tarih notları (geniş anlatım) tarihle ilgili herşey bu başlık altında!

strawberry

Adanmış Üye
28 Ocak 2007
6,759
48
1830 İHTİLALİ
XVIII. Lui'nin yerine geçen kardeşi X. Şarl'ın, Fransa'da mutlakıyet kurmak istemesi üzerine, gazeteciler, işçiler, halk, üniversite öğrencileri isyan etmişler, X. Şarl krallıktan çekilmek zorunda kalmıştır.

Sonuçları :

Lui Filip, Fransa'da kral olarak, Fransızlar Kralı adını aldı
Fransa, meşruti krallık rejimine kavuştu.
Meclislerin kanun teklif etme hakları ve basın özgürlüğü kabul edildi.
Seçim kanunu yapılarak, seçim koşulları hafifletildi.
Belçika, Hollanda' dan ayrıldı.
Birleşik İsveç ve Norveç Krallığı, ayrı krallıklara dönüştü.
İngiltere' de Liberal parti, hükümet kurdu
İsviçre' de Liberal ve Demokratlar , yönetime geldiler
İspanya ve Lehistan' da Liberaller etkisini artırdı.

1848 İHTİLALLERİ
Bu ihtilallerin iki önemli nedeni vardır:
Birincisi: Milliyetçilik hareketlerinin ve liberalizmin gittikçe kuvvetlenmesi ve bunların bağımsızlığa dönüştürülmek istenmesi.
İkincisi: Sanayi inkılâbı ile işçi sınıfının ortaya çıkarak bir takım haklar istemesi.
1848 ihtilali Fransa'da başladı, ihtilalin patlak vermesinde liberallerin ve sosyalistlerin büyük etkisi oldu. Kral Lui Filip'in izlediği politika ihtilalin başlamasında etkili olmuştur. Zira Kral, işçi sınıfının sorunlarını çözmede ihmalkâr davranıyordu. Üstelik kişi hürriyetini kısıtlamış, şahsi iktidarını kuvvetlendirme yoluna gitmişti. Bu durum ihtilalin patlak vermesine neden oldu. Kral istifa etti. Fransa'da cumhuriyet ilân edilerek bütün Fransızlara seçim hakkı tanındı. Ölüm cezası kaldırıldı, esir ticareti yasak edildi. Bunlar gittikçe kuvvetlenen sosyalistleri tatmin etmedi. Yeniden karışıklıklar çıktı. Yeni kurulan meclis cumhuriyeti ilan etti. Lui Napolyon cumhurbaşkanı seçildi. Bir süre sonra meclisi kapatarak Fransa'da ikinci imparatorluğunu ilân etti.
DİĞER ÜLKELERDE 1848 İHTİLALLERİ:
a. Avusturya - Macaristan İmparatorluğunda: Meternich ve sistemine karşı halk ayaklandı. Yeni bir meclis kuruldu. Vergiler kaldırıldı, eşitlik ilân edildi. Meternich istifa etti. Macarlar ayrı hükümet kurdular. Fakat Rusya ile birleşen Avusturya kanlı bir şekilde Macar ihtilalini bastırdı ve yeniden Macaristan Avusturya'ya bağlandı.
b. İtalya'da: İtalya'da ulusal birlik için çalışmalara başladı. Piyemonte Krallığı önderliğinde bütün İtalya'da Avusturya'ya karşı bir hareket başladı. Fakat Avusturya İtalya ordusunu iki kez yenilgiye uğratarak İtalya'daki eski statüyü yeniden kurdu.
c. Almanya'da: Alman birliğini kurmak için başlayan hareket Berlin'de halk isyanına neden oldu. Kurulan Meclis yeni bir Anayasa için çalışmalara başladı. Yeni Anayasa kabul edilmiş böylece Almanya'nın birliği sağlanmış oldu. Fakat Avusturya'nın baskısı ile birliğin gerçekleşmesi bir süre daha gecikti.
Yeni anayasalar yapıldı. Demokratik yönetimler kuruldu.
d. İngiltere'de: İşçiler daha geniş haklar elde etmek için harekete geçtiler, fakat başarılı olamadılar.
e. Osmanlı İmparatorluğunda: Eflak - Boğdan'da ulusal birlik için hareketler başladı. Başarıya ulaşamayan bu hareket aynı zamanda Osmanlı - Rus ilişkilerinin bozulmasına yol açtı. Bu da Kırım Savaşını hazırlayan nedenlerden birisi oldu.
1848 ihtilallerinin Sonuçları:
1. Fransa'da önce Cumhuriyet ve bir süre sonra da İmparatorluk kurulmuştur.
2. İtalya, Prusya, Hollanda ve Belçika'da krallar uyruklarına bir takım haklar ve imtiyazlar vermek zorunda kalmışlardır.
3. Almanya ve İtalya’da birlik hareketleri için ilk esaslı adımlar atılmıştır.
4. Rusya bu ihtilallerden zarar görmemiştir.
5. Liberal yönetimler ağırlık kazanmışlardır.
6. Mutlakıyetler ya sona ermiş veya iyice yumuşamıştır.
7. Sosyalist ve komünist akımlar güçlenmiştir.
 

strawberry

Adanmış Üye
28 Ocak 2007
6,759
48
İtalyan Birliğinin Kurulması
Viyana Kongresi İtalya’yı yedi hükümete ayırmıştı. Piyemonte bunlar içerisinde en kuvvetlisi idi. Hepsi de mutlakıyetle yönetilmekteydi. Ülkenin bir kısmı Avusturya'nın işgali altındaydı. Halbuki Fransız İhtilaliyle birlikte İtalya’da milliyet ve hürriyet fikirleri yayılmağa başlamıştı. İtalyan aydınları ülkede birliği kurmak ve yabancı işgalinden kurtulmak istiyorlardı. Bu amaçla Karbonari adlı gizli cemiyetin etrafında birleşerek çalışmalara başladılar. Fakat başarılı olamadılar. İtalya birliğinin kurulması her şeyden evvel Avusturya'nın ülkeden çıkarılmasına bağlıydı. Ancak, İtalyan şehir devletleri bunu yalnız başına gerçekleştirecek güçte değildiler. Bunun için bir dış devletin yardımına ihtiyaç vardı. Piyemonte, Kırım Savaşı'na iştirak ederek Fransa'nın desteğini sağlamayı başardı. 1859 yılında yapılan savaşta Avusturyalılar mağlûp edildi. Bu zafer İtalya siyasi birliğine giden yolu açtı. İtalyan birliği 1870'de gerçekleşti. Roma yeni kurulan İtalya’nın başkenti ilan edildi. İtalya, siyasi birliğini kurduktan sonra sömürgecilik hareketlerine başladı. Kısa zamanda Avrupa politikasında söz sahibi devletlerden birisi oldu. Papalık siyasi gücünü kaybetti. Yalnız dinî nüfuzu kaldı.</B>

Alman Birliğinin Kurulması</B>

Viyana Kongresi'nde bir Germanya Konfederasyonu'nun kurulmasına karar verilmiştir. Merkezi Frankfurt'ta olan bu Konfederasyon, Avusturya'nın başkanlığında toplanan bir meclis tarafından yönetilecekti. Prusya bu Konfederasyon'un dışında kalacaktı.</B>

Bu yüzden Prusya ile Avusturya birbirlerine rakip hale geldiler ve sürtüşmeye başladılar. Prusya, Alman Birliği'ne hazırlık olmak üzere Alman şehir devletlerinin iştirakiyle gümrük birliğini kurdu. Alman Birliği'nin kurulmasında Prusya başbakanlığına getirilen Bismark'ın büyük katkıları olmuştur. Bismark devlet bünyesinde gerekli ıslahatları yaparak Prusya'yı güçlü bir yapıya kavuşturdu. Alman Birliği'nin kurulması Danimarka, Avusturya ve Fransa ile yapılan savaşlar sonunda gerçekleşmiştir.</B>

Fransa'nın Sedan'da kesin bir mağlubiyete uğratılması sonucunda Alman Birliği kuruldu (1871). Prusya Kralı l. Vilhelm Alman imparatoru oldu. Alman Birliği'nin kurulması uluslararası politika açısından önemli sonuçlar doğurdu. Viyana Kongresi'nden sonra kurulmuş olan Avrupa güç dengesi değişti. Fransa ve Avusturya etkinliklerini büyük ölçüde kaybettiler. Almanya Avrupa'nın kuvvetli devletlerinden biri oldu. Sömürgecilik hareketlerine başladı. Avrupa'da Bloklaşma başladı.</B>
 

strawberry

Adanmış Üye
28 Ocak 2007
6,759
48
ÜÇLÜ İTTİFAK - ÜÇLÜ İTİLAF
Alman Birliği'nin kurulması Avrupa dengesinde önemli değişikliklere neden oldu. Almanya Fransa'nın kendisinden intikam alacağından endişe ederek onu yalnız bırakma yollarını aradı. Bu amaçla 1872'de Rusya, Avusturya ve Almanya imparatorlukları Berlin'de toplanarak üçlü imparator birliği'ni kurdular. Bu birlik kısa zamanda dağıldı. Berlin Kongresi'nde birlik bozuldu. Rusya'nın ayrılmasıyla Almanya, İtalya ile yakınlaşmaya çalışarak, İtalya ile Avusturya arasındaki anlaşmazlıklar gidermiştir. Böylece bu üç devlet üçlü ittifakı kurdular (1883).
Üçlü ittifakın kurulması üzerine Fransa ile Rusya arasında da buna benzer bir bağlaşma yapıldı. Daha sonra İngiltere’de Alman korkusundan bu gruba katılarak üçlü ittifaka karşı yeni bir birlik doğmuştur (1907).</B>
 

strawberry

Adanmış Üye
28 Ocak 2007
6,759
48
LEONARDO DA VINCI
leonardo_portre.gif

Leonardo da Vinci, dünya tarihinin "en anlaşılamamış" dehalarından biriydi.... Yüzlerce icat yaptı, binlerce taslak çizdi... Ama, çizimlerindeki araçların ne olduğu yüzyıllarca anlaşılamadı.... Bugün, İtalyan tasarımcı Sergio Milanesi, Leonardo'nun taslaklarının çeşitli uzmanlar ve kurumlar tarafından yanlış yorumlandığını ve bazı ayrıntıların gözden kaçırıldığını iddia ediyor...

Dünyanın en zengin insanlarından biri olan Microsoft'un yaratıcısı Bill Gates, bir süre önce Rönesans dünyasının en büyük dahilerinden Leonardo da Vinci'nin taslaklarını satın aldı.
tasarimlari_yazi.gif
leonardovinci_1.JPG

Yaylı sistemle çalışan motor, Leonardo'nun en önemli buluşlarından biriydi ama uzun süre tarihçilerin gözünden kaçmıştı.

Milanesi'nin, da Vinci'nin taslaklarından hareketle çizdiği dizayn, Floransa Müzesi'nde sergilenen örnekten farklı olarak ustanın düşündüğü tüm parçaları kapsıyor. Bu otomobil mekanizmasında Leonardo büyük olasılıkla motoru üst bölümde, güç dağılımını aksesuarlarını da alt bölümde öngörmüştü... İlk otomobil ise Leonando'nun ana çizimlerini yapmasından tam 4 asır sonra, 1895'te üretildi.
leonardovinci_2.JPG
Paraşüt modeli

Materyal olarak tüm taslaklarda olduğu gibi tahta kullanmıştı. Ancak çizimlerde görülen yön dümeni, ipleri ve piramit biçimiyle, bundan 5 asır önce düşündükleriyle bugünkü modern paraşüt arasında çok büyük farklılık görülmüyor. Ünlü dahinin ardından insanoğlu ilk paraşüt örneğini 1797 yılında gerçekleştirdi. ama modern paraşütün doğumunu görmek için yüzyılın başlarına kadar beklemek gerekti.
leonardovinci_3_2.JPG
Önceleri uzmanlar onun (yandaki resim) bir kar kayağı olduğunu sanmışlardı. Ancak Milanesi, bu tahta alet taslağının bugünkü su kayaklarına daha yakın olduğunu ileri sürüyor.
leonardovinci_4.JPG
Denizci bir toplumun üyesi olarak Vinci, savaş sırasında düşman gemilerine görülmeden yaklaşma tekniklerini geliştirme konusunda da uğraşmıştı. Bunun için askerlerin kullanacağı dalgıç giysilerini dizayn etmişti. Bu giysinin su yüzeyinde kalan bölümü nefes almayı sağlıyordu. İki ayrı tüp ile dalgıca takılacak depolara hava pompalıyordu.
leonardovinci_6.JPG

Leonardo denizlerle, göllerle ve dalgaların hareketleriyle özel olarak ilgilenmişti. Bu çalışmaların sonucu tahtadan yapılmış ve suyun içindeki kişinin koltuklarının altına yerleştirilen bir alet geliştirmişti. Bu aletin bugünkü can simitlerine benzerliği şaşırtıcı....
Leonardo, el yazmalarında bisiklet taslağı da geliştirmiş ve onun nasıl çalışacağını da açıklamıştı....
leonardovinci_5.JPG
Leonardo da Vinci geliştirdiği "perspektif ölçüm aleti"nin taslağında sistemin en basit ve en karmaşık mekanizmalarını en ince ayrıntılarına kadar belirtmişti. Usta için, pratik yararlılığın yanısıra estetik de çok önemliydi....
Tanklar, silahlar ve çakmaklar...
leonardovinci_8.JPG
Leonardo, hükümet büyükleri için bir çok savaş aleti de icat etmişti. Bunlardan biri, tankın ilk versiyonu sayılabilecek zırhlı araçlardı. Yanda görüldüğü gibi, her iki şafttaki tekerleklerin iç tarafına dişliler yerleştirmişti. Bu sistem, zırhlı aracın ön ve arka tekerleklerinin ters yönlerde hareket edebilmelerine olanak tanıyarak araca olduğu yerde dönebilme kabiliyeti sağlıyordu. Bu tank silah taşıyabilecek şekilde tasarlanmamıştı. Ancak teknisyenlerinden Giuilo Tedesco ile birlikte "tekerlek kilidini" bulmuştu. Bu icadın kendi devrindeki ilk silahlarda kullanıldığını görecek kadar yaşadı. Ama keşfi, asırlar öncesinden günümüze geldi; bugün çoğumuzun elindeki çakmaklarda kullanılıyor.
Leonardo, teknik açıdan aracın kolaylıkla havalanabilmesi için aracını tek kişi taşıyacak şekilde dizayn etmişti.
Leonardo'nun bugünkü helikopterlere çok benzeyen modeller çizmiş olması, yaşadığı yüzyılın çok ilerisinde olduğunun en somut göstergesi...

Bugün helikopter sanayiindeki karşılaşılan tasarımların çoğunun, o dönemde Leonardo'nun düşündüklerine çok benziyor olması ilgi çekici. (Bu sayfada kullanılan resim ve yazılar FOCUS dergisinin Ekim 1998 tarihli sayısından alınmıştır.)
 

strawberry

Adanmış Üye
28 Ocak 2007
6,759
48
ANADOLU MEDENİYETİNİN ÖZELLİKLERİ
ANADOLU: (Küçük Asya) Tarih boyunca bir çok göç ve istilaya uğramıştır.
Neden?:
1- Üç tarafının denizlerle çevrili oluşu, Avrupa ve Afrika arasında deniz ve karadan kolayca bağlantı kurulması
2- Olumlu iklim şartları, verimli toprakları bol su kaynaklarına sahip olması

ANADOLU'DA UYGARLIK NEDEN GELİŞMİŞTİR?
1- Göçler ve istila amacıyla gelen topluluklar sahip oldukları kültür ve medeniyeti Anadolu'ya taşıdılar.
2- Anadolu'nun Mısır, Ege ve Yunan Medeniyetlerine yakın bir konumda olması bu medeniyetlerden etkilenmesini sağlamıştır.

ANADOLU MEDENİYETLERİ: Anadolu'da kurulan uygarlıklar sırasıyla şunlardır:
1) Hititler, Frigler,Lidyalılar, İyonlar, Urartular (MÖ 2.bin-Mö.600 yılları arasında)
2) Persler (M.Ö 543-333)
3) İskender İmparatorluğu
4) Roma İmparatorluğu
5) Bizanslılar (395-1071)
6) Türkler (1071-....)

KÜLTÜR VE MEDENİYET

DEVLET YÖNETİMİ:

1)- Anadolu'da kurulan bu devletler genellikle krallıkla yönetilmiştir. Kral hem başkomutan, hem baş yargıç, hem de baş rahipti.

NOT: Bu durum kralın siyasi, askeri ve dini gücü elinde bulundurduğunu gösterir. Ayrıca kralın başrahip oluşu laik olmayan bir anlayışı yansıtmaktadır.
2)- Hititlerde asillerden oluşan PANKUŞ denilen bir meclis vardı. Bu meclis kralın yetkilerini kısıtlıyordu.
3)- Hititlerde kraldan sonra en yetkili kişi TAVANANNA denilen kraliçeydi.
4)- İyonyalılar merkezi krallık yerine SİTE denilen şehir devletleri halinde yaşamışlardır.

DİN VE İNANIŞ:
1)- Anadolu'da çok tanrılı inanış mevcuttu.
2)- Hititler kendi tanrılarından başka Ön Asya tanrılarına, Lidyalılar da Yunan tanrılarına tapınmışlardı.

NOT: Bu durum Anadolu'da dini etkileşimi yansıtmaktadır.
3)- Urartular ölümden sonra hayata inanmışlardı. Bu yüzden mezarlarını ev ve oda biçiminde yapıp içine çeşitli eşyalar koyuyorlardı.
4)- Friglerin en büyük Tanrıları KİBELE 'dir.
5) Efeste'ki ARTEMİS tapınağı İyonlara aittir.
6) Urartular'da kral ülkeyi savaş tanrısı HALDİ adına yönetirdi.

SOSYAL VE EKONOMİK HAYAT:
1)- Halk genellikle Asiller, Rahipler, Hürler ve Köleler olarak sınıflara ayrılmıştı.
2)- Anadolu'da ekonomik hayatın temelini tarım, ticaret ve hayvancılık oluşturuyordu.
3)- Urartular madencilik ve maden işletmeciliğinde ileri gitmişlerdi.
4)- Lidyalılar ticarette geliştiler. Tarihte PARA'yı ilk kez kullanan Lidyalılar'dır.
5)- İyonlar deniz ticaretinde gelişmişlerdi.
6)- Lidyalılar Efes'ten başlayıp, Mezopotamya'daki Ninova'ya kadar uzanan KRAL YOLU'nun açılmasında etkili oldular.

YAZI, DİL VE EDEBİYAT:
1)- Anadolu'ya yazı Asurlular tarafından getirilmiştir. Hititler ve Urartular Asurlulardan aldıkları ÇİVİ yazısını ve kendi buluşları olan HİYEROGLİF(resim yazısı) yazısını kullandılar.
2)- İyonlar ve Lidyalılar Fenike yazısını kullandılar. Fenike yazısını batıya aktaran İYONLAR olmuştur.
3)- Hititler krallarının hayatlarını anlatan ANAL adını verdikleri yıllıkları hazırlayarak, tarafsız TARİH YAZICILIĞI'nı başlatmışlardır.
4)- Hititler, Mısırlılarla tarihte bilinen ilk antlaşmayı (KADEŞ ANTLAŞMASI) imzaladılar.(MÖ.1280)
5)- İyon Edebiyatının en önemli eseri Homeros'un "İlyada ve Odesa destanı" dır.

