şapka yüzünden [sözde] idam edilen hocaların olayı ve Atatürk'ün bu olayla alakası.

Öncelikle şapka olayı nedir konuyla alakası ne bunu bi öğrenelim.



25 Kasım 1925 tarihinde mecliste kabul edilen 671 No'lu "Şapka İktisası Hakkında Kanun" ile TBMM üyeleri ve memurlarına başlık olarak şapka giyilmesi zorunluluğu getirildi ve Türk halkı da buna aykırı bir alışkanlığın devamından men edildi. Kanun, 28 Kasım 1925 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Şapka Kanunu, 1982 anayasasının 174. maddesine göre "inkılap kanunları" (anayasaya aykırılığı iddia edilip iptal edilemeyecek kanun) arasındadır.



kaynak : Şapka devrimi ve iktisâsı kaynağa gitmek için tıklayınız.



Şapka yani kıyafet devrimini ilk yapan kişi atatürk müydü?



Osmanlı döneminde; giyim konusundaki ilk devrim, Padişah II.Mahmut zamanında yapıldı. 1826 yılında: sarık ve cüppe yasaklandı, devlet memurlarına, ilk kez; fes, pantolon ve ceket giyilmesi zorunluluğu getirildi. II.Mahmut; yeniçeriliği kaldırınca, onlardan hiçbir iz kalmaması konusunda çaba gösteriyordu. Bunu işiten; Kaptan-ı Derya Koca Hüsrev Paşa; Tunus’tan alınan fesi, tayfalarına giydirdi. İstanbul’a geldiğinde, tayfalarıyla birlikte padişahın huzuruna; başlarında fes ile çıkınca; II.Mahmut, fesi çok beyendi ve eski başlıkların atılıp, yerini fesin almasını emretti. 1832 yılında, bir genelge yayınlandı ve tüm ordu mensuplarının fes giymeleri zorunlu hale getirildi. Evet; Osmanlı’da fes’in geldiği yer; Fas değil, Tunus’tur.



Evet, takip eden dönemde; Sultan Abdülmecit; bütün memurlara, pantolon giymeyi zorunlu hale getirir ve kendiside gravat takarak, Osmanlılarda gravat takan ilk padişah olur. Zamanla; gravat, aydınlar arasında benimsenir. Padişah tarafından takılmasıda; yüksek sivil memurların ve devletin ileri gelenlerinin, gravat takmalarına yol açar. Birinci Dünya Savaşı bittiğinde, tüm devlet memurları gravat takıyordu.



Şapkayı; Türkiye’ye ilk getiren, Beyaz Ruslar’dır. 1900 lü yıllarda, İstiklal Caddesinde, şapkacı dükkanı açarak, yaptıkları şapkaları, azınlıklara satmaya başlarlar. İlk şapka takan Türk’ler ise; Abdulhamit’in istibdat yönetimi nedeniyle Avrupa’da yaşayan jön Türkler olmuştur.



Kaynak : kıyafet devrimini ilk yapan padişah linke gitmek için tıklayınız.



24 Ağustos 1925'te Atatürk'ün kastamonuya çıkışı ve atatürk neden kastamonuyu seçmiştir?



Atatürk Şapka Devrimi’ni gerçekleştirmeden önce halkı şapkaya alıştırmak istemiş ve yurt gezisine çıkmıştır. Gezisine koyu muhafazakâr bir il olan Kastamonu’dan başlamıştır. Yıllar sonra neden İzmir gibi aydın bir ilde değil de Kastamonu’ya gittiğini soranlara şu cevabı vermiştir:



“İzmir tarafı halkı beni birçok defa gördü.Eğer orada şapka giysem, bana değil, şapkama bakarlardı. Beni ilk defa görenler ise şapkamla olduğum gibi kabul ettiler.”[1]



24 Ağustos 1925’te Kastamonu’ya gelen Atatürk halkın yoğun sevgi ve ilgisiyle karşılanmıştır. Belediye binasında yaptığı konuşmada şehir esnafının temsilcilerini de odaya çağırmıştır. Dinleyiciler arasında oturan bir terziye elbiselerini göstererek “Bu elbiseler her hâlde ucuzdur. Kumaşı da düz. Uluslararası kıyafetmidir?” diye sormuş, terzi “Evet, uluslararasıdır.” diye cevap vermiştir. Konuşmasının devamında şu yorumda bulunmuştur:



“Biz her nokta-i nazardan medenî insan olmalıyız. Acılar gördük. Bunun sebebi dünyanın vaziyetini anlamadığımız içindir. Fikrimiz, zihniyetimiz medenî olacaktır. Şunun, bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz. Medenî olacağız. Bununla iftihar edeceğiz. Bütün Türk ve İslâm âlemine bakınız. Zihinleri medeniyetin emrettiği şümul ve tealiye uyamadıklarından ne büyük felâketler, ne ıstıraplar içindedirler. Bizim deşim diye kadar geri kalmamız ve nihayet son felâket çamuruna batışımız bundandır. Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona bigâne olanları yakar ve mahveder.”[2]



25 Ağustosta Kastamonu’dan İnebolu’ya geçen Atatürk burada meşhur şapka konuşmasını yapmıştır. İşte tarihe geçen o konuşma:



“Ey memleketini seven ve memleketi, milleti için hayatını fedâdan çekinmemiş bulunan kıymetli vatandaşlar! Hep beraber bütün cihâna sarih ifade edelim ki, bunca inkılâbâtınşuurlu kahramanı olan bu millet, medeniyet güneşinin bütün hararetini almıştır.



Efendiler, Türkiye Cumhuriyeti’ni te’sis eden Türk halkı medenîdir. Tarihte medenîdir, hakikat temedenîdir. Fakat medenîyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı; fikriyle,zihniyetiyle medenî olduğunu isbât ve izhâr etmek mecburiyetindedir. Velhâsıl medenîyim diyen, Türkiye’nin, hakikaten medenî olan halkı başından aşağıya vaz-ıharicisiyle dahi medenî ve mütekâmil insanlar olduğunu fiilen göstermeye mecburdurlar. Bu son sözlerimi vâzıh ifade etmeliyim ki, bütün memleket vecihân ne demek istediğimi suhûletle anlasın. Bu izâhâtımı heyet-i âlinize, heyet-iumûmiyeye bir sualle tevcih etmek istiyorum, soruyorum:



Bizim kıyafetimiz millî midir? (hayır sadâları).



Bizim kıyafetimiz medenî ve beynelmilel midir? (hayır, hayır sadâları).



Size iştirak ediyorum.Tabirimi ma’zûr görünüz. Altı kaval üstü şişhâne, diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millîdir ve ne de beynelmileldir. O hâlde kifayetsiz bir millet olur mu arkadaşlar? Böyle tavsif olunmaya razı mısınız arkadaşlar? (hayır,hayır, kat’iyyen sesleri). Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak enzâr-ıâleme göstermekte ma’nâ var mıdır? Ve bu çamurun içinde cevher gizlidir, fakat anlayamıyorsunuz demek câiz midir?



Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak elzemdir; tabiîdir… Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp ihyâ eylemeye mahal yoktur. Medenî ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli,milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu iktisâ edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kıravat, yakalık, caket ve bittabi bunların mütemmimi olmak üzere başta siperi şemsli serpuş, bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur, smokin gibi,işte şapkanız!



Buna câiz değil, diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim:



Yunan serpuşu olan fesi giymek câiz olur da şapkayı giymek neden olmaz ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının kisve-imahsûsası olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler?”



Kaynak : atatürk neden kastamonuyu seçmiştir linke gitmek için tıklayınız.



Hocalar asıldı mı? asılma sebepleri nelerdi ? İskilipli Atıf Hoca’nın idam edilmesinin gerçek nedeni neydi?



İskilipli Atıf Hoca, 1876 yılında Çorum’un İskilip’in ilçesinin Toyhane Köyü’nde doğmuştur. Dedesi Hasan Kethüda’nın köydeki çiftliklerinde özel hocalardan ders almıştır. İstanbul’a gelip eğitimini tamamlayarak müderris olmuştur. Fatih Dersiamlığı[2] ve Kabataş Lisesi’nde Arapça öğretmenliği yapmıştır.[3] Bu dönemde Şeyhülislam tarafından Bodrum’a sürgüne gönderilmiştir. Bodrum’dan gizlice Kırım’a kaçan İskilipli Atıf, daha sonra Varşova’ya gitmiş, II. Meşrutiyet’in ilanından bir hafta önce İstanbul’a dönmüştür.[4] Meşrutiyet döneminde ise Mahmut Şevket Paşa’nın katledilmesi meselesinde parmağı olduğu gerekçesiyle önce Sinop’a, daha sonra sırasıyla Çorum, Boğazlıyan ve Sungurlu’ya sürgün edilmiştir. Görülen o ki, İskilipli Atıf hem II. Abdülhamid yönetimi ile hem de İttihatçı hükümetle sorun yaşamıştır. İskilipli Atıf’ın birbirinden tamamen farklı görüşte olan bu iki rejimle de problem yaşamış olması oldukça dikkat çekicidir. Yine anlaşılıyor ki II. Abdülhamid döneminden başlamak üzere devlet, faaliyetlerini zararlı gördüğü İskilipli Atıf’ı gözetim altında tutulmuştur.



Milli mücadele yıllarına gelindiğinde İskilipli Atıf’ı dava arkadaşı Mustafa Sabri ile birlikte Müderrisler Cemiyeti’ni kurarken görüyoruz. 19 Şubat 1919’da Cemiyet-i Müderrisin adıyla kurulan bu yapı, 24 Aralık 1919’da Teali İslam Cemiyeti adını almıştır. Milli mücadele karşıtlığıyla tanınan bu cemiyetin başkanlığına Mustafa Sabri, ikinci başkanlığına İskilipli Atıf getirilmiştir. Mustafa Sabri’nin Şeyhülislam olması üzerine İskilipli Atıf cemiyetin başkanı olmuştur.



Burada Mustafa Sabri’nin kim olduğundan bahsetmek faydalı olacaktır. Mustafa Sabri, Kuvayi Milliyecilerin katledilmesini emreden o meşhur fetvayı yazan kişidir. Dönemin Şeyhülislamı Haydarizade İbrahim Efendi, Mustafa Sabri’nin yazdığı bu ihanet fetvasını imzalamayarak Şeyhülislamlıktan istifa etmiştir. Onun yerine Şeyhülislam olan Dürrizade Abdullah Efendi fetvayı imzalayarak yürürlüğe koymuştur. İhanet fetvası, 11 Nisan 1920’de devletin resmî gazetesi olan Takvim-i Vekâyi’de yayınlanmıştır.[5] Ecnebilere yaranmak için idam edilen milli şehidimiz Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in idam fetvasını hazırlayan kişi de yine Mustafa Sabri’dir.[6]



Teali İslam Cemiyeti, “Ey Anadolu’nun masum ve mazlum ahâlisi!” başlığıyla bir beyanname yayınlamıştır. Yunan uçaklarıyla Anadolu’nun köylerine atılan beyannamede Kuvayi Milliyecilerin İngilizleri kızdırdığı için Yunan ordusunun başımıza musallat olduğu söylenmiş ve savaşta yenilince uslu uslu oturup neticeyi beklemekten başka çare olmadığı ifade edilmiştir. Padişahın Kuvayi Milliyecileri yok etmek için kurulacak bir ordunun başında Anadolu’ya geleceği belirtilmiş ve ahaliden bunun için hazır olmaları istenmiştir. Beyannamede askerlerin Halifenin emri gereği Mustafa Kemal, Ali Fuat ve Bekir Sami gibi isimleri daha fazla yaşatmamakla mükellef oldukları belirtilmiş, bunların vücutlarını ortadan kaldırmanın insanlık ve Müslümanlık adına farz olduğu vurgulanmıştır.[7]



Beyanname, Yunan uçaklarıyla Anadolu’nun çeşitli yerlerine atılıyordu. İskilipli Atıf hayranları bunu kabul etmeseler de arşiv belgeleri konuyu şüpheye yer vermeyecek şekilde aydınlatmaktadır. İsmet Paşa’nın yazdığı bir Genelkurmay raporunda belirtildiğine göre 30 Ağustos 1920’de saat altıdan sonra Bilecik üzerinden Eskişehir’e gelen bir düşman uçağı Teali İslam Cemiyeti’nin beyannamelerini atmıştır. İşte belgesi:









1924 yılında İskilipli Atıf Frenk Mukallitliği ve Şapka adında bir kitapçık yazmış ve şapka giymenin dine aykırı olduğundan bahsetmiştir. Bu kitapçığın yazılmasından yaklaşık bir buçuk yıl sonra, 25 Kasım 1925’te 671 sayılı Şapka Kanunu kabul edilip milletvekillerine ve devlet memurlarına şapka takma zorunluluğu getirilmiştir.[8] Kanunun kabulünden önce İskilipli Atıf’ın Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı kitapçığı emniyet birimlerinin dikkatini çekmiş, kitapçığın yurdun çeşitli yerlerine dağıtıldığı İstanbul Polis Müdürlüğü’nün 24 Ağustos 1925 tarihli raporuyla İçişleri Bakanlığı’na bildirilmiştir. İçişleri Bakanlığı’nın 26 Eylül 1925 tarih 4717 sayılı emriyle kitapçığın dağıtılması yasaklanmış ve belli bir miktarına el konulmuştur. 1925 yılı Aralık ayında Şapka Kanunu bahane edilerek Erzurum, Sivas, Kayseri, Maraş gibi illerde hükümet aleyhinde isyanlar çıkmıştır.



