve Bâyezid-i Sofîyi; zamanındaki maneviyât erenlerinden özellikle Şeyh Abdüllatifi, Amasyalı Pir İlyası ve Şeyh Muslihuddin Halifeyi; şâirlerden ise sadece Hüsrev ü Şirin müellifi Şeyhi ile Molla Ezherî ve Şair Zihniyi sayabiliriz .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
06padisah.gif
II.Murad

Bazı tarihçilerin Osman Beyden sonra ikinci kurucu dedikleri Sultân II. Murâd, 1404 yılında Dulkadiroğlu Emine Hâtundan Amasyada dünyaya geldi. 1421 yılında babasının vefatından 41 gün sonra gelip Edirnede tahta oturur oturmaz, Limnide göz hapsinde bulunan amcası Düzmece Mustafa, Bizans İmparatoru tarafından serbest bırakılınca büyük bir sıkıntıyla karşı karşıya geldi. Mustafa Çelebi, Edirneye gelerek padişahlığını ilan etti ve bununla da kalmayarak ordusuyla Bursadaki II. Muradın üzerine yürüdü. 1422de Sultân Murada mağlup olan amca Mustafa, düzmece olduğu iddiasıyla idam edildi. Aslında düzmece olmadığını daha evvel ifade etmiştik. Bizansın ihanetini gören Sultân Murad, hemen 30.000 askerle İstanbulu kuşattı. Maddi sebepler açısından teslim almayı ümit ederken, 13 yaşındaki Küçük Mustafanın İznikde Bizansın tahrikiyle saltanat ilan ettiğini duydu ve hemen ona yöneldi. Bu arada fırsatı ganimet bilerek Osmanlıya problem çıkaran Anadolu beyliklerinin de üzerine gitti ve sırasıyla Aydın, Teke, Menteşe ve Germiyân Oğulları beyliklerini tarihten silerek tamamen Osmanlı Devletine ilhak etti.

Sultân Muradın Anadoludaki sıkıntıları devam ederken Macarlar ve Sırplar Osmanlı Devletini rahatsız ediyorlardı. 1425de Venedik ile sulh yapan Sultân Murad, 1426da Macar ordusunu bozdu ve fetihlere devam etti. Bu zaferler devam ederken, en önemlisi İzladi mevkiindeki 1443 yılındaki yenilgi olmak üzere, Osmanlı ordusu Hıristiyan kuvvetler karşısında bir kaç defa mağlup duruma düştü. Bunun üzerine Sultân Murâd, Macaristanla Segedin Andlaşmasını imzalamak durumunda kaldı (1444). Aynı yıl, Mısırdaki İslâm âlimlerinin de manevi desteği alınarak Karamanoğlu II. İbrahim Bey ile de sulh andlaşması imzalandı.

40 yaşına gelen ve gerçekten de yıpranan II. Murad, 1444 Ağustosunda oğlu Mehmedi tahta geçirerek, kendisi ibadet ve taatle meşgul olmak üzere Manisaya çekildi ve Fâtih Sultân Mehmed birinci defa Osmanlı Sultânı oldu.

Hem Osmanlı ordusunun yenilgisinden ve hem de Fâtihin 14 yaşında bir genç Padişah olmasından heveslenen Papa, yeni bir haçlı seferi için kolları sıvadı ve haçlı orduları Osmanlı Devleti aleyhinde Ak Şövalye diye bilinen Erdel Voyvodası Hunyadi Yanoş kumandanlığında bir araya geldiler. Tunayı geçerek Varnayı kuşattılar. Tahtta oturan II. Mehmed, yapılan meşveretler ve özellikle Vezir-i Azam Çandarlı-zade Halil Paşanın ısrarlarıyla, II. Muradı yani babasını tahta davet etti. 1444 yılında ikinci defa sultan olan II. Murâd, hemen Edirneye geldi ve 40.000 askeriyle Varna önlerine ilerledi ve sadece 150 şehidle haçlı ordusunu darmadağın etti. Bütün İslâm âleminde ve özellikle Kahirede dualarla yâd edilen bu zafer, Osmanlı Devletinin Balkanların sahibi olduğunu tescil etmişti. Edirneye dönen II. Murad yeniden yani ikinci defa oğlunu tahta çıkardı (1445).

Devlet adamları ve yeniçeri bu duruma razı olmadı ve Sultân Muradın yeniden tahta geçmesini ısrarla arzu ettiler. Bu ısrar karşısında üçüncü defa II. Murad tahta çıktı ve oğlu da böylece iki defa tahta çıkıp inmiş oldu (1446). Varna zaferinden sonra Arnavutlukda İskender denilen bir mürtedle başı belaya giren II. Murad, oğlu Fâtihi de alarak Arnavutluk seferine çıktı. Bu durumu fırsat bilen Ak Şövalye, Papanın da desteğini alarak bir diğer haçlı seferi daha düzenledi ve Osmanlı sınırlarını geçerek Kosova Ovasına kadar geldi. 17 Ekim 1448 tarihinde II. Kosova Zaferini kazandı ve böylece Avrupalıların Türkleri Balkanlardan atmak için giriştikleri son seferi de zaferle tamamlamış oldu. Buradan Edirneye dönen II. Murad 1449 yılında oğlunu evlendirdi. Oğlunu Manisa Sancakbeyliğine gönderen II. Murâd, 3 Şubat 1451 sabahı Edirne Sarayında vefât eyledi.

ZEVCELERİ: 1- Dulkadiroğlu Alîme Hâtûn. 2- Yeni Hâtun; Amasyalı Mahmûd beyin kızı. 3- Hüma Hâtun: Abdullah isimli bir şahsın kızı ve Fâtihin annesi. Fâtihin annesinin devşirme olduğu nakledilmektedir. Ancak Müslüman olduğu kesindir ve hele Ortodoks olan Mara Hâtûn ile Fâtihin üvey annelik dışında alakası yoktur. 4-Tâcünnisâ Hatice Halîme Hâtun; Candaroğlu İsfendiyar Beyin kızı. 5-Mara Hâtun; Çocuksuz ve ortodoks olarak ölen ve Fâtihin üvey annesi olan bu kadın, Sırbistan Despotu George Bronkoviçin kızı. ÇOCUKLARI: 1- Fâtih Sultân Mehmed. 2- Ulu Şehzâde Alaaddin Bey. 3- Şehzâde Büyük Ahmed. 4- Şehzâde İsfendiyar. 5- Şehzâde Hüseyin. 6- Şehzâde Orhan. 7-Şehzâde Hasan. 8- Şehzâde Küçük Ahmed. 9- Yusuf Âdil Şah. 10- Hatice Sultân. 11- Hafsa Sultân. 12- Fatma Sultân. 13- Erhondu Sultân. 14- Şehzâde Selçuk Sultân.

Asrındaki büyük devlet adamları arasında, Timur Paşanın oğlu Gâzi Umur Paşa, Çandarlı-zâde Halil Paşa, devşirmelerden Şihâbüddin Paşa, Damad Karaca Paşa, Zağanos Paşa ve Kasım Paşayı; asrının meşhur âlimlerinden Molla Fenariden sonra müftülük makamına gelen Molla Yegân lakabıyla meşhur Mevlânâ Muhammed, Molla Şemseddin Gürânî, Seyyid Alâaddin Semerkandî, Hızır Beğ ve Alâaddin Tûsîyi; maneviyât erenlerinden Hacı Bayramın halifelerinden Ak Bıyık, Muhammediyye müellifi Yazıcızâde, Envârül-Âşıkîn adlı eserin müellifi Ahmed-i Bîcan ve Şeyh Muslıhuddini; şâirlerden Hacı İvaz Paşanın oğlu Atâyî ve şiirlerinden dolayı idam edilen Nesîmîyi mutlaka zikretmeliyiz[1].







---------------------------------------------------------------------------
-----

[1] Âşıkpaşa-zâde , Tarih, sh. 95-139; Neşrî , Kitâb-ı Cihânnümâ, c. II, sh. 555-681; Âli, Künhül-Ahbâr, c. V, sh. 194-246; Ahmed Uğur neşri, sh. 326-417; Lütfi Paşa , Tevârîh-i Âl-i Osman, sh. 148-150; Solakzâde, sh. 138-188; Kantemir, c. I, sh. 129-147; Aksun, Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 107-126; Uzunçarşılı , Osmanlı Tarihi , I, 366-451; Yılmaz, Belgelerle Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 195-268; Uluçay , Padişahların Kadın ları ve Kızları, sh. 13-18; Sağman, Ali Rıza, Fâtihin Anası, Resimli Tarih Mecmuası IV, İstanbul 1953, sh. 2312; Öztuna, Devletler ve Hânedânlar, c. II, sh.
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
07padisah.gif
Fatih Sultan Mehmet

Fâtih Sultân Mehmed, 30 Mart 1432 tarihinde Edirne Sarayında Hüma Hâtundan dünyaya geldi. Annesi onun gerçek saltanatını görmeden 1449 yılında vefât eyledi. Bir görüşe göre 19 ve bir diğerine göre 21 yaşında babasının vefatı üzerine üçüncü defa saltanat koltuğuna oturdu ve sınırları Tunadan Kızılırmaka kadar genişleyen Devletinin başşehri olarak İstanbulu almak ve Hz. Peygamberin övgüsüne mazhar olmak en büyük ideali idi.

İstanbulu almak için Boğaza hâkim olmanın şart olduğunu bilen Sultân Mehmed, 1452de Boğazkesen Hisârı dediği Rumelihisârını inşa ettirdi. Karşısında Yıldırımın inşa ettirdiği Anadoluhisârı yükseliyordu ve artık Osmanlının izni olmadan boğazı geçmek mümkün değildi. 1 Eylül 1452de Edirneye dönen Sultân Mehmed, hemen kendisinin planlarını çizdiği topların dökümüne başladı. Deneyler yapıldı ve dünyanın harp aletleri alanında harikaları vücuda getirildi.

Planı sezen İmparator zor durumdaydı; zira Bizans ikiye ayrılmıştı. Avrupa, yardım için Katolik olmalarını istiyor ve Ortodokslar ise hayır diyordu. 12 Aralık 1452de Ayasofyada Katolik ayini yapılması, Sultânın işlerini kolaylaştırıyor ve Bizans Başbakanı Notaras, Bizansta Latin şapkası görmektense, Türk sarığı görmeyi tercih ederim diyordu. Bizanslılar parlayan ateşlerine ve Hz. Meryeme güveniyorlardı. Ancak 1453 Şubatında Edirneden yola çıkan toplar 5 Nisanda İstanbul önlerine geldi. 6 Nisanda muhasara başladı. 53 gün süren muhasara sırasında Fâtihin ordusu, tarihe geçen kahramanlıklar yazdı. Bizansın Galata ile Sarayburnu arasına gerdiği zincirler, Osmanlı donanmasının karadan yürütülerek Haliçe girmesiyle parçalanmıştı. Muhasaranın 53. Günü Hz. Peygamberin müjdelediği fetih 29 Mayıs 1453 günü gerçekleşti ve Osmanlı ordusu tekbir sesleriyle Topkapı ve Eğrikapı yönlerinden İstanbula girdi. Ayasofyaya sığınan on binlerce insanın burnu bile kanamadı ve İslâm Hukukunun bu konudaki hükümleri aynen uygulandı ve herkese temel hak ve hürriyetleri tanındı.

Fâtihin fetihten sonra yaptığı ilk iş, İstanbulun maddi ve manevi imar edilmesidir. Bu işi tamamladıktan sonra Belgrad hariç bütün Balkanları Osmanlı Devletine ilhak eyledi. Batıyı emniyete aldıktan sonra, kendisine pürüz çıkaran Karamanoğulları ve İsfendiyaroğulları Beyliklerini tamamen ortadan kaldırdı. Bu arada Bizansın artığı olan Trabzondaki Pontus İmparatorluğu da 1461 yılında tamamen tasfiye edilmiş oldu. Komutanlarından Gedik Ahmed Paşa, Kırımı aldı.

Bütün bu fetihler, başta Abbasî Halifesi olmak üzere herkes tarafından takdir edilirken, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Fâtihe kafa tutuyordu. Bunun üzerine Erzincan civarındaki Otlukbeli denilen yerde 1473 tarihinde bu sıkıntı da bertaraf edildi ve artık Osmanlı devleti Toroslara kadar genişledi. Fâtih Sultân Mehmed, yeni bir harbin hazırlığında iken, 1481 yılında 51 yaşında Gebzede vefat etti. 28 yıllık padişahlığı süresince 2 İmparatorluk, 14 devlet ve 200 şehir fethederek Fâtih ünvanını Hz. Peygamberden alan Sultân Mehmed, devletin sınırlarını 2.214.000 km2ye genişletmişti ki, bu 3 Türkiye Cumhuriyeti eder demektir. Balistikteki keşifleri, Matematik ilmindeki dehası, dinî ilimlerde büyük bir âlim olması, Arapça, Farsça, Yunanca, Sırpça, İtalyanca ve benzeri önemli dünya dillerinden dokuzuna vâkıf olması, onu Osmanlı tarihinin en büyük askeri, devlet adamı ve âlimi olduğunu, düşmana ve dosta söyletmiştir.

Ona bu büyük fetihte yardımcı olan devlet adamları arasında, Çandarlı Halil Paşa, Mahmûd Paşa, Rum Mehmed Paşa, İshak Paşa, Gedik Ahmed Paşa, Zağanos Mehmed Paşa, Balaban Bey, Bali Bey ve benzeri çok sayıda devlet adamı ve komutanları saymak mümkün olduğu gibi, manevi komutanlar arasında ise, asrının büyük âlimlerinden ve maneviyât erenlerinden, Molla Hüsrev, Molla Gürânî, Molla Zeyrek, Akşemseddin, Hızır Bey, Hocazâde Efendi, Molla Vildân ve Molla Şeyh Vefâ ve benzeri zatları zikretmek icabeder.

ZEVCELERİ: 1- Gülbahar Hâtûn; II. Bâyezid ile Gevher Sultânın annesi. 2- Gülşah Hâtun; Karaman Oğullarından İbrahim Beğin kızıdır. 3- Sitti Mükrime Hâtun; Dülkadiroğlu Süleyman Beyin kızıdır. 4- Çiçek Hâtun; Türkmen Beyi kızıdır. 5- Helene Hâtun; Mora Despotu Demetrusun kızıdır. 6- Anna Hâtûn; Trabzon İmparatorunun kızıdır; evlilikleri kısa sürmüştür. 7- Alexias Hâtun; Bizans Prenseslerindendir. ÇOCUKLARI: 1- Şehzâde Sultân Mustafa Hân. 2- Gevher Sultân. 3- Şehzâde Cem Hân. 4- Şehzâde Bâyezid Hân. 5- İsmi bilinmeyen iki kızı.
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
09padisah.gif
Yavuz Sultan Selim

Karakterinin sertliğinden dolayı Yavuz ve şehzâdeliğinden beri Selim Şah denen Sultân Selim, 7 Safer 918/Nisan 1512'de Osmanlı padişahı olmuş ve 8 sene, 9 ay bu tahtta oturduktan sonra 8 Şevval 926/ 21 Eylül 1520'de vefat etmiştir: Zulkadiroğlu Alâüddevle'nin kızı Ayşe Hâtun'un oğlu olan Yavuz, şehzâdeliğinden beri, istikbalinin parlak olduğunu gösteren bir hayat çizgisi takip etmişti.