HUKUK:
Anadolu'da kanunlar Mezopotamyadaki gibi kısasa kısas değildi.

BİLİM VE SANAT:
1)- Hititler kayaları düzleştirerek, tanrı kabartmaları yapmışlardır. (İvriz ve Yazılıkaya Kabartmaları Hititlere aittir.)
2)- Urartular kaleler ve su kanalları ile ünlüdür. (Toprakkale, Çavuştepe, Patnos ve Kayalıdere kaleleri)
3)- İyonlar bilim ve sanatta gelişmişlerdir. Matematikte Tales ve Pisagor, Tarihte Heredot, Tıpta Hipokrat, Felsefede Diojen)
4)- Hititler ve Frigler dokumacılıkta ileri gitmişlerdir. Frigyalılar TAPETES adı verilen halı ve kilimleri ile ünlüdürler.

 

strawberry

Adanmış Üye
28 Ocak 2007
6,759
48
HİTİT MEDENİYETİ

hititler.jpg


HİTİTLER
Hititler ile ilgili bilgilerimiz daha bu yüzyılın başlarına dayanır. Ondokuzuncu yüzyılın sonlarına kadar, Hititlerin tarihiçindeki konumu bilinmiyordu. Gerçi Mısır metinleri ve Tevrat bir kavimden söz ediyordu ama bu kavmin Anadolu kökenli olabileceği kimsenin aklına gelmemişti.

İç Anadolu’nun İlk Çağ tarihi ile ilgili yapılan araştırmalar, On dokuzuncu yüzyılda buraları gezen Charles Texier, William Hamilton gibi gezginlerin izlenimlerinden öteye gitmemiştir.

Daha sonra “Yozgat Tabletleri” adı verilen , Boğazköy arşivine ait eserle bulunmuş ve ünlü Çek bilgini Hronzy tarafından 1917 yılında çözülmüştür.

Bu tabletlerde Anadolu’nun bu bölgesinden Hatti Ülkesi diye sözedildiği görüldüğünden bu uygarlığı yaratanlara , Tevrat’taki isimle de uyuşturarak Hititler denmiştir.

Hititleri tanımak Anadolu uygarlığını, hatta Anadolu’nun bugününü tanımak demektir.

Anadolu toprakları üzerinde Hittiler’in mirasçısı olan bizler , bu kültürü tanıdıkça, inançlarını öğrendikçe, bugünkü kültürümüzü daha iyi anlayabiliriz.

M.Ö. yaklaşık 1750'den sonra Orta Anadolu'da bir krallık, M.Ö. XIV. ve XIII. yy'larda da Yakındoğu'nun büyük bölümünü egemenliği altına alan güçlü bir imparatorluk kurmuş olan Hint-Avrupa kökenli eski halktır. Başlangıçta Karadeniz'in kuzeyinde göçebe hayvancılıkla geçinen bir halk olan Hititler, M.Ö.2300'de Anadolu'ya göçerek, daha önce bölgeye yerleşmiş olan Hattilerle kaynaştılar. M.Ö.1640'a doğru kral Labarna l (ya da Tabarna), krallığını Akdeniz'e kadar genişletti (Tabarna adı, sonraki bütün hükümdarlar tarafından krallık unvanı olarak benimsendi; eşi Tavanana'nın adı da kraliçelerin unvanı oldu). Bu arada Suriye'de ve Mezopotamya'nın bir bölümünde, Hint-Avrupa kökenli başka devletler de kurulmuştu. Aralarından en güçlüleri, Mitanniler ile Halepliler'di. Labarna'nın oğlu Hattuşili l, krallığın merkezini Hattuşaş'a (Boğazköy) aktararak, Eski Krallık Dönemini başlattı. Halep'e savaş açtıysa da, büyük başarı sağlayamadı. Oğlu Murşil l'se, Halep'i ele geçirip, Hammurabi'nin kurmuş olduğu Babil sülalesine son vermeyi başardı. Hitit Krallığı, M.Ö. XVIII. yy'ın ikinci yarısından, M.Ö. XVI. yy'a kadar sık sık iç ve dış savaşlarla çalkalandı. Ünlü krallarından Telipinu, imparatorluğu yeniden düzenlemeye çalıştıysa da, başarıya ulaşamadı. Tuthalya II'yse, Hurri-Mitanni ve Halep krallıklarına büyük bir darbe indirip, M.Ö.1440'a doğru Yeni Krallık Dönemini başlattı.

M.Ö.1371 'e doğru tahta çıkan Hititlerin en büyük hükümdarı Şuppiluliuma, bazen kaba kuvvete, bazen de diplomasi oyunlarına başvurarak yurdunu askerlik ve siyaset açısından Ortadoğu'nun en güçlü ülkesi haline getirmeyi başardı, Hurri-Mitanni Krallığı'nı da parçaladı. Ayrıca Mısır'a bir sefer düzenleyerek, ilk Hitit-Mısır çatışmasını başlattı. Yerine geçen oğlu Murşil II (M.Ö.1344'e M.Ö.1315), babasının izinden yürüyüp, birçok başarılı sefer düzenleyerek egemenliğini yaygınlaştırdı. Murşili'nin oğullarından Muvatallis'in, Ramses lI'yle Suriye'yi paylaşarak, Mısır tehlikesini önlemesinden sonra öbür oğlu Hattuşili III'de, Ramses II'yle M.Ö.1283'te, her iki krallığın saygınlık ve etkisini artıracak bir antlaşma (tarihte bilinen en eski yazılı antlaşma olan Kadeş Antlaşması) imzaladı. Yerine geçen oğlu Tuthalya IV, çeşitli savaşlarla topraklarını batıya doğru genişletti. Bütün bu başarılara karşın, Hitit imparatorluğu M.Ö.1190'a doğru "Deniz Halkları" adı verilen halklar tarafından ortadan kaldırıldı ve yerinde küçük krallıklar kuruldu. Zaman içinde yıkılan bu Hitit kent devletlerinin sonuncusu olan Kargamış devleti de, M.Ö.717'de Asur kralı Sargon lI'ye boyun eğmek zorunda kaldı.

Hitit uygarlığında şiddet yerine hoşgörü egemendi. Adalet işleri kısasa kısas yerine, cezayı ödeme ilkesine göre işlerdi. Kadınları, yarı kölelikten kurtulmuş, büyük saygınlık kazanmıştı. Akkad, Sümer ve Hitit dilinde yazılmış tabletler yardımıyla uzun çalışmalardan sonra çözülen Hitit hiyeroglifleri, eski Hattuşaş'ta (Boğazköy) pek çok metnin anlaşılmasını sağlamıştır. Gene belgelerden öğrenildiğine göre Hitit halkı, bir tapınağa, bir saraya ya da beylik topraklarına bağlı, ama özgürdü. Soylu diye adlandırılabilecek kesim, genellikle krallık soyundan gelenlerden oluşuyordu ve üyeleri, sarayda askeri ve yönetici işlerle görevliydiler.

Tanrının "sevgili kulu" sayılan kral, hem siyasal önder, hem de din adamıydı. Kralın yanı sıra kraliçenin de dinsel törenlerde önemli görevleri vardı. Hükümdarlar öldükten sonra tanrılaştırılırdı. Hititlerin dini, yabancı tanrılara da açık, bağdaştırıcı nitelikte bir dindi, imparatorluk döneminde, ilkel tanrılar (verimlilik, fırtına, güneş ve cehennem tanrıları) ile büyük önem taşıyan eski totemlere (boğa, aslan, geyik) aynı derecede saygı gösterilirdi.



HATTİLER
Hititler’i incelemeye başlamadan önce, Hitit göçlerinden önce aynı yerlerde uygarlık kurmuş olan ve Hititler’i büyük ölçüde etkilemiş olan Hatti uygarlığını incelemek gerekmektedir.

Yaklaşık MÖ 2500-1700 yılları arasında Anadolu’da büyük bir uygarlık oluşturmuş Hattiler hakkında bilgilerimiz oldukça sınırlıdır.

Hattiler Anadolu’nun yerli halkı olarak kabul edilmekle beraber, göçlerle geldiklerini – hatta Türk kökenli olduklarını- savunanlar da vardır.

Yapılan araştırmalar Hititler’in uygarlık ve inanç/mitoloji bakımından Hattiler’den oldukça etkilendiklerini ortaya koymuştur.

Hititler kendilerini başka isimle anmalarına rağmen, ülkelerine Hatti ülkesi demeleri ve din ile ilgili tabletlerde rahibin Hatti dilinde konuştuğunu belirtmeleri bu etkiyi göstermektedir. Ayrıca özel isimlerin bir çoğu da Hatti dilinden gelmektedir.

Hatti uygarlığına ait en önemli eserler Alacahöyük’te bulunmuştur. 1935’de Atatürk’ün himayesinde başlayan kazılarda bugün Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenen güneş kursları, heykelcikler, altın kupalar bir çok eser bulunmuştur.

Yapılan kazılarda ölülerin hocker pozisyonunda bulunması (ana rahminde olduğu gibi, cenin vaziyetinde) , toprak ve yeniden dirilme kültlerini varlığını, dolayısıyla da ana tanrıça kültünün varlığını göstermektedir.

Bir başka buluntu yeri de Tokat Horoztepe’dir. Burada da ana tanrıçaya ait idoller ve tören zilleri bulunmuştur. Ancak buluntuların büyük bölümü yurt dışına kaçırılmıştır.

Hattiler’e ait süsleme ve bezeme şekillerinin Anadolu’nun bir çok yerinde görülmesi bu uygarlığın ne kadar yayılmış olduğunu ve önemini göstermektedir.

Hatti halkı, hayvan biçimli tanrıların kültünü geliştirmiş, özellikle de boğa en önemli simge olmuştur. Boğa ile gök/güneş kurslarının birlikteliği boğa/gök ilişkisini düşündürtmüştür. Buna göre boğa en büyük gök tanrıyı temsil etmektedir.

Hattiler Hititler’le kaynaşmış, Hatti uygarlığı Hitit uygarlığı içinde yaşamaya devam etmiştir.



Hitit Krallıklar Dönemi
ESKİ KRALLIK
I.HattuşiliM.Ö.1660-1630I.MurşiliM.Ö.1630-1600I.HantiliM.Ö.1600-1570I.ZidantaM.Ö.1570-1560AmmunaM.Ö.1560-1540I.HuzziyaM.Ö.1540-1535TelipinuM.Ö.1535-1510AlluvamnaM.Ö.1510-1500II.HantiliM.Ö.1500-1490II.ZidantaM.Ö.1490-1480II.HuzziyaM.Ö.1480-1460

BÜYÜK KRALLIK
Tuthaliya M.Ö.1460-1440I.ArnuvandaM.Ö.1440-1420II.Hattuşili M.Ö.1420-1400II.TuthaliyaM.Ö.1400-1380ŞuppiluliumaM.Ö.1380-1345II.ArnuvandaM.Ö.1346-1345II.MurşiliM.Ö.1345-1315Muvatalli M.Ö.1315-1282III.Murşili(Urhi-Teşup)M.Ö.1282-1275III.HattuşiliM.Ö.1275-1250III.Tuthaliya M.Ö.1250-1220III:ArnuvandaM.Ö.1220-1200II. ŞuppiluliumaM.Ö.1200-1190</B></STRONG>


DEVLET YÖNETİMİ
Hititlerin başında büyük kral ünvanını taşıyan bir hükümdar bulunuyordu. Krallık babadan oğula geçmekteydi. Kral aynı zamanda başkomutan, baş yargıç ve baş rahipti. Kralın yanında Pankuş denilen bir tür asiller meclisi de yönetimde söz sahibiydi. İlk zamanlarda kralın yetkileri meclis tarafından sınırlandırılmıştı. Ancak imparatorluk döneminde meclisin yetkileri azalmıştır.

Kraldan sonra devlet yönetiminde en yetkili kişi Tavananna denilen kraliçeydi. Tavananna, kral sefere çıktığı veya oğlu küçük yaşta kral olduğu zaman devlet işlerini yürütür, dini törenlere başkanlık ederdi.

Hitit devlet yönetiminin temelini feodal tımar sistemi oluşturmaktaydı. ilk zamanlarda fethedilen toprakların yönetimi prenslere verilmiş, böylece küçük krallıklar ortaya çıkmıştır. Yeni krallık zamanında feodal beylikler kaldırılmış, yerine valiler gönderilmiştir. Böylece devletin merkezi otoritesi güçlenmiştir.



ORDU
Hititlerin ilk zamanlarında daimi ordu yoktu. Eli silah tutan bütün erkekler asker sayılırdı. Ancak Hititlerin dört tarafından düşmanla sarılmış olması ve beyliklerin sık sık ayaklanmaları sonucunda imparatorluk döneminde sürekli ordu kurulmuştur.

Hitit ordusunun büyük kısmı yaya askerlerden oluşuyordu. Yaya askerlerin yanı sıra savaş arabalarını kullanan askerler de bulunuyordu. Ayrıca asiller kendilerine verilen toprakların gelirleriyle asker beslemek ve savaşa katılmak zorundaydı. Hititler bazı savaşlarda ücretli askerlerden de faydalanmışlardır.



HUKUK
Hitit hukuk sistemi Sümer kanunlarından etkilenerek hazırlanmıştır. Eski Mısır ve Mezopotamya gibi Hititler de adalet kavramını güneşle sembolize etmiştir. Sümerlerde olduğu gibi Hititlerde de mülkiyet hakkı güvence altına alınmıştır. Hititler aile hukukuna ve ceza hukukuna büyük önem vermişlerdir. Yaptıkları medeni kanunla evlilik resmi bir sözleşme olarak kabul edilmiştir.



HİTİT MİTOLOJİSİ
Hititlerde özgün bir mitolojiden söz etmek oldukça güçtür. Hitit efsaneleri çok güçlü o bir şekilde Hurri, Hatti ve Mezopotamya etkisinde kalmıştır. Hititlerden günümüze gelen efsanelerde bu etki açıkça görülmektedir. Ancak bir başka gerçek de Hitit efsanelerinin Yunan mitolojisine kadar sürekliliğini koruduğudur.

Günümüze gelen belli başlı Hitit mitoslarına göz atarsak bu etkileri daha iyi görebiliriz.

Kaybolan Tanrı Efsaneleri

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Hititler bir çok doğa olayını tanrılara bağlamakta, ancak onları, insan şekilli (antropomorfik) olarak düşünmekteydiler.

Buna göre bir tanrı canı isterse çekip gidebiliyordu. Ancak tanrının gitmesiyle ona bağlı olan doğa olayları da etkileniyordu.

Ele geçen metinlerden biri de Fırtına tanrısının oğlu Telipinu’nun kaybolması ile ilgili olandır. Hatti kökenli bu efsanenin kahramanı Telipinu aslında bir tarım tanrısıdır. Tohum ekmek, tarla sürmek, sulamak, ürünü yetiştirmek ve toplamak gibi tarım işleri ile ilgilidir. Doğal olarak bu tanrının kaybolması bütün hayatı etkilemiştir. Farklı versiyonlardan derlenen efsanenin ilginç bir konusu vardır.

Tanrı o kadar sinirlidir ki elbisesini ve ayakkabılarını ters giyecek kadar sinirlenmiştir ve fırlar gider. Tanrının gitmesiyle beraber ülkede her şey değişir. Sıkıntılar başlar :

“ Pencereleri sis doldurdu, evi duman doldurdu. Ocakta odunlar boğuldu, ağılda koyunlar boğuldu. Koyun kuzusunu istemedi, inek buzağısını istemedi.[…] Arpa ve buğday yetişmez oldu, sığırlar koyunlar ve insanlar gebe kalmadılar, gebe kalanlar ise doğurmadılar. Dağlar kurudu, ağaçlar kurudu ve çiçek açmaz oldu; otlaklar kurudu, kaynaklar kurudu.”

Tanrının gidişi o kadar etkili olmuştu ki diğer tanrılar da bundan etkilenmişti, hatta bütün tanrıların katıldıkları bir ziyafette yiyip içmelerine rağmen açlık ve susuzlukları geçmemişti. Bu pasajın açıklaması şu şekilde olabilir , burada tanrıların yemesi ve içmesi kendilerine sunulan sunular olabilir, ancak bu sunuların fayda etmedikleri görülmektedir.

En sonunda Fırtına tanrısının aklına oğlu Telipinu gelir ve iyi olan herşeyi alıp ***ürdüğünü söyler, ve yüksek dağlarda Telipinu’yu araması için kartalı gönderir. Ancak kartal Telipinu’yu bulamaz. O zaman bütün tanrıların annesi tanrıça Hannahanna Fırtına tanrısı’na bizzat aramasını söyler. Ancak fırtına tanrısı da başarılı olamaz. Hannahanna en sonunda bir arı gönderir. Arı sonunda tanrıyı bulur ve onu sokarak uyandırır (bu bölüm değişik versiyonlarda farklıdır). Telipinu daha da öfkelenir . En sonunda bir ayin yaparak öfkesini dindirmeye karar verilir. Bu işi büyü tanrıçası Kamrušepa yapar:

“ Ey tanrılar gidin! Şimdi tanrı Hapantali için Güneş Tanrısı’nın koyunlarını güdün. Telipinu’nun Karaš-hububatlarını[1] iyileştirebilmem için on iki koç seçin. Bin küçük deliği olan bir sepeti kendim için aldım. Ve onun üstüne ben karaš-hububatı ve Kamrušepa’nın koçlarını döktüm. Ve ben Telipinu’nun üzerinde, şurasında burasında ateş yaktım. Ve onun kötülüğünü Telipinu’nun vücudundan aldım. Onun günahını aldım. Onun kızgınlığını aldım. Onun hiddetini aldım. Onun dargınlığını aldım. Onun küskünlüğünü aldım. […] Telipinu hiddeti bırak. Öfkeyi bırak. Küskünlüğü bırak. Ve kanaldaki su nasıl geriye akmazsa, Telipinu’nun hiddeti, öfkesi ve küskünlüğü aynı şekilde geri gelmesin. […] Telipinu’nun hiddeti, öfkesi, günahı ve küskülüğü gitsin. Ev onu bıraksın. İçindeki...ondan kurtulsun. Pencere ondan kurtulsun. Menteşe[ondan kurtul]sun. İç avlu ondan kurtulsun. Şehir kapısı ondan kurtulsun. Kapı ondan kurtulsun. Kral yolu ondan kurtulsun. Meyve bahçesine, tarlaya ya da ormana o girmesin. (Karanlık) toprağın Güneş tanrısının yoluna o gitsin. Kapıcı yedi kapıyı açtı. Yedi (kapı) sürgüsünü çekti. Karanlık toprağın altında bronzdan palhi kapları durur. Kapakları kurşundandır. Tutamakları ise demirdendir. İçlerine giren bir şey, bir daha geri çıkamaz. İçlerinde mahvolur. Bundan dolayı onlar Telipinu’nun hiddeti, öfkesi, günahı ve küskünlüğünü yakalsın ve onlar (buraya) geri dönmesin.”

Sonuçta bu büyü etkili olur . (Başka versiyonda bu büyüyü bir insan yapmıştır.) Telipinu’nun öfkesi diner ve evine döner. Böylece ortaklık yatışır ve eski haline döner.