Şapka kanununu fırsat bilen gericilerin çıkardığı en büyük isyanlardan birisi Rize’de patlak vermiştir. Muhtar Yakup Ağa ve İmam Şaban, dua okunacağı bahanesiyle civar köy halkını Ulu Cami’ye toplayarak şapka karşıtı propaganda yapmışlardır. Biçeli Mehmet adında bir şahıs Mustafa Kemal Paşa’nın üç yerinden yaralı olduğunu ve İsmet Paşa’nın ortadan kaldırıldığını söylemiş, dindar paşaların yönetimi ele aldığından bahsederek Erzurum gibi Rize’nin de gereğini yapmasını istemiştir. Toplanan kalabalığa Yeni Pazar köyünden Muharrem Hoca’nın şapka aleyhindeki fetvası sık sık tekrar edilmiştir. Olaylar sırasında isyancılar karakolu basıp jandarmayı esir almıştır. Rize’deki isyan bastırılmış ve yapılan yargılama sonucunda İskilipli Atıf’ın Frenk Mukallitliği ve Şapka kitabının isyanda etkili olduğu anlaşılmıştır.[9]

Giresun’daki olaylarda yakalanan birisi de polis sorgusunda İskilipli Atıf’ın “şeriatın şapka giymeye izin vermediğini” belirttiğini ve bu nedenle isyan ettiğini söylemiştir. Bunun üzerine İskilipli Atıf tutuklanarak Giresun İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmıştır. 16-18 Aralık 1925 tarihleri arasında yapılan ve İskilipli Atıf ile birlikte 60 kişinin yargılandığı mahkeme sonucunda Şeyh Muharrem ve Abdullah Hoca isimli kişiler halkı isyana teşvik ettikleri gerekçesiyle idama; Şeyh Hüseyin, Dadak Ali ve Çakır Ali on beşer yıl hapse mahkûm edilmiş, diğer sanıklar beraat etmiştir. Beraat edenler arasında İskilipli Atıf’ta vardır. Beraat nedeni Frenk Mukallitliği ve Şapka kitapçığını Şapka Kanunu’ndan önce yazmış olması ve bu nedenle suçlama yapılamayacağıdır. Mahkeme, İskilipli Atıf’ı serbest bırakırken kitapçıkların toplanmasına ve dağıtımının yasaklanmasına karar vermiştir.[10]

Bu yasağa rağmen kitapçıkların dağıtılmasına devam edildiği anlaşılınca İskilipli Atıf 1926 yılı Ocak ayında bu sefer Ankara İstiklal Mahkemesinde yargılanmıştır. Kılıç Ali, Ali Çetinkaya, Necip Ali ve Reşid Galip’ten oluşan mahkeme heyeti İskilipli Atıf’ın söz konusu kitapçığının Şapka Kanunu’na karşı çıkan isyanlardaki rolünü sorgulamıştır. Mahkeme tutanakları incelendiğinde mahkeme heyetinin kitapların dağıtılmasının yasaklanmasından sonraki süreçte isyan bölgelerine gönderilip gönderilmediğinin üzerinde titizlikle durduğu görülmektedir.[11]

Mahkemede ele alınan bir diğer önemli husus İskilipli Atıf Hoca’nın Teali İslam Cemiyeti Başkanı olduğu dönemde yaptığı milli mücadele karşıtı faaliyetlerdir. Açıklanan karara göre İskilipli Atıf Hoca ile Babaeski eski Müftüsü Ali Rıza Efendi idam cezasına çarptırılmışlardır. Şeyh Süleyman, Hasankale Telgraf Müdürü Halid, Uşaklı Köseoğlu Ahmet, Ayıntabî Salih, Yusuf Kenan, Suud'ül Mevlevi on sene küreğe, Sabuncu Süleyman, Kamilpaşazade Muhlis on beş sene küreğe, Merakib Ali, Hoca Osman, Hacı Bey, Hoca Mehmed, Kara Sabri, Erzurumlu mütekaid Yüzbaşı İsmail Efendi'ler yedi sene, Fatih Türbedarı Hasan Efendi beş sene kürek cezasına mahkûm edilmiştir. Hoca Tahir ve Hoca Fettah Efendi'lerin üç sene Adana'ya, Seydişehirli Hasan Fehmi Efendi’nin üç sene Isparta'ya, Erzurumlu Samih, Muhsin, Sabuncuzade Mustafa ve Zühtü Efendi'lerin üç sene İstanbul'a sürgün edilmelerine karar verilmiştir. Mustafa Asım, Ömer Rıza, Hafız Osman, Yahya Cafer'in oğlu Muhiddin, İhsan Mahvi, Seyyid Tahir, İstanbul İmam Hatip Kâtibi Aziz Mahmud, Kitapçı Mihran, Yağlıkçızade Mustafa ve Hüseyin, Şeyh Ali Haydar, Berber Mustafa, Saatçi Nafiz, Gostivarlı Hasan, Mülazım Halid, Sürmeneli Hafız Ali, Tahir'ül Mevlevi ve Erzurumlu Cafer ise yargılama sonunda beraat etmişlerdir

Mahkeme kararının İskilipli Atıf Hoca’yla ilgili bölümü aynen şu şekildedir:

“Bunlardan Hoca Atıf Efendinin Türkiye Cumhuriyeti’nin yenilik ve ilerlemeye doğru attığı adımlara mani olmak ve halkı isyan ve irticaa teşvik etmek kastıyla İstanbul’da 1924 sonlarında Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eseri yayınladığı ve muhtelif vasıtalarla memleketin muhtelif mahallelerine dağıttığı sıralarda İstanbul Polis Müdüriyeti tarafından Birinci Şube raporuyla 24/8/1341 (1925) tarihi ile Dahiliye Vekâleti’ne ihbar edildiği, adı geçen vekâletin 26/9/1341 (1925) ve 4717 numaralı emirleri ile mezkûr risalenin toplatılmasının ve dağıtılmasının yasaklanmasının İstanbul’a bildirildiği ve kitapların bir miktarına el konulduğu hâlde, emrin uygulanışı tarihinden bir müddet sonra adı geçen eserin isyânın çıktığı mıntıkalarda yapılan aramalarda elde edilmesi ve muhakemeleri yapılan maznûnlara yöneltilen suallerden eserin isyandan bir iki ay evvel bahsedilen muhitlere gelerek elden ele gezdirilmek sûretiyle gizliden gizliye okunduğu ve Şapka İksâsı Hakkındaki Kanunun kabul edilmesi üzerine muhtelif mahallerde şapka aleyhinde propaganda da bulunan kişilerin tevkifi esnasında yapılan aramalarda bahsedilen esere tesadüf edildiği ve yapılan tahkikatta adı geçen eserin masum halkın fikirlerini iğfal ve irticaa teşvik maksadıyla Anadolu’nun içlerine ve bilhassa doğu vilayetlerine ücretsiz olarak gönderildiği ve eserin basımı ve dağıtımı hükümetçe men edildiği halde basımı ve dağıtımı için gayretler gösterildiği çeşitli bölgelerdeki isyanın çıkışında amil ve en mühim tahrik vâsıtası olduğu ve Atıf Efendi; geçmiş hayatı itibarıyla de 31 Mart irticâ hadisesinde ve Mahmut Şevket Paşa merhumun katledilmesinde de alakadar bulunduğundan çeşitli suçlar ile cezaya çarptırıldığı ve Sinop’a sürüldüğü ve bundan başka

Millî Mücâdelenin en buhranlı zamanında Anadolu içlerine doğru uzanmış olan işgal ordusuna mukavemet edilmemesi hususunda başkanlığını yaptığı Teâli-i İslâm Cemiyeti adına düzenlediği beyannâmeleri sonradan aldığı çeşitli inkâr tertiplerine rağmen Yunan tayyareleriyle istiklâli ve hayat hakkı için mücadele eden Anadolu köylerine attırdığı ve yeniliğe ve Cumhuriyete dâimî bir düşman vaziyeti almış olan adı geçen kişinin son isyan hâdisesi ile maddeten ve mânen alâkadar bulunduğu bir çok delil ile anlaşıldığını ve ortaya çıktığı (…) için hareketinin karşılığı olan Kanun-ı Cezâ-yı Umumînin 45. Maddesinin “Her biri cürmün husûlü maksadıyla ef’âlimiz buradan beri ya bir kaçını icrâ eylerse eşhâs-ı mezkûreye hem fiil denilir ve cümlesi fâil-i müstakil gibi mücâzat olunur.” diyen muharrer fırkası dolayısıyla adı geçen kânunun 55. maddesinin “Türkiye Cumhuriyeti’nin Teşkilatı Esasiye Kanunu’nu tamâmen veya kısmen tağyir (…) veya ifâ-yı vazifeden men’ine cebren teşebbüs edenler idam olunur” diyen muharrer fıkrası mucibince” İskilipli Atıf Hoca ve Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi'nin asılarak idamlarına…”



Kaynak : İskilipli Atıf hoca neden asıldı tüm detay ve belgeleri ile linke gitmek için tıklayınız.



Şimdi konuyu toparlayalım ;



İskilipli Atıf hoca aslında kendi tarikatlarını kurup ülke içinde baskınlar yaparak savaşta olduğumuz dönemde bizden asker eksiltmiştir dış güçlere çalıştığı belgeler vesayre durmakta.

bazıları İskilipli Atıf hoca'nın şapka kanunu yüzünden asıldığını destekler fakat şapka ile yazdığı kitap 1924'de çıkmıştır ve onla ilgili beraatın karar verilmişti.şapka kanunu 1925'te gelmiştir ve bu yasayla sadece insanların belirli sürelerle cezası işleme konuldu. İskilipli Atıf'ın asıldığı tarih 1926'dır yani şapka kanunundan 1 yıl sonra bu konuyu gündeme taşıyan köpekler Atatürk'ün dinsiz birisi olarak onun kendi içinde diktatör olduğunu desteklemek için öne sürmüşlerdir fakat ellerine sonuç geçmemiştir.



EVET GENÇLER KONU BAYA UZUN OLDU FAKAT İNSANLAR GERÇEĞİ ÖĞRENMELİ ATATÜRK BİR ŞAPKA İÇİN İMAM ASACAK DEĞİL Kİ DUA EDEREK AÇTIĞI YERLER VAR ATATÜRK KELLE UÇURMADI UÇURULMASI GEREKEN HOCANIN KELLESİNİ UÇURDU SAYGILAR.
 

Endarion

Katılımcı Üye
29 Ağu 2021
890
519
Righteous Side of Hell
Öncelikle şapka olayı nedir konuyla alakası ne bunu bi öğrenelim.