Anadolu'nun Safevî devletinin işgâli tehlikesine karşı, babasının ihmali ve aynı zamanda dedesi olan Alâüddevle'nin aczi karşısında şahlanan ve o dönemde Trabzon Sancakbeyi olan Yavuz, Şiaya karşı Anadolu'yu müdâfaa hareketine girişti. Gürcülerle yaptığı muhârebeler sonucunda halkın nazarında manevi destek kazanan Yavuz, merkezin ikazlarına rağmen Şîa ile olan mücadelesine devam etti ve bu mevzuda ihmâlkâr davranan babası II. Bayezid'i tahttan indirerek yerine kendisi oturdu. Ancak mücâdele sona ermemişti. İran meselesini halletmek için Amasya Sancakbeyi ve ağabeyi Şehzâde Ahmed ile Manisa Sancakbeyi olan Şehzâde Korkut ile anlaşması icab ediyordu. Yavuz'a karşı Şah İsmail'den yardım isteyen ve kuvvetli bir ordu ile isyana kalkışan Şehzâde Ahmed, 1513'de Bursa Yenişehir'de maslub edildi ve bağy= devlete isyan suçunun had cezası olarak idam olundu. Bu hadiseden 38 gün önce de, önceleri Yavuz'la anlaştığı ve kendisine Teke=Antalya, Hamîd = Isparta ve Midilli sancakları verildiği halde sonradan isyân eden diğer ağabeyi Korkut da aynı âkıbete uğramıştı.

Mevcut manileri bertaraf eden Yavuz, ittihâd-ı İslâmın mühim mani'i olan Safevî Devleti'ni ve onun sinsî reisi Şah İsmail'i halletmek üzere maddî ve manevî hazırlıklara başladı. İbn-i Kemal gibi allâmelerden bu fitnenin defi için fetvâ alan Yavuz, 920/1514'de Çaldıran zaferini kazandı ve şarkın kapılarını Osmanlı Devletine açtı. Kemah, Bayburt, Erzincan ve Kiğı Osmanlı Devleti'ne 921/1515'de ilhâk edildi. Bunu, aynı yıl Çaldıran zaferinden dönerken üzerine gidilen Zulkadiroğullarının Osmanlı Devleti'ne ilhâkı ta'kip etti. Bütün bu gayretlere rağmen, doğu ve güneydoğu bölgeleri Şia tehlikesinden kurtulamamıştı. İşte bu işi, büyük âlim İdris-i Bitlisî ve Bıyıklı Mehmed Paşa üstlendi. Bunların samimi gayretleri sonucu, 1516 ve ta'kip eden yıllarda, başta 26 aşiret olmak üzere, mühim Kürt ve Türkmen beylikleri, istimâlet ile yani kendi arzu ve istekleri ile Osmanlı Devletine iltihâk eylediler. Böylece Doğu Anadolu top yekûn Osmanlı Devletinin sınırları içinde kaldı.

Herhangi bir harb olmadan Doğu Anadolunun Osmanlı Devletine iltihâkı ve Şah İsmail'in mağlûbiyeti Memlüklüleri ve Sultânları Kansu Gavri'yi rahatsız etmişti. Bu durumu hisseden ve Memlüklülere İslâm birliğini bozdurmak istemeyen Yavuz, Memlüklülerin üzerine yürüdü ve 922/1516 yılında Mercidabık'da Kansu Gavri karşısında büyük bir zafer kazandı. Bu zafer, Malatya, Divriği, Dârende, Besni, Gerger, Kâhta, Birecik ve Anteb'in de yeniden ve sağlam bir şekilde fethine yol açtı. Aynı yıl (922), Haleb ileri gelenleri, erkân-ı devleti ve ulemâsı ile Yavuz'a itaat ve teslimiyet mektubu gönderdiler. Böylece Haleb, Antakya, Hama ve Humus kaleleri de Osmanlı Devleti'ne ilhâk olundu ve eyâlet haline getirildikten sonra Haleb Beylerbeyliğine Karaca Ahmed Paşa getirildi. Daha sonra ise, Dâr-üs-Selâm Şam'a girildi ve birçok Arab Şeyhi kendi arzuları ile Osmanlı Devletine iltihâk eyledi.

922/1516'da Kansu'nun yerine geçen Tomanbay'a bir nâme gönderen ve Mısır'a yürüyeceğini belirten Yavuz Sultân Selim, Safed, Nablus, Kudüs, Aclûn, Gazze ve kısaca Suriye ve Filistin'i de yol üzerinde feth eyledi. 923'de Kahire ve Mısır'ı, Ridâniye harbini zaferle kazanarak Osmanlı topraklarına ilhâk eden Yavuz, böylece şarkta tam bir ittihâd-ı İslâm kahramanı oldu. Böylece Anadolu, Karaman, Rûm ve Rumeli eyâletlerine ilâveten Osmanlı Devletine Diyarbekir, Haleb, Mısır, Şam ve Zülkadriye Eyâletini de ilâve etmiş oldu.

Son Abbasî halifesi III. Mütevekkil Alellâh'dan Ayasofya'da yapılan bir dinî merâsimle halifelik ünvanını da kazanan Yavuz, Mekke Şerifi Ebul-Berekât'ın oğlu Şerif Ebu Nümey vâsıtasıyla Mekke'nin anahtarlarını kendisine göndermesiyle de hâdim'ül-Haremeyn vasfını elde etmişti. Doğuda ittihâd-ı İslâmı tahakkuk ettiren Sultân Selim, Batıdaki İslâm düşmanlarına da dersini vermek üzere 2 Şa'ban 926/1520'de sefere çıktı; ancak 8 Şevvâl 926'da yakalandığı bir hastalıkla manevi şehid oldu.

Netice olarak eyâlet sayısı dört olan Osmanlı Devleti'ni, 8 sene gibi kısa bir zamanda iki katına çıkardı. Son zamanlarına doğru te'sis edilen Cezâyir Eyâleti de hesâba katılırsa, Osmanlı Devleti'ne, bu dönemde beş eyâlet daha ilave edilmiş oldu. Safevilerden de Erbil, Kerkük ve Musul alınmış ve Bağdat Eyâleti'nin temelleri atılmıştır.

Merkez teşkilâtındaki en önemli değişiklik, Yavuz Sultân Selim'in Şarkî Anadolu ile Maraş, Malatya ve havalisini fethetmesi üzerine, 922/1516'da Arap ve Acem Kazaskerliği ünvanıyla Divan'a dâhil olmayan bir kazaskerliğin ihdâs edilip Diyarbakır'ın bu kazaskerliğe merkez olması ve bu hizmete de meşhur tarihçi İdris-i Bitlisî'nin getirilmesidir. Suriye ve Mısır da Osmanlı Devletine tamamen ilhâk edilince, bu üçüncü kazasker de divan-ı hümâyûn hey'etine dâhil edilmiş ve bu hizmete Fenarî-zâde Mehmed Şah Efendi getirilmiştir. Daha sonra Pîrî Paşa zamanında bu makam kaldırılmış ve muâmelâtı Anadolu Kazaskerliği'ne devredilmiştir.

Yavuz dönemindeki devlet adamları arasında Sadrazam Koca Mustafa Paşa, Hersek-zâde Ahmed Paşa, Pîrî Mehmed Paşa ve nişancı Tâcî-zâde Cafer Çelebi; ilim adamları arasında Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi, Şeyhülislâm Kemal Paşa-zâde, Müeyyed-zâde Abdurrahman Efendi ve Kara Muhyiddin Efendi zikredilebilir.

ZEVCELERİ: 1- Ayşe Hâtûn; Mengli Giray Iin kızı ve Beyhan ile Şah Sultânın annesi. 2- Ayşe Hafsa Hâtun; Kanunî, Hatice, Fatma ve Hafsa Sultânların annesi. ÇOCUKLARI: Kanunî Sultân Süleyman Hân, Şehzâde Orhan, Şehzâde Musa, Şehzâde Korkut, Gevher Hân, Hatice, Beyhan, Hafsa, Fatma ve Devlet-Şahî Sultân .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
10padisah.gif

Kanunî Sultân Süleyman devrine şarkıyâtçı Ortalonun söylediği şu sözlerle başlamak istiyoruz: Sultân Süleymanın eserleri bir sıraya konulsa, en alt katta muhârebeleri, onun üstünde bıraktığı âbideler ve en üstte ise, kurmuş olduğu ilmî ve hukukî müesseseler gelir.

Yukarıda zikredilen özelliğinden dolayı Osmanlı tarihinde Kanunî; sadece Osmanlı Padişahlarının değil, dünyada görülen hükümdârların en muhteşemlerinden biri olması haysiyetiyle Batı âleminde Le Manifigue (Muhteşem) ve Grand (Büyük); şâirlik mahlası olarak Muhibbî; 13 tane büyük gazâya fiilen iştirâk etmiş olması hasebiyle Gâzî ve diğer Osmanlı Padişahlarına dendiği gibi bazan da Süleyman Şah denen Kânunî Sultân Süleyman, bir rivâyete göre, 900/1494 yılında Hafsa Sultândan Trabzonda dünyaya gelmiştir. 926/1520 yılında ve 26 yaşında Osmanlı tahtına geçen Kanunî, 974/1566 tarihine kadar yani 46 sene Padişahlık yapmıştır.

Kanuni Sultân Süleyman, evvela başına gâile çıkarmak isteyen, babası zamanında Şam Beylerbeyisi olan ve iktidâr değişikliğinden istifâde ederek Melik Eşref ünvânıyla hükümdârlığını ilan eden Canberdi Gazâliyi 1521de idam ettirdi. Bu gâileyi bertaraf eden Kanunî, daha sonra meşhur seferlerinden 1. Sefer-i Hümâyûnunu Belgrâd üzerine yaptı. 1. Macar seferi veya Engürüs seferi de denen bu sefer neticesinde, sırasıyla Böğürdelen (Şabaç), Zemun ve Salankamin kaleleri fethedilmiş ve nihâyet daha sonraları Dârül-Cihâd adını alan Belgrâd, 927/1521de feth olunmuştur. Bu arada Yemende fitnelere yol açan İskender adlı şahıs, kendi adamları tarafından öldürülerek, 927/1521 tarihinden itibaren bu beldelerde de Osmanlı Sultânı adına hutbe okunmaya başlanmıştır.

2. Sefer-i hümâyûnunu asırlarca haçlı ordularına karakolluk yapan Rodos ve adalar üzerine düzenlemiş ve 929/1522 yılının sonlarına doğru Bodrum, Tahtalı ve Aydos kaleleriyle birlikte İstanköy, Sömbeki ve Rodos adaları Osmanlı ülkesine katılmıştır. Hıristiyanlığın İslâm âlemine karşı bir kalesi sayılan Rodosun zabtı, Avrupada büyük bir hayret ve teessür uyandırmıştır. Osmanlı orduları adaları fetihle meşgul iken Anadoluda problemler çıkaran ve Yavuz tarafından Zülkadriye Eyâleti beylerbeyliğine getirilen Şehsuvaroğlu Ali Bey fitnesi de, Ferhad Paşa kumandasında gönderilen ordu ile 929/1522de bertaraf olunmuştur. Bu arada Mısırda çıkan cüzî isyanlar da aynı yıl bastırılmış; vefat eden Hayır Beyin yerine evvela Mustafa Paşa ve sonra da ikinci vezir Ahmed Paşa getirilmiş ve memlekette huzur ve âsâyiş sağlanmıştır. 930/1523 yılında Şah İsmailin Sultânı tebrik için elçi gönderdiğini ve aynı yıl kendisinin vefatı üzerine oğlu Tahmasbın yerine şah olduğunu da kaydetmek isteriz.

3. Sefer-i hümâyûn, 2. Engürüs (Macaristan) veya Mohaç seferi olarak da bilinir. Belgratın alınmasından sonra Müslüman Türk akınlarına marûz kalan Macaristan, Hırvatistan, Transilvanya ve Dalmaçya, bu seferle önemli ölçüde Osmanlı topraklarına katılmıştır. 932/1526 tarihinde Tuna nehri üzerinde bulunan Petro Varadin (Petervardin) kalesini fetheden Osmanlı orduları, daha sonra da sırasıyla Sirem muhitindeki kaleleri, İyluk ve beraberindeki on küsur kaleyi ve nihayet Drava nehri kenarındaki Ösek (Eszek) kalesini zaptetmişlerdir. Kazanılan Mohaç zaferinden sonra, 932/1526 yılının Eylülünde Macaristanın başşehri olan Budin fethedilmiş ve bunu Segedin, Budinin tam karşısında yer alan Peşte ve benzeri çevre şehirlerin fetihleri takip eylemiştir. İstanbula Macaristan fâtihi ünvanıyla dönen Kanuni, bu seferiyle Orta Avrupada dengeyi değiştirmiş ve artık Osmanlı Devletinin sınırları Avusturya ve Çekoslovakyaya dayanmıştır.

Ferdinandın tekrar Almanlardan destek alarak Budine yürümesi üzerine, 4. Sefer-i Hümâyûnunu da Macaristana düzenleyen Kanuni, 936/1529 tarihinde Budini yeniden Osmanlı hâkimiyetine aldı ve yol üzerindeki Estergonu ele geçirdikten sonra Ferdinandın gizlendiği Viyanaya doğru yürüdü. Netice alınamayan I. Viyana Muhâsarası, Alman ve Macarları tekrar ümitlendirdi.

5. Sefer-i hümâyûnunu yeniden ümitlenen Alman Şarlken ve Macar Ferdinand üzerine yapmayı planlayan Kanunî, 938/1532 tarihinde başladığı bu seferinde, evvela Siklos (Şikloş), Kanije ve nihâyet Viyana yolunu Osmanlı ordularına açan Güns kaleleri başta olmak üzere on beşten fazla kaleyi fethetmeyi başarmıştır. Meydandan kaçan Şarlken ve kardeşi Ferdinanda ağır nâmeler gönderen Kanunî, Budini geri aldığı gibi, Papoçe, Şopron, eski başkentlerden Gradcaş, Pojega, Zacisne, Nemçe ve Podgrad kalelerini aldıktan sonra, 939/1532 senesi Kasımında Almanlarla sulh yaparak İstanbula dönmüştür.

6. Sefer-i hümâyûn, Irakeyn seferi veya İran seferi diye de meşhurdur. Şarlkenden sonra Kanunînin ikinci büyük rakibi olan Şah Tahmasb, Bitlis hâkimini kendisine tâbi olması için zorluyor ve Osmanlı Devletinin başına doğuda gâileler açıyordu. Osmanlı Devletini Olama Hân ve Safevi devletini ise, Bitlis Hâkimi Şeref Hân tutuyordu. 940/1533 yılında sefer, Vezir-i Azam İbrahim Paşa komutasında başladı ve yol esnasında Adilcevaz, Erciş, Van ve Ahlat alındıktan sonra 941/1534 yılında Tebrize girildi. Daha sonra aynı yılın Eylülünde Padişah da sefere katıldı ve Karahan Derbendi geçildikten sonra Hemedan ve Kasr-ı Şirin yoluyla Bağdata ulaşıldı. 941/1534 Aralık ayında Bağdad direnmeden teslim oldu. Kerkük ve Hille gibi Irak beldeleri Osmanlı ülkesine katıldığı gibi, Güney Irak, Kuveyt, Lahsâ, Katîf, Necd, Katar ve Bahreyn bölgeleri de Osmanlı Devletine itâat edince bütün bunlar, Basra Eyâleti adı altında Osmanlıya bağlandı (24.7.153
cool.gif
. Bu arada Barbaros Hayreddin Paşa, aynı yıl Tunusu fethederek Osmanlı Devletine bağlamıştı.

7. Sefer-i hümâyûnda Venediklilerin üzerine gidilmiş, Korfu ve Otranto hücuma marûz kalmışsa da, Venediklilerin sulh talebi ve Fransa Kralının da arzusu üzerine 1537 yılında İstanbula dönüldü. Bu arada Doğu Hırvatistanda Osiyek yakınlarındaki Vertizoya sokulan düşman askerleri yok edildi.