Bu efsanaye çok benzeyen bir de Fırtına Tanrısı’nın kaybolması efsanesi vardır. Ancak ikisini aynı efsanenin değişik anlatımları olarak kabul edebiliriz.

Bu efsanelerin dışında Güneş Tanrısı’nın, Hannahanna’nın ve başka tanrıların da kayboluş mitosları vardır. Ancak bunları aynı efsanelerin farklı yorumları olarak düşünebiliriz.

Bu konuya dahil edebilceğimiz ilginç bir motif de Ay’ın düşme mitosudur. Hatti kökenli bu mitosun bir ay tutulmasını mı anlattığı yolksa farklı bir ritüelden mi bahsettiği bilinmemektedir :

“ Kaşku (Ay tanrısı) gökten düştü. Şimdi o Kilammar (tapınak) üstüne düştü. Ancak onu kimse görmedi. Şimdi tanrı (Gök/Fırtına tanrısı) onun arkasından yağmur saldı. Ve arkasından yağmur sağanakları gönderdi.Onu korku aldı. Hapantalli aşağıya onun yanına gitti, o zaman onunla konuştu. Gidiyor musun? Ne yapıyorsun? “



İlluyanka Efsanesi

Hatti kökenli en önemli mitoslardan biri de Fırtına tanrısı ile yılan arasındaki savaştır. Bu mitosun izleri daha sonra kendini Apollon ya da Saint George mitoslarında da gösterir. Belki de izleri daha da derindir . Bu konuda İsmet Zeki Eyüboğlu şöyle yazmaktadır:

“ Bugün Anadolu halk masalları içinde, İlluyanka ile devlerin savaşını işleyen bir çok öyküler, gerçeküstü olaylar vardır. Yılanlarla kartalların savaşını içeren bütün masalların kaynağı budur. Kimine göre çok büyük bir devdir İlluyanka. Yalnız adı değişmiş, Anadolu türkçesinde ejder olmuştur. Halk ona ejderha diyor. […] İlluyanka başka başka ülkelerin halk anlaışlarına, dini inanışlarına göre nitelikler kazanmış. Anadoluda büyük bir yılan olarak nitelendirilen Şahmeran, onunla ilgili olalar, boğuşmalar bu eskiçağ anadolu masalının değişikliğe uğramış kalıntılarıdır. “

Bazı yorumcular bu efsanede sözü geçen yılanın öldürülmesi motifinin baharın, kışı yenmesi şeklinde yorumlanması gerektiğini belirtmişlerdir. Bütün kültürlerde hemen hemen tanrının yılanı öldürmesi motifi olması bize bu sembolün ezoterik bir açıklaması da olabileceğini düşündürtmektedir.

Bu efsane, bahar bayramı olan Purulliyaş törenleri sırasında da anlatılıyordu. Ele geçen tabletlerde efsane şöyle başlar :

“ Nerik şehri Fırtına Tanrısı [Merhemli rahibi] Kella’ya göre (bu) göğün Fırtına Tanrısı’nın […] için Purulli (festivali) metnidir (sözleridir). Onlar şöyle konuştuklarında : “Ülkede büyüme (bolluk) ve gelişme (bereket) olsun. Ve eğer (gerçekten ülkede) büyüme ve gelişme olursa, onlar Purulli festivalini kutlar. “

Efsane bu sözlerden sonra dev yılan Illuianka/İlluyanka ile Fırtına tanrısının savaşı ile başlar ve Fırtına tanrısı yenilir. Bunun üzerine Fırtına tanrısı bütün tanrıları toplar ve yardım ister.

Tanrıça İnara buna bir çözüm düşünür ve bir festival düzenler. Daha sonra tanrıça Ziggarata şehrine giderek burada Hupašiia adında bir ölümlü ile anlaşır ve planın anlatır. Hupašiia, karşılığında tanrıça ile yatmak koşulu ile bunu kabul eder.

İnara daha sonra süslenerek yılan İlluianka’nın deliğine gider ve onu festivale çağırır. Deliğinden çocukları ile çıkan İlluianka oradaki içkilerin çoğunu içer ve sarhoş olur, hatta deliğine de geri dönmek istemez. Hupašiia yılanı bir ip ile bağlar. Fırtına tanrısı da İlluianka’yı öldürür. Böylece Fırtına tanrısının sorunu çözüme bağlanır.

İnara ise Hupašiia için Tarukka şehrinde kaya üzerine bir ev inşa eder ve onu oraya yerleştirir. Ancak karısını ve çocuklarını görmemesi için Hupašiia’nın pencereden bakmasını yasaklar. Ancak yirmi gün geçince Hupašiia pencereden bakarak karısını ve çocuklarını görür ve İnara’ya eve dönmek istediğini söyler. İnara da Hupašiia’ı öldürür.

Bu efsanenin ele geçen bir veriyonu daha vardır.

Bu versiyonda da efsane, İlluianka’nın Fırtana tanrısını yenmesi ile başlar. Ancak bu kez İlluianka Fırtına tanrısının kalbini ve gözlerini de alır.

Fırtına tanrısı daha sonra fakir bir adamın kızı ile evlenir ve bir oğlu olur. Oğlan büyüdüğünde İlluianka’nın kızını alır. Fırtına tanrısı öcünü almanın peşindedir :

“ Fırtına tanrısı ona (oğluna) sürekli olarak şöyle emreder : «Karının evine (yaşamaya) gittiğinde (başlık parası olarak) kalbi(mi) ve gözleri(mi) onlardan iste.» “

Oğlu Fırtına tanrısının istediğini yapar ve gözleri ile kalbini geri alır. Bunun üzerine yeniden İlluianka ile döğüşe tutuşur. Ancak bu kez oğlu da yılandan yanadır.

Fırtına tanrısı İlluianka’yı ve kendi öz oğlunu öldürür.

Bu iki versiyonda da ortak nokta Fırtına tanrısının yılanı öldürmesidir. Bu efsane daha da önce belirttiğimiz gibi farklı kültürlerde farklı şekillerde yaşamıştır.


Kumarbi Efsanesi

Hurri kökenli bu efsane, daha sonra Yunan mitolojisinde de izleri görülecek ilginç bir efsanedir.

Bu destan bir kaç kompozisyon halinde işlenmiştir. Ancak tablelerin çoğunda büyük kırıklar olduğu için parça parça günümüze gelmiştir.

Bu efsane , Hesiodos’un Theogonia’sını andıracak biçimde tanrı soyarından bahsetmektedir.

“ İlk (eski) tanrılar, […] kuvvetli tanrılar işitsinler : […] Geçmiş yıllarda Alalu (gökyüzünde) kral idi. Alalu tathta oturuyordu. Ve tanrıların önde geleni, güçlü Anu, (hizmetçi olarak) onun huzurunda duruyordu. O, (Alalu’nun) ayaklarına kapanıyor ve içki kaplarını, içmek için, onun eline veriyordu. “

Ancak bu durum çok uzun sürmez. Alalu gökte dokuz yıl krallık yapar. Anu, Alalu’ya karşı ayaklanır ve onu yenerek aşağıya, karanlık toprağa gönderir ve tahta geçer. Bu kez Kumarbi ona hizmet etmeye başlar.

Anu da dokuz yıl boyunca tahtta kalır. Dokuzuncu yılda bu kez Kumarbi Anu’ya karşı ayaklanır ve Onunla savaşmaya başlar. Anu, Kumarbi’ye karşı koyamaz , kaçar :

“ Anu, Kumarbi’nin el ve ayaklarından kendini sıyırdı ve kaçtı. Anu, gökyüzüne çıktı. (Fakat) Kumarbi onun arkasından koştu. Anu’nun ayaklarından yakaladı ve Anu’yu gökyüzünden aşağıya çekti. (Kumarbi Anu’nun) dizini (bel altını) ve bronza benzer Kumarbi’nin karnına bitişik erkeklik organını ısırdı. Kumarbi, Anu’nun erkekliğini yutunca, o sevinde ve yüksek sesle güldü. Anu döndü ve Kumarbi’ye (şöyle) söylenmeye başladı : « Erkekliğimi yuttuğun için kendi içinden seviniyor musun? Kendi kendine sevinme! Ben sana yük (tohum) yükledim. İlk olarak soylu Fırtına Tanrısı ile seni aşıladım (gebe bıraktım). İkincisi dayanılmaz Aranzah nehriyle seni aşıladım. Üçüncüsü soylu Tašmišu ile seni aşıladım. Üç dehşet tanrıyı ben sana bir yük olarak yerleştirdim. “

Anu böyle diyerek gökyüzüne gizlenir. Kumarbi ise hemen tükürür ve daha sonra da Nippur şehrine gider. Kumarbi burada doğum için ayları sayar ve tanrıları dünyaya getirir. Metinin buraları çok kırık olduğundan efsanenin bu bölüm hakkında ayrıntılı bilgimiz yoktur. Ancak çıkan tanrılar da savaşa tutuşurlar. En kuvvetlisi Teşup’tur. Hatta Teşup boğası Šeri’ye şöyle der :

“ [Artık kim benim] karşıma kavga etmeye gelebilir? [Şimdi beni kim] yenebilir? Kumarbi bile [bana karşı çıkamaz(?)] “

Kırık parçalardan Anu’nun Kumarbi’nin öldürülmesini istemediğini öğreniyoruz. Ayrıca yeryüzü de hamiledir ve ay saymaktadır ve tabletin sonunda iki çocuk doğurur.

Tabletlerin kırık olması yüznden efsanenei tam bir versiyonu elimizde yoktur. Yalnız anlaşıldığı kadar, efsane Mezopotamya kökenlidir. Hitiler’e Hurriler yoluyla girmiştir.

Metinin Hesiodos’un Theogonia’sıyla benzerliği dikkat çekicidir. Hesiodos’un bu efsaneleri Anadolu’dan aldığı düşünlebilinir. Güterbock ise bunların Hesiodos’a Fenikeliler yoluyla da geçebileceğne dikkat çekmektedir.

Güterbock Kumarbi ismini ise şöyle açıklamaktadır :

“ Bu tanrının adı hakikî Hurricedir: sondaki –bi, Hurrice aidiyet eki –ve’dir. Kumar sözcüğünün cins ismi mi yoksa yer adı mı olduğu ve Kumar adlı şehrin nerede aranacağı bilinmiyor. “

Güterbock aynı zamanda Allau-anu ve Anu-Kumarbi, arasında baba oğul ilşkisi olabileceğinin de altını çizmektedir.

Köken ne olursa olsun bu efsane Hihitlerde, daha doğrusu anadolu’da bir nalam kazanmış ve belki de “Yunan Mucizesi” denilen safsatanın doğuşunda rol oynamıştır.


Ullikummi Şarkısı

Ullikummi Şarkısı , konu olarak Kumarbi efsanesinin devamında Teşup’un krallığında geçmektedir.

Burada bir parantez açıp, “şarkı” sözcüğü üzerinde durmak gerekmektedir. Dinçol bunu şöyle açıklamaktadır :

“ Yabancı kökenli metinlerin bir özelliği, onların anadolu kökenliler gibi ayinler içinde yer almaması, baş bölümlerinde belirtildiği gibi birer bağımsız şarkı sayılmasıdır. Şarkı terimi bu tür edebiyat ürünleri için Ortaçağ’a kadar kullanılmış bir sözcüktür. Germen efsanelerinden en ünlüsüne Neibelungen Şarkısı denildiği akıldan çıkarılmamalıdır. Bu bakımdan, şarkı sözcüğünün destan anlamında kullanılmış olduğunu söylemekte bir sakınca yoktur. “

Şarkı sözcüğünü de açıkladıktan sonra efsanenin konusuna bakabiliriz :

Anlaşıldığına göre Kumarbi yenilmiş ve tahtta Teşup oturmaktadır. Ancak Kumarbi bunu hazmedemez :

“ Kumarbi aklını toparlar (düşünür). Uğursuz bir günde kötü bir insan yetiştirir. O Teşup’a karşı kötülük planlar. O Teşup’ a karşı bir asi çıkarır. […] (Kumarbi) eline bir asa aldı. [Ayaklarına ayakkabı olarak] hızlı rüzgarları koydu. O Urkiš şehrine yola çıktı ve Soğuk Pınar’a vardı. Şimdi Soğuk Pınar’da bir kaya bulunur : onun boyu üç fersah ve genişliği […] ve yarın fersahtır. Onun vaginası ise […fersahtır. Onu görünce] aklı başından fırladı ve o kaya ile sevişti. Erkeklik organını onun içine batırdı. O beş kez oldu. O on kez oldu. “

Tabletteki kırıklardan metnin devamı tam anlaşılamamktadır ancak, Deniz tanrısının yardım ettiğini ve ******n doğduğunu öğrenebiliyoruz.


Kumarbi bu çocuğa Ullikummi adını verir :

“ Kumarbi kendi kendine söylenmeye başladı : Kader tanrıçaları ve ana tanrıçaların bana verdiği çocuğa ne isim koyacağım. […] Varsın onun ismi Ullikummi olsun. O krallığa gökyüzüne gitsin. Güzel Kummiia şehrini sıkıştırsın. Teşup’a vursun. Onu saman gibi doğrasın. Onu bir karınca [gibi] ayakları ile ezsin. “

Ullikummi sözcük olarak Kummiia’nın yıkıcısı anlamına gelmektedir. Kummiia ise Fırtına Tanrısının kentidir. Metinden de anlaşılacağı gibi Kumarbi bu doğan ******n Teşup’tan kendi intikamını almasını beklemektedir.

Kumarbi, bu ******n Teşup’un haberi olmadan yetişmesi için gizler, nacak güneş tanrı vbu süratle büyüyen ve canavarlaşan ****** görür ve Teşup’a haber verir.

Teşup erkek kardeşi Tašmišu ve kız kardeşi Šaušga ile Hazzi dağına gider ve canavarı bulur. Ancak Ullikummi alt edilebilecek gibi değildir.

Kırık tabletlerden anlaşılabildiği kadarı ile Teşup savaş hazırlıkların başlamıştır. Savaşa tutuşur, ancak başarılı olamaz. Taş canavar Ullikummi Teşup’u ve yanındaki yetmiş tanrıyı yener.

Teşup’un kardeşi Tašmišu yenilginin haberibi Teşup’un karısı Hepat’a bildirir ve yeniden Teşup’un yanına döner. Tašmišu, Teşup’a tanrı Ea’dan yardım istemesini söyler. İki kardeş Ea’ya gederler. Tablet buralarda kırıktır. Ancak onları Ubelluri ile konuşurken buluruz. Ubelluri Atlas gibi dünyayı sırtında taşıyan bir devdir. Ullikummi de onun omuzunda büyümüştür. Ubelluri sağ omzunda bir şey olduğunu söyleyince Ullikummi’nin orada büyüdüğü anlaşılır ve Ea eski tarılara seslenir :

“ Eski sözleri bilen ilk tanrılar sözümü duyun. Eskiden, babadan, büyükbabadan olan mühür evlerini tekrar açın. Ecdadımın mühürlerini getirsinler. Onu orada mühürlesinler. Yeryüzü ve gökyüzünü ayırdıkları(kestikleri) bakırdan eski kesici aleti getirsinler. Biz, Kumarbi’nin bir asi olarak tanrılara karşı yüceltiği (büyüttüğü) bazalt Ullikummi’nin ayaklarını keseceğiz. “

ullikummi’nin ayakları kesilince güçsüz kalır. Teşup ve tanrılar Ullikummi ile savaşmaya başlar. Metnin sonu kırıktır, ama burada Teşup’un zaferinin anlatıldığı düşünülmektedir.

Bu efsane de Yunan mitolojisindeki bazı motifleri anımsatmaktadır.

Hitit mitolojisinide kırık tabletlerle günümüze ulaşan başka efsaneler de vardır. Biz burda en önemlilerini aldık. İleride bunlara da yer verebileceğimizi ummaktayız.

[1] yulaf ya da çavdar olabilir


HİTİT İNANÇLARI
Hititler, belki de Anadolu’nun o dönemdeki mozaiğinden olsa gerek, her topluluğun Tanrısını benimsemiş, çok geniş bir panteon yaratmıştır. Bu yüzden olsa gerek tabletlerde “Hatti Ülkesi’nin bin tanrısı” deyimi geçer. Yazılıkaya’daki tanrılar geçidi de bu konu hakkında oldukça iyi bilgi vermektedir. Ancak tanrı isimlerinin bir çoğu bize yapılan anlaşmalarda tanrıların tanıklığı bölümlerinden ulaşmaktadır.

Hititler, Eski Krallık döneminde Hint-Avrupa ve Hatti kökenli tanrıları benimserlerken, daha sonraları Hurri, hatta Mezopotamya kökenli tanrıları da benimsemişlerdir. Hititler’de Mezopotamya tanrıçası İştar da çeşitli adlarla anılmakta ve büyük önem taşımaktaydı. Bununla birlikte aynı kökenden suların tanrısı Ea ve Damnika, Güneş tanrısı Şamaş ve karısı Aya ve Ay tanrısı Sin, Hitit panteonunda yer almışlardır. Bu tanrılar ayrıca şahiliğin gerektiği yerlerde yer almışlardır.

Hititler’de tanrılar tamamen insanlar gibi düşünülmüştür; buna göre tanrılar insanlara ait duyguları yaşayabilmekte, hatta acıkmakta, susamakta ve hastalanmaktadırlar.

Bu tanrılardan büyük bölümü yerel ve çeşitli topluluklara ait tanrılardır. Bu dönemde Hurri, Luwi, Pala, Hatti ve Mezopotamya tanrıları çoğunluktadır. Tanrılar ne kadar çok olurlarsa olsunlar aslında belli özellikleri ortak olan tanrılardır. Diğer bir deyişle, farklı isimlerde aynı özellikleri taşırlar. Bu bağlamda belli başlı tanrı özelliklerini ortaya koyabiliriz.


Boğazköy (Hattuşaş) Örenyeri
Boğazköy (Hattuşaş) örenyeri, Çorum İli'nin 82 km. güneybatısında yer almakta olup Ankara'ya uzaklığı ise 208 km'dir. Hitit devletinin eski çekirdek bölgesinin merkezinde bulunan Boğazköy (Hattuşaş) örenyeri Budaközü Çayı vadisinin güney ucunda, ovadan 300 m. yükseklikteki sayısız kaya kütleleri ve dağ yamaçlarının bölünmesiyle çevrili olarak kuzey ve batıda derin yamaçlarla sınırlandırılmıştır. Şehir kuzeye doğru açık olup kuzey kısmı dışında diğer kısımları surla çevrilidir.

Hattuşaş örenyeri ilk kez 1834 yılında Charles Texier tarafından gezilmiş ve dünyaya tanıtılmıştır. Bu kalıntılarla Hitit devleti arasında ilk kez bir bağ kuran kişi Sayce'tır. Bu zamana kadar Hitit'lerin merkezinin Suriye olduğu sanılmaktaydı. 1882'de Carl Human, Otto Puchstein ile Boğazköy'e birlikte gelmiş ve ilk kez toplu bir plan çalışması yapmıştır. Halen Pergamon Müzesinde bulunan Yazılıkaya'nın kalıplarını da çıkarmışlardır. E. Chantre ilk test kazısını 1893-1894'te gerçekleştirmiş, 1905 yılında ise Makridi ve H. Winckler Boğazköy'ü gezmişler ve 1917 yılına kadar devam eden kazı çalışmalarını yürütmüşlerdir. 1932 yılında ise Alman Arkeoloji Enstitüsü adına Kurt Bittel tarafından başlanılan sistemli kazılara II. Dünya savaşı sırasında bir süre ara verildikten sonra, yeniden başlanmış ve 1978 yılına kadar çalışmalar aralıksız sürdürülmüştür. 1978 yılından 1993 yılına kadar Dr. Peter Neve başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarını, 1994 yılından itibaren Dr. Jurgen Seeher üstlenmiştir.