25 Kasım 1925 tarihinde mecliste kabul edilen 671 No'lu "Şapka İktisası Hakkında Kanun" ile TBMM üyeleri ve memurlarına başlık olarak şapka giyilmesi zorunluluğu getirildi ve Türk halkı da buna aykırı bir alışkanlığın devamından men edildi. Kanun, 28 Kasım 1925 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Şapka Kanunu, 1982 anayasasının 174. maddesine göre "inkılap kanunları" (anayasaya aykırılığı iddia edilip iptal edilemeyecek kanun) arasındadır.



kaynak : Şapka devrimi ve iktisâsı kaynağa gitmek için tıklayınız.



Şapka yani kıyafet devrimini ilk yapan kişi atatürk müydü?



Osmanlı döneminde; giyim konusundaki ilk devrim, Padişah II.Mahmut zamanında yapıldı. 1826 yılında: sarık ve cüppe yasaklandı, devlet memurlarına, ilk kez; fes, pantolon ve ceket giyilmesi zorunluluğu getirildi. II.Mahmut; yeniçeriliği kaldırınca, onlardan hiçbir iz kalmaması konusunda çaba gösteriyordu. Bunu işiten; Kaptan-ı Derya Koca Hüsrev Paşa; Tunus’tan alınan fesi, tayfalarına giydirdi. İstanbul’a geldiğinde, tayfalarıyla birlikte padişahın huzuruna; başlarında fes ile çıkınca; II.Mahmut, fesi çok beyendi ve eski başlıkların atılıp, yerini fesin almasını emretti. 1832 yılında, bir genelge yayınlandı ve tüm ordu mensuplarının fes giymeleri zorunlu hale getirildi. Evet; Osmanlı’da fes’in geldiği yer; Fas değil, Tunus’tur.



Evet, takip eden dönemde; Sultan Abdülmecit; bütün memurlara, pantolon giymeyi zorunlu hale getirir ve kendiside gravat takarak, Osmanlılarda gravat takan ilk padişah olur. Zamanla; gravat, aydınlar arasında benimsenir. Padişah tarafından takılmasıda; yüksek sivil memurların ve devletin ileri gelenlerinin, gravat takmalarına yol açar. Birinci Dünya Savaşı bittiğinde, tüm devlet memurları gravat takıyordu.



Şapkayı; Türkiye’ye ilk getiren, Beyaz Ruslar’dır. 1900 lü yıllarda, İstiklal Caddesinde, şapkacı dükkanı açarak, yaptıkları şapkaları, azınlıklara satmaya başlarlar. İlk şapka takan Türk’ler ise; Abdulhamit’in istibdat yönetimi nedeniyle Avrupa’da yaşayan jön Türkler olmuştur.



Kaynak : kıyafet devrimini ilk yapan padişah linke gitmek için tıklayınız.



24 Ağustos 1925'te Atatürk'ün kastamonuya çıkışı ve atatürk neden kastamonuyu seçmiştir?



Atatürk Şapka Devrimi’ni gerçekleştirmeden önce halkı şapkaya alıştırmak istemiş ve yurt gezisine çıkmıştır. Gezisine koyu muhafazakâr bir il olan Kastamonu’dan başlamıştır. Yıllar sonra neden İzmir gibi aydın bir ilde değil de Kastamonu’ya gittiğini soranlara şu cevabı vermiştir:



“İzmir tarafı halkı beni birçok defa gördü.Eğer orada şapka giysem, bana değil, şapkama bakarlardı. Beni ilk defa görenler ise şapkamla olduğum gibi kabul ettiler.”[1]



24 Ağustos 1925’te Kastamonu’ya gelen Atatürk halkın yoğun sevgi ve ilgisiyle karşılanmıştır. Belediye binasında yaptığı konuşmada şehir esnafının temsilcilerini de odaya çağırmıştır. Dinleyiciler arasında oturan bir terziye elbiselerini göstererek “Bu elbiseler her hâlde ucuzdur. Kumaşı da düz. Uluslararası kıyafetmidir?” diye sormuş, terzi “Evet, uluslararasıdır.” diye cevap vermiştir. Konuşmasının devamında şu yorumda bulunmuştur:



“Biz her nokta-i nazardan medenî insan olmalıyız. Acılar gördük. Bunun sebebi dünyanın vaziyetini anlamadığımız içindir. Fikrimiz, zihniyetimiz medenî olacaktır. Şunun, bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz. Medenî olacağız. Bununla iftihar edeceğiz. Bütün Türk ve İslâm âlemine bakınız. Zihinleri medeniyetin emrettiği şümul ve tealiye uyamadıklarından ne büyük felâketler, ne ıstıraplar içindedirler. Bizim deşim diye kadar geri kalmamız ve nihayet son felâket çamuruna batışımız bundandır. Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona bigâne olanları yakar ve mahveder.”[2]



25 Ağustosta Kastamonu’dan İnebolu’ya geçen Atatürk burada meşhur şapka konuşmasını yapmıştır. İşte tarihe geçen o konuşma:



“Ey memleketini seven ve memleketi, milleti için hayatını fedâdan çekinmemiş bulunan kıymetli vatandaşlar! Hep beraber bütün cihâna sarih ifade edelim ki, bunca inkılâbâtınşuurlu kahramanı olan bu millet, medeniyet güneşinin bütün hararetini almıştır.



Efendiler, Türkiye Cumhuriyeti’ni te’sis eden Türk halkı medenîdir. Tarihte medenîdir, hakikat temedenîdir. Fakat medenîyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı; fikriyle,zihniyetiyle medenî olduğunu isbât ve izhâr etmek mecburiyetindedir. Velhâsıl medenîyim diyen, Türkiye’nin, hakikaten medenî olan halkı başından aşağıya vaz-ıharicisiyle dahi medenî ve mütekâmil insanlar olduğunu fiilen göstermeye mecburdurlar. Bu son sözlerimi vâzıh ifade etmeliyim ki, bütün memleket vecihân ne demek istediğimi suhûletle anlasın. Bu izâhâtımı heyet-i âlinize, heyet-iumûmiyeye bir sualle tevcih etmek istiyorum, soruyorum:



Bizim kıyafetimiz millî midir? (hayır sadâları).



Bizim kıyafetimiz medenî ve beynelmilel midir? (hayır, hayır sadâları).



Size iştirak ediyorum.Tabirimi ma’zûr görünüz. Altı kaval üstü şişhâne, diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millîdir ve ne de beynelmileldir. O hâlde kifayetsiz bir millet olur mu arkadaşlar? Böyle tavsif olunmaya razı mısınız arkadaşlar? (hayır,hayır, kat’iyyen sesleri). Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak enzâr-ıâleme göstermekte ma’nâ var mıdır? Ve bu çamurun içinde cevher gizlidir, fakat anlayamıyorsunuz demek câiz midir?



Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak elzemdir; tabiîdir… Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp ihyâ eylemeye mahal yoktur. Medenî ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli,milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu iktisâ edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kıravat, yakalık, caket ve bittabi bunların mütemmimi olmak üzere başta siperi şemsli serpuş, bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur, smokin gibi,işte şapkanız!



Buna câiz değil, diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim:



Yunan serpuşu olan fesi giymek câiz olur da şapkayı giymek neden olmaz ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının kisve-imahsûsası olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler?”



Kaynak : atatürk neden kastamonuyu seçmiştir linke gitmek için tıklayınız.



Hocalar asıldı mı? asılma sebepleri nelerdi ? İskilipli Atıf Hoca’nın idam edilmesinin gerçek nedeni neydi?



İskilipli Atıf Hoca, 1876 yılında Çorum’un İskilip’in ilçesinin Toyhane Köyü’nde doğmuştur. Dedesi Hasan Kethüda’nın köydeki çiftliklerinde özel hocalardan ders almıştır. İstanbul’a gelip eğitimini tamamlayarak müderris olmuştur. Fatih Dersiamlığı[2] ve Kabataş Lisesi’nde Arapça öğretmenliği yapmıştır.[3] Bu dönemde Şeyhülislam tarafından Bodrum’a sürgüne gönderilmiştir. Bodrum’dan gizlice Kırım’a kaçan İskilipli Atıf, daha sonra Varşova’ya gitmiş, II. Meşrutiyet’in ilanından bir hafta önce İstanbul’a dönmüştür.[4] Meşrutiyet döneminde ise Mahmut Şevket Paşa’nın katledilmesi meselesinde parmağı olduğu gerekçesiyle önce Sinop’a, daha sonra sırasıyla Çorum, Boğazlıyan ve Sungurlu’ya sürgün edilmiştir. Görülen o ki, İskilipli Atıf hem II. Abdülhamid yönetimi ile hem de İttihatçı hükümetle sorun yaşamıştır. İskilipli Atıf’ın birbirinden tamamen farklı görüşte olan bu iki rejimle de problem yaşamış olması oldukça dikkat çekicidir. Yine anlaşılıyor ki II. Abdülhamid döneminden başlamak üzere devlet, faaliyetlerini zararlı gördüğü İskilipli Atıf’ı gözetim altında tutulmuştur.



Milli mücadele yıllarına gelindiğinde İskilipli Atıf’ı dava arkadaşı Mustafa Sabri ile birlikte Müderrisler Cemiyeti’ni kurarken görüyoruz. 19 Şubat 1919’da Cemiyet-i Müderrisin adıyla kurulan bu yapı, 24 Aralık 1919’da Teali İslam Cemiyeti adını almıştır. Milli mücadele karşıtlığıyla tanınan bu cemiyetin başkanlığına Mustafa Sabri, ikinci başkanlığına İskilipli Atıf getirilmiştir. Mustafa Sabri’nin Şeyhülislam olması üzerine İskilipli Atıf cemiyetin başkanı olmuştur.



Burada Mustafa Sabri’nin kim olduğundan bahsetmek faydalı olacaktır. Mustafa Sabri, Kuvayi Milliyecilerin katledilmesini emreden o meşhur fetvayı yazan kişidir. Dönemin Şeyhülislamı Haydarizade İbrahim Efendi, Mustafa Sabri’nin yazdığı bu ihanet fetvasını imzalamayarak Şeyhülislamlıktan istifa etmiştir. Onun yerine Şeyhülislam olan Dürrizade Abdullah Efendi fetvayı imzalayarak yürürlüğe koymuştur. İhanet fetvası, 11 Nisan 1920’de devletin resmî gazetesi olan Takvim-i Vekâyi’de yayınlanmıştır.[5] Ecnebilere yaranmak için idam edilen milli şehidimiz Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in idam fetvasını hazırlayan kişi de yine Mustafa Sabri’dir.[6]



Teali İslam Cemiyeti, “Ey Anadolu’nun masum ve mazlum ahâlisi!” başlığıyla bir beyanname yayınlamıştır. Yunan uçaklarıyla Anadolu’nun köylerine atılan beyannamede Kuvayi Milliyecilerin İngilizleri kızdırdığı için Yunan ordusunun başımıza musallat olduğu söylenmiş ve savaşta yenilince uslu uslu oturup neticeyi beklemekten başka çare olmadığı ifade edilmiştir. Padişahın Kuvayi Milliyecileri yok etmek için kurulacak bir ordunun başında Anadolu’ya geleceği belirtilmiş ve ahaliden bunun için hazır olmaları istenmiştir. Beyannamede askerlerin Halifenin emri gereği Mustafa Kemal, Ali Fuat ve Bekir Sami gibi isimleri daha fazla yaşatmamakla mükellef oldukları belirtilmiş, bunların vücutlarını ortadan kaldırmanın insanlık ve Müslümanlık adına farz olduğu vurgulanmıştır.[7]



Beyanname, Yunan uçaklarıyla Anadolu’nun çeşitli yerlerine atılıyordu. İskilipli Atıf hayranları bunu kabul etmeseler de arşiv belgeleri konuyu şüpheye yer vermeyecek şekilde aydınlatmaktadır. İsmet Paşa’nın yazdığı bir Genelkurmay raporunda belirtildiğine göre 30 Ağustos 1920’de saat altıdan sonra Bilecik üzerinden Eskişehir’e gelen bir düşman uçağı Teali İslam Cemiyeti’nin beyannamelerini atmıştır. İşte belgesi:









1924 yılında İskilipli Atıf Frenk Mukallitliği ve Şapka adında bir kitapçık yazmış ve şapka giymenin dine aykırı olduğundan bahsetmiştir. Bu kitapçığın yazılmasından yaklaşık bir buçuk yıl sonra, 25 Kasım 1925’te 671 sayılı Şapka Kanunu kabul edilip milletvekillerine ve devlet memurlarına şapka takma zorunluluğu getirilmiştir.[8] Kanunun kabulünden önce İskilipli Atıf’ın Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı kitapçığı emniyet birimlerinin dikkatini çekmiş, kitapçığın yurdun çeşitli yerlerine dağıtıldığı İstanbul Polis Müdürlüğü’nün 24 Ağustos 1925 tarihli raporuyla İçişleri Bakanlığı’na bildirilmiştir. İçişleri Bakanlığı’nın 26 Eylül 1925 tarih 4717 sayılı emriyle kitapçığın dağıtılması yasaklanmış ve belli bir miktarına el konulmuştur. 1925 yılı Aralık ayında Şapka Kanunu bahane edilerek Erzurum, Sivas, Kayseri, Maraş gibi illerde hükümet aleyhinde isyanlar çıkmıştır.