8. Sefer-i hümâyûn Kara Boğdan yani Moldavya üzerine yapıldı. 1538 yılında Kanuni Moldavya üzerine yürürken, denizlerde Hadım Süleyman Paşa, Süveyşten hareket ederek Yemen ve Adeni almış ve Hindistandaki Diu Kalesini kuşatmıştı. Yine aynı yıl, Osmanlı Devletine Batı Cezayiri kazandıran Barbaros Hayreddin Paşa, Batılı donanmalara karşı kazandığı Preveze deniz zaferi ile Akdenizi bir Osmanlı Gölü haline getirmişti. Kara Boğdan seferi de, her ne kadar sulh ile neticelendi ise de, hem Moldavya bölgesinde ve hem Tuna boyunda Osmanlı sınırları durmadan genişliyordu.

9. Sefer-i hümâyûn, 1541de yapılan Budin Seferidir. Macaristanda Osmanlıların himâyesindeki Kral Yanoş Zapolyanın ölümüyle (1540), Avusturyalı Ferdinandın buraları işgal etmek istemesi ve hatta Budin ve Peşteyi kuşatması, Kanunîyi tekrar bu bölgelere getirdi. 1541 tarihli bu seferle artık Macaristanı Budin Eyâletinin bir parçası haline getirdi.

Kısa bir süre sonra Ferdinand, Almanların desteği ile yine Budin ve Peşteyi kuşattıysa da, Kanunî Sultân Süleyman 10. sefer-i hümâyûnu ile hem Ferdinandı ve hem de kendisini destekleyen Almanları, 1543 tarihinde geri çekilmeye ve Osmanlı Devletinden sulh andlaşması istemeye mecbur etti. Bu sefer neticesinde Macaristanın dinî merkezi olan Estergon, İstolni-Belgrad ile beraber iki mühim sancak merkezi olarak Budine bağlandı. Peç ve Şikloş, geri alındı. Yapılan andlaşmayı bütün Avrupa devletleri kabul etmek durumunda kalırken, Kanunî, tartışmasız Cihân Padişahı ünvanını bu gazâ ile kazandı. İmparator sıfatı, sadece Muhteşem Süleyman için kullanılabilecekti.

Muhteşem Süleyman, 11. sefer-i hümâyûnunu, Osmanlı Devletini arkadan vurmayı âdet haline getiren İrana yaptı. Buna 2. İran Seferi de denir. 1548-1549 yıllarında gerçekleştirilen bu sefer ile, Tebriz geri alındı. 1553-1555 yılları arasında da 3. İran seferini ve genelde ise, 12. Sefer-i hümâyûnunu yaptı. Buna Nahcivan Seferi de denmektedir. 1554 Temmuzunda Revana gelen Padişah, oradan Nahcivana giderek burayı feth eyledi. Kuzey Azerbaycan üzerinden Güney Azerbaycana geçince, Şah sulh istedi ve ortalarda görünmeyince de Amasyaya çekildi. 1555 yılında Amasyada imzalanan andlaşma ile Gürcistan paylaşıldı ve Irakda eski sınırlar muhâfaza edildi.

Şehzâde Mustafa ve Şehzâde Bâyezid meseleleriyle yıpranan haşmetli Padişah, son büyük seferini, 1566 yılında Zigetvara düzenledi ve burada kuşatma sırasında 72 yaşında iken çadırında vefât etti.

Yavuz döneminde 6.5 milyon km2 olan Osmanlı Devletinin toprakları, Kanunî devrinin sonunda en yüksek seviyesine olmasa da, 15 milyon km2ye yükseldi. Osmanlı Devletinin sınırları içine, Avrupada -bugünkü siyasi sınırlarla- Eszak hariç Macaristan, Erdel (Romanyada), Banat (Romanya ve Yugoslavyada), Belgrad ve Voyvodana, Hırvatistan ve Slovenya ve daha nice yerler; Asyada Rodos ve on iki ada, Arabistan, Batı Gürcistan, Doğu Anadolunun geriye kalan kısmı, himâye bölgeleri olarak, Yemen, Kuveyt, Bahreyn, Hadramut, Katar ve daha nice yerler; Afrikadan Eritre, Cibuti, Somali, Habeşistanın önemli bölgeleri, Libya, Tunus, Çad ve Büyük Sahranın bazı kısımları dâhil olmuştu. Kısaca Bir sultân-ı azîmüş-şan idi ki, her hıttada hutbesi yürür ve bin bir kalada nevbeti vurulurdu..

Netice olarak Kanunî Sultân Süleyman devri, hem devletin sınırlarının genişlemesi yani siyâsi ve coğrafi açıdan ve hem de ilim, kültür, hukuk ve maliye gibi konular açısından, Osmanlı Devletinin zirvelere yükseldiği bir dönemin kısa adıdır.

Kanunî Sultân Süleyman, hem büyük bir asker, hem kudretli bir idareci ve hem de eşine ender rastlanır bir devlet teşkilâtçısı idi. Bu dehâsını, Fâtih zamanında hazırlanan teşkilât kanunlarını geliştirerek ve kısmen de değiştirerek gösterdi. Denilebilir ki, Osmanlı Devletinin siyâsî, kültürel, sosyal, iktisâdî, adlî ve kısaca her çeşit yapılanması, Kanunî devrinde zirvesine yükseldiği gibi, devletin merkezî ve taşra teşkilâtı da bu dönemde zirveye yükselmiştir. Bunu, hazırlattığı kanunnâmelerde görmek mümkündür.

Kanuni devrinin zirveye yükselmesinde katkısı bulunan Sadrazamlar arasında Pîrî Mehmed Paşa, Lütfi Paşa ve Sokullu Mehmed Paşayı; Şeyhülislâmlar arasında Zenbilli Ali Efendi, Kemal Paşa-zâde, Çivi-zâde ve özellikle de Ebüssuud Efendiyi; diğer devlet adamları arasında Barbaros Hayreddin Paşa, Koca Nişancı Celâl-zâde Mustafa, Seydi Bey ve Cafer Ağayı; ilim ve maneviyât erbâbı arasında ise, Nakşibendi Tarikatının reislerinden Hâce Mahmûd Bedahşî, Şeyh Bâli Efendi, Hâce Derviş Mehmed Efendi, Molla Abdüllatif Efendi ve Kadi-zâde Acem Efendiyi zikredebiliriz. Ancak büyük zatlar bunlardan ibaret değildir.

ZEVCELERİ: 1- Hürrem Haseki Sultân; Kanunînin nikâhına aldığı ve aslen Ukran bir Ortodoks râhibin kızı yahut Fransız veya İtalyan olduğu hususunda iddialar bulunan câriyedir. Şehzâde Mehmed ve Selim IInin annesi. 2- Mahidevran Kadın; Abdullah kızı ve Şehzâde Mustafanın annesi. 3- Gülfem Hâtun; Câriyelerden ve Şehzâde Muradın annesi. 4- Abdullah kızı ve Şehzâde Mahmûdun annesi. ÇOCUKLARI: 1-Şehzâde Sultân Mahmûd Hân. 2-Şehzâde Sultân Mustafa Hân. 3-Şehzâde Murad. 4-Şehzâde Sultân Mehmed Hân. 5-Şehzâde Abdullah. 6- Mihrimah Sultân. 7-Şehzâde Sultân Selim Hân II. 8-Şehzâde Sultân Bâyezid Hân. 9- Fatma Sultân. 10- Râziye Sultân. 11-Şehzâde Sultân Cihangir. 12-Şehzâde Orhan .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
11padisah.gif
II.Selim (Sarı Selim)

Sarı Sultân Selim diye de bilinen II. Selim 1566da babasının vefâtından 23 gün sonra İstanbula gelerek Osmanlı tahtına oturmuştur. Daha sonra da bizzat Belgrada gelerek ordunun huzurunda da cülûs merâsimini tekrarlamıştır. Yeniçeri teşkilâtı cülûs bahşişinden dolayı ilk defa bu Padişaha baş kaldırma belirtileri göstermiştir.

II. Selim, diğer Osmanlı Sultânlarına benzemeyen ve hem dirâyette ve hem ilim irfânda onların seviyesine çıkamayan bir şahsiyete sahiptir. Ordunun başında hiç bir sefere çıkmamıştır. Daha evvel Karaman Eyâletinin Paşa Sancağı olan Konyada, Manisada ve Kütahyada sancakbeyliği yapmış ve 42 yaşındayken Padişah olmuştu. Sokullu Mehmed Paşa da olmasaydı, devleti bu sekiz sene içerisinde belki aynı huzurla idare edemezdi. Ancak Kanuni Sultân Süleymanın dirâyetli Vezir-i Azamı Sokullu Mehmed Paşa, II. Selim yerine devleti idare ediyordu.

II. Selim devrinde patlak veren hadiselerden birincisi Yemen Meselesi idi. Kanunî devrinde iki beylerbeyilik haline getirilen Yemende zayıflayan Osmanlı idaresine karşı, Zeyd bin Ali neslinden gelen Topal Mutahhar isyan etti ve Sana ile Teaz taraflarına hâkim olan Murâd Paşayı mağlûb ederek katl eyledi. Bunun üzerine Yemen Eyâleti tek eyâlet haline getirilerek 975 Zilhicce/1568 Haziran tarihinde Haleb Beylerbeyi Özdemiroğlu Osman Paşa Beylerbeyiliğe getirildi ve buradaki isyanı bastırdı. Sokullu tarafından Yemen Serdârı olarak gönderilen Sinan Paşanın gayretleri de eklenince, Yemen, uzun süre Osmanlı hâkimiyeti altına girdi.

Aynı yıl Kurdoğlu Hızır Reis de Endenozyaya sefer düzenlemişti. Bu arada 1569 yılında Astırhana ve Ruslara karşı sefer düzenlendiyse de, Kale Ruslardan alınamadı.

Bu arada 978/1570 tarihinde Kıbrıs Adası Venediklilerin elinden alındı ve bir Hıristiyan Krallığa da son verilmiş oldu. Kıbrıs Müslüman Türklerin eline geçti.

II. Selim devrinde Osmanlı ordusu ilk defa İnebahtıda Hıristiyan deniz donanması karşısında mağlûbiyete uğradı. 7.10.1571 tarihinde meydana gelen İnebahtı bozgunu, maalesef Avrupalıların gözünde yenilmez ordu diye bilinen Osmanlı Ordusunun bu vasfını bozdu. Ancak İnebahtıda kaybedilen Osmanlı Donanması kısa bir zaman içerisinde yeniden inşâ olundu. Bu arada Osmanlı ordularının desteğini alan Kırım Hânı Giray Hânın 24.5.1571 tarihinde Moskovayı alacak kadar Rusları perişan ettiklerini burada kaydetmemiz gerekmektedir.

II. Selim devrinin parlak fetihlerinden biri de 1574 tarihinde Tunusun kesin olarak Osmanlı topraklarına katılmasıdır. Bunun dışında II. Selim devri, fetihler ve zaferler devresi olmaktan ziyâde sulh ve muâhedeler devresi olmuştur.

II. Selim, sekiz senelik saltanatından sonra 50 küsur yaşında Sarayda 18 Şaban 982/1574 tarihinde vefât etmiştir.

Şunu önemli ifâde edelim ki, Osmanlı Devletinin duraklama devresi, Kanunînin oğlu Şehzâde Mustafayı bir kısım müzevvirlerin iftirasıyla idama mahkûm ettirmesiyle başlar ve II. Selim devrini aslında bir duraklama devri saymak mümkündür. Zira bizzat ordusunun başında mücâhid fî sebîlillah bir Padişah yerine, Sarayından dışarıya çıkmayan ve sadece tenezzüh için Edirne ve benzeri yerlere giden bir Padişah anlayışı hâkim olmaya başlamıştır. Nitekim çok sevdiği Edirnede Selimiye Camiini inşâ ettirmiştir.

Onun zamanında hizmet ifa eden Sadrazamlar arasında, devleti asıl yürüten insan diye bilinen Sokullu Mehmed Paşa, Lala Mustafa Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşayı; diğer devlet adamları meyânında Piyale Paşa, Koca Nişancı Celal-zâde Mustafa Çelebi ve Feridun Ahmed Beyi ve ilim adamları arasında ise Şeyhülislâm Ebüssuud Efendi, Dede Cöngî Efendi, Kınalı-zâde Ali Efendi ve İmam Muhammed Birgivîyi zikredebiliriz.

ZEVCELERİ: 1- Nurbânû Sultân; III. Muradın annesi ve İtalyan asıllı bir câriyedir. ÇOCUKLARI: 1- Sultân Murad III. 2- İsmihân Sultân. 3-Şehzâde Mehmed. 4-Şehzâde Ali. 5-Şehzâde Süleyman. 6-Şehzâde Mustafa. 7-Şehzâde Cihangir. 8-Şehzâde Abdullah. 9-Şehzâde Osman. 10- Gevherhân Sultân. 11-Şah Sultân. 12- Fatma Sultân .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
12padisah.gif
III.MuradSelim II ile Hasekisi Nur-Bânû Sultânın oğulları olub, babasının Saruhan Sancak Beğliği sırasında 5 Cemâziyel-evvel 953/4 Temmuz 1546 tarihinde Manisanın Bozdağ Yaylağında dünyaya gelmiştir. 966/1558 tarihinde Şehzâde Murad Akşehir Sancak Beğliğine getirilmiş ve babasıyla amcasının taht mücadelesinde Konya Muhâfızlığı görevini yürütmüştür. 1562 tarihinde Manisa Sancak Beğliğine tayin edilmiş ve padişah oluncaya kadar bu vazifede kalmıştır.

III. Murad zayıf irâdeli ve muhtelif tesirler altında kalabilen bir şahsiyete sahipti. Bu yüzden Sokullu Mehmed Paşanın sadrazamlığı süresince işler iyi gitmişse de, onun vefâtından sonra devlet idâresi Vâlide Sultânların ve bazı menfaatperestlerin tesiriyle daima kötüye gitmiş ve Osmanlı Devletinin duraklaması tam manasıyla III. Murad devri ile başlamıştır. 21 sene kapalı bir hayat yaşayan III. Murad, sarayında münzevî bir hayat yaşamış, son zamanlarına doğru Cuma namazlarını dahi Saray Camiinde edâ etmeye başlamıştır. Meşru dairede kalmakla birlikte kadına düşkün bir tabîatı vardır. Osmanlı tarihinde en fazla kadınla meşru dairede yaşayan padişah ünvanını alabilir. Hemen belirtelim ki, bu kadına düşkünlüğü gayr-i meşru hayat yaşıyor manasına alınmamalıdır. Zira aynı zamanda şair olan III. Murad bir cihetten de mutasavvıftır ve Fütûhât-ı Sıyâm ve Esrârnâme adlı iki tane tasavvufa dair eserleri de vardır.

Babası II. Selim'in ölüm haberi üzerine, Manisa Sancakbeyi bulunan oğlu Murad, İstanbula gelerek 28 yaşında 1574 yılında tahta geçti. Murad devrinde vukû bulan hadiseler şunlardır:
Fas Sultânlığının Osmanlı Hâkimiyetine Girmesi: Afrika kıt'asının bütün kuzey kısımları Osmanlı hâkimiyetinde bulunmasına rağmen sadece Fas Sultânlığı müstakil bir devlet halinde bulunuyordu. Ancak son yıllarda Fas'ta taç ve taht kavgaları baş göstermişti. Fas Sultânı Mevlây Muhammed, Portekizlilerle işbirliğine başlamış bulunuyordu. Buna karşılık Fas tahtını ele geçiremeyen Abdülmelik, Osmanlılara sığınıp, kendisinin Fas Sultânlığına getirilmesini istemişti. İsteği kabul edilerek Cezayir Beylerbeyi Ramazan Paşa'ya emir verildi. Fas ordusu mağlûp edilerek Abdülmelik, Fas Sultânlığına getirildi (1576). Bu tarihten sonra Fas'ta Osmanlı hâkimiyeti başladı. Bu sırada saltanat iddiasından vazgeçmeyen Mevlây Muhammed Portekizlilerden yardım istedi. Portekiz Kralı Sebastian 80 bin kişilik büyük bir kuvvetle Fas'a geldi. Ramazan Paşa idaresinde Osmanlı ve Fas kuvvetleri 1578 yazında Portekizlileri Vadis-sebil Savaşı'nda fena halde bozguna uğrattılar. Kral Sebastian, muharebe meydanında öldü.