Boğazköy (Hattuşaş) örenyerinde M.Ö. III. binden itibaren yerleşim görülmektedir. Bu dönemdeki küçük ve müstahkem yerleşmenin Büyükkale ve çevresinde olduğu tespit edilmiştir. M.Ö. 19. ve 18. yüzyıllarda Aşağı Şehir'de Asur Ticaret Kolonileri Çağı yerleşmeleri görülmektedir ve şehrin adına ilk kez bu çağa ait yazılı belgelerde rastlanmıştır.

Hattuşaş'taki ilk gelişme dönemi büyük bir yangınla sona ermiştir; bu yangının sorumlusu Kuşşara kralı Anitta olmalıdır. Belgelere göre hemen bu tahripten sonra yaklaşık M.Ö. 1700 yıllarında yeniden yerleşime açılan Hattuşaş 1600'lerde Hitit devletinin başkenti olmuştur; kurucusu tıpkı Anitta gibi Kuşşara kökenli olan I. Hattuşili'dir.

Hattuşaş başkent olduktan sonra şehrin gelişmesinin en uç noktasında anıtsal bir yapılaşmayla karşılaşılmaktadır; 2 km. genişliğindeki şehir saray, tapınak ve mahalleleriyle M.Ö 13. yüzyıldaki haline kavuşmuştur. Hattuşaş'ın ikinci gelişme döneminde imparatorluğun son yıllarında hem içte hem de dışta üç önemli Hitit kralı etkin olmuştur. Bunlar III. Hattuşili, oğlu IV. Tudhalia ve onun oğlu II. Şuppiluliuma'dır. II. Şuppiluliuma'nın son dönemlerinde (M.Ö. 1190) ekonomik sıkıntılar ve iç karışıklıklar nedeniyle yıkılan Hitit devletinden sonra Boğazköy 4 yüzyıl boyunca terk edilmiştir. Daha sonra buraya Frigyalılar (M.Ö. 8. yy. ortaları) yerleşmiştir. Hellenistik ve Roma Döneminde (M.Ö. 3. - M.S. 3. yy.) Hattuşaş küçük surla çevrili bir beylik merkezi, Bizans Döneminde ise bir köy durumundadır.

Hattuşaş'ın "Yukarı Şehir" olarak bilinen kesimi 1 km² den daha büyük bir yüzölçüme sahip, eğimli bir arazidir. Bu alan M.Ö. 13. yüzyılda Geç İmparatorluk Çağında şehrin gelişmesine sahne olmuştur. Yukarı Şehir'in geniş bir bölümü yalnızca tapınak ve kutsal alanlardan oluşmaktadır. Yukarı Şehir geniş bir kavis halinde onu güneyden çeviren bir surla donatılmış olup, sur üzerinde 5 kapı mevcuttur. Şehir surunun en güney ucunda ve kentin en yüksek noktasında bastion ile sfenksli kapı yer almaktadır. Diğer dört kapıdan güney surunun doğu ve batı ucunda karşılıklı Kral Kapısı ve Aslanlı Kapı yer almaktadır.

Yukarı Şehir'de görülen yapılaşma üç evrelidir. Birinci evre ilk surların inşaatı ile çağdaştır. İkinci evre, surlarda görülen ilk tahribattan sonraki yeniden yapım ve tapınak kentinin son biçimini almış olması ile belli olan evredir. Son evrede ise mevcut yapılarda görülen tadilat ve tamiratlar dışında dinsel amaçlar dışında bir yeni yapılaşma başlamıştır. Yukarı Şehir'de "Mabedler Mahallesi" olarak bilinen alan sfenksli kapıdan; Nişantepe ve Sarıkale'ye kadar uzanır. Bu alanda çeşitli evrelere ait bir çok tapınak açığa çıkarılmıştır. Tapınak planlarının genel karakteri, bir orta avludan girilen ve birer dar ön mekân ile derin ana mekânlardan oluşan kült odaları grubunun yapıyı biçimlendirmesidir. Tapınaklarda ele geçen malzemeler beş gruba ayrılmaktadır.

1-Seramikler,
2-Aletler,
3-Silahlar,
4-Kült objeleri,
5-Yazılı belgeler.

Yukarı Şehir'in girişinde, Büyükkale'nin hemen önünde yer alan Nişantepe ve Güneykale'de Hitit sonrası yapılaşmalar dikkat çekicidir ve bu M.Ö. 7-6. yüzyıla tarihlenen Frig yerleşmesidir. Hitit Döneminde bu alan topoğrafyaya göre üç bölümde incelenir:

Büyükkale'nin güneyindeki geçit (viaduct), Yukarı Şehir'e giden yolun iki tarafında ve Nişantepe'nin kuzeyinde önceden yerleşilen plato ile Güneykale'nin yerleşim alanı.

Kuzey ve güney binası dışında önemli bir yapı da Batı Binası ve Saray Arşividir. Büyük bir yangınla tahrip olmuş binanın yamaçta iki bodrum katı olduğu düşünülmektedir. Bu iki bodrum katında yaklaşık 3300 adet bulla ve 30 çivi yazılı tablet bulunmuştur. Bullaların 2/3'ü büyük kral mühürleri taşımakta ve kronolojik listeye göre I. Şuppiluliuma'dan Hattuşaş'ın son kralı ve onun torunu II. Şuppiluliuma'ya kadar kralları temsil etmektedir. Kral mühürleri yanında kraliçe mühürleri de açığa çıkarılmıştır.

Güneykale'deki yapılaşma ise II. Şuppiluliuma tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu alanda geniş bir gölet ile üç ayrı noktasında üç yapı mevcuttur. Oda 1 ve 2 olarak adlandırılan ve ayakta duran iki yapıdan oda 2, göletin kuzey köşesinin batısında yer alır. Tek mekânlı olan bu oda içe doğru daralarak küçülen parabol biçimli bir kubbeye sahiptir. Oda 1'de ise in situ olarak az kalıntı ele geçmiştir. Oda 2'nin duvarlarının üçü de kabartmalarla bezelidir. Karşı duvardaki ana tasvirde sola dönmüş, uzun elbiseli bir figür vardır. Yuvarlak başlığı üstünde kanatlı bir güneş kursu bulunmakta, sol elinde litus, sağ elinde ise ankh motifini tutmaktadır. Doğu duvarında Şuppiluliuma'ya ait kabartma vardır. Karşısındaki batı duvarında ise hiyeroglif kitabe yer almaktadır.

Hattuşaş örenyerinde Büyükkale'de yapılan kazılar M.Ö. 13.-14. yüzyılda Hitit krallarının saray yapılarını ve bunları koruyan sur sisteminin özelliklerini gün ışığına çıkarmıştır. Giriş kapısı güneybatıda olan kalenin surları, sandık duvar tekniğiyle inşa edilmiştir.

Büyükkale'de bir bütün halinde saray yapısı görülmez, kazılar sonucunda ortaya çıkan farklı boyutta ve türdeki yapılar, büyük iç mekânlar, avlular ve direkli galeriler yoluyla birbirine bağlanarak kale içindeki bütünü oluştururlar. Kalede arşiv odaları, depo odaları, büyük kabul salonu, su kültü ile ilgili bina ve kutsal mekânlar yer almaktadır. Hitit sonrasında ise kalede Frig yapı kalıntılarına rastlanmıştır.

Boğazköy'de en önemli mimari alanlardan birisi de Büyük Mabet'tir. (1 No.lu Mabet) Hattuşaş'ta kuzey şehrin merkezini oluşturan Büyük Mabet, Hati'nin Fırtına Tanrısı ve Arinna Şehri Güneş tanrıçasının evi olarak yapılmıştır. Tapınak iki aditonlu olup, tapınağın çevresinde kaldırım taşlı yollar, meydanlar ve bunların arkasında bu yollara açılan dört yönde depo odaları yer almaktadır. Büyük Mabet, Aşağı Şehir mahallelerinden bir temonos duvarı ile ayrılmaktadır. Taş bir teras üzerine kurulan Büyük Mabet'in, kutsal bir merkez olduğu kadar, ekonomik bir merkez olarak da kullanıldığı magasinlerde açığa çıkarılan büyük küplerden anlaşılmıştır. Yine mabedin doğu magasinlerinde tabletlerin bulunması burada bir arşivin olduğunu da ortaya koymuştur.

Büyük Mabetin etrafı ikinci derecede önem taşıyan yapılarla çevrilmiştir. Bunlardan en önemlisi yamaç evidir. Büyüklüğü, planı ve çok katlı oluşuyla dikkat çekmektedir.


Yazılıkaya Tapınağı
Hattuşaş örenyerinin 2 km. kuzeydoğusunda yer alan Yazılıkaya Tapınağı, önünde Hitit mimari özelliklerinin yansıtıldığı iki kaya odadan oluşmaktadır.

Yazılıkaya Tapınağı'nın kayalığa yapılmış olan bu odaları "Büyük Galeri" (A odası) ve "Küçük Galeri" (B Odası) adıyla anılmaktadır.

Büyük Galeri'nin (A odası) batı duvarı tanrı kabartmalarıyla, doğu duvarı ise tanrıça kabartmalarıyla bezeli olup her iki duvardaki figürler, doğu ve batı duvarlarının kuzey duvarı ile birleştiği ana sahnenin yer aldığı kısma doğru yönelmektedir. Tanrıların genel olarak sivri bir külâhı, belden kuşaklı kısa bir elbisesi, kalkık burunlu papuçları ile küpeleri vardır. Çoğu zaman kıvrık bir kılıç ya da topuz taşırlar. Tanrıçaların hepsi uzun bir etek giyer, başlarında silindir biçimli bir başlık vardır. Doğu ve batı duvarının birleştiği kuzey duvarında, ana sahneyi oluşturan baş tanrılar yer almaktadır. Burada dağ tanrıları üzerinde duran Hava tanrısı Teşup ve karısı tanrıça Hepatu ile arkasında oğulları Şarruma ve çift başlı kartal yer almaktadır. Kral IV. Tuthalia'nın kabartması ise doğu duvarda yer almakta olup, galerinin en büyük kabartmasıdır.

Ayrı bir girişi bulunan Küçük Galeri'yi (B odası) girişin iki yanında bulunan aslan başlı, insan gövdeli kanatlı cinler korumaktadır. B odasının batı duvarında sağa doğru sıralanan oniki tanrı, doğu duvarında ise Kılıç Tanrısı ile Tanrı Şarruma ve himayesindeki kral IV. Tuthalia yer almaktadır. Bu kısımda iyi korunmuş kabartmalar dışında kayaya oyulmuş üç adet niş bulunmakta olup, bu nişlere bir takım hediyelerin veya Hitit kral ailesinin ölü küllerinin saklandığı kapların konulduğu düşünülmektedir.

 

strawberry

Adanmış Üye
28 Ocak 2007
6,759
48
2)frigler

KURULDUKLARI BÖLGE

frig.jpg

Başkent Gordion. Phryg ülkesi Ankara, Afyon ve Eskişehir'in tümünü, Konya, Isparta ve Burdur illerinin kuzey, Kütahya'nın ise doğu bölümünü kapsamaktaydı.

Doğuda Kappadokia (Doğu kaynaklarında Tabal ve Kaşku ülkeleri), sonraları Galatia, güneyde Lykaonia, Pisidia; batıda Lydia, Karia; kuzeyde de Bithynia ve Paphlagonia bölgeleri ile çevriliydi.

FRİGLER
Frigler, Ege Göçleri ile Anadolu’ya gelen Balkan kökenli boylardan biridir. Ancak siyasi bir topluluk olarak ilk defa MÖ 750’den sonra ortaya çıkmışlardır, Midas döneminde ise (MÖ 725-695/675) bütün Orta ve Güneydoğu Anadolu’ya egemen, güçlü bir krallık düzeyine ulaşmışlardır. Hint-Avrupa kökenli oldukları halde kısa bir süre içinde Anadolululaşmışlar ve bir yandan Helen, öbür yandan Geç Hitit etkileri altında kalmış olmakla birlikte özgün ve Anadolulu bir kültür oluşturmuşlardır. Friglerin maden ve ağaç işçiliğinde, dokumacılıkta ürettikleri eserler Helen piyasasında beğeni kazanmış ve Helenli ustalar tarafından taklit edilmişlerdir. Makara kulplu bronz tabaklar ve bronz kazanlar; dönemin “teknolojik” bir başarısı olan altın, gümüş ve bronzlardan yaylı çengelli iğneler (fibulalar); değerli madenlerden giysi kemerleri, tokalar ve zengin bezemeli tekstil ürünleri; geometrik desenlerle süslü mobilya eşyası bunlar arasındadır. Frigler, Helenlere ayrıca müzik alanında da esinlenme kaynağı olmuşlardır.

FRİGLERİN TARİHİ
Güçlü bir uygarlık kuran Friglerin tarihi ve sosyal yaşamı ile ilgili bilgilerimiz ne yazık ki yeterli değildir. Bu konudaki ilk bilgileri antik yazarlardan öğreniyoruz. Tarihçi Herodot ile coğrafyacı Strabon’a göre Frigler, Avrupalı bir kavimdi ve Anadolu’ya gelmelerinden önce “Brigler” olarak anılıyorlardı. Friglerle ilgili bu yazılı kaynakları ve bölgedeki kazı sonuçlarını değerlendiren bilim adamları Friglerin, büyük olasılıkla MÖ 1200’lerde Trakya ve Boğazlar üstünden Anadolu’ya geldikleri, ilk yıllarda Trakya ve Güney Marmara Bölgesi’nde geçici yerleşim merkezleri kurduktan sonra Batı Anadolu’nun iç kesimlerine yayıldıklarını ileri sürmektedirler. Friglerin Anadolu topraklarında ilk siyasal birliği kurmaları MÖ 750 yıllarına rastlar.

Friglerin bilinen ilk kralı ülkenin başkenti Gordion’a adını veren Gordias’tır. Dağınık Frig topluluklarını siyasal bir birlik altına toplamayı başaran bu kral ve yaşadığı dönemin siyasal olaylarıyla ilgili bilgilerimiz yok denecek kadar azdır. Tarihçi Arianos’agöre Gordias Thelmessos’lu (Fethiye) bir kadınla evlenmiş ve Midas adını verdiği bir oğlu olmuştur. Midas Friglerin bilinen tek kralıdır (Araştırmacılar Frig krallarının hepsine Midas denildiğini belirtmektedirler). Midas’ın ünü kendi ülkesinin sınırlarını aşıp, Batı Anadolu kıyılarındaki Yunan kentlerine, hatta Kıta Yunanistan'ına dek yayılmıştır.

Başlangıçta Eskişehir, Afyon, Ankara ve Sakarya vadilerini içine alan bir bölgede yerleşen Frigler, sonraları Kütahya’dan Kızılırmak’a, Ankara’dan Denizli’ye dek olan bölgede güçlü bir uygarlık oluşturmuşlardır. Midas’ın Frig tahtına geçtiği ilk yıllarda ülkenin en önemli düşmanı Asurlar’dır. Midas, Asurlar’la barış yaparak Güneydoğu sınırlarını güvenceye aldıktan sonra batı ülkeleriyle dostça ilişkiler kurmaya yönelir (Batı Anadolu kentlerinden Kyme kralının kızıyla evlenir). Öte yandan fildişi tahtını Yunanistan’daki Delfoi Apollon Tapınağı’na armağan ederek Kıta Yunanistanı ile ilişkileri güçlendirir. Gordion’da yapılan kazılarda ele geçen Yunan çanak-çömlekleri bu ilişkilere ait diğer örneklerdir.

MÖ 700 yıllarına doğru, Kafkaslar üzerinden Doğu Anadolu’ya giren Kimmerler,önce bölgedeki Urartular’ı güçsüzleştirdikten sonra Kızılırmak’a kadar uzanırlar. Frig-Kimmer savaşı sonunuda Frigya tamamen tahrip olur. Kral Midas ise öküz kanı içerek yaşamına son verir (MÖ 676). Batıya kaçan Frigler, küçük beylikler halinde bir süre daha varlıklarını sürdürürlerse de Lidyalıların egemenliğine boyun eğerler.

Frigler, başlıca Gordion (Yassıhöyük), Pessinus (Ballıhisar), Dorylaion (Eskişehir) ve Midas’da (Yazılıkaya) yerleşmişlerdir.




KÜLTÜR VE UYGARLIK

DİL VE YAZI
Pict0031.jpg
MİMARİ DİN ÇANAK - ÇÖMLEK

DİL VE YAZI
Frig uygarlığını kuranların, bir türlü aydınlığa kavuşturulamayan yazı ve dilleri üstüne bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Friglerin başlı başına bir yazı sistemi vardı. Kaynağı ve gelişimi henüz aydınlatılmamış olan bu yazı bir taraftan Arami, diğer taraftan Ege yazı sistemlerinin etkisi altında meydana gelmişe benzemektedir. Frig yazısı henüz tümüyle çözülememiş olmasına karşın okunabilmektedir. Ancak bu okuma, “Midas” ya da “Ana Tanrıça” gibi çok bilinen sözcükler için geçerlidir.

Gordion’da bulunan bronz vazoların bazılarında Erken Yunan yazısının alfabesine benzeyen Frigçe yazılar görülmüştür. Kayalara yazılmış yazıtlarda da aynı yazıları görmek mümkündür. Bunların hepsi, tarih olarak MÖ VII. yüzyıla kadar çıkar. Frig ve Yunan alfabelerinin aynı Fenike kaynağından gelmesi olasıdır. Frig alfabesi MÖ V. yüzyıla kadar kullanılmıştır. Frig dili ise Yunanca ile karışarak MS II. ve III. yüzyıllara kadar yaşamıştır. Frig diline ait kalıntılarla Yunan yazarlarından gelme otuz kadar sözcük bu dili tam olarak açıklamaya yetmemektedir. Fakat genel olarak bu dilin Hint-Avrupa dilerinden olduğu ve içinde İslav, Arami ve hatta Frig öncesi Hitit dillerinden de sözcükler bulunduğu söylenebilir.

Onlardan kalan yazılı belgeler yok denecek kadar az olduğundan, edebiyatları hakkında da bir bilgimiz bulunmamaktatır; fakat Frigyalılar hayvan öykülerinin bulucuları olarak kabul edilir.