Şapka kanununu fırsat bilen gericilerin çıkardığı en büyük isyanlardan birisi Rize’de patlak vermiştir. Muhtar Yakup Ağa ve İmam Şaban, dua okunacağı bahanesiyle civar köy halkını Ulu Cami’ye toplayarak şapka karşıtı propaganda yapmışlardır. Biçeli Mehmet adında bir şahıs Mustafa Kemal Paşa’nın üç yerinden yaralı olduğunu ve İsmet Paşa’nın ortadan kaldırıldığını söylemiş, dindar paşaların yönetimi ele aldığından bahsederek Erzurum gibi Rize’nin de gereğini yapmasını istemiştir. Toplanan kalabalığa Yeni Pazar köyünden Muharrem Hoca’nın şapka aleyhindeki fetvası sık sık tekrar edilmiştir. Olaylar sırasında isyancılar karakolu basıp jandarmayı esir almıştır. Rize’deki isyan bastırılmış ve yapılan yargılama sonucunda İskilipli Atıf’ın Frenk Mukallitliği ve Şapka kitabının isyanda etkili olduğu anlaşılmıştır.[9]

Giresun’daki olaylarda yakalanan birisi de polis sorgusunda İskilipli Atıf’ın “şeriatın şapka giymeye izin vermediğini” belirttiğini ve bu nedenle isyan ettiğini söylemiştir. Bunun üzerine İskilipli Atıf tutuklanarak Giresun İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmıştır. 16-18 Aralık 1925 tarihleri arasında yapılan ve İskilipli Atıf ile birlikte 60 kişinin yargılandığı mahkeme sonucunda Şeyh Muharrem ve Abdullah Hoca isimli kişiler halkı isyana teşvik ettikleri gerekçesiyle idama; Şeyh Hüseyin, Dadak Ali ve Çakır Ali on beşer yıl hapse mahkûm edilmiş, diğer sanıklar beraat etmiştir. Beraat edenler arasında İskilipli Atıf’ta vardır. Beraat nedeni Frenk Mukallitliği ve Şapka kitapçığını Şapka Kanunu’ndan önce yazmış olması ve bu nedenle suçlama yapılamayacağıdır. Mahkeme, İskilipli Atıf’ı serbest bırakırken kitapçıkların toplanmasına ve dağıtımının yasaklanmasına karar vermiştir.[10]

Bu yasağa rağmen kitapçıkların dağıtılmasına devam edildiği anlaşılınca İskilipli Atıf 1926 yılı Ocak ayında bu sefer Ankara İstiklal Mahkemesinde yargılanmıştır. Kılıç Ali, Ali Çetinkaya, Necip Ali ve Reşid Galip’ten oluşan mahkeme heyeti İskilipli Atıf’ın söz konusu kitapçığının Şapka Kanunu’na karşı çıkan isyanlardaki rolünü sorgulamıştır. Mahkeme tutanakları incelendiğinde mahkeme heyetinin kitapların dağıtılmasının yasaklanmasından sonraki süreçte isyan bölgelerine gönderilip gönderilmediğinin üzerinde titizlikle durduğu görülmektedir.[11]

Mahkemede ele alınan bir diğer önemli husus İskilipli Atıf Hoca’nın Teali İslam Cemiyeti Başkanı olduğu dönemde yaptığı milli mücadele karşıtı faaliyetlerdir. Açıklanan karara göre İskilipli Atıf Hoca ile Babaeski eski Müftüsü Ali Rıza Efendi idam cezasına çarptırılmışlardır. Şeyh Süleyman, Hasankale Telgraf Müdürü Halid, Uşaklı Köseoğlu Ahmet, Ayıntabî Salih, Yusuf Kenan, Suud'ül Mevlevi on sene küreğe, Sabuncu Süleyman, Kamilpaşazade Muhlis on beş sene küreğe, Merakib Ali, Hoca Osman, Hacı Bey, Hoca Mehmed, Kara Sabri, Erzurumlu mütekaid Yüzbaşı İsmail Efendi'ler yedi sene, Fatih Türbedarı Hasan Efendi beş sene kürek cezasına mahkûm edilmiştir. Hoca Tahir ve Hoca Fettah Efendi'lerin üç sene Adana'ya, Seydişehirli Hasan Fehmi Efendi’nin üç sene Isparta'ya, Erzurumlu Samih, Muhsin, Sabuncuzade Mustafa ve Zühtü Efendi'lerin üç sene İstanbul'a sürgün edilmelerine karar verilmiştir. Mustafa Asım, Ömer Rıza, Hafız Osman, Yahya Cafer'in oğlu Muhiddin, İhsan Mahvi, Seyyid Tahir, İstanbul İmam Hatip Kâtibi Aziz Mahmud, Kitapçı Mihran, Yağlıkçızade Mustafa ve Hüseyin, Şeyh Ali Haydar, Berber Mustafa, Saatçi Nafiz, Gostivarlı Hasan, Mülazım Halid, Sürmeneli Hafız Ali, Tahir'ül Mevlevi ve Erzurumlu Cafer ise yargılama sonunda beraat etmişlerdir

Mahkeme kararının İskilipli Atıf Hoca’yla ilgili bölümü aynen şu şekildedir:

“Bunlardan Hoca Atıf Efendinin Türkiye Cumhuriyeti’nin yenilik ve ilerlemeye doğru attığı adımlara mani olmak ve halkı isyan ve irticaa teşvik etmek kastıyla İstanbul’da 1924 sonlarında Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eseri yayınladığı ve muhtelif vasıtalarla memleketin muhtelif mahallelerine dağıttığı sıralarda İstanbul Polis Müdüriyeti tarafından Birinci Şube raporuyla 24/8/1341 (1925) tarihi ile Dahiliye Vekâleti’ne ihbar edildiği, adı geçen vekâletin 26/9/1341 (1925) ve 4717 numaralı emirleri ile mezkûr risalenin toplatılmasının ve dağıtılmasının yasaklanmasının İstanbul’a bildirildiği ve kitapların bir miktarına el konulduğu hâlde, emrin uygulanışı tarihinden bir müddet sonra adı geçen eserin isyânın çıktığı mıntıkalarda yapılan aramalarda elde edilmesi ve muhakemeleri yapılan maznûnlara yöneltilen suallerden eserin isyandan bir iki ay evvel bahsedilen muhitlere gelerek elden ele gezdirilmek sûretiyle gizliden gizliye okunduğu ve Şapka İksâsı Hakkındaki Kanunun kabul edilmesi üzerine muhtelif mahallerde şapka aleyhinde propaganda da bulunan kişilerin tevkifi esnasında yapılan aramalarda bahsedilen esere tesadüf edildiği ve yapılan tahkikatta adı geçen eserin masum halkın fikirlerini iğfal ve irticaa teşvik maksadıyla Anadolu’nun içlerine ve bilhassa doğu vilayetlerine ücretsiz olarak gönderildiği ve eserin basımı ve dağıtımı hükümetçe men edildiği halde basımı ve dağıtımı için gayretler gösterildiği çeşitli bölgelerdeki isyanın çıkışında amil ve en mühim tahrik vâsıtası olduğu ve Atıf Efendi; geçmiş hayatı itibarıyla de 31 Mart irticâ hadisesinde ve Mahmut Şevket Paşa merhumun katledilmesinde de alakadar bulunduğundan çeşitli suçlar ile cezaya çarptırıldığı ve Sinop’a sürüldüğü ve bundan başka

Millî Mücâdelenin en buhranlı zamanında Anadolu içlerine doğru uzanmış olan işgal ordusuna mukavemet edilmemesi hususunda başkanlığını yaptığı Teâli-i İslâm Cemiyeti adına düzenlediği beyannâmeleri sonradan aldığı çeşitli inkâr tertiplerine rağmen Yunan tayyareleriyle istiklâli ve hayat hakkı için mücadele eden Anadolu köylerine attırdığı ve yeniliğe ve Cumhuriyete dâimî bir düşman vaziyeti almış olan adı geçen kişinin son isyan hâdisesi ile maddeten ve mânen alâkadar bulunduğu bir çok delil ile anlaşıldığını ve ortaya çıktığı (…) için hareketinin karşılığı olan Kanun-ı Cezâ-yı Umumînin 45. Maddesinin “Her biri cürmün husûlü maksadıyla ef’âlimiz buradan beri ya bir kaçını icrâ eylerse eşhâs-ı mezkûreye hem fiil denilir ve cümlesi fâil-i müstakil gibi mücâzat olunur.” diyen muharrer fırkası dolayısıyla adı geçen kânunun 55. maddesinin “Türkiye Cumhuriyeti’nin Teşkilatı Esasiye Kanunu’nu tamâmen veya kısmen tağyir (…) veya ifâ-yı vazifeden men’ine cebren teşebbüs edenler idam olunur” diyen muharrer fıkrası mucibince” İskilipli Atıf Hoca ve Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi'nin asılarak idamlarına…”



Kaynak : İskilipli Atıf hoca neden asıldı tüm detay ve belgeleri ile linke gitmek için tıklayınız.



Şimdi konuyu toparlayalım ;



İskilipli Atıf hoca aslında kendi tarikatlarını kurup ülke içinde baskınlar yaparak savaşta olduğumuz dönemde bizden asker eksiltmiştir dış güçlere çalıştığı belgeler vesayre durmakta.

bazıları İskilipli Atıf hoca'nın şapka kanunu yüzünden asıldığını destekler fakat şapka ile yazdığı kitap 1924'de çıkmıştır ve onla ilgili beraatın karar verilmişti.şapka kanunu 1925'te gelmiştir ve bu yasayla sadece insanların belirli sürelerle cezası işleme konuldu. İskilipli Atıf'ın asıldığı tarih 1926'dır yani şapka kanunundan 1 yıl sonra bu konuyu gündeme taşıyan köpekler Atatürk'ün dinsiz birisi olarak onun kendi içinde diktatör olduğunu desteklemek için öne sürmüşlerdir fakat ellerine sonuç geçmemiştir.



EVET GENÇLER KONU BAYA UZUN OLDU FAKAT İNSANLAR GERÇEĞİ ÖĞRENMELİ ATATÜRK BİR ŞAPKA İÇİN İMAM ASACAK DEĞİL Kİ DUA EDEREK AÇTIĞI YERLER VAR ATATÜRK KELLE UÇURMADI UÇURULMASI GEREKEN HOCANIN KELLESİNİ UÇURDU SAYGILAR.
Konuşursam gerçekten ağır konuşurum. Eline sağlık.
 

akla46

Katılımcı Üye
5 Şub 2022
267
73
Öncelikle şapka olayı nedir konuyla alakası ne bunu bi öğrenelim.



25 Kasım 1925 tarihinde mecliste kabul edilen 671 No'lu "Şapka İktisası Hakkında Kanun" ile TBMM üyeleri ve memurlarına başlık olarak şapka giyilmesi zorunluluğu getirildi ve Türk halkı da buna aykırı bir alışkanlığın devamından men edildi. Kanun, 28 Kasım 1925 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Şapka Kanunu, 1982 anayasasının 174. maddesine göre "inkılap kanunları" (anayasaya aykırılığı iddia edilip iptal edilemeyecek kanun) arasındadır.



kaynak : Şapka devrimi ve iktisâsı kaynağa gitmek için tıklayınız.