Lehistan'daki Osmanlı Hâkimiyeti (1575): Lehistan Kralı Sigismund Ogüst ölünce, memleket taht kavgasına düşmüştü. Avusturya ve Rusya kendilerinin gösterdikleri namzetlerin Leh Kralı olması için faaliyet gösteriyorlardı. Hattâ bu maksatla, Rusya kuvvet bile sokmaya kalkıştıysa da, Osmanlı kuvvetlerini karşısında bulunca geri çekilmeye mecbur kaldı. Osmanlı Devleti için Lehistan çok ehemmiyetliydi. Bu yüzden diğer devletlerden daha atik davranıp, nüfuzunu kullanarak kendisine tâbi Erdel Beyi Bathory'yi Leh Krallığına seçtirdi (1575). Lehistan bundan sonra vergiye bağlandı ve 1578 yılına kadar Osmanlı himâyesinde bir devlet olarak kaldı.

Sokullu Mehmed Paşa'nın Ölümü (1579): III. Muradın cülûsundan sonra hükümet idaresinin başında yine Sokullu Mehmed Paşa vardı. Ancak son zamanlarda saraydaki bazı şahısların tesiriyle Sokulluya olan itimad ve muhabbet azaldı ve hatta Sokullunun zevcesi İsmihan Sultân ve Vâlide Nurbânû Sultân olmasaydı belki de görevden azledilecekti. Üç padişah devrinde aralıksız sadrazamlık yapan Sokullu Mehmed Paşa, Osmanlı tarihinde ehemmiyetli yeri olan bir devlet adamıdır. Aslen Bosna'nın Sokkuloviçi köyünden alınmış bir devşirmedir. Zekâ ve kabiliyetiyle yükselmiş, kaptan-ı deryalık dâhil, devletin çeşitli hizmetlerinde bulunmuştur. Bir savaş adamı olmaktan ziyâde, onun siyasi tarafının daha büyük olduğu görülür. Sultân III. Murad devrinde, Sokullunun eski nüfuzunun kalmadığı anlaşılıyor.

İran Harpleri ( 1578 = 1590): III. Murad, padişah olduğu zaman, İran Hükümdarı Şah Tahmasb, Tokmak Han idaresinde bir elçilik heyeti yollayarak tebriklerini ve hediyelerini sunmuştu. Elçilik heyeti İstanbul'da gayet iyi karşılanmıştı. Fakat bir müddet sonra Şah Tahmasb'ın ölmesiyle İranda taht kavgaları başladı. Bir ara Tahmasb'ın oğlu İsmail, şahlığı elde etti. Bunun zamanında Osmanlı-İran dostluğu bozuldu. Osmanlı Devleti Avrupa ile sulhlar yaparak İran ile meşgul olmaya başladı. Çünkü Şah, Osmanlılarla süren barışı terk ederek, Doğudaki Kürtleri aleyhimize kışkırtıyordu. II. Şah İsmail de ölünce İranda taht kavgalarının sürüp gitmesinden Osmanlılar istifade etmek istediler. Doğudaki valilerin de durumunu müsait görüp, İrana saldırmanın vaktidir yollu haberler üzerine, Sultân III. Murad 1578 yılında İran'a harb açtı. O zaman Sokullu Mehmed Pasa daha sağdı ve İran savaşına engel olmak istedi. Sokullu Mehmed Paşa, İran'ın geniş bir ülke olduğunu, galip gelinse bile Şiî olan halkının itaat altına alınamayacağını söylüyordu ki, bunda ne kadar haklı olduğu sonradan anlaşıldı: Padişah, kendisi sefere gidecek karakterde bulunmadığından, ordunun başına Lala Mustafa Paşa'yı serdar tayin etti.

Lala Mustafa Paşa'nın asıl hedefi, Gürcistan'ı istilâ etmek olacaktı. Topladığı kuvvetlerle Gürcistan'a girip, fetihlere başlayan Lala Mustafa Paşa, Tokmak Han idaresinde bir İran ordusunun üzerine geldiğini duyunca buna karşı maiyetindeki kumandanlardan Özdemiroğlu Osman Paşa'yı yolladı. Osman Paşa, İran kuvvetleriyle Çıldır'da karşılaştı ve Tokmak Han'ı mağlûp etti (157
cool.gif
. Lala Mustafa Paşa, Gürcistan içinde ilerleyerek Tiflis'i ele geçirdi ve Şirvan'a doğru ilerledi. Şirvan'ın bir kısmını zapteden Lala Mustafa Paşa, Özdemiroğlu Osman Paşa'yı serdar tayin ederek kendisi Erzurum'a döndü. İran kuvvetleri Osman Paşa üzerine taarruza geçtilerse de mağlûp olup çekildiler. Fakat İranlıların tecavüzü bitmiyordu. Kuvvetleri çok azalan Osman Pasa, geri çekilmek zorunda kaldı. Muharebelerin İran lehine dönmeye başlaması üzerine Lala Mustafa Paşa, azledilerek, yerine Koca Sinan Paşa serdar tayin edildiyse de kayda değer hiç bir muvaffakiyet elde edilemedi. Özdemiroğlu büyük bir gayretle İran savaşlarına devam ediyordu. Nitekim 1583 yılında Meşale Savaşı denen savaşta bir kere daha İranlıları yendi. Meş'ale Savaşı'ndan sonra İranlılar, Şirvan bölgesini boşaltmak zorunda kaldılar. Yeni serdar Ferhad Paşa, büyük kuvvetlerle İran sınırına gelip, bâzı muharebeler yaptı: Daha sonra sadrazam ve serdar tayin edilen Özdemiroğlu Osman Paşa ile beraber Tebriz'i almayı başardılar.

Osman Paşa'nın vefatından sonra Ferhad Paşa, ikinci defa olarak serdarlığa getirildi. Ferhad Paşa'nın bu ikinci serdarlığında Osmanlı orduları bazı muvaffakiyetler daha kazandılar. Ayrıca Doğuda Türkistan Hükümdarı Özbek Han, İrana saldırınca Şah Abbas, Osmanlılardan barış istedi. 1590 yılında yapılan Ferhad Paşa Antlaşmasına göre: Tebriz, Şirvan, Gürcistan, Dağıstan bölgeleri Osmanlılara verilecekti. Büyük kayıplar karşılığında alınan bu yerler, Osmanlıların elinde fazla kalmayacak, tekrar İranlılara geçecektir.

Yeniçeri ve Sipâhi İsyanları: İran'la anlaşma yapıldıktan sonra İstanbul'da Yeniçeri ve Sipahi isyanları vuku buldu. Bu isyanlar her ne kadar ulûfe (Yeniçerilere üç ayda bir verilen maaş) yüzünden çıkmışsa da, asıl sebebini devlet teşkilâtının bozulmaya yüz tutmasında aramak daha doğru olacaktır. İlk defa III. Murad devrinde Yeniçeri Ocağına rast gele kimseler alınarak kanun bozuldu. Yine ilk defa rüşvetle iş görülmeye başlandı. Askere ayarı düşük akçeler verilmek istenince Yeniçeriler, isyan ederek saraya yürüdüler. Âsiler defterdarın başını istediler. İstekleri yerine getirilince büsbütün şımardılar. 1589 yılında meydana gelen bu olaya Beylerbeyi Vakası denmektedir.



III. Murad devrinde 1593 yılında da sipahilerin isyanını görüyoruz. Ulûfelerinin geri bırakılmasına kızan Sipahiler, saraya yürüyüp defterdarın kafasını istediler. Kendilerine nasihat etmek için gelenleri kovdular. İstanbul halkı da seyretmek için saraya dolmuştu. Halk dışarı çıkarılırken Urun hâ!... diye bir ses duyuldu. Saray muhafızları bunu Padişahın emri sanarak âsilerin üzerine saldırdılar ve dört yüze yakın âsiyi öldürdüler. Diğerleri kaçarak kurtuldu.

Yeni Bir Haçlı İttifakı Ve Nemçe (Avusturya) Harbleri (1593-1606): Bosna Beylerbeyi Telli Hasan Paşa, Avusturya topraklarına 1593 yılında büyük bir akın harekâtına girişmişti. Avusturya valilerinin Osmanlı sınırlarına tecâvüzlerine karşılık yapılan bu harekât, mağlûbiyetle neticelenmiş, komutanla birlikte çok şehid verilmiştir. Bu hadise Osmanlı-Nemçe harblerinin başlamasına sebep olmuştur. Nemçe savaşına Sadrazam Sinan Paşa gönderilmişti. Budin Beylerbeyi imdada giderek Nemçe ordusuyla harbe girdi ve mağlub oldu. Nemçeliler çok sayıda Macaristan kalesini ele geçirdiler. 1594 yılı baharında da Estergon Kalesini muhasara altına aldılar; ancak muvaffak olamadılar. Kırım kuvvetlerinin yardıma gelmesine rağmen tam bu sırada Osmanlı Devletinin başına bir gâile daha çıktı: Osmanlı Devletine tâbi olan Erdel, Eflak ve Boğdan Beyleri Papanın teşvikiyle isyan edip Avusturya tarafına geçtiler. Tam bu sırada yani 1595 yılında Padişah III. Murad vefât eyledi. III. Muradın saltanatının sonuna doğru Osmanlı toprakları yaklaşık 19.902.191 km2 idi. Buna Avrupada Polonya, Afrikada Fas dâhildir.

III. Murad zamanındaki sadrazamlar arasında, yılların sadrazamı Sokullu Mehmed Paşa, Koca Sinan Paşa, Özdemiroğlu Osman Paşa ve Mesîh Paşayı; diğer komutan ve devlet adamlarından Kaptanıderya Kılıç Ali Paşa, Damad İbrahim Paşa, Okçu-zâde Mehmed Paşa ve Muallim-zâde Nişanı Mahmûd Çelebiyi; Şeyhülislâmlar arasında Hâmid Efendi, Malûl-zâde Mehmed Efendi, Müeyyed-zâde Abdülkadir Efendi, Bostan-zâde Mehmed Efendi ve Bayram-zâde Hacı Zekeriya Efendiyi zikredebiliriz .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
13padisah.gif
III.Mehmed

III. Mehmed, II. Muradın Sâfiye Sultândan 1566da dünyaya gelen oğludur. Babasının vefâtı üzerine sancak beyliğinden Osmanlı Padişahlığı tahtına oturan son şehzâde olarak 1595de Manisadan gelerek İstanbulda cülûs etti. Her padişah döneminde olduğu gibi, son zamanlarda âdet haline gelen yeniçerilerin baş kaldırmaları ve bahşiş talebi kavgaları bunda da meydana geldi. Ferhad Paşanın gayretleriyle zorbalar bastırıldı. Ancak Avusturya seferi uzayıp gidiyordu. Sadrazam Sinan Paşa, Eflak üzerine yürüdü; Bükreşi aldı; ancak Yergöğünde dehşetli bir mağlûbiyet tattı.

Padişah Hocası Hoca Sadeddin Efendi, Sinan Paşanın fikrine katılarak Padişahın bizzat sefere katılmasını arzu ediyordu. Bu arada vefat eden Sinan Paşanın yerine Damad İbrahim Paşa veziriazam olmuştu. Nihâyet Yeniçerilerin de teşvikiyle 21 Haziran 1596/24 Şevval 1004de Padişah sefere çıkmak üzere hareket etti. Eğri Kalesi kuşatılıp feth olundu ve bu sebeple III. Mehmed Eğri Fâtihi olarak anıldı. Daha sonra Macarların Kereşteş dedikleri Haçovada zor da olsa büyük bir zafer kazanıldı. Bunda Hoca Sadeddinin büyük bir rolü vardı. Harpten dönen Padişah, Hoca Sadeddin ve çevresindeki insanların tesiriyle Cığala-zâdeyi sadrazamlığa getirdi. Ancak hem Kırım Hanı Gâzî Girayı azledip Kırımda fitne çıkarmasıyla ve hem de muharebe gününün ertesi günü askeri yoklatarak dâhilde ihtilâfların ve isyânların baş göstermesine vesile olmasıyla fayda yerine zarar getirdi. Gerçekten Cağaloğlu Sinan Paşanın bu hareketleri neticesinde Anadoluda Celâlî denilen eşkıya isyanları memleketi kasıp kavurmaya başladı. 1008/1599 yılında Damad İbrahim Paşa yeniden Sadrazamlığa getirildi. Nemçe Harbi sürüp giderken Tiryaki Hasan Paşa ve Kuyucu Murad Paşa, Avrupada mühim zaferlere imza basıyorlardı. Uyvar üzerine gidilmesi de bu tarihlerde oldu.

Bütün bu zorluklar içinde bir de İran Şahı andlaşmayı bozdu ve Osmanlı Devletine harb ilan etti. Anadoluyu Celâlî isyanları kasıp kavuruyordu. Osmanlı Devleti bu karışıklıklar ve ihtilâller içinde iken III. Mehmed 1603de dünyaya gözlerini yumdu. Oğlu Mahmûdun katli, Celâlî isyanları ve bunları tahrik eden Safeviler karşısında ordunun başarılı sonuçlar alamaması, III. Mehmedin ölümüne sebep olan en önemli olaylardı.

III. Mehmed, sancağa çıkan ve oradan padişahlığa gelen son Osmanoğludur. Fıtraten zayıf iradeli ve saf idi. Vehhâmdı. Anası Sâfiye Sultânın müthiş tesiri altında kalıyordu. Babası gibi III. Mehmed de, kardeş katli meselesini en çok suiistimal eden padişahlardan biriydi. 19 kardeşini, aldığı zayıf fetvâlara dayanarak idam ettirdi. Bu arada, başkalarıyla ittifak ettiği ve yazışmalarda bulunduğu jurnallenen oğlu Şehzâde Mahmûdu da idam ettirdi; sonra da jurnalleyen insanların hayatına son verdi.

III. Murad devrinde de babasının zamanında olduğu gibi, devamlı bir duraklama ve hatta gerileme alâmetleri kendini göstermektedir. Düzenli kanunnameler yerine, devletin merkez teşkilâtında ve özellikle ülül-emrin temelini teşkil eden Padişah ve vezirlerde görülen şer-i şerife muhâlif halleri siyâsetnâmeler ile âlimler ikaz ve irşâd eylemişlerdir. Taşra teşkilâtında meydana gelen zulümleri ve haksızlıkları ise, ya yerli âlimler merkeze bildirmişler veya halkın tazallüm ve şikâyeti üzerine merkez teşkilâtı taşra memurlarına adalete riâyet etmeleri için emirnâmeler göndermişlerdir. İşte Celâlî isyanlarının ortaya çıkış sebebi de budur.

Adâletnâme, devlet otoritesini temsil eden görevlilerin, re`âyaya karşı bu otoriteyi kötüye kullanmaları ve kanun, hak ve adâlete aykırı davranmaları halinde, ülül-emrin hakkı ve kanunu hatırlatıcı mâhiyette düzenlediği hukukî düzenlemelerine denir. Osmanlı Devletinde padişahın hükmü tarzında kendisini göstermiştir.

Osmanlı Devletinde, mezâlim divanının yerini Divan-ı Hümâyûn aldığı gibi, kanunnameler ve tezkire'lerin yerini de adâletnâmeler almıştır. Yani Divan-ı Hümâyûnda mazlûmların şikâyeti bizzat dinlendiği gibi, Divan görüşmelerini Kasr-ı Adâlet veya Adâlet Köşkü denilen yerde dinleyen Padişah tarafından, mahallî idarecilere şikâyetleri önlemek üzere adâletnâmeler de gönderilmiştir.