MİMARİ
Frigya sanat ve mimarisi konusunda bilgi edinebilmek için, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde, özellikle Gordion, Midas şehirleri ve Pazarlı’da tümülüs şeklindeki mezarlarda veya kayalar içine oyulmuş zengin cepheli binalarda yapılan kazılara başvuruyoruz. Frigler, özellikle maden işçiliğinde çok ileri gitmişlerdi. Kaya ve taş mimaride kullanılan malzemeyi işlemek için madenden çeşitli aletler yapıyorlardı. Frigler zamanında korunaklı kalelerin varlığı, Pazarlı kazılarından anlaşılmıştır. Yüksekçe bir tepenin üzerine yapılmış olan bu kalenin içinde muntazam dörtgen şeklinde küçük evler vardı. Evlerin temelleri taştan, üst kısımları tahta hatıllarla desteklenmiş ker***ten yapılmıştı; damlar ise ahşaptı. Çatı ve dış cephelerin bazı kısımları boyalı kabartmalarla süslü toprak levhalarla kaplanmıştı. Bu türden toprak levhalara Pazarlı’dan başka Anadolu’nun çeşitli yerlerinde ve özellikle Gordion’da rastlandı. Bunlardaki resimler ve nakışlar Frigya sanatının, Anadolu’da eskiden beri köklenmiş geleneklerin, doğudan (özellikle Mezopotamya) ve batıdan (İonya ve Yunanistan) etkilerle geliştiğini göstermektedir. Bu mimarinin en iyi örnekleri Eskişehir ve Afyonkarahisar arasındaki eserlerde görülür. Bunlar zengin süslemeli tapınak kalıntılarıdır. Alınlıklarında bir pencere bulunmaktadır. Frig ahşap mimarisinin Likya’da da görülen bir çeşidi Eski Bronz Çağ prototiplerine kadar gider. Bu mimari aynı zamanda erken doğu mimarisini de etkilemiştir. Klasik geleneğe göre frizi ilk defa Frigler kullanmıştır.

Amerikalıların Gordion’da son yıllarda yaptıkları kazılarda MÖ. VIII. yy.’da Frig evlerinin bazen taştan, bazen de tahta çerçeve kullanarak kaba tuğladan yapıldığı anlaşılmıştır. Bu evlerin bazılarının planı megaron tipindedir. Gordion’da şehrin etrafını çeviren surlar, şehir kapısı ve çeşitli binalar ortaya çıkarıldı. Frigler, doğu komşuları Urartular gibi kaya mimarlığında çok ileri gitmişlerdir, kayalar içinde hücreler, odalar, koridorlar, neye yaradığı henüz tam olarak anlaşılamayan yüksek kademeli merdivenler ve sunaklar yapmışlardır. Aynı zamanda kayalıklarda, çoğu hallerde direkli ve alınlıklı binaları bulunan cepheler oluşturmuşlardır. Üzerinde birtakım geometri ve ya hayvan motifleri yeralan bu kaya cephelerinin Frig devletinin parlak devrinde yapıldığı anlaşılmıştır. Yalnız bu yapıların mezar olup olmadığı konusunda bir fikir birliği yoktur. Gerilerinde mezar odaları şeklinde hücreler bulunan bazı cepheler mezar olarak kabul edilmektedir. Fakat, Midas’ın mezarı olarak gösterilen Yazılıkaya’daki bir cephenin mezar olmadığı ve sadece bir tapınak cephesi olarak kullanıldığı düşünülmüştür. Bu mezar odası semerdanlı idi.

Saray depoları, hizmet yerleri ayrı yapılar halindedir. Bazılarının tabanı renkli taşlardan yapılmış mozaiklerle kaplıdır. Üzerinde zengin geometrik motifler bulunan süslemeler, Anadolu’da bugüne kadar bilinen en eski mozaik süslemeleridir. İçlerinde mobilya parçaları, fildişinden özenle işlenmiş sanat eserleri, insan ve hayvan kabartmaları, çeşitli çanak çömlek bulunmuştur. Kimmer istilası sırasında yıkılan şehir, yeniden yapılırken tapınakların dış cepheleri kabartmalı, renkli, pişmiş topraktan levhalarla süslenmiştir. Lidya devletinin hakimiyeti, doğu Yunan sanatının Gordion’a girmesine neden oldu.
Din ve Kibele İnanışı
Frigya uygarlığı denildi mi akla ilk gelen Kral Midas olur. O zamandan günümüze Kral Midas ile ilgili iki efsane ulaşmıştır. Bunlardan ilki şöyledir:

“Midas Frigya Kralıydı. Pek öyle akıllı biri değildi; ama akılsızlığının cezasını sadece kendisi çekmiştir. Birgün Midas’ın adamları sarayın yakınlarındaki gül bahçelerinde yaşlı Silenos’u buldular. Dionisos’u ararken yolunu kaybetmisti Silenos. Her zamanki gibi zil zurna sarhoştu yine. Ağaçların arasında sızıp kalmıştı. Midas’ın adamları, tepeden tırnağa güllerle süslediler onu, sonrada krala ***ürdüler. Midas, güler yüzle karşıladı Silenos’u, tam on gün on gece ağırladı. Yedikçe yedi Silenos, içtikçe içti. Sarhoş oldu, şarkılar söyledi, sızdı, ayıldı... Onuncu günün sonunda da Frigya kralı elinden tutup tıpış tıpış Dionisos’un yanına ***ürdü onu.

Dionisos, Silenos’a yeniden kavuştuğuna öyle sevindi öyle sevindi ki, “Midas, dile benden ne dilersen.” dedi. Kral, hiç düşünmeden, “Aman Dionisos”, diye cevap verdi, “Her dokunduğum altın olsun; başka birşey dilemem”. Tanrı bu dileğini yerine getirdi onun; ama akşam olunca yemekte başına neler geleceğini düşündükçe kıs kıs güldü. Zavallı Midascık... Karnı acıkıp da sofraya oturunca ne kötü bir dilekte bulunmuş olduğunu anladı. Ağzına her ***ürdügü şey altına dönüveriyordu. Ekmeği mi tuttu, al sana altın bir ekmek... Elmaya mı dokundu, işte sapsarı, kaskatı bir elma...

Hemen Dionisos’a koştu Midas. Yalvardı yakardı. “Ne olursun bu büyüyü boz” diye göz yaşı döktü. Dionisos, “Git de Paktolos ırmağında yıkan. O zaman büyü bozulur” diye cevap verdi. Frig kralı, Paktolos ırmağına koştu hemen, bir güzel yıkandı. Ondan sonra da sarayına dönüp tıkabasa yedi içti.

Şimdi onun yıkandığı ırmağa bakanlar, altın kum tanecikleri görürler sularda.”

Bir ikinci öyküsü daha vardır Midas’ın. O da Apollonla ilgilidir. Yüce tanrı, Frigya kralının kulaklarını eşek kulaklarına çevirmişti. Bir suç işlediği için değil de aptallığı yüzünden bu cezayı görmüştür Midas:

“Apollon ile Pan arasında yapılacak bir çalgı çalma yarışmasında Midas, yargıçlardan biri olarak seçilmişti. Kır tanrısı, kavalıyla hoş sesler çıkarıyordu; ama Apollon’un gümüşten lira’sı her çalgıdan üstündü. Bir çalmaya başlamasın Apollon; Musalar bile durup kendini dinlerdi.

Yargıçlardan ikincisi dağ tanrısı Tmolos, yengi çelengini Apollon’a verdi. Ama yüce musikiden ne anlasın Midas, tuttu oynak havalar çalan Pan’ı kazandırdı. Apollon da kızıp onun kulaklarını eşek kulakları yapıverdi.

Midas bir süre, tanrının armağanlarını koca bir külah içinde sakladı. Sakladı ama onun saçlarını kesen berber sonunda kulaklarını gördü. Kulakları gördüğünü kimseye söylemeyeceğine yemin etti. Berber bu, konuşmadan durur mu, gitti bir çukur kazdı sazların arasında, usulca “Kral Midas’ın kulakları eşek kulakları.” diye fısıldadı.

Aradan zaman geçti. Çukurun çevresinde büyüyen sazlar yel estikçe, “Kral Midas’ın kulakları eşek kulakları!” diye bağırmaya başladılar. Böylece herkes gerçeği öğrendi.”

Bu olaydan sonra, Midas şunu öğrenmiştir herhalde: İki tanrı yarışırken beğendiğini tutma güçlü olanı tut.

Frigya uygarlığının yaratıldığı dönemde “Ana Tanrıça İnancı” etkisinin doruğuna çıkmış, Ana Tanrıça adına tapınaklar, kutsal alanlar yapılmış, dinsel törenler düzenlenir olmuştu. Bu dönemde Ana Tanrıça ile ilgili olarak anlatılan bir efsane, Tanrıça’ya nasıl tapıldığını da anlatmaktadır.

Efsaneye göre, Ana Tanrıça (Kibele), Attis adlı bir delikanlıya aşık olur. Attis, Ana Tanrıça’nın kendisine karşı duyduklarından habersiz, Pessinus (Ballıhisar) kralının kızıyla evlenme hazırlığındadır. Düğün yeri kurulmuş, düğüne çağrılı tüm konuklar yerini almıştır. Gözünü aşk bürüyen Ana Tanrıça, olanca görkemiyle birden düğün yerinde ortaya çıkar. Ve tanrısal gücünü kullanarak sevdiği erkek Attis’i çıldırtır. Bir anda çılgına dönen Attis, bir yandan dans eder, bir yandan da bıçağını çekerek erkeklik organını keser. Attis’in kasıklarından fışkıran kanlar toprağı sular, topraktan bitkiler fışkırır. Attis’in kendisi de ölüp bir çam ağacına dönüşür. Ana Tanrıça da onun hiç bozulmamasını sağlar. Çam ağacının, yaz-kış hiç bozulmadan kalması böyle bir efsaneye bağlanır.
ÇANAK - ÇÖMLEK
Kızılırmak kavsi içinde yer alan Boğazköy, Alaca Höyük, Hacı Bektaş Höyük (Suluca Karahöyük), Kaman-Kalehöyük, Maşat Höyük, Kayapınar, Eskiyapar, Alişar Höyük, Çadır Höyük ile Kızılırmak’ın güneyinde bulunan Kültepe, Sultanhanı, Yassıdağ, Topaklı ve Porsuk gibi önemli yerleşmelerde ele geçmiş bulunan, Alişar IV olarak bilinen, özellikle stilize edilmiş siluet tekniğindeki geyik figürleri ile tek merkezli daire motiflerinden oluşan kompozisyonlarla bezenmiş boya bezekli çanak-çömlek grubu, Orta Demir Çağı’nın özellikle Kızılırmak kavsi içi ile güneyindeki karakteristik özelliğini oluşturur. Kızılırmak kavsinin batısı ile güneybatısında ise Gordion, Midas Şehri ve Alaattin Tepe’den bilindiği üzere siluet geyikli bezemeye sahip Alişar IV türü çanak-çömlek sayıca çok azdır ve bunlar büyük olasılıkla ithaldir. Bu kesimin yerel çanak-çömleğinin ise Çizgisel Stil’de bezenmiş olduğu söz konusu bu yerleşmelerde ele geçmiş olan örneklerin sayısal fazlalığından anlaşılmaktadır. Kızılırmak kavsi içi ile güneyinde Orta Demir Çağı’ndan beri tekdüze bir üretim yapan çanak-çömlek atölyelerinin stillerinde, Geç Demir Çağı’ndan itibaren özellikle bezeme açısından bazı önemli değişimler olduğu gözlenmiştir. Siluet görünümlü geyik figürleri yerine, değişik stilllerde çizgisel ya da reserve tekniklerde yapılmaya başlanan ve daha doğal bir görünüm sergileyen geyik figürleri ortaya çıkmıştır. Kuş figürlerinde sayı ve görünüm zenginliği artarken, boğa, merkep, karaca, keçi, aslan, köpek, balık ve böcek figürleri kompozisyonlar içinde ana öge olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bunların yanısıra kanatlı boğa ve sfenks gibi karışık yaratıklar ile ne oldukları tam olarak anlaşılamayan “Tanımlanamayan Garip Varlık” figürleri de ortaya çıkmıştır. Orta Demir Çağı’nda sayıca çok az olan ve oldukça stilize yapılmış insan figürleri Geç Demir Çağı’nda ön plana alınmıştır. Frigler’in ana tanrıçası olan, ancak Anadolu’da Neolitik Çağ’dan beri tapınılan Kibele, bu dönemde çanak-çömlek üzerinde betimlenmiştir. Geleneksel renkler olan koyu kırmızı, kahverenginin tonları ile siyah bezemelerde kullanılmaya devam etmiş, ancak bunun yanında bir yenilik olarak figürler ile kompozisyonlar beyaz ya da bej rengi tonlarındaki zeminli çerçeveler içine yapılmaya başlanmıştır. Çerçeve tekniği bir süre sonra beyaz renk zemin yapılmadan da uygulanmıştır.
 

strawberry

Adanmış Üye
28 Ocak 2007
6,759
48
3)lidyalılar


LİDYA UYGARLIĞI
lidyalilar.jpg
LİDYA TARİHİ LİDYA KRALLARI SARDES

LİDYA UYGARLIĞI
(M.Ö. 700-300)
Batı Anadolu’da Gediz ve Küçük Menderes yörelerinde oturan bu halkın nereden geldiği kesin olarak belirlenememiştir. Antik dönem yazarları onların güneydeki Karyalılar ile kuzeydeki Mysialılar ve Frigler ile akraba olduklarını söylerler. Hint-Avrupa karakterli bir dilleri olan Lydialıların Batı Anadolu’da M.Ö. 2. binyılın ikinci yarısından itibaren varoldukları kabul edilmektedir

Lydia’nın parlamasının nedeni bölgede bulunan altın madenleriydi. Bu madenin M.Ö. 7. yüzyılın başından beri Sardes’te işletilmeye başlaması Lydia’lıları zenginleştirmiş ve güçlendirmişti. Lydia’nın Anadolu’daki uygarlığa katkısı daha çok ekonomi dalında olmuştur. Altın sikkeler basarak ticaretteki değiş-tokuş usulünü değer ekonomisine çevirmişlerdir. Lydia tarihinin bazı dönemlerinde Frigleri de yıkan Kimmerlerin saldırısına uğradı ve Sardes kenti Kimmerlerle birlikte yine göçebe bir topluluk olan Trerler tarafından da yağmalandı. Ayrıca Medler ve Perslerle de çeşitli kez savaşlar yapmışlardır. M.Ö. 28 Mayıs 585 günü Medlerle yapılan savaş sırasında güneş tutulması meydana gelmiş ve savaş böylece sona ermiştir. Lydia devletine son veren Pers kralı Kyros olmuştur.

Lydia soyluları ölülerini, Friglerdeki gibi tümülüslere gömüyorlardı. Bu tümülüsler Sardes’in kuzeyinde Marmara Gölü kıyısında yer alırlar. Bunlardan 355 m. çapında ve 61 m. yüksekliğindeki tümülüs Anadolu’daki en yüksek yığma mezar örneğidir.

Çok zengin olan Anadolu mozayiğinde sözü edilmesi gereken ve bugün de izlerine rastladığımız başka uygarlıklarda vardır. Demir Çağında incelenmesi gerekenler arasında Karia ve Lykia uygarlıklarını sayabiliriz. Hint-Avrupa ailesinden olan dilleri Hitit öncesi ögeler taşımaktadır. Karialıların daha önceleri Batı Anadolu’da yerleşmiş oldukları bilinen Leleglerden, Lykia’lıların ise Luvilerden geldikleri sanılmaktadır. Lykia uygarlığının en özgün örnekleri arasında kayalara oyulmuş anıtlar yer almaktadır.

Lydia devletinin M.Ö. 546 yılında son bulmasıyla İranlılar Ege Denizi kıyılarına kadar tüm Anadolu’yu ellerine geçirdiler. Pers egemenliği M.Ö. 333 yılına değin sürdü. Bu dönemden sonra yerli kültür gelişiminin yerini Batıdan gelen yeni etkiler ve bunun sonucunda ortaya çıkan bir kültür almaya başladı.


LİDYA KRALLARI
Gyges ( M.Ö. 680-652) Ardys (M.Ö. 652-625 ) Sadyattes (M.Ö. 625-610) Alyattes (M.Ö. 610-575 ) Kroisos (M.Ö. 575-546)
SARDES
Sardes Lidya Krallığı’nın başkentidir. Hermos (Gediz) vadisi içinde, Tmoloslar’ın (Bozdağ) kuzey etekleri üzerindeki yalçın kayalıkta kurulmuştur. Güçlü surlarla çevrili sitalde krallık sarayı ile öteki resmi binalar olduğu anlaşılmaktadır. Aşağı kent stadelin batı ve kuzey etekleri üzerindeki geniş alanda kurulmuştur. Kuzeyde saptanan kireç taşından anıtsal teras duvarları bu yörenin Lidyalılar açısından önem taşıdığına ve resmi karakterine işaret eder; ancak bunlar günümüze yalnızca parçalar halinde kalabilmiştir. Ekonomik etkinlikler daha çok batı yakada, kenti bu yönde sınırlayan Paktalos (Sart) çayı yöresinde toplanmıştır. Altın arıtma atölyeleri, mücevherci dükkanları ve pazar yeri hep bu taraftadır.

Halka ait konutlar oldukça sade ve yoksul görünümlüdür. Taş temel üzerinde yükselen ker*** duvarlar sazdan bir damla örtülüydü. Çok basit türde tek hücreli olarak inşa edilmişlerdir. Boyutları 8.00*3.20m civarında olan hücreler dikdörtgen planlıdır. İç bölünme ev halkının gereksinimine göre ayarlanmıştır ancak arada belirgin bir bölme duvarı da yoktur. Tavana asılan bir perde benzeri bir şeyle bölme sağlanmıştır. İçerde kiler bölümü ile ocak ve fırına yer verilmiştir. VI. yy’ın ikinci yarsında konutların duvarları dıştan boyalı kabartmalarla süslü, pişmiş toprak levhalarla kaplanmaya, çatılar da kiremitle örtülmeye başlanmıştır. Sardes aşağı kenti önceleri sursuzdu. VII. yy’ın ilk yarısı içinde Kimmerler’in yağmalarına sahne olan Sardes, VII. yy’ın ikinci yarısı içinde 20 m kalınlığında ve yüksekliği 10 m’yi aşan bir surla çevrildi.

Kralın nekropolü 4-5 km kuzeyde, Marmara (Gygaie) Gölü’nün güney kıyılılarında, halkın gömü alanı ise Paktalos Çayı’nın hemen batısındaki yamaç üzerindedir. Kral ve Kraliçe’nin gömüldüğü nekropolde irili ufaklı 150 kadar tümülüsten üçünün krallara ilişkin olduğu düşünülmektedir. 335m çapında ve 61m yüksekliğindeki biri, Anadolu’daki benzerlerinin en yükseğidir. Bu anıtın küçük gömü odası zaman zaman ağırlıkları 16 tona ulaşan, özenle işlenmiş mermerleşmiş kireçtaşı bloklarından yapılmıştır. Mezar odaları taştan inşa edilmiş, önüne bir giriş ve kapı eklenmiş, son olarak da yığılan toprağın yanlara doğru kaymaması için tepenin çevresine taştan bir duvar örülmüştür.

Halkın gömüldüğü Paktalos Çayı’nın batı yakasındaki küçük mezarların girişleri basamaklar ve kabartmalı stellerle belirtilmiş, üzerlerine de küçük bir tümülüs olacak biçimde toprak yığılmıştır. Çoğu Lidya Krallığı sonrasına, Pers egemenliği dönemine ait bir, iki ya da ender olarak üç odalı bu mezarlarda cesetler genellikle kayaya oyulmuş tekneler ya da ahşap mobilyaları taklit eden oyma bacaklı sedirler üzerine bırakılmıştır. Bu tür mezarlar bir aile için yapılmış ve bu yüzden de zaman zaman açılacak biçimde düzenlenmişlerdir.