Şapka yani kıyafet devrimini ilk yapan kişi atatürk müydü?



Osmanlı döneminde; giyim konusundaki ilk devrim, Padişah II.Mahmut zamanında yapıldı. 1826 yılında: sarık ve cüppe yasaklandı, devlet memurlarına, ilk kez; fes, pantolon ve ceket giyilmesi zorunluluğu getirildi. II.Mahmut; yeniçeriliği kaldırınca, onlardan hiçbir iz kalmaması konusunda çaba gösteriyordu. Bunu işiten; Kaptan-ı Derya Koca Hüsrev Paşa; Tunus’tan alınan fesi, tayfalarına giydirdi. İstanbul’a geldiğinde, tayfalarıyla birlikte padişahın huzuruna; başlarında fes ile çıkınca; II.Mahmut, fesi çok beyendi ve eski başlıkların atılıp, yerini fesin almasını emretti. 1832 yılında, bir genelge yayınlandı ve tüm ordu mensuplarının fes giymeleri zorunlu hale getirildi. Evet; Osmanlı’da fes’in geldiği yer; Fas değil, Tunus’tur.



Evet, takip eden dönemde; Sultan Abdülmecit; bütün memurlara, pantolon giymeyi zorunlu hale getirir ve kendiside gravat takarak, Osmanlılarda gravat takan ilk padişah olur. Zamanla; gravat, aydınlar arasında benimsenir. Padişah tarafından takılmasıda; yüksek sivil memurların ve devletin ileri gelenlerinin, gravat takmalarına yol açar. Birinci Dünya Savaşı bittiğinde, tüm devlet memurları gravat takıyordu.



Şapkayı; Türkiye’ye ilk getiren, Beyaz Ruslar’dır. 1900 lü yıllarda, İstiklal Caddesinde, şapkacı dükkanı açarak, yaptıkları şapkaları, azınlıklara satmaya başlarlar. İlk şapka takan Türk’ler ise; Abdulhamit’in istibdat yönetimi nedeniyle Avrupa’da yaşayan jön Türkler olmuştur.



Kaynak : kıyafet devrimini ilk yapan padişah linke gitmek için tıklayınız.



24 Ağustos 1925'te Atatürk'ün kastamonuya çıkışı ve atatürk neden kastamonuyu seçmiştir?



Atatürk Şapka Devrimi’ni gerçekleştirmeden önce halkı şapkaya alıştırmak istemiş ve yurt gezisine çıkmıştır. Gezisine koyu muhafazakâr bir il olan Kastamonu’dan başlamıştır. Yıllar sonra neden İzmir gibi aydın bir ilde değil de Kastamonu’ya gittiğini soranlara şu cevabı vermiştir:



“İzmir tarafı halkı beni birçok defa gördü.Eğer orada şapka giysem, bana değil, şapkama bakarlardı. Beni ilk defa görenler ise şapkamla olduğum gibi kabul ettiler.”[1]



24 Ağustos 1925’te Kastamonu’ya gelen Atatürk halkın yoğun sevgi ve ilgisiyle karşılanmıştır. Belediye binasında yaptığı konuşmada şehir esnafının temsilcilerini de odaya çağırmıştır. Dinleyiciler arasında oturan bir terziye elbiselerini göstererek “Bu elbiseler her hâlde ucuzdur. Kumaşı da düz. Uluslararası kıyafetmidir?” diye sormuş, terzi “Evet, uluslararasıdır.” diye cevap vermiştir. Konuşmasının devamında şu yorumda bulunmuştur:



“Biz her nokta-i nazardan medenî insan olmalıyız. Acılar gördük. Bunun sebebi dünyanın vaziyetini anlamadığımız içindir. Fikrimiz, zihniyetimiz medenî olacaktır. Şunun, bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz. Medenî olacağız. Bununla iftihar edeceğiz. Bütün Türk ve İslâm âlemine bakınız. Zihinleri medeniyetin emrettiği şümul ve tealiye uyamadıklarından ne büyük felâketler, ne ıstıraplar içindedirler. Bizim deşim diye kadar geri kalmamız ve nihayet son felâket çamuruna batışımız bundandır. Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona bigâne olanları yakar ve mahveder.”[2]



25 Ağustosta Kastamonu’dan İnebolu’ya geçen Atatürk burada meşhur şapka konuşmasını yapmıştır. İşte tarihe geçen o konuşma:



“Ey memleketini seven ve memleketi, milleti için hayatını fedâdan çekinmemiş bulunan kıymetli vatandaşlar! Hep beraber bütün cihâna sarih ifade edelim ki, bunca inkılâbâtınşuurlu kahramanı olan bu millet, medeniyet güneşinin bütün hararetini almıştır.



Efendiler, Türkiye Cumhuriyeti’ni te’sis eden Türk halkı medenîdir. Tarihte medenîdir, hakikat temedenîdir. Fakat medenîyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı; fikriyle,zihniyetiyle medenî olduğunu isbât ve izhâr etmek mecburiyetindedir. Velhâsıl medenîyim diyen, Türkiye’nin, hakikaten medenî olan halkı başından aşağıya vaz-ıharicisiyle dahi medenî ve mütekâmil insanlar olduğunu fiilen göstermeye mecburdurlar. Bu son sözlerimi vâzıh ifade etmeliyim ki, bütün memleket vecihân ne demek istediğimi suhûletle anlasın. Bu izâhâtımı heyet-i âlinize, heyet-iumûmiyeye bir sualle tevcih etmek istiyorum, soruyorum:



Bizim kıyafetimiz millî midir? (hayır sadâları).



Bizim kıyafetimiz medenî ve beynelmilel midir? (hayır, hayır sadâları).



Size iştirak ediyorum.Tabirimi ma’zûr görünüz. Altı kaval üstü şişhâne, diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millîdir ve ne de beynelmileldir. O hâlde kifayetsiz bir millet olur mu arkadaşlar? Böyle tavsif olunmaya razı mısınız arkadaşlar? (hayır,hayır, kat’iyyen sesleri). Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak enzâr-ıâleme göstermekte ma’nâ var mıdır? Ve bu çamurun içinde cevher gizlidir, fakat anlayamıyorsunuz demek câiz midir?



Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak elzemdir; tabiîdir… Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp ihyâ eylemeye mahal yoktur. Medenî ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli,milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu iktisâ edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kıravat, yakalık, caket ve bittabi bunların mütemmimi olmak üzere başta siperi şemsli serpuş, bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur, smokin gibi,işte şapkanız!



Buna câiz değil, diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim:



Yunan serpuşu olan fesi giymek câiz olur da şapkayı giymek neden olmaz ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının kisve-imahsûsası olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler?”



Kaynak : atatürk neden kastamonuyu seçmiştir linke gitmek için tıklayınız.



Hocalar asıldı mı? asılma sebepleri nelerdi ? İskilipli Atıf Hoca’nın idam edilmesinin gerçek nedeni neydi?



İskilipli Atıf Hoca, 1876 yılında Çorum’un İskilip’in ilçesinin Toyhane Köyü’nde doğmuştur. Dedesi Hasan Kethüda’nın köydeki çiftliklerinde özel hocalardan ders almıştır. İstanbul’a gelip eğitimini tamamlayarak müderris olmuştur. Fatih Dersiamlığı[2] ve Kabataş Lisesi’nde Arapça öğretmenliği yapmıştır.[3] Bu dönemde Şeyhülislam tarafından Bodrum’a sürgüne gönderilmiştir. Bodrum’dan gizlice Kırım’a kaçan İskilipli Atıf, daha sonra Varşova’ya gitmiş, II. Meşrutiyet’in ilanından bir hafta önce İstanbul’a dönmüştür.[4] Meşrutiyet döneminde ise Mahmut Şevket Paşa’nın katledilmesi meselesinde parmağı olduğu gerekçesiyle önce Sinop’a, daha sonra sırasıyla Çorum, Boğazlıyan ve Sungurlu’ya sürgün edilmiştir. Görülen o ki, İskilipli Atıf hem II. Abdülhamid yönetimi ile hem de İttihatçı hükümetle sorun yaşamıştır. İskilipli Atıf’ın birbirinden tamamen farklı görüşte olan bu iki rejimle de problem yaşamış olması oldukça dikkat çekicidir. Yine anlaşılıyor ki II. Abdülhamid döneminden başlamak üzere devlet, faaliyetlerini zararlı gördüğü İskilipli Atıf’ı gözetim altında tutulmuştur.



Milli mücadele yıllarına gelindiğinde İskilipli Atıf’ı dava arkadaşı Mustafa Sabri ile birlikte Müderrisler Cemiyeti’ni kurarken görüyoruz. 19 Şubat 1919’da Cemiyet-i Müderrisin adıyla kurulan bu yapı, 24 Aralık 1919’da Teali İslam Cemiyeti adını almıştır. Milli mücadele karşıtlığıyla tanınan bu cemiyetin başkanlığına Mustafa Sabri, ikinci başkanlığına İskilipli Atıf getirilmiştir. Mustafa Sabri’nin Şeyhülislam olması üzerine İskilipli Atıf cemiyetin başkanı olmuştur.



Burada Mustafa Sabri’nin kim olduğundan bahsetmek faydalı olacaktır. Mustafa Sabri, Kuvayi Milliyecilerin katledilmesini emreden o meşhur fetvayı yazan kişidir. Dönemin Şeyhülislamı Haydarizade İbrahim Efendi, Mustafa Sabri’nin yazdığı bu ihanet fetvasını imzalamayarak Şeyhülislamlıktan istifa etmiştir. Onun yerine Şeyhülislam olan Dürrizade Abdullah Efendi fetvayı imzalayarak yürürlüğe koymuştur. İhanet fetvası, 11 Nisan 1920’de devletin resmî gazetesi olan Takvim-i Vekâyi’de yayınlanmıştır.[5] Ecnebilere yaranmak için idam edilen milli şehidimiz Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in idam fetvasını hazırlayan kişi de yine Mustafa Sabri’dir.[6]



Teali İslam Cemiyeti, “Ey Anadolu’nun masum ve mazlum ahâlisi!” başlığıyla bir beyanname yayınlamıştır. Yunan uçaklarıyla Anadolu’nun köylerine atılan beyannamede Kuvayi Milliyecilerin İngilizleri kızdırdığı için Yunan ordusunun başımıza musallat olduğu söylenmiş ve savaşta yenilince uslu uslu oturup neticeyi beklemekten başka çare olmadığı ifade edilmiştir. Padişahın Kuvayi Milliyecileri yok etmek için kurulacak bir ordunun başında Anadolu’ya geleceği belirtilmiş ve ahaliden bunun için hazır olmaları istenmiştir. Beyannamede askerlerin Halifenin emri gereği Mustafa Kemal, Ali Fuat ve Bekir Sami gibi isimleri daha fazla yaşatmamakla mükellef oldukları belirtilmiş, bunların vücutlarını ortadan kaldırmanın insanlık ve Müslümanlık adına farz olduğu vurgulanmıştır.[7]



Beyanname, Yunan uçaklarıyla Anadolu’nun çeşitli yerlerine atılıyordu. İskilipli Atıf hayranları bunu kabul etmeseler de arşiv belgeleri konuyu şüpheye yer vermeyecek şekilde aydınlatmaktadır. İsmet Paşa’nın yazdığı bir Genelkurmay raporunda belirtildiğine göre 30 Ağustos 1920’de saat altıdan sonra Bilecik üzerinden Eskişehir’e gelen bir düşman uçağı Teali İslam Cemiyeti’nin beyannamelerini atmıştır. İşte belgesi:









1924 yılında İskilipli Atıf Frenk Mukallitliği ve Şapka adında bir kitapçık yazmış ve şapka giymenin dine aykırı olduğundan bahsetmiştir. Bu kitapçığın yazılmasından yaklaşık bir buçuk yıl sonra, 25 Kasım 1925’te 671 sayılı Şapka Kanunu kabul edilip milletvekillerine ve devlet memurlarına şapka takma zorunluluğu getirilmiştir.[8] Kanunun kabulünden önce İskilipli Atıf’ın Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı kitapçığı emniyet birimlerinin dikkatini çekmiş, kitapçığın yurdun çeşitli yerlerine dağıtıldığı İstanbul Polis Müdürlüğü’nün 24 Ağustos 1925 tarihli raporuyla İçişleri Bakanlığı’na bildirilmiştir. İçişleri Bakanlığı’nın 26 Eylül 1925 tarih 4717 sayılı emriyle kitapçığın dağıtılması yasaklanmış ve belli bir miktarına el konulmuştur. 1925 yılı Aralık ayında Şapka Kanunu bahane edilerek Erzurum, Sivas, Kayseri, Maraş gibi illerde hükümet aleyhinde isyanlar çıkmıştır.