III. Mehmed, Adlî mahlasıyla şiirler yazan, nazik ruhlu ve zayıf irâdeli bir padişah; ancak Osmanlı padişahları arasında en çok takvâ sahibi olanlardandır. Zamanındaki sadrazamlar arasında Koca Sinan Paşa, Ferhad Paşa, Hadım Hüseyin Paşa, hiç kimsenin beğenmediği Cığala-zâde (Cağaloğlu) Sinan Paşa ve İbrahim Paşayı; âlimler arasında Hasan Canın oğlu Hoca Sadeddin, Şeyhülislâm Bostan-zâde Mehmed Efendi, Hoca-zâde Mehmed Efendi ve şeyhlerden Şeyh Muhyiddin Efendi ile Şeyh Şemseddin Sivâsîyi zikretmeliyiz.

ZEVCELERİ: 1- Hândân Vâlide Sultân; I. Ahmedin annesi. 2- Vâlide Sultân; Abaza asıllı ve I. Mustafa vâlidesi. 3- Haseki; Şehzâde Mahmûd annesi. 4- Haseki; Şehzâde Selim annesi. ÇOCUKLARI: (İsimleri bilinmeyen beş altı tane daha çocuğunun bulunduğu söylenmektedir). 1-Şehzâde Sultân Selim Hân. 2-Şehzâde Sultân Cihangir Hân. 3-Şehzâde Mahmûd Hân. 4-Şehzâde Ahmed. 5-Şehzâde Mustafa. 6- Hatice Sultân. 7- Ayşe Sultân .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
14padisah.gif
I.Ahmed

14 yaşında hükümdâr olub 14 sene Padişahlık etmiş bulunan I. Ahmed, 1026/1617 yılında 28 yaşında vefât eylemiştir. III. Mehmedin, Hândan Sultândan Manisada 18 Nisan 1590/22 Cemâziyelâhir 998 tarihinde dünyaya gelen oğludur. 22 Kânun-ı sânî 1603/18 Receb 1012 tarihinde babası yerine tahta çıktı. Padişah olduğunda on dört yaşında idi. Tahta çıktığı zaman memleketin iç düzensizliklerinden başka Avusturya ve İran harbleri devam ediyordu. Kırım Hânı süvarilerinin Boğdan ve Eflakı tahrip ve Erdel memleketini de sıkıştırmaları üzerine, bu üç beğ Avusturya tarafını bırakıp tekrar Türklerle birlik olunca, imparator sulha yanaşmak zorunda kaldı. Tuna üzerindeki Zitvatorok denen yerde Osmanlılarla andlaşma yapıldı (1606). Böylelikle 15 yıldır sürüp giden Avusturya (Nemçe) harbleri sona ermiş oldu. Bu andlaşma Osmanlı Devletinin Avrupadaki ilerleyişinin durduğunun bir vesikası olarak kabul edilir.

İran savaşlarına gelince, İran şahı Büyük lâkabıyla anılan Şah Abbas ile yapılan muharebelerde hiç de iyi neticeler alınmadı. Nihayet 1612de İranlılarla da sulh yapıldı. Fakat üç sene sonra iki devlet arasında savaş yeniden başladı (1615). Bir aralık anlaşma yapılır gibi olduysa da savaş gene devam etti. Celâlî denilen eşkıya yer yer Anadoluyu kaplamıştı. Kuyucu Murâd Paşa, yıllarca uğraşarak ve yakaladığı zorbaları kuyulara doldurarak Anadoluyu temizledi ve halka geniş bir nefes aldırdı.

I. Ahmed zamanında Murâd Reis ve Halil Paşa gibi deniz kahramanları Türk donanmasına zaferler kazandırmışlardır. Padişah, savaşlardan ve gailelerden ancak başını kurtarmıştı ki, ömrü vefa etmedi; genç yaşında öldü. İstanbulda At meydanında yaptırdığı ismi ile anılan (Sultânahmet Câmii) yanındaki türbesine defnedildi (1616).

Başta Muallim-i Sultânî Mustafa Efendi olmak üzere, muhitinin tesirine kapılan I. Ahmed, itimat ettiği değerli kimseleri devlet hizmetinde kullanmıştır. Gençliğine rağmen, icraatında azimli idi. Saraydaki kadın nüfuzunu önlemiş, kadınlara âlet olmamıştır. Özellikle Venedikli Baffo veya Safiye Sultân diye bilinen siyâsî kadını Eski Saraya göndermekle kadınların devlet işlerine fazla karışmalarını önlemiştir. Ayrıca Yıldırım Bayezidden beri sürüp gelen nizâm-ı âlem için kardeş katli meselesini düştüğü suiistimal çukurundan çıkarması ve bu usul yerine, saltanatın sülaleden en büyüğe geçmesi yani ekberiyyet ve erşediyyet nizâmını koyması ve kardeşi Mustafayı öldürmemesi gibi önemli icraatları vardır. Şiire meraklı idi. Yazdığı şiirlerde Bahtî mahlasını kullanırdı. Sultân Ahmed Câmiini o yaptırmıştır. Bir diğer önemli hizmeti de, o zamana kadar icrâ olunan Osmanlı Kanunlarını yeniden tertip ve tedvîn yoluna gitmiş olmasıdır. Elbette ki bunu, devrinde yaşayan kanun-şinâs âlimlere borçludur.

I. Ahmed devri denilince akla gelen isimlerin başında, Celâlî İsyânlarını durduran, devlet ve kanun nizâmının tesisi için yazılı ve fiilî tedbirler alan Vezir ve sonradan da Sadrazam olan Kuyucu Murâd Paşa gelmektedir. Ayn Alinin her iki Kanunnâme Mecmuasını da Kuyucu Murâd Paşaya takdim etmiş olması, onun hukûkî düzenlemeler üzerindeki fonksiyonunu da ortaya koymaktadır.

I. Ahmed devrinin sadrazamları arasında Kasım Paşa, Sokullu ailesinden Mehmed Paşa, Derviş Paşa ve Nasuh Paşayı; diğer devlet adamlarından Cigala-zâde Mahmûd Paşa, Etmekçi-zâde Ahmed Paşa ve Sarıkçı Mustafa Paşayı; meşhur âlimlerden Şeyhülislâm Sunullah Efendi, Hoca-zâde Mehmed Efendi, Muallim-i Sultân Mustafa Efendi ve Ahi-zâde Hüseyin Efendiyi ve maneviyat erenleri arasında Aziz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri, Şeyh Abdülmecid Sivâsî ve Cerrah Paşa Şeyhi diye bilinen Şeyh İbrahim Efendiyi zikredebiliriz.

ZEVCELERİ: 1- Hatice Mahfirûze Sultân; Genç Osmanın annesi. 2- Kösem Sultân (Mahpeyker Sultân). IV. Muradın annesi ve Osmanlı Hareminin en namdâr kadını. 3- Fatma Haseki; Câriyelerdendir. ÇOCUKLARI: 1-Şehzâde Osman II. 2-Şehzâde Sultân Mehmed Hân. 3-Şehzâde Murad IV. 4-Şehzâde Cihangir Hân. 5-Şehzâde Hasan. 6-Şehzâde Bâyezid. 7-Şehzâde Kâsım. 8-Şehzâde Süleyman. 9- Sultân İbrahim. 10- Ayşe Sultân. 11- Fatma Sultân. 12- Hân-zâde Sultân. 13- Burnaz Atike Sultân. 14-Şehzâde Orhan. 15-Şehzâde Hüseyin .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
15padisah.gif
I.Mustafa

Sultân Mustafa, iki defa Osmanlı tahtına oturmuştur:
Birincisi: Kasım 1617-Şubat 1618 tarihleri arasındaki 3 aylık saltanattır. I. Ahmed vefât ettiği zaman, koyduğu ekberiyyet ve erşediyyet kaidesine göre, kendi şehzâdeleri henüz küçük idiler. Bunun üzerine II. Osmanın şahsiyetinden çekinen ve Kösem Sultân diye de bilinen Mâhpeyker Hasekinin de etkisiyle, kardeşi Sultân Mustafa tahta oturtuldu. Kendisi saltanattan uzak kalmak istiyordu ve Osmanlı kaynaklarının ifadesine göre, aklında hafiflik, reyinde ve işlerinde isabetsizlik bulunması hasebiyle, devlet ve ilim adamları iç huzuruyla biatı yapamadılar. I. Ahmed devrinde devleti tek başına yürüten Dârüssaâde Ağası Mustafa Ağa, Şeyhülislâm Esad Efendi, Kâim-makam Sofi Mehmed Paşa ve diğer yetkilileri ikna ederek hali için fetvâ aldılar ve I. Ahmedin oğlu II. Osmanı tahta çıkardılar.

İkincisi; Mayıs 1622-Eylül 1623 yani 1.5 yıllık saltanattır. II. Osmanın büyük bir zulümle Mayıs 1622de yani 4 yıl sonra tahttan indirilmesinden sonra, Veziriazam Davud Paşa kullanılarak Sultân Mustafa yeniden tahta çıkarılmıştır. Ancak II. Osmanın ölümüne sebep olan yeniçerilerden ve Davud Paşadan halk rahatsızdır. Bu arada Sarayda bulunan şehzâdelerin de öldürüleceği haberi alınınca, halk ayaklanmaya başlamış ve Şeyhülislâm Yahya Efendinin tavsiyesiyle Kara Davud Paşa azledilerek yerine Mere Hüseyin Paşa getirilmiştir. Karışıklık devam edince sırasıyla Lefkeli Mustafa Paşa ve Gürcü Mehmed Paşa sadrazamlığa tayin olundu.

İç karışıklıktan istifade etmek isteyen iç ve dış mihraklar Osmanlı Devletini sarsıyordu. Trablusşam Beylerbeyi Yusuf Paşa ve Erzurum Beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa, yeniçerilere kin kusarak isyan etmişler ve çok sayıda yeniçeriyi de katletmişlerdi. İstanbula gelmek üzere hazırlık yapıyordu. Sipahiler, II. Osmanın katillerinin bulunması için baş kaldırdılar ve bunun üzerine Kasım 1622de toplanan divan Davud Paşanın idamına karar verdi. Ağustos 1623 yılında Sadrazamlığa getirilen Kemankeş Ali Paşa, basiretiyle devlet adamlarını topladı ve Sultân Mustafanın saltanat koltuğunda kalmaması gerektiğine karar verildi. Tahttan sevinçle Eylül 1623 tarihinde ayrılan Sultân Mustafa, Ocak 1639 tarihinde vefat etti.

Sultân Mustafanın dünyevî saltanatı istemeyen bir hali olduğu kesindi. Aklının hafif, tedbirinin zayıf ve saltanat koltuğunda dahi çocukça hareketlerde bulunan biri olduğu da doğruydu. Osmanlı kaynakları açıkça akıl hastası demek olan mecnun tabirini kullanmamaktadırlar. Konuyu Solak-zâdenin ifadeleriyle noktalamakta yarar görüyoruz: 26 yaşında idiler. Yalnız bir mikdar aklı hafif olup buna hapiste uzun süre kalması sebep olmuştur; giderek aklı başına gelir deyü doktorların tedaviye devam etmeleri kaydıyla Şeyhülislâm Esad Efendi kavliyle amel olunmuştur.

III. Mehmedin oğlu olan Sultân Mustafanın tesbit edilen kadını ve çocukları mevcut değildir. İkballeri vardır. Kadın efendileri bilinmemektedir .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
16padisah.gif
II.Osman (Genç Osman)

Hâile-i Osmaniye, yeniçerilerin kazan kaldırarak II. Osmanın canına kıydıkları acı musibet demektir. Bilindiği gibi, II. Osman, I. Ahmedin oğlu olup Hatice Mahfirûze Sultândan Kasım 1604 yılında dünyaya gelmişti. 14 yaşında yani Şubat 1618de tahta geçen ve Genç Osman diye de bilinen II. Osman, Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve İtalyanca bilecek kadar âlim ve Fâris yahut Fârisî mahlaslarıyla şiir yazacak kadar da edibdi. Üzerinde müessir olan üç şahsiyetten birisi Hocası Ömer Efendi ve diğeri de Kızlar Ağası Mustafa Ağa ile Süleyman Ağa idi.

Sadrazam Halil Paşayı yerinde bırakan Padişah, Kaimmakam Sofi Mehmed Paşanın yerine Kara Mehmed Paşayı getirdi. İlk işi 1612 Nasuh Paşa anlaşması ile sona ermiş gibi görünen ve ancak devam eden İranla olan ihtilafı sona erdirmek oldu ve Eylül 1618de anlaşma imzalandı.

Sıra 1617 yılından beri devam eden Lehistan problemine gelmişti. Vezir-i azam İstanköylü Ali Paşa harp açılmasına taraftardı, diğer erkân-ı devlet ise istemiyorlardı. Seferden önce Rumeli Kazaskeri Taşköprülü-zâde Kemâlüddin Efendiden fetvâ alarak kardeşi Şehzâde Mehmedi katl ettirdi ve ahını aldı. Eylül 1620 tarihinde başlayan Lehistan seferi, Ekim 1621 tarihinde barış antlaşması ile sona erdi. Budin Beylerbeyi Karakaş Mehmed Paşa şehid olmuş ve ordu moralsiz kaldığından istenen zafer elde edilememişti. II. Osman askerlere ve asker de kara hadımların sözlerine inandığı için II. Osmana kırılmışlardı.

II. Osman bazı ıslâhâtları yapmak niyetindeydi ve bu ıslahata tamamen bozulmaya başlayan kapı kulu ocaklarından başlamak niyetindeydi. Hatta Halep, Şam ve Mısır beylerbeylerine emirler göndererek Padişaha sadık yeni bir ordu teşkili için gizliden gizliye hazırlıklara başlamıştı.

Kızlar ağası Süleyman Ağa ile Hocası Ömer Efendi padişahı hacca gitmesi için ikna etmeye başladılar. Hacca gitmesine, askerler, Kayınpederi ve Şeyhülislâm Esad Efendi ile Aziz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri şiddetle karşı çıkıyordu. Devreye kapıkulu askerleri girdi ve Padişahı hacca göndermek isteyen Ömer Efendi, Süleyman Ağa ve Veziriazam Dilâver Paşanın başını isteyerek başta Rumeli Kazaskeri Yahya Efendi olmak üzere ulemayı araya soktular. Fayda vermedi ve sonunda askerler isyan ederek Bâb-ı Hümâyundan içeri girdiler. Sultân Mustafaya zorla bîat gerçekleştikten sonra, II. Osman Orta Camiye getirildi. Burada yeni Sadrazam olan Kara Davud Paşanın tâlimatıyla kemend ile boğulmak istendi. Muvaffak olunamayınca, Yedikuleye götürüldü ve maalesef Davud Paşanın nezâretinde orada şehid edildi. (Mayıs 1622). Ne yazık ki, bu fitnenin başında Sultân Mustafanın Vâlide Sultânı bulunmaktaydı.

II. Osmanın öldürülmesi, Osmanlı tarihinin en acı olaylarından biridir ve maalesef Kanuninin oğlu Şehzâde Mustafa olayı gibi tarihin akışını değiştirmiştir. II. Osman, bir zamanlar Osmanlı Devletinin yükselmesine sebep olan yeniçeri teşkilâtının artık çürüdüğünün farkına varmıştı ve bu gerileme sebebini ortadan kaldıramadan vefat etti.

Devrinin sadrazamları arasında Halil Paşa, Kara Mehmed Paşa ve Dilâver Paşayı; Şeyhülislâm ve kayın pederi Esad Efendiyi, Nişancı Okçu-zâde Mehmed Efendiyi ve ilim erbabından ise, Hoca Ömer Efendi ve Müezzin-zâde Mahmûd Efendiyi özellikle zikretmeliyiz.