ARTEMİS TAPINAĞI

Sardes’teki günümüze kadar iyi durumda korunmuş yapılardan biridir. Tapınağın kalıntıları Bozdağ sırtlarıyla akropol arasındadır.

Artemis Sunağı

Sardes’teki orjinal Artemis tapınağı MÖ 300 lerde inşa edilmiştir. 21*11m boyutlarındaki pembe kumtaşı sunak, tapınağa batıdan bağlıdır.

Sunak Midas şehrindeki ve Alacahöyük yakınındaki Kalehisar’daki Kybele’ ye adanmış sunaklara benzemektedir. Zaten bu sunağın da Kybele’ ye ait olduğu düşünülmüş ancak kazılarda çıkarılan çok sayıda Yunan ve Lidce yazıtın, tapınağın Artemis’ e ait olduğunu kanıtlaması şaşkınlık yaratmıştır. (Herodotos’a göre; MÖ 499 yılında Perslere karşı düzenlenen Ionia Ayaklanması sırasında Sardes yıkılıp yağmalanır ve yöresel tanrıça Kubaba (Kybele) ‘ya ait tapınak da ortadan kaldırılır).

Artemis tapınağı üç aşamadan geçmiştir. Birinci devirde Batı’ya bakan 23.00*67.52 m boyutlarında uzatılmış arkaik bir cella, kare bir pronaos ve dar bir opisthodomostan oluşmaktaydı. Dipteros şeklinde yapılmak istendiği düşünülmüştür. Naos’un batısında 21x11 m boyutlarındaki Artemis Sunağı bulunmaktadır.

İkinci devirde (MÖ 2.yy’ın ikinci yarısı) Tapınak pseudo dipteral amphiprostylos şekline çevrilmeye çalıışılmış ancak tamamlanamamıştır. Peristesis bu dönemde yapılmıştır. 13 sütun doğu tarafına dizilmiştir. Böyle devam edilseydi 8*20 sütunlu bir pseudo dipteros olması gerekirdi ancak ophisthodomostaki 2 sütun daha öne alınmış ve 4 tane sütun daha inşa edilmiştir. Böylece 6 sütunluk bir prostyle yaratılmıştır.

Üçüncü devirde ise daha önceki devride yarım bırakılmış kısımlar tamamlanmıştır. Tapınak ikiye ayrılmış, doğu kısmı, Antoninus Pius’un karısı Faustina I’e adanmış bir ibadet yeri olmuştur.

MS 4.yy’dan sonra tapınak bir kiliseye çevrilmiştir.

AKROPOL

Burada bulunan eserlerin bir kısmı MÖ 7.yy Yunan ve Lidya çömleği olsa da en çok Bizans dönemine ait yapılar bulunmuştur. Akropolün merkezindeki Hellenistik döneme ait mermer kule Antiochus III tarafından yaptırılmıştır.

GYMNASIUM-HAMAM KÜLLİYESİ ve MERMER AVLU

Yirmiüçbin metrekareden (2.27 hektar) fazla bir alan kaplayan bu anıtsal külliye, antik kentin en işlek ve merkezi kesiminde yerlemiştir. Binanın güney cephesi bir sıra dükkanla beraber mermer sütunlu geniş bir caddeye açılıyordu.

Roma hamamının tonozlu mekanları Hellenistik devrin sütunlu gimnaz ve palestrası birleşerek “hamam-gimnaz” diyebileceğimiz yeni bir mimari türü ortaya çıkarmıştır ki Sardes külliyesi bu türün en gelişmiş örneklerinden biridir. Sardes Hamam-Gimnazı’nın doğu yarısını kaplayan sütunlarla çevrili palestra gimnaz faaliyetleri içinidir; batı yarının tonozlu salonları ise hamam kısmıdır. Külliye’nin ana girişi palestranın doğusunda ve binanın ana ekseni üstünde üçlü bir kapıdandır; bu eksenin batı ucundaki iki katlı, sütunlu, çok zengin bir cephe düzeni oluşturan dikdörtgen mekanı Mermer Avlu olarak adlandırıyoruz.

Mermer Avlu’nun külliye içerisindeki yeri, sütunlu mimarinin sembolik anlamı bakımından çok önemlidir. Roma hamam ve gimnazlarında bu tür salonlar genellikle İmparator kültü ile ilişkilidir. Bu mimari aynı zamanda Roma tiyatrosunun sahne dekorundan esinlenilmiştir. Belki Mermer Avlu dekorasyonunda -özellikle doğu sütunları başlıklarında- yaygın olarak işlenen Dionysos teması bu ilişkiyi anımsatmak içindir.
 

strawberry

Adanmış Üye
28 Ocak 2007
6,759
48
4)urartular


Urartu Devletinin Kurulduğu Yer
urartu.jpg
Urartu Devleti, Doğu Anadolu, sıra dağlarının birbirine çok fazla yaklaşıp sıklaştığı ve aynı zamanda doğuya gidildikçe yükseltilerinin artığı, arızalı bir bölgede kurulmuştur. Bugünkü Doğu Anadolu’dan daha geniş bir arazisi vardı.

Yüksek Ermeni Yaylasına, İran da Zagros Sıradağlarına, Urumiye Gölü platosuna kadar uzanırdı.Anadolu da Maraş civarında, Güneydoğu Torosları kavisinin dış etekleri, batıda Kızılırmak ile Fırat arasındaki su bölümü çizgisi, Kuzeyde Karadeniz Dağlarının güney eteklerini takip ederek Bayburt Ovasını içine aldıktan sonra güneye dönen bir çizgi teşkil eder. Ekilebilir bereketli topraklar, vadilerde ve ovalardadır. Dağlar, demir, bakır madenleri ve yapı taşları bakımından zengindir. Etekleri ise orman ve otlaklarla kaplıdır. Bu doğal koşullar, özellikle hayvancılığı ve zanaatçılığı destekliyordu.

Bölgenin iklimi esas itibari ile karasal iklimdir. Yaz mevsimi kısa, kış mevsimi çok uzun şiddetli ve karlıdır. Doğu Anadolu, İç Anadolu ile İran arasında büyük bir kısmı ile tabîî orman sahasına dahil bir ada gibi yükselir. Günümüzde bitki örtüsü (ormanlar) tahrip edilmiş durumdadır. Bunu da M.Ö 8. Asırda Hakkâri, Van Bölgesinde yapılan Asur istilâlarına ait çivi yazılı kaynaklardan anlıyoruz. Kaynaklarda, sazlık kadar sık ormanların kestirildiğinden bahsediliyor. Diğer taraftan, Süphan, Başkale, Gâvur Dağı ve Palandöken civarında orman kalıntıları ve eski ormanlara delil eden yer adları ormanlık sahanın çok olduğunu gösterir. Düzlüklerde ve çukur yerlerde, buğday ziraatı yapılmış, yüksek yerlerde iklimde sertleşmeden dolayı tarım yapılamamış, çayır ve meraların çokluğundan dolayı hayvancılık gelişmiştir.

Urartuların komşuları ise; Asurlar, Geç Hitit Devletleri, İran Bölgesinde Medler, Kuzeyinde ise küçük yerel kırallıklar vardır.

Urartular, kısaca ana özeliklerinden bahsettiğimiz bu arazi üzerinde, birçok kent kurmuşlardır. Konumuzu daha iyi inceleyebilmek için bu kentlere kısaca değinmeliyiz.

Tuşpa: Bugünkü, Van Kalesinin kapladığı alanda kurulmuştur. Urartu Devletinin başkentidir. Bugün halâ, Urartu kalıntılarına rastlanmaktadır.

Tuşpa’ dan sonraki en önemli Urartu kenti (adı bilinmiyor) Karaköse’den (Ağrı), Erciş’e uzanan yol üzerindeki ilçe merkezi, Patnos’un bitişiğinde, Anzavur tepede kurulmuştur.

Erebuni: Bu Urartu kenti, Ermenistan da, Erivan yakınında Arin, Bend höyüğünde ki kazılarla ortaya çıkmıştır. Ermenistan sınırları içinde, başka Urartu Kentlerinin kalıntıları da vardır. Bunların en önemlileri, Argiştinhinili (Argişti’ nin kurduğu kent) ve Teişebaini (Tanrı Teişeba kenti)dir.

Rusahinili: Van’ın Kuzeydoğu ucunda bulunan Toprakkale’ deki Urartu kentidir( Rral Rusa’nın kurduğu kent). Rusahinili, Tuşpa’nın yerine bu kenti başkent yapmıştır ve kurucusunun ismini taşımaktadır.

Altın tepedeki Urartu Kenti ve Erzincan yakınındaki höyükte gizlenen kentin adı bilinmiyor.

( Diğer bir ) Rusahinili: Bu da II.Ayanis şimdi Agarti adını taşıyan köyün yakınında, Van Gölünün Doğu Kıyısının aşağı yukarı, orta yerindedir.

Dilkaya Höyüğündeki Urartu Kenti, Van ilinde bir ara (bucak merkezi iken) Gümüşdere denen ilçe merkezi, Edremit Kasabasının güneybatısında göl kıyısında, eski adı Horkum olan Dilkaya Köyünün yakınındaki höyükten çıkan kentler.

Ve diğer Kentlerin bazıları; Van yakınında, Çavuşköy’de olan kent, Adilceva, Kef Kalesi diye anılan yerde olan kent, Varto güneyinde, Kayalıdere’de kurulan kentler sayılabilir.

URARTULARIN KÖKENİ
Hitit Devletiyle çağdaş, Güneydoğu Anadolu’ya egemen olan Mitanni Devleti, Hititlere yenilip, Hititlerce küçültülüp kendilerine bağımlı krallığa dönüştürülünce, Eski Mitanni Devleti ülkesinde egemen öğe olmamakla birlikte çoğunluğu oluşturan Hurri Halkı, Doğu Anadolu da küçük beylikler kurdu.

Urartu Devletinin temelini oluşturacak bu ulus bundan sonraki yüzyıllarda, Van Gölü çevresindeki, hem tarıma hem de hayvancılığa elverişli bölgede yaşayan, Hurri Kökenli çeşitli boyların karışmasıyla ve kuşkusuz karışıma biraz da diğer komşu halkların katkıda bulunmasıyla oluştu. Bu karışıma M.Ö 13. yylın başından bu yana Anadolu’ya ve yakın doğuya dalgalar halinde göçebe kavimlerde karışarak Urartu ulusunu oluşturdular. Bu göçebe kavimler Kafkaslar üzerinden bölgeye gelmişlerdir. Urartu Dili, üzerine yapılan çalışmalar bu halkın Hurri Dilinin bir lehçesini konuştuğunu ortaya koymuştur.

Hititlerle, Asurluların mücadelelerinde, Urartu Ulusu tam anlamıyla daha sonra devlet şekline dönüşmeye başlamıştır. Hititler, Hurrilerin Doğu Anadolu da küçük krallıklar kurmasını destekliyordu. Özellikle bu krallıklardan birisi olan “Hanigalbat”ı. Çünkü Asur Devletiyle arasında tampon bir bölge oluşturuyordu. Hititler, Mısırla Suriye egemenliği için savaşmışlar ve savaşın bir sonucu olmayacağını görerek bir barış antlaşması imzalamışlardı (Kadeş Antlaşması) Bu anlaşmaya göre; Suriye’nin Kuzeyi Hititlerin, Güneyi Mısırın olacaktı. Hititler, Mısırla yaptıkları savaşlar sonucu güçsüz bir hale düştü. Durumu iyi değerlendiren Asurlar, Suriye ye göz dikmişti işte bu nedenle Hititler, Asurla arasına tampon bir devletin olmasını istiyordu.

Asurlar açısından, kendi bulundukları topraklar bereketsizdi. Eğer Suriye ve Mezopotamya’yı ele geçirirse güçlenecek, ticareti kontrollerinde bulunduracak ve ilkçağda çok değerli olan zengin demir madenleriyle güçlü silahlar yapacaklardı. Asur Kralı Salmansar, Hititlerin güçsüz durumundan faydalanarak Hurri Krallıklarını kontrol altına aldı. Hititler ise Hurrilere bir yardım gönderemedi. Böylece Hitit, Asur arasındaki tampon bölge kalktı ve Hitit siyaseti etkisiz hale gelmiş oldu. Urartuların menşei olarak kabul ettiğimiz bu küçük krallıklar Asur egemenliğine girmiş oldu.

Asur Devletinin bu küçük krallıklar üzerindeki kesin zaferi M.Ö 13. yylın en önemli tarihi olaylarından birini oluşturur. Böylelikle Yukarı Mezopotamya da üç yüz yıllık Hurri egemenliği ve Asur ile Hitit arasında süregelen Kuzey Suriye’nin denetimi için verilen kavga sona ermiştir. Asur Devleti gücünün doruğuna çıkmıştır. M.Ö. 1274 yılında Salmansar I’ in kayıtlarında “Uruadri” adından ilk kez söz edilir. Asur yazılı kanunları dikkatle incelendiğinde “Uruadri Ülkesi Halkı” Salmansar I’in devrinden önce de bilinmekteydi. Asur Kralı tahta geçiş yılında Uruadri Ülkesi üzerine yaptığı sefer için şu gerekçeyi göstermektedir;

“o zaman, rahipliğimin başlangıcında Uradri Ülkesi ayaklandı. Benden yabacılaştı ve düşmanlık yarattı.”

Salmansar’ın Kullandığı “benden yabancılaştı” ve “düşmanlık yarattı” deyimleri bize “Uraadri Ülkesinin” Asur tarafından daha önceden bilindiğini dostluk veya düşmanlık ilişkileri içinde bulunduklarını yani Asur için kayda değer bir güç olarak gözüktüğünü gösterir.


URARTU DEVLETİNİN KURULUŞU

BEYLİKLER DÖNEMİ MERKEZİ KRALLIK DÖNEMİ

BEYLİKLER DÖNEMİ
Yukarıda Urartu Devletinin etnik menşesine değinirken bir çok kavmin kaynaşmasından Urartu Ulusu doğduğunu söylemiştik. Bu kaynaşma sırasında küçük krallıklardan (beylik?) söz etmiştik, işte bu krallıkları konumuzda Beylikler dönemi başlığı altında inceleyeceğiz.

Bu Beyliklerin kurulmasındaki ana etken Asur Devletidir. Yukarıda bu konuya değinmiştik ( Asur zengin maden yatakları ve bölgenin ticaret yolları üzerinde bulunması nedeniyle bölgeyle ilgilenmiştir ). Asurlar zaman zaman bu Beyliklerin üzerine akınlar düzenlemiştir. Bu akınlar Asur Kitabelerinde de geçmiş olduğundan dönemi bize biraz olsun aydınlatır. Asur Kralı Salmansar’ın yazıtında Uruadri (Urartu) adıyla anılan ülkenin kapsamı konusunda güvenli bir belirleme yapılabilmiş değildir. Fakat anlaşıldığına göre “o, ülke, en azından, belki her biri kendi başkentinin adıyla anılan, Himme, Vadkun, Borgun ( ya da Maşkun ), Salua, Halila, Nilipahri, Zingun adlı sekiz beylikten oluşmakta ve ülke kapsamında en azından eli bir kent bulunmaktadır”. Yine Asur Kralı Tiglat Pileser’in yaptırmış olduğu kitabelerde kendisine karşı, yirmi üç yerel bey, birleşik yerel bir ordu çıkardığı yazılıdır. Tiglat Pileser bu orduyu İ.Ö. 1112’de Muş’un Bulanık ilçesinde Yoncalı denen yerde yaptığı savaşta yenmiş ve yengisini oraya çivi yazılı anıtta yazmıştır.

Dönemin sonlarına doğru Asurluların Doğu Anadolu üzerine yaptıkları seferleri sonucu aralarında herhangi bir siyasi birlik bulunmayan “Feodal Beylikler” tehlike ile karşı karşıya kaldıkları için birleşerek güç birliği yapmışlar ve böylece tarih sahnesine Asurluların yazıtlarında geçen şekliyle “Nari” ya da “Uruatri” krallığı ortaya çıkmıştır.


MERKEZİ KRALLIK DÖNEMİ
Pict0038.jpg

Urartular küçük beylikleri birleştirerek merkezi krallığa geçmişlerdir. Şimdiye kadar yapılan araştırmalarda Urartuların on üç tane kralı tespit edilmiştir.
URARTU KRALLARI
Aremu (M.Ö. 860-840)
Hakkında elimizde çok az bilgi vardır. Kendisinin Urartu’nun Beylikler Döneminde güçlü bir bey olduğu ya da birleşik beyliklerin başında hükümdar olduğu sanılıyor. Asur Kralı Salmanssar III (M.Ö.858-824) birkaç defa Fırat kaynaklarından, Dicle Kaynaklarına kadar uzanan topraklarda (o günkü Urartu Toprakları) Aremu’ya karşı savaştığı kitabelerinde yazılıdır.

I. Sardur (M.Ö. 840- 830)

Lutipri oğlu Kral Sardur (M.Ö. 840-830) gerçek manada Urartu Devletinin kurucusudur. Kendisinden önce kral olan Aremu ile hiçbir kan bağının olmadığı kesindir. Buna göre Aremu başka bir sülâleden gelmiştir. Sardur I kendi sülâlesini başa geçirmiş ya da Aremu onun tâbiiyeti altındaki krallardan biridir.

Sardur I, Van Gölünün doğu kıyısında başşehir Tuşpa’nın özünü teşkil eden muhteşem Van Kalesini kurmuştur. Bu kaleyi kurmasının nedeni M.Ö.832 yılında, Asur Kralı Salmansar III’e yenildiği için, Asur tehlikesinden uzağa ve saldırılara daha az açık olan bir yöreye taşıma zorunluluğuydu. Kendi adıyla anılan Sardur burcuna kitabe kazıttı. Bu kitabe çivi yazısı ile yazılmış ve kitabede “Lutripi oğlu Kral Sardur, Kudretli kral, Nairi ( Urartu ) ülkesinin kralı, büyük kral”, gibi unvanları kullanarak, dünya hakimiyeti iddiasında bulunmakta ve siyasi programlarını açıklamaktadır. Bundan başka, Asur’un üstünlüğünü kabul etmediğini bildirir.

Urartu kralı Sardur’un askeri eylemleri ile ilgili bilgilerimiz çok sınırlıdır. Ancak yeni başkentin doğuda seçilmesi krallığında ilk aşamada doğuya yayılmak amacında olduğunu gösterir.

İşpuini (M.Ö. 830-810)
Sardur I’ in oğludur, egemenlik yıllarında askeri eylemler daha çok doğu ve güney-doğu bölgeleri üzerine yoğunlaşmıştır. Sayıları fazla İşpuini devri yazıtlarından anlaşıldığı üzere, iki göl (Van-Urumiye) arasındaki bölgeler öncelikle egemenlik altına alınmak istenmiştir. Bu kral daha hayatta iken, oğlu Menua’yı saltanatına ortak etmiş ve ülkeyi birlikte idare etmeye başlamıştır.

Bu iki kral, Asur kralı Salmansar III ve onun halefleri zamanındaki Asur Devletinin zayıf durumundan yararlanarak kendi devletlerinin gücünü artırmışlar ve gerçek manada genişleme siyasetine başlamışlardır. İlk defa olarak bu zamanda kitabeler, Urartu dilinde de kaleme alınmaya başlanmıştır. Devletin doğu sınırları Randuz’a kadar uzanmıştır. İşpuini yaptığı bu fetihlerden dolayı kendini Asur Kralı ile aynı seviyede görmüştür.