Şapka kanununu fırsat bilen gericilerin çıkardığı en büyük isyanlardan birisi Rize’de patlak vermiştir. Muhtar Yakup Ağa ve İmam Şaban, dua okunacağı bahanesiyle civar köy halkını Ulu Cami’ye toplayarak şapka karşıtı propaganda yapmışlardır. Biçeli Mehmet adında bir şahıs Mustafa Kemal Paşa’nın üç yerinden yaralı olduğunu ve İsmet Paşa’nın ortadan kaldırıldığını söylemiş, dindar paşaların yönetimi ele aldığından bahsederek Erzurum gibi Rize’nin de gereğini yapmasını istemiştir. Toplanan kalabalığa Yeni Pazar köyünden Muharrem Hoca’nın şapka aleyhindeki fetvası sık sık tekrar edilmiştir. Olaylar sırasında isyancılar karakolu basıp jandarmayı esir almıştır. Rize’deki isyan bastırılmış ve yapılan yargılama sonucunda İskilipli Atıf’ın Frenk Mukallitliği ve Şapka kitabının isyanda etkili olduğu anlaşılmıştır.[9]

Giresun’daki olaylarda yakalanan birisi de polis sorgusunda İskilipli Atıf’ın “şeriatın şapka giymeye izin vermediğini” belirttiğini ve bu nedenle isyan ettiğini söylemiştir. Bunun üzerine İskilipli Atıf tutuklanarak Giresun İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmıştır. 16-18 Aralık 1925 tarihleri arasında yapılan ve İskilipli Atıf ile birlikte 60 kişinin yargılandığı mahkeme sonucunda Şeyh Muharrem ve Abdullah Hoca isimli kişiler halkı isyana teşvik ettikleri gerekçesiyle idama; Şeyh Hüseyin, Dadak Ali ve Çakır Ali on beşer yıl hapse mahkûm edilmiş, diğer sanıklar beraat etmiştir. Beraat edenler arasında İskilipli Atıf’ta vardır. Beraat nedeni Frenk Mukallitliği ve Şapka kitapçığını Şapka Kanunu’ndan önce yazmış olması ve bu nedenle suçlama yapılamayacağıdır. Mahkeme, İskilipli Atıf’ı serbest bırakırken kitapçıkların toplanmasına ve dağıtımının yasaklanmasına karar vermiştir.[10]

Bu yasağa rağmen kitapçıkların dağıtılmasına devam edildiği anlaşılınca İskilipli Atıf 1926 yılı Ocak ayında bu sefer Ankara İstiklal Mahkemesinde yargılanmıştır. Kılıç Ali, Ali Çetinkaya, Necip Ali ve Reşid Galip’ten oluşan mahkeme heyeti İskilipli Atıf’ın söz konusu kitapçığının Şapka Kanunu’na karşı çıkan isyanlardaki rolünü sorgulamıştır. Mahkeme tutanakları incelendiğinde mahkeme heyetinin kitapların dağıtılmasının yasaklanmasından sonraki süreçte isyan bölgelerine gönderilip gönderilmediğinin üzerinde titizlikle durduğu görülmektedir.[11]

Mahkemede ele alınan bir diğer önemli husus İskilipli Atıf Hoca’nın Teali İslam Cemiyeti Başkanı olduğu dönemde yaptığı milli mücadele karşıtı faaliyetlerdir. Açıklanan karara göre İskilipli Atıf Hoca ile Babaeski eski Müftüsü Ali Rıza Efendi idam cezasına çarptırılmışlardır. Şeyh Süleyman, Hasankale Telgraf Müdürü Halid, Uşaklı Köseoğlu Ahmet, Ayıntabî Salih, Yusuf Kenan, Suud'ül Mevlevi on sene küreğe, Sabuncu Süleyman, Kamilpaşazade Muhlis on beş sene küreğe, Merakib Ali, Hoca Osman, Hacı Bey, Hoca Mehmed, Kara Sabri, Erzurumlu mütekaid Yüzbaşı İsmail Efendi'ler yedi sene, Fatih Türbedarı Hasan Efendi beş sene kürek cezasına mahkûm edilmiştir. Hoca Tahir ve Hoca Fettah Efendi'lerin üç sene Adana'ya, Seydişehirli Hasan Fehmi Efendi’nin üç sene Isparta'ya, Erzurumlu Samih, Muhsin, Sabuncuzade Mustafa ve Zühtü Efendi'lerin üç sene İstanbul'a sürgün edilmelerine karar verilmiştir. Mustafa Asım, Ömer Rıza, Hafız Osman, Yahya Cafer'in oğlu Muhiddin, İhsan Mahvi, Seyyid Tahir, İstanbul İmam Hatip Kâtibi Aziz Mahmud, Kitapçı Mihran, Yağlıkçızade Mustafa ve Hüseyin, Şeyh Ali Haydar, Berber Mustafa, Saatçi Nafiz, Gostivarlı Hasan, Mülazım Halid, Sürmeneli Hafız Ali, Tahir'ül Mevlevi ve Erzurumlu Cafer ise yargılama sonunda beraat etmişlerdir

Mahkeme kararının İskilipli Atıf Hoca’yla ilgili bölümü aynen şu şekildedir:

“Bunlardan Hoca Atıf Efendinin Türkiye Cumhuriyeti’nin yenilik ve ilerlemeye doğru attığı adımlara mani olmak ve halkı isyan ve irticaa teşvik etmek kastıyla İstanbul’da 1924 sonlarında Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eseri yayınladığı ve muhtelif vasıtalarla memleketin muhtelif mahallelerine dağıttığı sıralarda İstanbul Polis Müdüriyeti tarafından Birinci Şube raporuyla 24/8/1341 (1925) tarihi ile Dahiliye Vekâleti’ne ihbar edildiği, adı geçen vekâletin 26/9/1341 (1925) ve 4717 numaralı emirleri ile mezkûr risalenin toplatılmasının ve dağıtılmasının yasaklanmasının İstanbul’a bildirildiği ve kitapların bir miktarına el konulduğu hâlde, emrin uygulanışı tarihinden bir müddet sonra adı geçen eserin isyânın çıktığı mıntıkalarda yapılan aramalarda elde edilmesi ve muhakemeleri yapılan maznûnlara yöneltilen suallerden eserin isyandan bir iki ay evvel bahsedilen muhitlere gelerek elden ele gezdirilmek sûretiyle gizliden gizliye okunduğu ve Şapka İksâsı Hakkındaki Kanunun kabul edilmesi üzerine muhtelif mahallerde şapka aleyhinde propaganda da bulunan kişilerin tevkifi esnasında yapılan aramalarda bahsedilen esere tesadüf edildiği ve yapılan tahkikatta adı geçen eserin masum halkın fikirlerini iğfal ve irticaa teşvik maksadıyla Anadolu’nun içlerine ve bilhassa doğu vilayetlerine ücretsiz olarak gönderildiği ve eserin basımı ve dağıtımı hükümetçe men edildiği halde basımı ve dağıtımı için gayretler gösterildiği çeşitli bölgelerdeki isyanın çıkışında amil ve en mühim tahrik vâsıtası olduğu ve Atıf Efendi; geçmiş hayatı itibarıyla de 31 Mart irticâ hadisesinde ve Mahmut Şevket Paşa merhumun katledilmesinde de alakadar bulunduğundan çeşitli suçlar ile cezaya çarptırıldığı ve Sinop’a sürüldüğü ve bundan başka

Millî Mücâdelenin en buhranlı zamanında Anadolu içlerine doğru uzanmış olan işgal ordusuna mukavemet edilmemesi hususunda başkanlığını yaptığı Teâli-i İslâm Cemiyeti adına düzenlediği beyannâmeleri sonradan aldığı çeşitli inkâr tertiplerine rağmen Yunan tayyareleriyle istiklâli ve hayat hakkı için mücadele eden Anadolu köylerine attırdığı ve yeniliğe ve Cumhuriyete dâimî bir düşman vaziyeti almış olan adı geçen kişinin son isyan hâdisesi ile maddeten ve mânen alâkadar bulunduğu bir çok delil ile anlaşıldığını ve ortaya çıktığı (…) için hareketinin karşılığı olan Kanun-ı Cezâ-yı Umumînin 45. Maddesinin “Her biri cürmün husûlü maksadıyla ef’âlimiz buradan beri ya bir kaçını icrâ eylerse eşhâs-ı mezkûreye hem fiil denilir ve cümlesi fâil-i müstakil gibi mücâzat olunur.” diyen muharrer fırkası dolayısıyla adı geçen kânunun 55. maddesinin “Türkiye Cumhuriyeti’nin Teşkilatı Esasiye Kanunu’nu tamâmen veya kısmen tağyir (…) veya ifâ-yı vazifeden men’ine cebren teşebbüs edenler idam olunur” diyen muharrer fıkrası mucibince” İskilipli Atıf Hoca ve Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi'nin asılarak idamlarına…”



Kaynak : İskilipli Atıf hoca neden asıldı tüm detay ve belgeleri ile linke gitmek için tıklayınız.



Şimdi konuyu toparlayalım ;



İskilipli Atıf hoca aslında kendi tarikatlarını kurup ülke içinde baskınlar yaparak savaşta olduğumuz dönemde bizden asker eksiltmiştir dış güçlere çalıştığı belgeler vesayre durmakta.

bazıları İskilipli Atıf hoca'nın şapka kanunu yüzünden asıldığını destekler fakat şapka ile yazdığı kitap 1924'de çıkmıştır ve onla ilgili beraatın karar verilmişti.şapka kanunu 1925'te gelmiştir ve bu yasayla sadece insanların belirli sürelerle cezası işleme konuldu. İskilipli Atıf'ın asıldığı tarih 1926'dır yani şapka kanunundan 1 yıl sonra bu konuyu gündeme taşıyan köpekler Atatürk'ün dinsiz birisi olarak onun kendi içinde diktatör olduğunu desteklemek için öne sürmüşlerdir fakat ellerine sonuç geçmemiştir.



EVET GENÇLER KONU BAYA UZUN OLDU FAKAT İNSANLAR GERÇEĞİ ÖĞRENMELİ ATATÜRK BİR ŞAPKA İÇİN İMAM ASACAK DEĞİL Kİ DUA EDEREK AÇTIĞI YERLER VAR ATATÜRK KELLE UÇURMADI UÇURULMASI GEREKEN HOCANIN KELLESİNİ UÇURDU SAYGILAR.
ben Şahsen Atatürkü ve İsmet inönüyü seviyorum amma velakin "eroin fabrikası" üretildi diyorlar İsmet inönü zamanı vs ben araştırdım sizinde araştırıp sunmanız isterim bu şeyi atan site belgelerlegerçektarih adlı site ve sitenin dediğini açıklıyan site ise ismetönünü vakfı sitesi bi bakın aydınlatın biraz zorlanırsınız ben çok zorlandım araştırmada

Öncelikle şapka olayı nedir konuyla alakası ne bunu bi öğrenelim.



25 Kasım 1925 tarihinde mecliste kabul edilen 671 No'lu "Şapka İktisası Hakkında Kanun" ile TBMM üyeleri ve memurlarına başlık olarak şapka giyilmesi zorunluluğu getirildi ve Türk halkı da buna aykırı bir alışkanlığın devamından men edildi. Kanun, 28 Kasım 1925 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Şapka Kanunu, 1982 anayasasının 174. maddesine göre "inkılap kanunları" (anayasaya aykırılığı iddia edilip iptal edilemeyecek kanun) arasındadır.



kaynak : Şapka devrimi ve iktisâsı kaynağa gitmek için tıklayınız.