ZEVCELERİ: 1- Âkile (Rukıyye) Hânım; Şeyhülislâm Esad Efendinin kızıdır ve hür kadınlardan nikâh ile evlenen nâdir kadınlardandır. 2- Ayşe Hanım; Pertev Paşanın torunu. ÇOCUKLARI: 1-Şehzâde Ömer. 2-Şehzâde Mustafa. 3- Zeynep Sultân .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
17padisah.gif
IV.Murad
I. Ahmedin Mah-peyker (Kösem) Sultân adlı hanımından 28 Cemaziyülevvel 1021 (27 Temmuz 1612) tarihinde İstanbulda dünyaya gelmiş oğludur. 1032/1623 tarihinde Veliahd Şehzâde Murad, Dördüncü Murad ünvanıyla 11 yaşını 1 ay 15 gün geçe tahta çıkmıştır. Bunun en önemli sebebi, Sultân Mustafanın şuurdan mahrum bulunması ve Devletin de Erzurum Valisi Abaza Mehmed Paşanın isyanı ve benzeri olaylar sebebiyle müthiş bir zaafa maruz kalmış olmasıydı. Tecrübeli devlet adamı Sadrazam Kemankeş Ali Paşa, Şeyhülislâm Yahya Efendi ve Kazaskerlerle de meşveret ederek, çocuk yaşta olmasına rağmen Sultân Ahmedin en büyük ve erşed şehzâdesi Muradın Padişah olmasını zaruri görmüşlerdi. Mecnûnun yani akıl hastasının imâmeti yani Halife olması caiz görülmediğinden Padişahın hali gerektiğini ve oğluna dokunulmayıp Saraydaki odasında göz hapsine alınacağını Vâlidesine ilettiler ve 9 Eylül 1623 sabahı Sultân Muradı halife ve hükümdâr ilan ettiler.

Sultân Murad, Ebâ Eyyubül-Ensârî türbesinde, asrın maneviyat reislerinden Aziz Mahmûd Hüdâyînin eliyle kılıç kuşanmıştır.

IV. Muradın saltanat devresini iki ana bölüme ayırmak icab etmektedir:
Birinci Safha: IV. Muradın ismen Padişah olduğu, ancak devleti annesi Kösem Sultân ile Sadrazamlarının ve Şeyhülislâm ve benzeri devlet adamlarının yönettiği devredir (1032/1623-1041/1632). Bu devre, 8 küsur sene devam etti.
Sultân Murad işbaşına geldiğinde, Yeniçeriler çok fazla şımarmışlardı. Padişahın huzuruna kadar giren yeniçeri ağaları ve ocak çorbacıları, Padişahın adamlarını katletmeye kadar işi vardırmışlardı. Memlekette rüşvet ve yolsuzluk aşırı derecelere ulaşmıştı. Dış ve iç hazineler bomboş olduğundan ocaklara cülûs bahşişi bile verilememekteydi. Hatta Enderundaki altın ve gümüş eşya Darphâneye gönderilerek cülûs bahşişi verilmeye çalışılmıştı.

Devletin itibarı ve siyasi durumu da iyi değildi. Erzurum Valisi Abaza Mehmed Paşa isyan etmiş ve eline geçirdiği yeniçerileri katletmeye başlamıştı. Sultân Osmanın kanını isterim diyerek Genç Osman olayını bahane edip Devlete kan kusturmaktaydı. Diğer tarafdan fırsatı ganimet bilen İran da Bağdadda isyan çıkartmış ve hatta Bağdadı ele geçirmişti. Kısaca içeride celâlî denilen zorbalar ve dışarıda da İranlılar Osmanlı Devletini sarsmaktaydı.

Böyle bir durumda IV. Muradın tahta geçmesine vesile olan Sadrazam Kemankeş Ali Paşa da gururlanmış ve suiistimallere başlamıştır. Bunu fark eden ve hakkı söylemekten çekinmeyen Şeyhülislâm Yahya Efendi, 1032/1623 Ramazan Bayramında vâki olan ziyâretinde Sadrazamın rüşvet ve zorbalıklara göz yumduğunu Padişaha işâr edince, durumu öğrenen Sadrazam hemen onun da aleyhine geçmiş ve dürüst Şeyhülislâmı bir kısım yalan ve iftiralarla görevinden aldırarak yerine biraz da sâkin tabîatlı olan Esad Efendiyi tayin ettirmiştir. Bu da devlet için büyük bir problemdir.

Böylesine sıkıntılarla Padişah olan IV. Murad, bizzat hükmedemiyordu. Hâkim devlet ricâli ve annesi idi. Şeyhülislâm Yahya Efendiyi görevden aldıran ve suiistimallere adı karışan Kemankeş Ali Paşanın Padişahtan Bağdadın düşmesini yalan söyleyerek saklaması, bardağı taşıran son damla oldu. Verilen idam kararıyla hayatına son verilen Sadrazamın yerine tecrübeli devlet adamı ve Kubbealtı veziri Çerkes Mehmed Paşa getirildi. Abaza Mehmed Paşayı takip için Doğu Anadoluya kadar gelmişti; ancak yolda vefât etti ve yerine Diyarbekir Beylerbeyisi Hâfız Ahmed Paşa tayin edildi. Kösem Sultânın büyük kızı Ayşe Sultân ile evlenip Damad sıfatını da alan Hâfız Ahmed Paşa, Abaza Mehmed Paşanın affedilip Erzurum Valiliğinde ibkası üzerine, Bağdadda Bekir Subaşının çıkardığı isyanı bastırmak üzere Bağdad tarafına serdar-ı ekrem ve sadrazam olarak hareket etti. İyi bir komutan olmadığından muvaffak olamadı ve 1626 yılında azledildi. İran Şahı Şah Abbas Bağdad isyânını körüklüyor ve hatta gönderdiği askerlerle onları destekliyordu. Bağdad Valiliği Bekir Subaşıya verilerek mesele halledilmek istendi.

Yerine Damad Halil Paşa ikinci defa sadrazam oldu ve yeniden patlak veren Abaza isyânını bastırmak üzere Erzuruma gönderildi. Ancak bu da başarılı olamadı ve 1628 yılında görevden alındı. Bunun yerine muhteris, otoriter ve becerikli bir komutan olan Dâmâd Hüsrev Paşa Sadrazamlığa getirdi. Önünde Abaza isyanını bastırmak meselesi vardı. Büyük bir mahâretle bu problemi, 1628 yılının 9. ayında çözdü ve Abazanın askerleri terhis olundu ve kendisi de İstanbula getirildi. Sultân Murad, ağabeyi Osmanın kanı için mücadele eden bu komutanı Bosna Beylerbeyi yaparak taltif etti. Mesele de halledilmiş oldu.
Ancak bu sırada İran Şahı Bağdadda ikinci isyanı çıkarmış ve Bağdad üzerine yürüyerek burayı işgal etmişti. Bu İranla savaş yapılacak demekti. Yeniçeriye dayanan ve emniyet ve âsayişi temin ediyorum diyerek epeyce zulümler icra eden Hüsrev Paşa, bizzat Bağdad üzerine yürüdü. Ancak Bağdadı alamadı ve 1631 yılının onuncu ayında bu görevden azledildi. Yerine de yine Dâmâd Hâfız Ahmed Paşa getirildi.
Hâfız Ahmed Paşanın işi zordu. Zira hem Tokattaki mazul sadrazam ve onun işbirlikçisi olan Damad Receb Paşa ile uğraşmak zorundaydı ve hem de İran Devletine karşı olan savaşı yönetecekti. Gerçekten ikincisine sıra gelmeden hayatı sona erdi. Zira IV. Muradın zorba başı dediği Damad Receb Paşa yeniçeriyi ve kapıkulu sipahilerini isyana teşvik etti. Maalesef bütün bu isyan tahriklerinde Nâibe-i Saltanat Kösem Sultânın da müdahalesi vardı ve isyancıları destekliyordu. Bütün arzuları kukla bir padişahla devleti idare etmekti. 19 Receb isyanı diye bilinen bu isyan neticesinde Hâfız Ahmed Paşa, Padişahın gözü önünde isyancılar tarafından öldürüldü ve Zorbacı başı Receb Paşa 1632 yılının bu zorlu günlerinde Sadrazamlığa getirildi.

Sultân Murad, zorbacı başı Receb Paşanın entrikalarının ardında mâzul Sadrazam Hüsrev Paşanın bulunduğunu biliyordu. Ayrıca isyan eden zorbalar, sadece Ahmed Paşanın öldürülmesiyle yetinmiyorlardı. Esad Efendiden sonra yeniden Şeyhülislâm olan Yahya Efendinin de bu görevden alınmasını istiyorlardı. Nitekim alındı ve yerine Ahi-zâde Hüseyin Efendi Şeyhülislâmlığa getirildi. İsteklerinin sonu gelmiyordu. Sultân Murad evvela, Murtaza Paşayı tavzif ederek Tokattaki Hüsrev Paşanın ele geçirilmesini istedi; teslim olmadı ve sonra da öldürülüp halka cesedi teşhir edildi. Bunun üzerine Receb Paşa yeniden kapıkulu askerlerini tahrik ederek 20 Şaban ihtilali diye bilinen ikinci isyanı çıkarttı. Veliahd Şehzâde Bâyezid Padişah yapılmak istendi; ancak muvaffak olunamadı. IV. Sultân Murad, ipleri ele almaya başlamıştı ve hemen devleti tehlikeye sokan Recep Paşayı 18 Mayıs 1632 tarihinde idam ettirdi. Bunun üzerine Sultânahmed Meydanına toplanan isyancı askerler yeniden anarşi çıkarmak istediler. Ancak Sultân Murad zeki davrandı ve açık bir divan yaparak âlimler, devlet ricâli ve askerlerin huzurunda, halkın da duyabileceği şekilde tarihî bir nutkunu îrâd eyledi. Anarşinin devletin temellerine girdiğini, ordunun savaşamaz hale geldiğini, askerin siyâset ile uğraşmaktan işini yapamadığını, devleti bir avuç zorba ve hırsıza yedirmeyeceğini, şerîata, kendisine ve kanuna itaat etmeyen kim olursa olsun hakkından geleceğini bildirdi. Padişah, Allaha, Onun Peygamberine ve sizden olan ülül-emre itaat ediniz mealindeki âyeti okudu ve tefsir etti. Arkasından Habeşli bir köle dahi olsa başınızdaki âmirlere itaat ediniz manasını taşıyan hadisi zikredip şerh etti. Ve şununla bağladı: Sizin sadakatiniz şu vakit doğrudur ki, aranızda tefrikaya mahal vermeyesiniz. Aranızdaki müfsidleri barındırmayasınız. Allahın emrine ve Resûlüllahın hadisine aykırı hareket edenleri desteklemeyesiniz. Ben ki, halifeyim, bana itaat etmeyip celâliler ve haricîler mesabesindeki eşkıyaları desteklerseniz, memleketin hali ne olur?.

Bu fevkalade ikna edici konuşmayı dinleyen halk ve devlet ricali, Padişah lehine çok büyük tezâhürât yaptılar ve IV. Muradın asıl saltanat yılları başlamış oldu.

İkinci Safha: IV. Muradın ikinci ve asıl saltanat safhasıdır ki, Receb Paşanın katledilip zorbaların tasfiye edildiği 1041/1632 yılından başlar ve vefâtına yani 1640 yılına kadar devam eder. Son sekiz yıl Sultân Muradın asıl saltanat yıllarıdır.

IV. Murad 21 yaşına gelmiş ve çocukluk devresini bitirerek devleti idare edecek tecrübeye sahip olmuştu. Devletin idaresini ele alır almaz, Tabanı Yassı Mehmed Paşayı sadrazamlığa getirdi. Evvela devlet toprakları üzerindeki emniyet ve âsâyişi temin etmeye başladı; sonra da Devleti tehdit eden başta İran olmak üzere dış tehlikelere yöneldi. Şimdi bunları da çok kısa olarak özetleyelim:

1) IV. Muradın ilk yaptığı icraat, Ağabeyi Genç Osmanın ölümüne yol açan ve memlekette huzuru bozan zorbacıların elebaşılarını teker teker temizlemek oldu. Gerçekten Saka Mehmed, Gürcü Rıdvan, Cadı Osman ve benzeri eşkıya reisleri hemen idam edildi. Bunlardan Beyşehri, Seydişehri ve çevresini kasıp kavuran Deli İlâhî, İstanbula getirilerek katl olundu. Balıkesir çevresinde Solakoğlu diye bilinen İlyas Paşa, Küçük Ahmed Paşanın gayretleriyle ele geçirildi ve ortadan kaldırıldı. Yine Lübnan ve Suriye taraflarında zulüm rüzgarları estiren Dürzi lider Maanoğlu Fahreddin ve oğlu Mesud da İstanbula celb olunduktan sonra 1635 yılında idam edildiler.

2) İstanbulda 1043/1633 yılında çıkan ve İstanbulun yaklaşık beşte birini yakıp yıkan büyük yangın üzerine, bunu da bahane eden IV. Murad, zamanın Şeyhülislâmı Ahi-zâde Hüseyin Efendiden de fetvâ alarak, tütün ekmeyi ve tütün içmeyi yasaklamıştır. Ancak Şeyhülislâmdan aldığı fetvâyla bununla kalmamış ve çıkarılan yasağa uymayanları, devlete isyan etmiş kabul edip katl etmeye başlamıştır. Solak-zâde, tütün yüzünden katle şerî cevaz veren Şeyhülislâm sonradan idam edilince, kendisi hakkında Cezây-ı sezâsını buldu ifadesini kullanmıştır. IV. Murad, tütün yasağı ile yetinmemiş ve o devirde zorbaların, işsizlerin ve de eşkıyanın toplantı yerleri haline gelen kahvehâneleri de hem kapatmış ve hem de yasağa rağmen içki içip sarhoş olanları gerekli cezalarla cezalandırmıştır. Her iki hadiseyi de, memlekette kaybolan huzuru yeniden tesis etmek gayesiyle ve de eşkıyanın gözünü korkutmak için yaptığı ifade edilen Sultân Murad, bazı tarihçilere göre, bütün Osmanlı arazilerinde yaklaşık 20.000 eşkıyayı ortadan kaldırmıştır. Elbette ki bütün tasfiyeler sırasında bazı mazlumlar da zulme maruz kalmış olabilir.

3) Sultân Muradın eski Osmanlı Padişahlarından farklı olarak yaptığı bir icraat da, o zamana kadar Görevden azl olunur ve nefy olunabilir; ancak katl olunmaz diye bilinen kuralı çiğneyerek, ulemâ sınıfından bazı insanları da idam ettirmesidir. 1043/1633 yılında İzmit, İznik ve Bursa taraflarına doğru düzenlediği teftiş seyahatinde, rüşvet iddiaları ve yolsuzluk ithamları yüzünden İznik Kadısını idam ettirmiştir. Bu durumu, teessüfle Vâlide Sultâna bir tezkire ile duyuran ve tezkiresinde Kendülerini bedduadan sakınırız. Umulur ki, siz kendilere nasihat buyurub âlimler zümresinin hayır duasını aldırasınız; ecdadının hürmet gösterdiği bu zümreye Padişah da hürmet göstere ifadelerini kullanan Şeyhülislâm Ahi-zâde Hüseyin Efendi, Vâlide Sulân tarafından hemen menfi ithamlarla Padişaha ihbar edilmiştir. Maalesef Sultân Murad, Şeyhülislâmı Padişaha isyan hazırlığı suçundan idam ettirmiştir. Bu Şeyhülislâm, kardeş katline de karşı çıkan ve bunu bizzat Sultân Murada hatırlatan cesur bir ilim adamıdır.