Menua (M.Ö. 810-785/80)
Menua (M.Ö. 810-780) : Babasının ölümünden sonra tahta tek başına kalan Menua, zamanında Urartu Krallığı, gayet iyi organize edilmiş ve gelişmiş bir devlet haline gelmiştir. Bu dönemde Urartular, doğu komşuları olan Mannalarla mücadele etmişler ve onlara karşı zaferler kazanmışlardır. Urumiye Gölü’ nün güneydeki Taş tepede bulunmuş olan Menua Kitabesi bu zaferlerin delilidir. Batıda Fırat Nehrine kadar uzanan Menua, Geç Hitit şehir devletlerinden biri olan Malatya Krallığını vergiye bağlar. Kuzeyde Erzurum’a kadar ilerleyen Urartu Orduları, Aras Nehrinin Kuzeydeki Etius memleketini de ele geçirmişlerdir. Bu zamandan itibaren Aras Nehri ile Ararat Dağı arasındaki bölge, Urartu Krallığı sahasına teşkil edilmiştir.

Menua askeri başarılarının yanında imar faaliyetlerinde de bulunmuştur. Stratejik öneme sahip noktalara kaleler inşa etmiş ve bu kaleleri birbirine bağlayan yollar yaptırmıştır. Ayrıca bugün “Şamran Suyu” olarak bilinen ve Van’ın içme suyunu taşıyan su kanalını da Menua tarafından inşa ettirilmiştir. Eli bir kilometre uzunluğundaki bu kanal, Urartu su mühendisliğinin gerçek bir şaheseridir. Menua’nın 110’dan fazla yazıtı vardır. Askeri fütuhatla yeni kazanılan toprakların devlete katılması idari teşkilatlanmayı gerektirmiş ve böylece vilayetlere bölünen ülke, valiler tarafından idare edilmiştir.

I. Argişti ( M.Ö. 785/80-756)
Menua’dan sonra krallık tahtına oğlu Agişti I çıktı. Urartu’nun kudretini daha da artırdı. Batıda Malatya ve öteki Hatti Ülkeleriyle savaşmak zorunda kalmıştır. Argişti I’in savaş seferlerinin asıl sebebini doğu ve güneydoğu ülkeleri teşkil ediyordu. Tekrar tekrar Aras Nehri üzerinde bugünkü Leninakan ve Erivan ile Gökçe Göl etrafındaki kabilelere karşı hareketlerde bulunmuş, Transkafkasya’nın içlerine kadar seferler yapmıştır. Manalar üzerine yaptığı seferlerden bir sonuç alamamış bu bölgeyi topraklarına katamamıştır. Ancak Argişti, Barsuai yani Parşua ülkesine kadar ilerlemiştir. Bu münasebetle Asurlulura karşı kazandığı muhtelif zaferlerinden gururla yazıtlarında söz eder.

Tuşpa (Van Kalesi) da mezar anıtı kitabesinden kralın babasının genişleme siyasetini, Ağrı Ovasının kolinize edilmesiyle geliştirerek, Aras Nehrinin kuzeyinde, Erebuni ve Argeştihinili gibi büyük çaptaki şehirleri kurduğu anlaşılmaktadır. Urartular, Asurluların savaş ve egemenlik metodlarını biliyorlardı. Özellikle Urartular, Asurluların mecburi göç ettirme politikasını uygulamışlardır. Argiştinin I’in anallarında Hititler ülkesinden (muhtemelen Malatya’dan) ve Şupani’den göç ettirilen 6600 savaşçının Transkafkasya’da mecburi iskâna tabi tutuldukları yazılıdır.

II. Sardur (M.Ö. 756-730)
Argişti I’in oğludur. Onun zamanında Urartu Devleti en geniş sınırlarına ulaşmış ve ön Asya dünyasının en güçlü krallığı haline gelmiştir. Asur Kralı Adad V, Nirari’yi yenmiştir. Bu devirde Asur iç isyanlarla çalkalanmakta idi. İşte bu fırsattan yararlanan Sardur II, hiçbir engelle karşılaşmadan kuzeyde gücünü sağlamıştır. Aras ötesindeki kabileleri tamamen vergiye bağladığı gibi, Kuzey Suriye’de de üstün bir güç haline gelmişti. Hakikatten, Malatya Kralı Hilarunda’ nın mağlup edilmesi Haleb’in zaptı, Suriye ve Anadolu’daki vasal devletlerin Asur’dan ayrılarak Sardur II ile ittifak etmeleri, Urartu Devletinin ne kadar güçlenmiş olduğunu, açıkça ortaya koymaktadır. Anlaşılan, Urartu Devleti, müttefikleriyle birlikte, Asur’u tam bir kıskacın içine almıştı. Fakat tam bu sırada Asur’da bir değişiklik olmuştur. Bir ihtilâl sonucu eski Asur sülâlesi devrilmiş ve Pul isimli askeri bir diktatör, Tiglat Pileser III (M.Ö 745-727) lâkabı ile kendisini kral ilan etmiştir. Orduları yeniden organize ederek o günün dünyasının en mükemmel ordusunu oluşturmuştur. Bu oluşumlar Sardur II’ nin aleyhine olmuştur. Asur Kralı Tiglat Pileser, Doğuda kaybedilen yerleri yeniden kazanarak batı siyasetine dönmüştür. Orta Anadolu yaylası ile Asur arasındaki ticaret yolunu kesmiş bulunan Urartu çemberini parçalamak için, M.Ö. 742’de Urartu Devletiyle savaşmıştır. Sonuçta Sardur II’ nin makam arabasını, taht arabasını, tahtırevanını, kraliyet gerdanlığını ele geçirmiş, 72.950 askerini esir ettiğini kitabelere yazdırmıştır.Bu mağlûbiyetten sonra Urartular, Van Gölü etrafındaki ana memleketlerine çekilmiştir.

M.Ö.736’da Asur Kralı, Tiglat Pileser tekrar Urartu üzerine yürümüş ve Urartu Devletini bir kez daha yenmiştir. Bu savaş sonucunda Urartu şehirleri artarda Asurların eline geçmiş ve acımasızca tahrip edilmiştir. Bu zaferden sonra Asırlar, Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye şehir devletlerini tekrar hakimiyetlerine geçirerek, Orta Anadolu ve Akdeniz bağlantısını kurmuştur.

Sardur II’ nin son devirleri hakkında elimizde yeterli bilgi yoktur. Sardur II devri, siyasi bakımdan olduğu kadar, imar faaliyeti, kültür ve sanat hareketleri bakımından da Urartu Devletinin en parlak çağı olmuştur. Çavuştepe (Sardurihinili) kenti bu parlaklığı en iyi şekilde gözler önüne sermektedir. Bir kitabesinde Guguna Irmağından bir kanal açtırdığını, tarlalar ve bahçelerle, bir kent kurdurduğunu, Haldi ve İmuşini tapınakları ile birlikte büyük eserler meydana getirdiğini söylemektedir.

I. Rusa (M.Ö. 730-714/3) Sardur II den sonra Urartu tahtına oğlu Uedipriş geçmiştir. Bu kral, Asur metinlerinde “Ursa” olarak geçen ve bizim Rusa I olarak bildiğimiz kraldır. Rusa I devrinde devlet, yeniden organize edilmiştir. Bugünkü Irak toprakları içerisindeki Topzava’ da ele geçirilen iki dilli hitabe, stratejik bakımdan önemli bir merkez olan ve Prens Urzana tarafından idare edilen Muşaşir’in tekrar Urartu kontrolüne girdiği ve Asura karşı bir müstahkem mevki olarak kullanıldığını göstermektedir. Dış politikada babası Sardur II’ yi takip eden Rusa, Anadolu’daki Tabal Kralı Ambaris ve Muşki Kralı Mita ile ittifak yapmıştır.M.Ö.727 yılında Asur Kralı Tiglat Pileser ölmüş ve Rusa I bu durumdan yaralanarak durumu biraz düzeltmiştir. Transkafkasya’ da Gökçe Gölü çevresinde bir kısım yerler yeniden zapt edildi ve kaleler inşa edilerek, egemenlik altına alındı. Güneydoğuda Manna’lardan Urmiye Gölünün bütün doğu sahilini alarak, bugünkü Tebriz’le birlikte İran Azerbeycanı’nın tamamını Urartu tabiiyetine geçirdi. Bu ülkeden ordusu için gerekli atları temin etmekle birlikte, ülkenin iktisadi bakımdan kalkınması için sulama tesisleri yapmıştır.

Fakat, Asur tehlikesinden kurtulmanın uzun süreli olmayacağı kendini gösterdi. M.Ö. 722 yılında Asur tahtına Sargon II çıkmış ve Asur ordusu, yeniden karşı konulması imkânsız bir güç haline geldi. Asur Kralı, Tiglat Pileser’in politikasını takip ederek, önce batıda fetihlere girmiş ve Filistin’e kadar olan ülkeleri Asur hakimiyetine aldıktan sonra, M.Ö. 715 yılında Rusa I’ in müttefiki olan Muşki Kralı Mita üzerine yürümüş ve düşmanı Torosların ötesine sürmüştü. Şimdi kendisine tek rakip Urartulardı.

Uaus Dağı eteğinde Sargon II ordusu ile Rusa I’ in ordusu arasında meydana gelen savaşta Urartular ağır yenilgi aldılar. Rusa savaş meydanından ülkesine kaçmak zorunda kaldı. Kitabelerde yazıldığına göre, Rusa demir bir hançerle intihar etmiştir. Bu zaferden sonra Asurlar, Ulhu şehrini zaptettiler ve bu şehirle birlikte bütün eyaleti yakıp yıktılar. Ancak başşehri ele geçiremediler. Sargon, Asura dönüş seferinde, Urartu Devletinin doğudaki eyalet merkezi olan Musaşir şehrini hücumla zaptederek burada krallık sarayını ve Haldi Tapınağını yağma edip, pek çok sanat eseri ile tapınaktaki altın ve gümüş adak hediyelerini, silahları Asura ***ürmüştür.

II. Argişti (M.Ö. 713-685)
Rusa I’ in oğlu Argişti II devrinde Urartu bağımsızlığını, doğuda ve batıda eski sınırlarını koruyarak kudretli bir devlet olmaya devam etmiştir. Kimmer akınlarının yoğunlaştığı ve tehlikeli bir hâl aldığı bu devirde Kral uzak sınır kesimlerinin korunma gücünü arttırarak, buraları takviye etmek amacını gütmüştür. Argişti II zamanında Urartu Devleti yeni bir yükseliş devrine girdiği görülmektedir

II. Rusa (M.Ö. 685-645)
Argişti II den sonra tahta çıkan Rusa II zamanında Urartu Devleti bir rönesans dönemi yaşamış, geniş çaplı imar faaliyetlerinin yanında, iktisadî ve idarî alanda da yeni hamleler yapılmıştır. Urartu Devleti; son yarım yüz yıl içinde devamlı mücadele halinde olduğu büyük rakibi Asur ile yaptığı savaşlar ve bunu takiben Kuzeyden saldırıya geçen Kimmer kabilelerinin akınları sebebiyle çeşitli yörelerde büyük sayıda toprak ve insan kaybına uğramıştır. Ayrıca bu zamanda Asur üzerine yönelen İskit tehlikesi, Urartu’ yu kısa da olsa huzura kavuşturmuştur. Sargon II’den sonra Asur, kuzey politikasını gevşetmiş, daha çok batı politikasına önem vermiştir. İşte bu fırsattan yararlanmasını bilen Rusa II, büyük insan kayıplarına uğramış olan ülkesinin bu açığını kapatmak amacıyla değişik bir metod kullanarak, yeni bir iskân ve nüfus politikası uygulamıştır. Kral ekonomik hamleler için gerekli boş toprakları işlemek ve buna paralelel olarak yeni şehirler, ticarî ve askerî merkezler kurabilmek için yeterli insan gücünü temin amacı ile yeni ve dinç toplumların oluşmasını zorunlu görmüştür. Bu husus için gerekli halk kitleleri çeşitli komşu ülke ve bölgelerden sağlanarak, Urartu topraklarına yerleştirmiştir.

Rusa II, Arasın kuzey bölgelerinde ve doğuda çok geniş bayındırlık faaliyetlerine girişmiştir. İran Azerbaycan’ındaki Bastam şehri ve kalesini yaptırmış ve Transkafkasya’ nın yeni eyalet başşehri Teişeba da onun kurduğu bir diğer önemli merkezdir. Merkezde ise başkentin Toprakkaleye taşınması ve Adilcevaz Kalesinin kurulması, Rusa II ‘nin gerek sınırlarda ve gerekse merkezi bölgede uyguladığı şehircilik politikasını açıkça belgelemektedir.

Rusa II’ nin Asurun dikkatini başka tarafa çekerek, krallığını güçlendirmeye çalıştığı sırada Urartu Ülkesinin İskit istilâsına uğradığı ve söz konusu tehlikenin, devleti epeyce uğraştırdığı anlaşılmaktadır. Fakat Rusa II ustaca bir politik manevra ile bu istilâ tehlikesinden de kurtulmuş ve İskitleri, Manna Ülkesine göndermiştir.

İskitlerin Asur egemenliği altındaki Manna Ülkesine gönderilmesi ile meydana gelen İskit-Manna ittifakı sayesinde Rusa II, Asur Kralı Asarhaddon’u (M.Ö. 680-668) daha bir güç duruma soktuğu, bundan yaralanarak da ülke kalkınmasına yeni bir hız verdiği anlaşılmaktadır. Bu başarılı politik manevraya rağmen Asarhaddon, İskit-Manna ittifakını bozdu ve bu bölgedeki ayaklanmayı M.Ö.679 yılında bastırdı. Hattâ bir süre sonra Asur Krallığı ile İskitler arasında bir yakınlaşma başlamış ve Asarhadddon, kızını İskit Kralı Bartatua ile evlendirerek, bu yakınlaşmayı akrabalık bağları ile kuvvetlendirmiştir.

İşte bu sırada Rusa II, politik manevrasının başarı kazanmaması ve belki de bu arada doğuda gittikçe artan Med tehlikesine karşı, M.Ö. 654 yılları civarında Asurbanipal (M.Ö. 668-627) ile diplomatik ilişkiler kurmak üzere elçiler göndermiştir. Asur-Urartu yakınlaşmasının daha çok Med’lere karşı yapılmış olduğunu, Kyaxares’in tahta çıkışıyla M.Ö.650 yıllarından sonra başlayan ve giderek ağırlaşan Med baskısı dolayası ile anlamak mümkündür. Bu yakınlaşmadan kısa bir süre sonra Rusa II ölmüştür.

III. Sardur (M.Ö. 645-625)
Rusa II’ nin ölümü üzerine Urartu tahtına çıkan oğlu Sardur III babasının politikasını takip ederek, Assurbanipal’e elçiler göndermiş (M.Ö. 640 dan hemen sonra), yardım ricasında bulunmuş hatta kendiliğinden gönüllü olarak Asur yüksek hakimiyetini tanımak istemiştir. Bu olay, Rusa II’ nin ölümünden sonra, Urartu Krallığının Ön Asya tarihinde artık eski önemini büyük ölçüde yitirdiğini ortaya koymaktadır.
Erimena (M.Ö. 625-605)
Sardur III’ ün oğludur. Çağındaki siyasi olaylar hakkında fazla bir bilgi sahibi olmamakla birlikte, “Erimena oğlu Rusa”nın yani Rusa III’ ün Toprakkaleye bulunan kalkanlarda adının geçmesi ve özellikle Armavir’de bulunan bir yazıtta, Kralın burada bir tahıl ambarı inşa ettirdiğini bildirmesi, Urartu Devletinin M.Ö. VII. yüzyılın son yılları içinde kuzey sınır bölgelerinde inşa faaliyetlerine girişebilecek kadar ayakta olduğunu göstermektedir.

Erimena döneminde, Asur Devleti de giderek eski kudretini tüketmiş ve gittikçe büyüyen Med tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Ninive’nin alınmasından önce ise, Med’ler ile İskitler arasında bir ittifak yapılmış ve kentin düşmesinde İskitler büyük rol oynamışlardır. Asur Kralı Assuubalit, başkent Ninive’nin düşmesinden sonra Harran’a çekilmiş ve M.Ö. 609 tarihine kadar burada bulunmuş, nihayet M.Ö. 605 yılında Karkemiş’in düşmesiyle Asur İmparatorluğu tamamen yıkılmıştır.

III. Rusa (M.Ö. 605-590)
Erimena’ nın oğludur. Yukarıda Erimena dönemini incelerken, Rusa III’ ün imar faaliyetlerinden bahsetmiştik. Dönemi ile ilgili bilgilerimiz son derece kısıtlıdır. Fakat bu dönemde Asur İmparatorluğunun yıkılışı “Ön Asya” da ki siyasî dengeyi ortadan kaldırdı ve başta İskitler olmak üzere, Med’ler ve Babil’ ler tarih sahnesinde yeni birer politik güç olarak rol oynamaya başladılar. Ortaya çıkan bu yeni durum arasında, Urartu Krallığının siyasî bir güç olarak varlığı tartışma konusudur.
IV. Sardur (M.Ö. 590-580) Sardur III’ ün oğludur. Erimena’ nın kardeşidir. Urartu Devletinin son dönemi hakkındaki bilgiler kısıtlı olduğu için Sardur IV’ ün ne gibi faaliyetlerde bulunduğunu bilemiyoruz. Asur Devleti de yıkıldığı için Asur Kitabelerinden öğrenme imkanımız yoktur.

DEVLET İDARESİ
Urartu Devleti birçok valiliklere ayrılmış olup bir tür memur devleti idi. Vilayetlerde her çeşit erzak ve malzeme, krallığın emrine hazır bir vaziyette bulundurulurdu. Ruslar, Karmir Blur’da yani eski Teşeba şehrinde, küplerin içinde, şarap, zahire ve susam yağı bulunduğunu tespit etmişlerdir.

Urartu’nun sınır bölgelerinde, Hitit Devletinde olduğu gibi, krala bağlı beylikler vardı. Bunlar krala haraç verirler fakat kendi bölgelerinde bağımsız olarak hüküm sürürlerdi.
KÜLTÜR VE UYGARLIK
Tarihinin klâsik dönemlerindeki, altın çağındaki Urartu Halkı, soy ve kültür kökeni yönünden yarım binyıl öncesinin Hurri’lerine geniş ölçüde bağlantılı bulunduğu halde, artık aradan geçen yüzyılların etkileşim, süreci içinde kendine özgü güçlü bir kültür oluşturmuştur. Örneğin, Urartu Halkının baş tanrısı, Hurrilerin Teşub’u değildi. Teşub da saygın bir tanrı olmakla birlikte, baş tanrı olarak, Urartu’ lara özgü bir tanrı, Haldi idi.[40] Urartu Devletinin kültürünü incelerken Dini, sanatı, yazısı, ekonomisini de ayrı başlıklar altında değinmemiz gerekir. Çünkü bunlar kültürü oluşturan parçalardır.

GENEL ÖZELLİKLER : Kent ve kale inşa etmede yetenekli, çok iyi taş ustası idiler.

Demir silahlar ve savaş aletleri üreten savaşçı bir toplumdu.