Şapka yani kıyafet devrimini ilk yapan kişi atatürk müydü?



Osmanlı döneminde; giyim konusundaki ilk devrim, Padişah II.Mahmut zamanında yapıldı. 1826 yılında: sarık ve cüppe yasaklandı, devlet memurlarına, ilk kez; fes, pantolon ve ceket giyilmesi zorunluluğu getirildi. II.Mahmut; yeniçeriliği kaldırınca, onlardan hiçbir iz kalmaması konusunda çaba gösteriyordu. Bunu işiten; Kaptan-ı Derya Koca Hüsrev Paşa; Tunus’tan alınan fesi, tayfalarına giydirdi. İstanbul’a geldiğinde, tayfalarıyla birlikte padişahın huzuruna; başlarında fes ile çıkınca; II.Mahmut, fesi çok beyendi ve eski başlıkların atılıp, yerini fesin almasını emretti. 1832 yılında, bir genelge yayınlandı ve tüm ordu mensuplarının fes giymeleri zorunlu hale getirildi. Evet; Osmanlı’da fes’in geldiği yer; Fas değil, Tunus’tur.



Evet, takip eden dönemde; Sultan Abdülmecit; bütün memurlara, pantolon giymeyi zorunlu hale getirir ve kendiside gravat takarak, Osmanlılarda gravat takan ilk padişah olur. Zamanla; gravat, aydınlar arasında benimsenir. Padişah tarafından takılmasıda; yüksek sivil memurların ve devletin ileri gelenlerinin, gravat takmalarına yol açar. Birinci Dünya Savaşı bittiğinde, tüm devlet memurları gravat takıyordu.



Şapkayı; Türkiye’ye ilk getiren, Beyaz Ruslar’dır. 1900 lü yıllarda, İstiklal Caddesinde, şapkacı dükkanı açarak, yaptıkları şapkaları, azınlıklara satmaya başlarlar. İlk şapka takan Türk’ler ise; Abdulhamit’in istibdat yönetimi nedeniyle Avrupa’da yaşayan jön Türkler olmuştur.



Kaynak : kıyafet devrimini ilk yapan padişah linke gitmek için tıklayınız.



24 Ağustos 1925'te Atatürk'ün kastamonuya çıkışı ve atatürk neden kastamonuyu seçmiştir?



Atatürk Şapka Devrimi’ni gerçekleştirmeden önce halkı şapkaya alıştırmak istemiş ve yurt gezisine çıkmıştır. Gezisine koyu muhafazakâr bir il olan Kastamonu’dan başlamıştır. Yıllar sonra neden İzmir gibi aydın bir ilde değil de Kastamonu’ya gittiğini soranlara şu cevabı vermiştir:



“İzmir tarafı halkı beni birçok defa gördü.Eğer orada şapka giysem, bana değil, şapkama bakarlardı. Beni ilk defa görenler ise şapkamla olduğum gibi kabul ettiler.”[1]



24 Ağustos 1925’te Kastamonu’ya gelen Atatürk halkın yoğun sevgi ve ilgisiyle karşılanmıştır. Belediye binasında yaptığı konuşmada şehir esnafının temsilcilerini de odaya çağırmıştır. Dinleyiciler arasında oturan bir terziye elbiselerini göstererek “Bu elbiseler her hâlde ucuzdur. Kumaşı da düz. Uluslararası kıyafetmidir?” diye sormuş, terzi “Evet, uluslararasıdır.” diye cevap vermiştir. Konuşmasının devamında şu yorumda bulunmuştur:



“Biz her nokta-i nazardan medenî insan olmalıyız. Acılar gördük. Bunun sebebi dünyanın vaziyetini anlamadığımız içindir. Fikrimiz, zihniyetimiz medenî olacaktır. Şunun, bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz. Medenî olacağız. Bununla iftihar edeceğiz. Bütün Türk ve İslâm âlemine bakınız. Zihinleri medeniyetin emrettiği şümul ve tealiye uyamadıklarından ne büyük felâketler, ne ıstıraplar içindedirler. Bizim deşim diye kadar geri kalmamız ve nihayet son felâket çamuruna batışımız bundandır. Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona bigâne olanları yakar ve mahveder.”[2]



25 Ağustosta Kastamonu’dan İnebolu’ya geçen Atatürk burada meşhur şapka konuşmasını yapmıştır. İşte tarihe geçen o konuşma:



“Ey memleketini seven ve memleketi, milleti için hayatını fedâdan çekinmemiş bulunan kıymetli vatandaşlar! Hep beraber bütün cihâna sarih ifade edelim ki, bunca inkılâbâtınşuurlu kahramanı olan bu millet, medeniyet güneşinin bütün hararetini almıştır.



Efendiler, Türkiye Cumhuriyeti’ni te’sis eden Türk halkı medenîdir. Tarihte medenîdir, hakikat temedenîdir. Fakat medenîyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı; fikriyle,zihniyetiyle medenî olduğunu isbât ve izhâr etmek mecburiyetindedir. Velhâsıl medenîyim diyen, Türkiye’nin, hakikaten medenî olan halkı başından aşağıya vaz-ıharicisiyle dahi medenî ve mütekâmil insanlar olduğunu fiilen göstermeye mecburdurlar. Bu son sözlerimi vâzıh ifade etmeliyim ki, bütün memleket vecihân ne demek istediğimi suhûletle anlasın. Bu izâhâtımı heyet-i âlinize, heyet-iumûmiyeye bir sualle tevcih etmek istiyorum, soruyorum:



Bizim kıyafetimiz millî midir? (hayır sadâları).



Bizim kıyafetimiz medenî ve beynelmilel midir? (hayır, hayır sadâları).



Size iştirak ediyorum.Tabirimi ma’zûr görünüz. Altı kaval üstü şişhâne, diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millîdir ve ne de beynelmileldir. O hâlde kifayetsiz bir millet olur mu arkadaşlar? Böyle tavsif olunmaya razı mısınız arkadaşlar? (hayır,hayır, kat’iyyen sesleri). Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak enzâr-ıâleme göstermekte ma’nâ var mıdır? Ve bu çamurun içinde cevher gizlidir, fakat anlayamıyorsunuz demek câiz midir?



Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak elzemdir; tabiîdir… Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp ihyâ eylemeye mahal yoktur. Medenî ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli,milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu iktisâ edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kıravat, yakalık, caket ve bittabi bunların mütemmimi olmak üzere başta siperi şemsli serpuş, bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur, smokin gibi,işte şapkanız!



Buna câiz değil, diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim:



Yunan serpuşu olan fesi giymek câiz olur da şapkayı giymek neden olmaz ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının kisve-imahsûsası olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler?”



Kaynak : atatürk neden kastamonuyu seçmiştir linke gitmek için tıklayınız.



Hocalar asıldı mı? asılma sebepleri nelerdi ? İskilipli Atıf Hoca’nın idam edilmesinin gerçek nedeni neydi?



İskilipli Atıf Hoca, 1876 yılında Çorum’un İskilip’in ilçesinin Toyhane Köyü’nde doğmuştur. Dedesi Hasan Kethüda’nın köydeki çiftliklerinde özel hocalardan ders almıştır. İstanbul’a gelip eğitimini tamamlayarak müderris olmuştur. Fatih Dersiamlığı[2] ve Kabataş Lisesi’nde Arapça öğretmenliği yapmıştır.[3] Bu dönemde Şeyhülislam tarafından Bodrum’a sürgüne gönderilmiştir. Bodrum’dan gizlice Kırım’a kaçan İskilipli Atıf, daha sonra Varşova’ya gitmiş, II. Meşrutiyet’in ilanından bir hafta önce İstanbul’a dönmüştür.[4] Meşrutiyet döneminde ise Mahmut Şevket Paşa’nın katledilmesi meselesinde parmağı olduğu gerekçesiyle önce Sinop’a, daha sonra sırasıyla Çorum, Boğazlıyan ve Sungurlu’ya sürgün edilmiştir. Görülen o ki, İskilipli Atıf hem II. Abdülhamid yönetimi ile hem de İttihatçı hükümetle sorun yaşamıştır. İskilipli Atıf’ın birbirinden tamamen farklı görüşte olan bu iki rejimle de problem yaşamış olması oldukça dikkat çekicidir. Yine anlaşılıyor ki II. Abdülhamid döneminden başlamak üzere devlet, faaliyetlerini zararlı gördüğü İskilipli Atıf’ı gözetim altında tutulmuştur.



Milli mücadele yıllarına gelindiğinde İskilipli Atıf’ı dava arkadaşı Mustafa Sabri ile birlikte Müderrisler Cemiyeti’ni kurarken görüyoruz. 19 Şubat 1919’da Cemiyet-i Müderrisin adıyla kurulan bu yapı, 24 Aralık 1919’da Teali İslam Cemiyeti adını almıştır. Milli mücadele karşıtlığıyla tanınan bu cemiyetin başkanlığına Mustafa Sabri, ikinci başkanlığına İskilipli Atıf getirilmiştir. Mustafa Sabri’nin Şeyhülislam olması üzerine İskilipli Atıf cemiyetin başkanı olmuştur.



Burada Mustafa Sabri’nin kim olduğundan bahsetmek faydalı olacaktır. Mustafa Sabri, Kuvayi Milliyecilerin katledilmesini emreden o meşhur fetvayı yazan kişidir. Dönemin Şeyhülislamı Haydarizade İbrahim Efendi, Mustafa Sabri’nin yazdığı bu ihanet fetvasını imzalamayarak Şeyhülislamlıktan istifa etmiştir. Onun yerine Şeyhülislam olan Dürrizade Abdullah Efendi fetvayı imzalayarak yürürlüğe koymuştur. İhanet fetvası, 11 Nisan 1920’de devletin resmî gazetesi olan Takvim-i Vekâyi’de yayınlanmıştır.[5] Ecnebilere yaranmak için idam edilen milli şehidimiz Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in idam fetvasını hazırlayan kişi de yine Mustafa Sabri’dir.[6]



Teali İslam Cemiyeti, “Ey Anadolu’nun masum ve mazlum ahâlisi!” başlığıyla bir beyanname yayınlamıştır. Yunan uçaklarıyla Anadolu’nun köylerine atılan beyannamede Kuvayi Milliyecilerin İngilizleri kızdırdığı için Yunan ordusunun başımıza musallat olduğu söylenmiş ve savaşta yenilince uslu uslu oturup neticeyi beklemekten başka çare olmadığı ifade edilmiştir. Padişahın Kuvayi Milliyecileri yok etmek için kurulacak bir ordunun başında Anadolu’ya geleceği belirtilmiş ve ahaliden bunun için hazır olmaları istenmiştir. Beyannamede askerlerin Halifenin emri gereği Mustafa Kemal, Ali Fuat ve Bekir Sami gibi isimleri daha fazla yaşatmamakla mükellef oldukları belirtilmiş, bunların vücutlarını ortadan kaldırmanın insanlık ve Müslümanlık adına farz olduğu vurgulanmıştır.[7]



Beyanname, Yunan uçaklarıyla Anadolu’nun çeşitli yerlerine atılıyordu. İskilipli Atıf hayranları bunu kabul etmeseler de arşiv belgeleri konuyu şüpheye yer vermeyecek şekilde aydınlatmaktadır. İsmet Paşa’nın yazdığı bir Genelkurmay raporunda belirtildiğine göre 30 Ağustos 1920’de saat altıdan sonra Bilecik üzerinden Eskişehir’e gelen bir düşman uçağı Teali İslam Cemiyeti’nin beyannamelerini atmıştır. İşte belgesi:









1924 yılında İskilipli Atıf Frenk Mukallitliği ve Şapka adında bir kitapçık yazmış ve şapka giymenin dine aykırı olduğundan bahsetmiştir. Bu kitapçığın yazılmasından yaklaşık bir buçuk yıl sonra, 25 Kasım 1925’te 671 sayılı Şapka Kanunu kabul edilip milletvekillerine ve devlet memurlarına şapka takma zorunluluğu getirilmiştir.[8] Kanunun kabulünden önce İskilipli Atıf’ın Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı kitapçığı emniyet birimlerinin dikkatini çekmiş, kitapçığın yurdun çeşitli yerlerine dağıtıldığı İstanbul Polis Müdürlüğü’nün 24 Ağustos 1925 tarihli raporuyla İçişleri Bakanlığı’na bildirilmiştir. İçişleri Bakanlığı’nın 26 Eylül 1925 tarih 4717 sayılı emriyle kitapçığın dağıtılması yasaklanmış ve belli bir miktarına el konulmuştur. 1925 yılı Aralık ayında Şapka Kanunu bahane edilerek Erzurum, Sivas, Kayseri, Maraş gibi illerde hükümet aleyhinde isyanlar çıkmıştır.