4) Osmanlı Devletinin iç ahvâlindeki bu karışıklıktan istifade eden İran Şahı, yeniden Bağdada saldırmış ve Bağdadı ele geçirmiştir. Padişah, sadrazamları tarafından yapılan harekâtlar netice vermeyince, bizzat kendisi İran üzerine iki ayrı sefer düzenlemiştir. Birinci İran Seferi, Revan Seferi diye meşhurdur. 1635 yılında yapılan bu sefer neticesinde, Revan (Erivan) alınarak Tebriz taraflarına da akın yapılmıştır. On ay sürmüştür. İkinci İran seferi ise, Bağdad Seferi diye bilinmektedir. İranlıların Revanı yeniden ele geçirmeleri üzerine 1638 yılında Padişah Bağdada yürümüştür. Uzun süren bir muhasaradan sonra 1639 yılında Bağdad yeniden Osmanlı Ülkesine katılmıştır. Bu savaşta Osmanlı Sadrazamı Tayyar Mehmed Paşa şehid olmuştur. Daha sonra Kemankeş Kara Mustafa Paşanın başkanlığında yürütülen sulh müzâkereleri neticesinde İranlılarla Kasr-ı Şirin Andlaşması yapılmış ve savaşlara son verilmiştir. Bu antlaşma ile Erivan ve Azerbaycan İranda; Bağdad ve havalisi ise Osmanlı Devletinde kalmıştır. Artık, IV. Murad, Fâtih-i Bağdad ünvanını kazanmıştır.

Sultân Murad, büyük bir karşılama ile İstanbula döndü. Ancak nikris hastalığına müptelâ idi. Nihâyet tedâviler netice vermeyince, Ramazan Bayramının 2. günü yatağa düşen Sultân, 8.2.1640 tarihinde vefât eyledi. Cenaze merâsiminde gazalarda bindiği üç atının eğerleri ters takılarak cenazenin önünde yürütülmesi, İslâmiyette yok ise de, İslâma kesin aykırı bir âdet de değildir .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
18padisah.gif
I.İbrahim
Sultân I. Ahmedin Mahpeyker Kösem Sultândan 1615 yılında dünyaya gelen çocuğu olan I. İbrahim, 24 yaşında 1640 yılında ağabeyi IV. Muradın vefatından sonra tek Osmanoğlu olarak tahta oturdu. Kendisinden başka Osmanoğlu mevcud değil idi. Maalesef, kendisi diğer Osmanlı Padişahları derecesinde tahsil ve terbiyesini tamamlamamıştı. Zira hayatını zindan gibi olan kendi dairesinde geçirmiş; dört ağabeyinin idamını bizzat yaşadığı gibi, II. Osman ve IV. Murad zamanlarında olan acı olayları da bizzat yaşamıştı. Bütün bunlar, vücudunda bazı arızalara ve hatta tarihçilerin nakline göre şiddetli bir migrene yol açmıştı. Kendisini tahta davet eden ulemâ, devlet ricali ve Vâlide Sultâna mütereddit bir sima ile bakan ve saltanatta aslâ niyeti olmadığını ifade eden Sultân İbrahim, tahta oturduktan sonra da, Elhamdülillah, Ey Rabbım! Benim gibi zayıf bir kulunu bu makama layık gördün. Saltanat günlerimde milletimi hoş hal eyle ve birbirimizden hoşnûd eyle diye dua etmiştir.

Sultân İbrahim, lehinde ve aleyhinde olmak üzere iki durumla karşı karşıyaydı. Lehinde olan durum, dürüst ve ciddi bir devlet adamı olan Kemankeş Kara Mustafa Paşanın veziriazam olmasıydı. Şeyhülislâm Yahya Efendinin de yardımlarıyla, aleyhlerindeki bütün tahriklere rağmen, I. İbrahimin ilk yıllarında devlet idaresini epeyce rayına koymuştur. Hazinenin gelir-gider muvâzenesini muhafazaya çalışmış; sikke yani paranın değer ayarlamasını düzene sokmuş ve devlete ciddiyet getirmeye çalışmıştır. Maalesef, başta Vâlide Sultân olmak üzere, bir kısım ehliyetsiz devlet adamlarının tahriklerine kapılan Sultân, Kemankeş Kara Mustafa Paşayı 1644 yılında idam ettirmiştir. Bir ay sonra Şeyhülislâm Yahya Efendinin de ölümü, devletin kadınların, ağaların ve ehliyetsiz kişilerin eline geçmesine sebep olmuştur. Bunun en acı misâllerinden birisi, zaten yetişmemiş olan Padişaha kanunları çiğneyerek bedava makamlar elde eden Safranbolulu Hüseyin Efendinin Hace-i Sultânî olarak tayin edilmesidir. Cinci Hoca da denmektedir. 1644 yılında Anadolu Kazaskerliğine kadar yükselmiştir. Buna rikâbdarlıktan II. Vezirliğe yükselen Yusuf Ağa ve sonradan Paşayı da ekleyebilirsiniz. Yusuf Paşanın rüşvet ve hediye düşkünü bir devlet adamı olduğu yönünde ithamlar vardır.

Aleyhinde olan durum, annesi ve Vâlide Sultân olan Kösem Sultânın varlığıdır. Biraz önce saydığımız olumsuzlukların başında da, maalesef bu kadın bulunmaktadır. Önceleri, annesinin ihtirasını bildiği için, Topkapıdan Eski Saraya göndererek bu dertten kurtulmak istemiştir. Ancak muvaffak olduğunu söylemek mümkün değildir. Maalesef, Kara Mustafa Paşadan sonra vezir-i azam olan Semin Mehmed Paşa da, bu aleyhteki durumu daha da kötüleştiriyordu.

Bütün bunlara rağmen, Katoliklerin zulmünden bıkan yerli Ortodoks Rumların Venediklilerden rahatsızlığından da istifade edilerek, 1645de Malta üzerine sefere karar verildi. Serdârlık Kaptan-ı Derya Yusuf Paşaya verildi. 1645 Ağustosunda 45 gün süren Hanya muhasarası zaferle sonuçlandı. Ancak acele davranıldı ve Osmanlı ordusu Giritten çekildi. 1646 yılında Deli Hüseyin Paşa serdârlığında 2. Sefer yapıldı, ancak Kandiye fethedilemedi. Ada ikiye bölünmüştü (164
cool.gif
.

Sultân İbrahim zamanında, Vâlide Sultân kısmen devre dışı bırakılmış ise de, devlet işlerine kadınların müdahalesi önlenememiştir. Padişahın aile hayatına düşkünlüğü, onu kadınların avucuna ister istemez itmiştir. Hakkındaki sefihlik iddiaları doğru değildir. Zira IV. Murad gibi otoriter; I. Mustafa gibi biçare ve III. Murad gibi fazla kadına düşkün değildir. Gençliğinde buhranlı bir hayat yaşaması, diğer sultânlar gibi kendini fazla yetiştirememesi, Osmanlı neslinin devamı için devamlı kadınlar tarafından özel hayata teşvik edilmesi, Şeker-pare denilen musâhibeler gibi onu eğlenceye teşvik eden câriyelerinin fazla oluşu, kadınların bu yakınlıklarını devletin imkânlarını çarçur etmekte kullanmaları, I. İbrahimin cidden eksik olan yönleridir. Hele Telli Haseki başta olmak üzere, kendi hanımlarına aile fertlerinden daha fazla önem verir hale gelmesi, işi çığırından çıkarmıştır. Bunların tahriki ile Sultân İbrahimde başlayan lüzumsuz samur merakı, bu olumsuzluklardan sadece biridir.

Önemle ifade edelim ki, bütün bu anlatılanlardan Sultân İbrahimin gayr-i meşru bir hayat yaşadığı anlaşılmamalıdır. Zira özel hayata düşkünlük ile, gayr-i meşru hayat tamamen farklı şeylerdir.
Bütün bu olaylar, devlet idaresinde sıkıntılara yol açmış; israf ve bunun karşılığında gelirlerin azalması devleti sarsmaya başladı. Bunlardan biri de, Sivas Valisi Varvar Paşanın isyanıdır (1647). Ocak ağaları yeniden cuntalaşıp devleti soymaya başlayınca, Padişah bunların haklarından gelmek istedi ise de, olay duyuldu ve ihtilal çıktı. 1648 Ağustosunda asilerin isteği üzerine Sadrazam Hezar-pâre Ahmed Paşa azl edildi ve sonra asilerce öldürüldü. Ağaların adamı olan Sofu Koca Mehmed Paşa, sadrazamlığa getirildi. İhtilâlin arkasında nâibe-i saltanat olmak isteyen Kösem Sultân vardır. Şeyhülislâm Abdurrahim Efendiyi de yanına alan sadrazam tarafından, Ağustos 1648 tarihinde hal edildi ve bir odaya haps olundu. 7 Ağustos 1648de henüz 7 yaşındaki IV. Mehmede, hem şer-i şerife ve hem de kanuna aykırı olarak bîat edildi. Sonra Şeyhülislâmın, İki halife bulunduğu zaman, fitneyi önlemek için birini katlediniz şeklindeki fetvâsına dayanılarak I. İbrahim halinden 11 gün sonra boğularak şehid edildi.

Zamanındaki sadrazamlar arasında Kemankeş Kara Mustafa Paşa, Semin Mehmed Paşa ve Hezâr-pâre Ahmed Paşayı; Şeyhülislâmlar arasında Zekeriya-zâde Yahya Efendi ve Abdurrahim Efendiyi ve diğer devlet adamları arasında Kaptan-ı Derya Deli Hüseyin Paşa, Kaptan-ı Derya Damad Fâzıl Paşa ve Nişancı Ahmed Paşayı zikr edebiliriz.

ZEVCELERİ: 1- Hatice Turhan (Tarhân) Vâlide Sultân; Rus asıllı bir câriyedir ve uzun yıllar nâibe-i saltanatlık yapmıştır. IV. Mehmedin annesi. 2- Sâliha Dil-aşûb Vâlide Sultân; II. Süleymanın annesi ve câriye. III. Haseki olduğu sanılıyor. 3- Hatice Muazzez Sultân; II. Hasekidir ve II. Ahmedin annesidir. 4- Hüma Şah Haseki Sultân (Telli Haseki); Sultân İbrahimin en çok sevdiği Hasekisi. Nikâh ile kadınlığa alındı. 5- Ayşe Sultân; 4. Haseki. 6- Mâh-i Enver Sultân; 5. Haseki. 7-Şivekâr Sultân; 6. veya 7. Haseki. ÇOCUKLARI: 1-Şehzâde Mehmed IV. 2-Şehzâde Süleyman II. 3-Şehzâde Murad. 4-Şehzâde Selim Hân. 5-Şehzâde Osman. 6-Şehzâde Ahmed II. 7-Şehzâde Süleyman. 8-Şehzâde Bâyezid. 9- Fatma Sultân. 10- Ümmü Gülsüm Sultân. 11- Ayşe Sultân. 12- Gevher Hân Sultân. 13- Kaya Sultân. 14- Beyhan Sultân. 15- Atîka Sultân .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
19padisah.gif
IV.(Avcı) Mehmed
Osmanlı tahtına, İslâm hukukunun aradığı şartların çoğunluğu bulunmadan gelen IV. Mehmed, I. İbrahimin Turhân Hatice Sultândan 1642 yılında dünyaya gelmiş ve 7 yaşına basmadan Ağustos 1648de Padişah olmuş müstesna bir şahsiyettir. Kendisini devlet işlerinden uzaklaştırdığı için oğlunun idamına dahi göz yuman Kösem Sultân, 7 yaşındaki torununu tahta geçirmekle, istediğine kavuşmuştur. Ertuğrul Gâzî, Osman Gâzî ve Kanuniden sonra en uzun süre tahtta kalan Osmanlı Padişahıdır ve 39 yıl tahtta kalmıştır. Ava merakı sebebiyle Avcı Mehmed de denen IV. Mehmedin saltanat yıllarını dört safhaya ayırmak icab etmektedir:

Birinci safha, Ağustos 1648-Eylül 1651 yılları arasında, Kösem Sultânın nâibe-i saltanat yani bir nevi padişah yerine padişahlık yaptığı dönemdir ki, Osmanlı Devletinin en acı günlerinden bir parçadır denilebilir. Zira bu döneme Ağalar Saltanatı da denmiştir. Çünkü Nâibe-i Saltanat olan Kösem Sultân, işlerini ağalar eliyle yürütmüştür. Sofu Mehmed Paşa da, kukla bir sadrazam durumundadır. Başlarını Kara Murad Ağanın çektiği ağaların hedefi, servetlerini arttırmak ve maalesef sefih sayılabilecek derecede hayatlarını yaşamaktı. Bunları kullanan Kösem Sultân ise, kendisini Eski Saraya süren ve hatta idamla tehdit eden I. İbrahimi tasfiye etmekle, devleti tek başına idare etme emeline ulaşmış görünüyordu. Sofu Mehmed Paşa ise, Atabekler ve Veliahdler gibi devleti idare etmek istedi ise de bu saltanatı, Sipahiler ile Yeniçerilerin Sultânahmed Meydanında karşı karşıya gelecek kadar isyan etmeleri ile sarsıldı ve 1649 yılında azledilerek katl olundu. Bunun üzerine, tamamen usullere aykırı olarak Yeniçeri Ağası Kara Murad Paşa sadrazamlığa getirildi. Ancak arkasında asıl Vâlide Sultân Turhan Sultânın bulunduğu ve bir nevi halk isyanına dönüşen kargaşa bastırılamıyor ve Osmanlı Devleti kan kaybediyordu. Daha sonra, sırasıyla Melek Ahmed Paşa ve Abaza Siyavuş Paşanın sadrazam olması da işi değiştiremedi. Ağalar isyanı devam ediyordu. Kösem Sultânın IV. Mehmedi öldürüp yerine Şehzâde Süleymanı getirmek istemesi, sonunu getirdi ve 1651 yılının bir Eylül gecesi Kösem Sultân öldürüldü. İçeride bu ihtilâllerin yaşanması, Giritte devam eden savaşa yardımı da engelliyordu. Böylece birinci dönem atlatıldı. IV. Mehmed sadece olan bitenleri seyrediyordu.

İkinci safha, Eylül 1651-Eylül 1656 tarihleri arasındaki IV. Mehmedin annesi olan Turhan Hatice Sultânın Nâibe-i Saltanat olduğu dönemdir. Devletin hazinesini soyan ağalar saltanatına son verildi ve 39 ağa yakalanarak idam edildi. Tamamen iflas noktasına gelen devlet hazinesine bir ayar verilmek üzere, malî konularda tam yetkili olmak şartıyla, 1652 yılının Haziran ayında Tarhuncu Ahmed Paşa sadarete getirildi. Tarhuncu Lâyihası diye meşhur olan bütçesini hazırladı. Dertlere çare olamayınca, 1656 yılına kadar 10a yakın sadrazam değiştirildi. Devleti, Baş Mimar Kasım Ağa, Koçi Bey, Solak-zâde, Şâmî-zâde Mehmed Efendi ve lalası İbrahim Ağa müşavirliğinde Turhan Sultân idare ediyordu. Ancak devlet, şîrazeden çıkmıştı ve dış baskılar da artıyordu. Tecrübeli müşâvirlerinin şiddetli tavsiyeleri ile, devleti tek başına idare etmek ve Vâlide Sultân işe karışmamak şartıyla, tecrübeli ve yaşlı vezir Köprülü Mehmed Paşa, Eylül 1656da sadrazamlık makamına getirildi. Artık Köprülüler devri başlıyordu. Bu ikinci safhada tek müessir olan Vâlide Sultândır. Yani bir nevi Osmanlı Padişahlığı makamında Padişahın annesi oturmaktadır. Ancak Turhan Sultân, devleti Köprülü ailesi gibi asil bir aileye teslim etmekle, kendisiyle birlikte Osmanlı tarihindeki kadınlar saltanatına son vermiştir.