Doğu Anadolu'da sulama amaçlı ilk göletleri kurdular, kanallar ve karayolu sistemleri geliştirdiler. Örneğin, günümüzde de Van Ovasını sulamaya devam eden 50 km uzunluğundaki Şamram kanalı kral Minua tarafından yaptırılmıştır.

Bölgedeki zengin gümüş, bakır ve demir yataklarını işlettiler, madencilik çok gelişti.

Bazıları dinsel motiflerle süslü, kendilerine özgü kemerler, miğferler, at koşum takımları, situlalar ve kazanlar ürettiler.

Fildişi oymacılığı ve mühürcülük gelişmişti.

YAZI : Urartular çiviyazısını kullanıyorlardı. Bu nedenle Urartu Dilini okumak ve ele geçen Asur-Urartu dilinde yazılmış çifte dilli iki yazıt ile de bu dili çözmek mümkün olmuştur. Resmi veya ticari muhabereler pişmiş topraktan levhalar üzerine yazılmış metinlerle yapılıyordu. Ayrıca Urartuların, papirüs, deri, ve tahta üzerine yazmışlardır. Çivi yazısı yanında Hitit hiyerogliflerine çok benzeyen fakat onlardan ayrı olan bir “resimli yazı”ları vardı. Urartuların en önemli kitabeleri taş levhalar üzerinde bina bloklarında veya kayalar üzerindedir. Bunlarda savaşlarda, savaşlardan, inşa edilen saraylardan, tapınaklardan, su kanallarından ve dini konulardan bahsedilmektedir.

DİL : Urartular, eklemeli dil yapıları ortak özellikler gösteren Hurriler ile aynı kökenden gelmekteydiler. Urartuca, günümüzdeki Doğu Kafkas dil ailesinden Çeçence ve İnguşça ile benzerlikler göstermektedir.

Urartuca, Krallığın tarih sahnesinden kalkmasından sonra aynı coğrafyada konuşulmaya başlanan Hint-Avrupa dil grubuna ait Ermenice ve onu izleyen Kürtçe'den farklı yapıdadır ve aralarında akrabalık söz konusu değildir.

DİN : Urartu Devleti feodal bir devletti ve şehirler merkezden gelen memurlarla yönetilirdi. Yönetim böyle olmakla birlikte merkezi din de büyük önem taşımakta devlete dini bir karakter vermekteydi.

Urartuların dinleri ve inançları hakkında bilgimiz oldukça sınırlıdır. Çivi yazısı belgelerin içinden derlenebilenler ve kabartma resimlerden öğrenilenler ile sınırlı bir resim oluşturulabilir. Örneğin Uratular’da büyü ve diğer benzer inançlar hakkında bilgimiz yoktur.

Urartular’ın en önemli tanrısı Haldi’dir. Haldi savaşa çıkan kralı kutsayan savaş tanrısı idi. Köken olarak bu tanrının, ilk Urartu Devleti oluşurken en güçlü olan boyun tanrısı olduğu düşünülmektedir.

Krallar savaşı kazanmak için haldi’ye yakarır, kazanırlarsa da diktikleri yazıtlarda ilk Haldi’nin adını anarlardı. Yapılan binaların çoğu Haldi adına yapılırdı.

Haldi’nin karısı ise Arubani idi. Ancak Arubani bir ana tanrıça kadar önemli değildi.

Panteonda Haldi’den sonra gelen tanrı fırtına tanrısı olan Teişeba idi. Bunun Hurri-Hitit tanrısı Teşup ile bir olduğu düşünülmektedir. Urartu sanatında boğa üzerinde gösterilmiştir. Karısı Huba ise Hepat’ın karşılığı olarak düşünülmektedir.

Üçüncü sırada ise Güneş Tanrısı Şivini vardır. Bu tanır da Asur Güneş tanrısı Şamaş ve Hurri tanrısı Şimigi ile aynı tanrı olarak kabul edilir.

Buradan görüldüğü gibi Urartu panteonu en önemli tanrılar itibarı ile, başta Hurri olmak üzere yabancı kavimlerin etkisindedir. Devlet dini yaratma çabalarının yanında her kavme de dini özgürlük verilerek birlik korunmuştur.

Hurri tanrı listelerinde seksen civarında tanrı ve tanrıça ismi tespit edilmiştir. Bunlar arasında yabancı tanrı/tanrıçalar olduğu gibi doğa olaylarını temsile den tanrı/tanrıçalar da vardır. Yurt ve toprak tanrısı Ebani, deniz ve sular tanrısı Suinina, tepeler ve dağlar tanrısı Arni gibi.

Kurban törenleri Urartular tarafından sık uygulanırdı. Hatta hangi tanrıya nasıl ve ne kadar kurban verileceğine dair yazılar da vardır. Bunların dışında çeşitli fırsatlarda , kuraklık, kıtlık,savaş gibi olaylarda kurbanlar sunulmuştur. Urartu tanrı kültlerinde tapınaklar önem kazanmışlardır.

Tapınaklar içinde tanrı figürünün bulunduğu bir oda, avlu ve yan odalardan oluşmaktaydı. Çoğu tapınak birbirine benzemektedir.

Ayrıca Urartular tapınakların duvarlarını da çeşitli levhaklarla süslüyorlardı. Tapınakların içinde, avluda üç ayaklı kazanlar ve tanrı armağanlarının konulduğu masalar, altarlar da bulunuyordu.

Urartular için açık hava tapınakları da önemliydi. Tuşpa (Van Kalesi) ve Altıntepe’de bulunan açık hava tapınakları bunlara en iyi örneklerdir.

Tuşpa’daki açık hava tapınağında kayalara oyulmuş nişler içinde II.Sarduri’nin askeri eylemlerini anlata iki çivi yazılı stel vardı. Bu tür stellere de tapınıldığı düşünülmektedir.

Altıntepe’deki açık hava tapınağı ise ölü kültü ile alakalı bir steller sahasıdır.

Tapınaklar aynı zamanda ekonomik merkezler de olmuşlar ve tanrı adına hayvan beslenmiş, ekin ekilmiştir.

ÖLÜ GÖMME : Urartu'da yakarak veya yakmadan gömü yapılmaktaydı. Yönetici kesim ve olasılıkla aileleri büyük kale ve merkezlerin yakınındaki çok odalı kaya mezarlarına birlikte, diğerleri ise olasılıkla sosyal statülerine göre toprak altına inşa edilen oda mezarlara, basit toprak mezarlara veya yakılarak urne adı verilen küplere gömülmekteydiler. Merkezde Van Kalesi, batıda Palu, Mazgirt, Altıntepe'de, kuzeyde Aras Nehri'nin güney bölgesinde, doğuda Sangar (İran'da Bastam'ın kuzeyi) gibi önemli merkezlerin yakınında çok odalı kaya mezarları bulunmaktadır. Dilkaya, Karagündüz ve Yoncatepe'de ise soyulmadan günümüze ulaşmış, içinde birden çok gömü bulunan yeraltı oda mezarları incelenmiştir.

DOĞA KÜLTÜ : Daha önce de belirttiğimiz gibi, Urartular doğa olaylarına, doğal varlıklara büyük önem vermişler hatta tanrılaştırmışlardır.

Bunun dışında urartuların su kaynaklarını, mağaraları, dağları, büyük ağaçları ve kayalıkları kutsal saydıklarını biliyoruz.

Su kaynaklarına yapılan balık figürleri, mağaralara yapılan resimler, hayat ağacı figürleri ve kaya resimleri bu doğal varlıkların kutsallığını göstermektedir. Özellikle kayalara oyulan kapı figürleri de ilginçtir. Buralarda kurban listeleri olması bu kapıların tanrılar ile alakalı olduğunu düşündürtmektedir.

Urartularda ayrıca hayvan tanrılar, yarı hayvan yarı insan canlılar da resimlenmiştir. Özellikle boğa figürleri önemlidir.

SANAT : Urartuların, özellikle mimarlık yapıtları bakımından, kendi çağlarına göre çok ileri bir uygarlık düzeyleri vardı. 80 km. uzaklıktan Van kentine su getiren, bugünkü adıyla, Şamram Kanalı, Kral Menua döneminden (M.Ö.810-780) kalma bir Urartu yapıtıdır. Budan başka birçok kaleler, kentler ve sulama tesisleri yapmışlardır. Urartu Halkı, dokumacılık ve maden işlemeciliğinde de çok ileriydi. Urartular’ a ait dünyanın en eski karayolu Fırat ırmağının doğu yakasında, Elazığ ile Bingöl illeri arasında bulunmuştur.

EKONOMİ : Urartuların ekonomisinin temeli; tarım ve hayvancılığa dayanırdı. Azda olsa zanaatkârlıkta (maden işlemeciliği) vardı.

Urartular sulama tesisleri ile topraklarının verimini artırırlardı. Bugün mevcut olan bazı küçük göllerin (Keşiş Göl ve Gökçe Göl) Urartular tarafından suni olarak meydana getirilmiştir. Urartu Ülkesinde hayvancılıkta büyük rol oynamakta idi. At yetiştirmede büyük başarılar olmuştur. Büyükbaş hayvan ve koyun yetiştirmişlerdir. Ayrıca dokuma sanatında ve maden işlemeciliğinde, çağdaşı ülkelere göre çok ileri seviyede idiler.

SİYASAL VE KÜLTÜREL İLİŞKİLER : Urartu tarihinin önemli bir bölümü güneydeki büyük düşman Assur ile mücadeleye odaklanmıştır. Ayrıca Minua döneminden itibaren kuzeyde yerel Diauehi Krallığı ve mahalli beyliklerle, güneybatıda ise Geç Hitit krallıklarından Hate (Malatya çevresi); I. Argişti döneminde Hate (kralı Hilaruada) ve Tabal (Tuate'nin ülkesi); II. Sarduri Melitia ve Qumaha (kralı Kuştaşpili, Adıyaman bölgesinde) ; II. Rusa ise Hate, Halitu ve Muşki üzerine sefer yapmışlardır. Assur yazıtlarına göre Urartular daha güneydeki Gurgumlu (Maraş) Tarhulara ve Arpadlı Mati'ilu ile de bağlantı kurmuşlardır. Urartuların doğuda Mana ve Parsua (İran'da) ile kuzeyden gelen İskit ve Kimmerlerle de ilişkileri olduğu bilinmektedir. Ancak bir kara devleti olan Urartu, önceden düşünüldüğünün aksine hiçbir zaman, Karadeniz'e ve Akdeniz'e ulaşamamış veya doğrudan ilişki kuramamıştır. Urartu Krallığı'nda çivi yazısı, yıllık sefer yapma, ölçü sistemi, krali ünvanlar, stel dikme, savaş taktikleri, nüfus nakilleri, resim, süsleme ve kabartma sanatı gibi uygulamalar, Assur etkili olarak gelişmiş; mimari, sorguçlu miğferler, kazanlardaki siren eklentileri, hiyeroglif yazısı, yakarak gömme, fildişi sanatı gibi dallar ise Kuzey Suriye'den etkiler almıştır.

ÇANAK ÇÖMLEK : Devletin kuruluşu ile birlikte ortaya çıkmış gözüken parlak kırmızı astarlı çanak çömlek grubu yönetim merkezi ve önemli Urartu kalelerinde bulunmaktadır. Halkın ürettiği geleneksel mallar da kullanılmaya devam etmiştir.


 

strawberry

Adanmış Üye
28 Ocak 2007
6,759
48
5)İYONYALILAR (İYONLAR)
iyonyalilar.jpg
efes.jpg
* İzmir Körfezinden, Güllük Körfezine kadar olan bölgeye İYONYA denilirdi.
* Yunanistan'dan gelen AKALAR buradaki yerli halkla karışarak, şehir devletleri halinde yaşadılar. Başlıca İyon şehirleri şunlardır: Efes, Milet, İzmir, Foça, Bodrum.
* Efeste'ki ARTEMİS tapınağı İyonlara aittir.
* İyonlar deniz ticaretinde gelişmişlerdi.
* İyon Edebiyatının en önemli eseri Homeros'un "İlyada ve Odesa destanı" dır.
* İyonlar bilim ve sanatta gelişmişlerdir. Matematikte Tales ve Pisagor, Tarihte Heredot, Tıpta Hipokrat, Felsefede Diojen)

Yunanistan'a gelen Dorların önünden kaçarak Ana­dolu'ya geçen Akalar tarafından kuruldular. M.Ö 1200 yılında Akalar, adalar üzerinden Batı Anadolu'ya göç ettiler. Büyük Menderes ile Küçük Menderes nehirleri arasında kalan kıyı bölgelerine yerleştiler. Bu bölgeye İyonya, burada yaşayanlara ionlar adı verilir. İonlar, polis adı verilen şehir devletleri kurdular. M.Ö. XII. yüzyıldan itibaren Efes, Milet, Foça gibi şehirleri kurdular. Siyasal yapılanmaları şehir devleti şeklindedir, hiç bir zaman merkeziyetçi olmamışlardır. Deniz ticareti ve kolonicilik alanında ileriydiler. Akdeniz, Marmara, Ege ve Karadeniz'de birçok koloniler kurmuşlardır.

Anadolu'da kurulan ilkçağ uygarlıkları içinde en gelişmiş ve ileri düzeydedirler. Çünkü;

1- İonlar, Ön Asya'dan gelen ticaret yollarının bitiş noktasındadırlar ve doğu batı arasında köprü vazifesi görürlerdi.
2- Diğer Anadolu uygarlıklarından etkilenmişlerdir.
3- Tarım ve ticaretle gelişmiş olduklarından bilim ve kültüre önem vermişlerdir.
4- Şehir devletleri şeklinde yönetilmiş oldukları için serbest düşünce gelişmiştir.

İon şehir devletlerinin başında krallar bulunuyordu. Asiller zamanla güçlenerek kralları tahttan indirdiler. Halkın seçtiği kişiler, meclislerin yardımı ile şehirleri yönetmeye başladılar.

Ön Asya'dan gelen ticaret yollarının bitim noktasında bir ülke olmaları bilim ve kültür alanında ileri gitmelerinin en önemli nedenidir. İonlar, sanat alanında da önemli gelişmeler gösterdiler. İon Nizamı denilen mimari üslubun yaratıcısıdırlar (Artemis tapınağı ionyalılar'a aittir). İon tarzında mimarı eserler yarattılar. Tapınaklar, açık hava tiyatroları bu alanda ki en güzel yapıtlardır.

Ticaretin gelişmesi sonucu birçok kültür ile temas kurdular. Ekonominin gelişmesi ve demokrasinin varlığı; fikir hayatı, sanat ve bilim alanında önemli gelişmelere neden oldu. Diyojen, Tales, Anaksimenes, ve Anaksimandros felsefe , matematik ve astronomi bilimlerinin temellerini attılar. Matematikte Pisagor, Coğrafya'da Kse­nefon, Tıpta Hipokrat, Felsefe'de Heraklit ve Diojen, Şiirde Homeros ve Tarihte Heredot İonyalıların en tanınmış bilginleridir..

Tiranlık yönetimi de ilk defa İon şehirlerinde görülür.

İonlar, Fenike Alfabesi'nden yararlanarak kendi alfabelerini oluşturdular. İon şair ve yazarları tarafından kaleme alınan trajedi, komedi ve dramlar günümüze kadar önemlerini korudular. Edebiyatta Homeros destanları önemlidir.

Tanrılarının insan biçiminde heykellerini yapmışlardır. İon Tanrıları da insanlara benzerdi. Tanrılarla insanlar arasındaki en önemli fark insanların ölümlü, tanrıların ise ölümsüz olmalarıydı. İnançlarına göre Tanrılar arasındaki her türlü ilişki ve iletişim aynen insanlar arasında olurdu. Tanrılar İnsanlara kızdıkları zaman onları cezalandırırdı.

Bir insanın Tanrılaşabilmesi için kusursuzluğa, mükemmelliğe ulaşması gerekirdi. Bu nedenle sportif yarışmalar büyük önem kazanmıştır, insanların Tanrılaşması için bir araç olarak görülmüştür.

M.Ö. 650-546 yıllarında önce Pers istilasına, daha sonra İskender ve Roma istilasına uğramışlardır.




 

strawberry

Adanmış Üye
28 Ocak 2007
6,759
48
ANADOLU'YA HAKİM OLAN DEVLETLER
1)- PERS İMPARATORLUĞU: Anadolu M.Ö 543-333 yılları arasında İran'da kurulan PERS İMPARATORLUĞUNUN hakimiyetinde kaldı.

2)- İSKENDER İMPARATORLUĞU: Makedonya kralı II. Filip'in ölümüyle yerine geçen oğlu BÜYÜK İSKENDER Asya seferine çıkarak büyük bir imparatorluk oluşturmuştur.
ASYA SEFERİ: Büyük İskender bu seferle Anadolu, Suriye, Mısır ve Hindistan'ın bir bölümünü ele geçirdi. Pers İmparotorluğuna son verdi. Bu sefer dönüşünde yolda öldü.
HELENİSTİK MEDENİYET: Büyük İskender'in Asya seferi sırasında Yunan Medeniyeti ile Doğu Medeniyetleri birbirlerinden etkilendiler. Böylece doğu ve batı medeniyetlerinin karışımından HELLENİZM MEDENİYETİ ortaya çıktı.
İskender'in ölümünden sonra Anadolu'da küçük krallıklar kuruldu. Bunların başlıcaları;
a) BİTİNYA KRALLIĞI: Kuzeybatı Anadolu'da
b) PONTUS KRALLIĞI : Karadeniz'de

c) BERGAMA KRALLIĞI: Batı Anadolu'da kurulmuştur.
Bergama kralları bilim, edebiyat ve sanata önem verdiler. Koyun ve keçi derisinden PARŞÜMEN kağıdını icat ettiler. Bu sayede pek çok kitap günümüze geldi. Yine Bergama Krallığı Döneminde yapılan ZEUS tapınağı meşhurdur.


bergama.gif

3)- ROMA İMPARATORLUĞU:
* İtalya'da kurulan bu devlet kısa zamanda Avrupa, Asya ve Afrika topraklarına yayılmıştır. 395 yılında Batı ve doğu Roma imparatorluğu olarak ikiye ayrılmıştır. Batı Roma 476 yılında, Doğu Roma (Bizans) ise 1453'te yıkılmıştır.
* Bozdoğan Kemeri(istanbul), Çemberlitaş(istanbul), Ogüst Mabedi ve Roma Hamamı (Ankara), Aspendos tiyatrosu (Antalya) Romalılardan kalan ünlü eserlerlerdir.
* Romalılar Mısırlılardan aldıkları Güneş takvimini JÜLYEN TAKVİMİ adıyla geliştirdiler.
* Fenikelilerin bulduğu harf yazısı(alfabe), İyonlar yoluyla Yunanlılara ve onlardan da Romalılar'a geçmiş, Romalılar bunu geliştirerek LATİN ALFABESİNİ oluşturmuşlardır.
* Roma'da ilk yazılı kanunlar 12 Levha Kanunlarıdır. Roma kanunları günümüz Avrupa hukukunun temelini oluşturur.

4)- BİZANS İMPARATORLUĞU(DOĞU ROMA İMP.):
* Merkezi İstanbul olan bu devlet 1453'te Fatih Sultan Mehmet tarafından yıkılmıştır.
* Ayasofya, Aya İrini, Hora, Sergios ve Baküs kiliseleri ile Yerebatan ve Binbirdirek Sarnıçları en ünlü eserleridir.

 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.