Üçüncü safha, Osmanlı Devletine rahat bir nefes aldırtan Köprülüler devridir (Eylül 1656-Ekim 1676). Bu dönemde aynı aileden iki sadrazam iktidara gelmiştir. Köprülü Mehmed Paşa (1656-1661) ve oğlu Fâzıl Ahmed Paşa (1661-1676). IV. Muradı kendine model alan Köprülü Mehmed Paşa, Kanuni devrini yeniden yaşatmıştır denilebilir. Makam korkusuyla Girit Serdârı Gâzî Hüseyin Paşayı idam ettirmesi hatalı bir hareket olarak kabul edilmektedir. Ancak sonradan yaptıkları bunu telafi etmiştir. Köprülü Mehmed Paşa, evvela isyan eden Erdel Prensinin üzerine yürüdü ve Balkanlarda önemli başarılara imza attı. Uyvar fethedildi ve Erdel Osmanlı Devletine bağlandı. (165
cool.gif
. Arkasından Anadoluda Beylerbeyilerin de desteklediği ve tamamen sadrazamı hedef alan yeni bir Celâlî İsyanı başlamıştı. 31 paşanın idamıyla sonuçlanan bu isyanı bastırdı ve Anadoluda Celâli isyanlarının sonunu getirdi. 1659da Kırım Tatarları ile birlikte Rus ordusunu dağıttı. Onun döneminde 1661 Temmuzunda İstanbulun üçte birini yakan büyük yangın yaşandı ve beş yıllık sadaretten sonra Ekim 1661de Edirnede vefat etti.

Yerine geçerek 26 yaşında sadrazam olan oğlu Fâzıl Ahmed Paşa da, babasının başarılarını sürdürdü. 1663de Almanlara karşı açılan harp 1664 yılının Ağustos Ayında Vasvar Andlaşması ile sona erdi. Zitvatorok Andlaşmasının tekrarı mahiyetindeydi. Fâzıl Ahmed Paşa döneminde başarılan işlerden biri de yıllardır devam eden Girit seferinin sona ermesi ve Giritin fethedilmesiydi (1670). Bunu, Ukrayna meselesi yüzünden çıkan Polonya Harbi takip etti (1670). IV. Mehmedin de katıldığı bu Lehistan seferinde, 1672 yılında Kamaniçe Kalesi feth edilince, Varşovada panik başladı ve aynı yıl barış andlaşması imzalandı. Bu barış tekrar bozuldu ve 16767 yılında imzalanan nihâî andlaşma ile sulh uzun yıllar devam etti. Aynı yıl Fâzıl Ahmed Paşa vefat etti.

Dördüncü safha, 1676-1683 yılları arasında devam eden Merzifonlu Kara Mustafa Paşa devridir. Köprülülerden sonra sadrazamlığa getirilen bu büyük devlet adamı, ilk problem olarak Ukrayna yüzünden patlak veren Rusya Savaşı ile meşgul oldu. 1677 yılında Çehrindeki zor kuşatmada netice elde edilemeyince, IV. Mehmed ve sadrazamı 1. Rusya seferi için 1678 yılında yola çıktılar. I. Rusya seferi, 1680 yılında Çehrinin alınması ile zaferle sona erdi ve bunu aynı yıl başlayan 2. Rusya Seferi takip ettiyse de, bu da 1681 yılında imzalanan Edirne Andlaşması ile tamamlanmış oldu. Bu gelişmeler, Osmanlı Devleti için büyük bir itibar kazanılmasına vesile oldu. Bundan rahatsız olan ve tecavüzlere başlayan Almanlara da 1683 yılında harp ilan edildi ve IV. Mehmedin de katıldığı bu sefer, Osmanlı Devlet ricalinin ikiye ayrılmasıyla sonuçlandı. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Almanyanın taht şehri olan Viyananın alınmasını teklif ederken, başını Kırım Hanı Murad Girayın çektiği diğer devlet ricali, zaten ayağa kalkmış olan Avrupanın Almanyanın yanında yer alacağını belirterek, sadece Yanıkkalenın alınmasıyla yetinilmesini savunuyordu. Kara Mustafa Paşanın fikri ağır bastı ve onun serdârlığındaki Osmanlı ordusu 12 Eylül 1683 tarihinde Viyana önlerinde müttefik haçlı seferleriyle karşı karşıya geldiler. Maalesef, Kırım Hanı Murad Giray, şahsî sebeplerle ve neticeyi düşünmeyerek ihanet etti ve Türklerin elindeki Tuna Köprüsünden düşman askerlerinin geçişini uzaktan seyretti. Neticede 11 Eylül 1683 tarihinde beklenen hezimet geldi ve Osmanlı ordusu binlerce şehid vererek ve çok kıymetli hazinelerini kaybederek geri çekilmeye mecbur oldu. Bu, Osmanlı tarihinin en ağır mağlubiyeti idi. Bu mağlubiyette, askerin sefih hayatının ve eski Osmanlı ordusunun olmayışının da büyük etkisi vardı.

Viyana bozgunu, Kanuniden beri gelip giden duraklama devrini resmen başlatmış oldu. Artık 1071den beri devam eden Müslüman Türk Milletinin cihad zaferleri sona eriyor ve Avrupa galebe çalmaya başlıyordu.

Bu arada devletin rükn-i azamı denilen Turhan Sultân Temmuz 1683de vefat etmişti. Aralık 1683 tarihinde IV. Mehmed aleyhteki tahriklere dayanamayarak istikametli sadrazamı azletti ve 50 yaşını doldurmadan idam sehpasına yollandı. Artık Osmanlı tarihinde kaht-ı ricâl devri başlıyordu. Viyana bozgunu ile Karlofça Andlaşması (1699) arasında geçen 15 yıl Osmanlı Devleti için felâket seneleri oldu. Venediklilerin ve Almanların başını çektiği haçlı kuvvetleri fırsatı ganimet bilerek, 1684 yılında Osmanlı Devletine harp ilan ettiler. Sadrazam Kara İbrahim Paşanın beceriksiz idaresindeki Osmanlı orduları, zafere koşamıyor ve maalesef Eylül 1686da Budin düşüyordu. Osmanlı kuvvetleri Budini çok iyi müdafaa ediyordu, ancak Budinde büyük kayıplar vermelerine rağmen yeniden toparlanan haçlı orduları, 160 yıl önce perişan oldukları Mohaç Meydanında Osmanlı ordusunu geriye çekilmeye mecbur ediyorlardı.

Liyakatsiz devlet adamlarının elinde perişan olan devletin hali IV. Mehmedi hasta etmişti. Köprülü ailesini iktidardan düşürdüğü için Padişahdan rahatsız olan Köprülü-zâde Fâzıl Mustafa Paşa ve benzeri devlet adamlarının gayretleriyle Kasım 1687 yılında hal edildi ve ancak idam olunmadı. Yerine II. Süleyman tahta geçirildi. Halinden 5 yıl sonra Edirne Sarayında Ocak 1693 tarihinde vefat etti.

Kendisine Avcı Mehmed lakabını verdirten av ibtilâsı dışında, hiç bir kötü alışkanlığı yoktu. İçkiyi Osmanlı ülkesinde şiddetle yasaklamıştı. Kahvehâneleri kapatmıştı. Kendisi beş vakit namazını cemaatle kılıyordu. Kısa bir süre tahsil görebildiği için diğer Osmanlı Padişahları gibi âlim değildi.

ZEVCELERİ: 1- Meh-pâre Emetüllah Râbia Gülnûş Vâlide Sultân; Gülnûş Sultân diye bilinir. Giritli bir ailenin kızıdır. II. Mustafa ve III. Ahmedin annesidir. 2- Afife Kadın. 3- Gülnâr Kadın. 4- Kâniye Haseki. 5- Siyavuş Haseki. ÇOCUKLARI: 1-Şehzâde Sultân Mustafa II. 2-Şehzâde Sultân Ahmed III. 3-Şehzâde Bâyezid. 4-Şehzâde İbrahim. 5-Şehzâde Süleyman. 6- Fatma Sultân. 7- Hatice Sultân. 8- Emetüllah Küçük Sultân. 9- Fatma Sultân. 10- Ümmî Sultân .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
20padisah.gif
II.Suleyman
II. Süleyman, Sultân I. İbrahimin Hasekisi Sâliha Dil-âşûb Vâlide Sultândan 1642 yılında dünyaya gelen ikinci oğludur. Osmanlı tarihçileri II. Süleyman ve Avrupalı tarihçiler ise, III. Süleyman derler. Çünkü I. Süleyman, Osmanlı tarihçilerinin Emir Süleyman dediği Yıldırımın oğludur. Hocaları Arabzâde Abdülvehhâb Efendi ve Celvetî Şeyhi Atpazarî Osman Fâzıl Efendiden ciddi bir eğitim görmesine rağmen, yaşadığı kafes hayatının etkisiyle, eski Osmanlı Padişahlarını andıran bir şahsiyeti yoktu. 1687 yılında isyancıların IV. Mehmedi tahttan indirmesiyle Padişah olmuştur. Padişah olduğunda Osmanlı Devleti, içte ve dışta buhranlı günler yaşamaktaydı.

İçerde devletin yaya kuvvetleri olan yeniçeriler ve süvari kuvvetleri olan sipahiler, bir kısım devlet adamlarının görevden alınması bahanesiyle isyan halindeydiler. Kasım 1687den Mart 1688e kadar 4 ay süren zorbaların isyan hareketleri neticesinde, Sadrazam Siyavuş Paşa katledildiği gibi, zorbacı başı Hacı Ali Yeniçeri Ağalığına, Tekeli Ahmed ve Deli Pîrî gibi bazı zorba başları da istedikleri makamlara tayin edildiler.

İçerideki bu kargaşayı fırsat bilen düşman da dört cepheden Osmanlı Devletine saldırıyordu. Avusturya, Almanya, Venedik ve Ruslar dörtlü müttefikler halinde Osmanlı topraklarına saldırıyorlardı. Her sene bir sadrazam ve serdâr değişikliğine gidiyordu. Macaristanda kan gövdeyi götürüyor ve General Caraffa eyâlet merkezi Eğriyi 1687nin son ayında teslim alıyordu. Almanlar, Müslüman bir şehir olan Eğriyi her şeyiyle Hıristiyan bir şehir haline getirdi ve yüzlerce cami harap edildi. Aynı yıl Venediklilerin güçlü kumandanı Morosini de, Morayı Osmanlı kuvvetlerinin elinden alıyordu. Avusturya cephesi kumandanı Yeğen Osman Paşa ile sadrazam İsmail Paşa arasındaki kavgalardan istifade eden Avusturya (Nemçe) kuvvetleri 1688 Eylülünde Belgradı zapt ettiler. 100ün üzerinde cami kiliseye çevrildi.

Polonya (Lehistan) ve Rusya cephelerinde ise, kara gün dostu Kırım Hanı Selim Girayın kahramanlıklarıyla zafer Osmanlı Devletinin elindeydi. Avusturyanın sulha yanaşmaması ve diğer haçlı kuvvetlerinin de onlara destek çıkması üzerine Padişah sefere çıktı. Ancak Sofyaya kadar gelen Padişah, serdâr Recep Paşanın mağlubiyeti, orduda isyan belirtilerinin başlaması ve de Nişin düşmesi üzerine, geri döndü.

II. Süleyman, bütün bu sıkıntılar karşısında, Şeyhülislâm Debbağ-zâde Mehmed Efendinin tavsiyeleriyle Köprülü-zâde Fâzıl Mustafa Paşayı, ağalar işlere karışmamak şartıyla sadrazamlığa getirdi (Ekim 1689). Sadrazamın ilk icraatı, yersiz bazı vergileri kaldırarak reâyâyı memnun etmek oldu. Arkasından kendisi cepheye gitmek istediğinden, kendisi cephede iken Sultâna etki edecek bütün ağaları devreden çıkarmak oldu. Nisan 1690da Kanijenin düşmesi haberi gelmesine rağmen, sancağı alarak Avusturya cephesine koşan Fâzıl Mustafa Paşa, Eylül 1690da Semendireyi ve Kasım 1690da ise Belgradı geri aldı. İstanbula geldiğinde Padişah bizzat karşıladı ve sevincini belirtti. Bu arada fitne ateşi sönmüyordu. Padişahın hastalığından ve sadrazamın yaptıklarından rahatsız olan bazı çevreler, ısrarla saltanatta değişiklik istiyorlardı. II. Almanya seferine çıkmak üzere Edirneye gelen II. Süleyman burada vefat etti. Yerine sadrazamın da tesiriyle küçük kardeşi II. Ahmed getirildi.

Zevceleri şunlardır: 1- Hatice Haseki; Baş Kadın 2- Behzâd Haseki. 3- İvaz Haseki. 4- Sülün Haseki. 5-Şeh-süvâr Haseki. 6- Zeyneb Haseki. Çocukları yoktur. Zira şehzadeliğinde çocuk sahibi olmasına müsaade edilmemiş ve padişahlığında da çocuğu olmamıştır. Aslında gençliğinde iyi bir eğitim alan II. Süleyman, aynı zamanda meşhur bir hattat idi. Müstakim bir padişah olan II. Süleyman, ömründe bir tek vakit namazını terk etmemiştir. Şer-i şerife aykırı tek bir hali görülmemiş ve kimseye de kızmamıştır .
 
A

Arsenik-tht

Ziyaretçi
21padisah.gif
II.Ahmed
II. Ahmed, I. İbrahimin 3. Oğludur ve Hatice Muazzez Hasekiden 1643 yılında dünyaya gelmiş olup, IV. Mehmed ve II. Süleymanın küçüğüdür. Köprülünün etkisiyle padişah olduğu ve Haziran 1691de tahta oturduğu bilinmektedir.

Tahta çıktığında sadrazam Fâzıl Mustafa Paşa, II. Almanya seferi için Sofyaya ulaşmak üzereydi. Burada Padişahın mührü ile samur kürkü aldı ve sefere devam etti. Baden markisi Ludwigin kumandasındaki imparatorluk kuvvetleri ile Osmanlı kuvvetleri Salankamende bir araya geldi. Ancak bazı Osmanlı kurmaylarının Kırım ordusunu beklemeden serdarı taarruza erken başlamaya ikna etmeleri, hem Fâzıl Mustafa Paşanın şehid olmasını ve hem de ordunun mağlubiyetini netice verdi (Ağustos 1691). Saadet Giray Hanın beceriksizliği ve Osmanlı kurmaylarının aceleciliği, hazır bir zaferi elden kaçırmıştı.

Köprülü-zâdenin yerine vasıfsız bir devlet adamı olan Arabacı Hoca Kadı Ali Paşa sadrazam yapıldı ve Almanya cephesi serdarlığına da yaşlı vezirlerden Koca Halil Paşa getirildi. 1691e kadar devam eden savaşta Almanlar bazı yenilgilere maruz kalınca, Türkçeyi iyi bilen Kont Marsigliyi sulh için gönderdiler ise de, anlaşma sağlanamadı.

Venedikliler de boş durmuyordu. Papalık ve Floransanın desteğiyle Giride kadar gelip Hanyayı kuşattılarsa da, Ağustos 1692 yılında büyük kayıplarla çekilmek zorunda kaldılar. Bu arada sadrazam Bozoklu Bıyıklı Mustafa Paşanın serdar-ı ekrem olarak sefere çıkması, Belgradı kuşatan Alman kuvvetlerinin Cafer Paşa tarafından perişan edilmesi ve Kırım Hanı Selim Girayın Erdele girmesi, Osmanlı kuvvetlerini epeyce ümitlendirdi. Ancak haçlı kuvvetlerini arkasına alan Venediklilerin Eylül 1694de Sakız Adasını teslim almaları İstanbulu endişeye düşürdü. Bu sıkıntıya dayanamayan II. Ahmed, Sakızın geri alınışını göremeden Edirnede Şubat 1695 yılında vefat etti. 52 yaşındaydı. Bizzat kendisinin yazdığı Kurânı ve hatıra defteri ile meşhur olan II. Ahmed, Arapça ve Farsçaya mükemmel denecek kadar vâkıftı. Devlet meseleleri ile diğer iki ağabeyinden daha ilgiliydi.
Tek bir kadın efendisi bilinmektedir ki, Râbia Haseki Sultândır ve Haseki Sultân diye anılmaktadır. Çocukları ise şunlardır: 1- Âsiye Sultân. 2- Hatice Sultân. 3- Âtika Sultân. 4-Şehzâde Selim. 5-Şehzâde Abdullah. 6-Şehzâde Sultân İbrahim Hân .
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.