Şapka kanununu fırsat bilen gericilerin çıkardığı en büyük isyanlardan birisi Rize’de patlak vermiştir. Muhtar Yakup Ağa ve İmam Şaban, dua okunacağı bahanesiyle civar köy halkını Ulu Cami’ye toplayarak şapka karşıtı propaganda yapmışlardır. Biçeli Mehmet adında bir şahıs Mustafa Kemal Paşa’nın üç yerinden yaralı olduğunu ve İsmet Paşa’nın ortadan kaldırıldığını söylemiş, dindar paşaların yönetimi ele aldığından bahsederek Erzurum gibi Rize’nin de gereğini yapmasını istemiştir. Toplanan kalabalığa Yeni Pazar köyünden Muharrem Hoca’nın şapka aleyhindeki fetvası sık sık tekrar edilmiştir. Olaylar sırasında isyancılar karakolu basıp jandarmayı esir almıştır. Rize’deki isyan bastırılmış ve yapılan yargılama sonucunda İskilipli Atıf’ın Frenk Mukallitliği ve Şapka kitabının isyanda etkili olduğu anlaşılmıştır.[9]

Giresun’daki olaylarda yakalanan birisi de polis sorgusunda İskilipli Atıf’ın “şeriatın şapka giymeye izin vermediğini” belirttiğini ve bu nedenle isyan ettiğini söylemiştir. Bunun üzerine İskilipli Atıf tutuklanarak Giresun İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmıştır. 16-18 Aralık 1925 tarihleri arasında yapılan ve İskilipli Atıf ile birlikte 60 kişinin yargılandığı mahkeme sonucunda Şeyh Muharrem ve Abdullah Hoca isimli kişiler halkı isyana teşvik ettikleri gerekçesiyle idama; Şeyh Hüseyin, Dadak Ali ve Çakır Ali on beşer yıl hapse mahkûm edilmiş, diğer sanıklar beraat etmiştir. Beraat edenler arasında İskilipli Atıf’ta vardır. Beraat nedeni Frenk Mukallitliği ve Şapka kitapçığını Şapka Kanunu’ndan önce yazmış olması ve bu nedenle suçlama yapılamayacağıdır. Mahkeme, İskilipli Atıf’ı serbest bırakırken kitapçıkların toplanmasına ve dağıtımının yasaklanmasına karar vermiştir.[10]

Bu yasağa rağmen kitapçıkların dağıtılmasına devam edildiği anlaşılınca İskilipli Atıf 1926 yılı Ocak ayında bu sefer Ankara İstiklal Mahkemesinde yargılanmıştır. Kılıç Ali, Ali Çetinkaya, Necip Ali ve Reşid Galip’ten oluşan mahkeme heyeti İskilipli Atıf’ın söz konusu kitapçığının Şapka Kanunu’na karşı çıkan isyanlardaki rolünü sorgulamıştır. Mahkeme tutanakları incelendiğinde mahkeme heyetinin kitapların dağıtılmasının yasaklanmasından sonraki süreçte isyan bölgelerine gönderilip gönderilmediğinin üzerinde titizlikle durduğu görülmektedir.[11]

Mahkemede ele alınan bir diğer önemli husus İskilipli Atıf Hoca’nın Teali İslam Cemiyeti Başkanı olduğu dönemde yaptığı milli mücadele karşıtı faaliyetlerdir. Açıklanan karara göre İskilipli Atıf Hoca ile Babaeski eski Müftüsü Ali Rıza Efendi idam cezasına çarptırılmışlardır. Şeyh Süleyman, Hasankale Telgraf Müdürü Halid, Uşaklı Köseoğlu Ahmet, Ayıntabî Salih, Yusuf Kenan, Suud'ül Mevlevi on sene küreğe, Sabuncu Süleyman, Kamilpaşazade Muhlis on beş sene küreğe, Merakib Ali, Hoca Osman, Hacı Bey, Hoca Mehmed, Kara Sabri, Erzurumlu mütekaid Yüzbaşı İsmail Efendi'ler yedi sene, Fatih Türbedarı Hasan Efendi beş sene kürek cezasına mahkûm edilmiştir. Hoca Tahir ve Hoca Fettah Efendi'lerin üç sene Adana'ya, Seydişehirli Hasan Fehmi Efendi’nin üç sene Isparta'ya, Erzurumlu Samih, Muhsin, Sabuncuzade Mustafa ve Zühtü Efendi'lerin üç sene İstanbul'a sürgün edilmelerine karar verilmiştir. Mustafa Asım, Ömer Rıza, Hafız Osman, Yahya Cafer'in oğlu Muhiddin, İhsan Mahvi, Seyyid Tahir, İstanbul İmam Hatip Kâtibi Aziz Mahmud, Kitapçı Mihran, Yağlıkçızade Mustafa ve Hüseyin, Şeyh Ali Haydar, Berber Mustafa, Saatçi Nafiz, Gostivarlı Hasan, Mülazım Halid, Sürmeneli Hafız Ali, Tahir'ül Mevlevi ve Erzurumlu Cafer ise yargılama sonunda beraat etmişlerdir

Mahkeme kararının İskilipli Atıf Hoca’yla ilgili bölümü aynen şu şekildedir:

“Bunlardan Hoca Atıf Efendinin Türkiye Cumhuriyeti’nin yenilik ve ilerlemeye doğru attığı adımlara mani olmak ve halkı isyan ve irticaa teşvik etmek kastıyla İstanbul’da 1924 sonlarında Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eseri yayınladığı ve muhtelif vasıtalarla memleketin muhtelif mahallelerine dağıttığı sıralarda İstanbul Polis Müdüriyeti tarafından Birinci Şube raporuyla 24/8/1341 (1925) tarihi ile Dahiliye Vekâleti’ne ihbar edildiği, adı geçen vekâletin 26/9/1341 (1925) ve 4717 numaralı emirleri ile mezkûr risalenin toplatılmasının ve dağıtılmasının yasaklanmasının İstanbul’a bildirildiği ve kitapların bir miktarına el konulduğu hâlde, emrin uygulanışı tarihinden bir müddet sonra adı geçen eserin isyânın çıktığı mıntıkalarda yapılan aramalarda elde edilmesi ve muhakemeleri yapılan maznûnlara yöneltilen suallerden eserin isyandan bir iki ay evvel bahsedilen muhitlere gelerek elden ele gezdirilmek sûretiyle gizliden gizliye okunduğu ve Şapka İksâsı Hakkındaki Kanunun kabul edilmesi üzerine muhtelif mahallerde şapka aleyhinde propaganda da bulunan kişilerin tevkifi esnasında yapılan aramalarda bahsedilen esere tesadüf edildiği ve yapılan tahkikatta adı geçen eserin masum halkın fikirlerini iğfal ve irticaa teşvik maksadıyla Anadolu’nun içlerine ve bilhassa doğu vilayetlerine ücretsiz olarak gönderildiği ve eserin basımı ve dağıtımı hükümetçe men edildiği halde basımı ve dağıtımı için gayretler gösterildiği çeşitli bölgelerdeki isyanın çıkışında amil ve en mühim tahrik vâsıtası olduğu ve Atıf Efendi; geçmiş hayatı itibarıyla de 31 Mart irticâ hadisesinde ve Mahmut Şevket Paşa merhumun katledilmesinde de alakadar bulunduğundan çeşitli suçlar ile cezaya çarptırıldığı ve Sinop’a sürüldüğü ve bundan başka

Millî Mücâdelenin en buhranlı zamanında Anadolu içlerine doğru uzanmış olan işgal ordusuna mukavemet edilmemesi hususunda başkanlığını yaptığı Teâli-i İslâm Cemiyeti adına düzenlediği beyannâmeleri sonradan aldığı çeşitli inkâr tertiplerine rağmen Yunan tayyareleriyle istiklâli ve hayat hakkı için mücadele eden Anadolu köylerine attırdığı ve yeniliğe ve Cumhuriyete dâimî bir düşman vaziyeti almış olan adı geçen kişinin son isyan hâdisesi ile maddeten ve mânen alâkadar bulunduğu bir çok delil ile anlaşıldığını ve ortaya çıktığı (…) için hareketinin karşılığı olan Kanun-ı Cezâ-yı Umumînin 45. Maddesinin “Her biri cürmün husûlü maksadıyla ef’âlimiz buradan beri ya bir kaçını icrâ eylerse eşhâs-ı mezkûreye hem fiil denilir ve cümlesi fâil-i müstakil gibi mücâzat olunur.” diyen muharrer fırkası dolayısıyla adı geçen kânunun 55. maddesinin “Türkiye Cumhuriyeti’nin Teşkilatı Esasiye Kanunu’nu tamâmen veya kısmen tağyir (…) veya ifâ-yı vazifeden men’ine cebren teşebbüs edenler idam olunur” diyen muharrer fıkrası mucibince” İskilipli Atıf Hoca ve Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi'nin asılarak idamlarına…”



Kaynak : İskilipli Atıf hoca neden asıldı tüm detay ve belgeleri ile linke gitmek için tıklayınız.



Şimdi konuyu toparlayalım ;



İskilipli Atıf hoca aslında kendi tarikatlarını kurup ülke içinde baskınlar yaparak savaşta olduğumuz dönemde bizden asker eksiltmiştir dış güçlere çalıştığı belgeler vesayre durmakta.

bazıları İskilipli Atıf hoca'nın şapka kanunu yüzünden asıldığını destekler fakat şapka ile yazdığı kitap 1924'de çıkmıştır ve onla ilgili beraatın karar verilmişti.şapka kanunu 1925'te gelmiştir ve bu yasayla sadece insanların belirli sürelerle cezası işleme konuldu. İskilipli Atıf'ın asıldığı tarih 1926'dır yani şapka kanunundan 1 yıl sonra bu konuyu gündeme taşıyan köpekler Atatürk'ün dinsiz birisi olarak onun kendi içinde diktatör olduğunu desteklemek için öne sürmüşlerdir fakat ellerine sonuç geçmemiştir.



EVET GENÇLER KONU BAYA UZUN OLDU FAKAT İNSANLAR GERÇEĞİ ÖĞRENMELİ ATATÜRK BİR ŞAPKA İÇİN İMAM ASACAK DEĞİL Kİ DUA EDEREK AÇTIĞI YERLER VAR ATATÜRK KELLE UÇURMADI UÇURULMASI GEREKEN HOCANIN KELLESİNİ UÇURDU SAYGILAR.
ve şunu belirtmeyelim ki Atatürk düşmanı olanların tarihi hiç araştırmayan hiç bilmiyen kişiledir Atatürkü tarikat liderleri üyeleri sevmez nedenmi eskiden onların yalan düzenleniri para akışını bozdu diye bizim millete bunların dediklerini inanıyor hiç araştırmıyor daha çook var ama teşşekür ederim milleti aydınlattınızdan dolayı bide bu şapka meselesi vs her yalanı açıklıyan sinan meydanın el-cevap adlı kitabı var inceliyebilirsiniz
 

iskabo

Black Hat
28 Kas 2023
131
58
Öncelikle şapka olayı nedir konuyla alakası ne bunu bi öğrenelim.



25 Kasım 1925 tarihinde mecliste kabul edilen 671 No'lu "Şapka İktisası Hakkında Kanun" ile TBMM üyeleri ve memurlarına başlık olarak şapka giyilmesi zorunluluğu getirildi ve Türk halkı da buna aykırı bir alışkanlığın devamından men edildi. Kanun, 28 Kasım 1925 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Şapka Kanunu, 1982 anayasasının 174. maddesine göre "inkılap kanunları" (anayasaya aykırılığı iddia edilip iptal edilemeyecek kanun) arasındadır.



kaynak : Şapka devrimi ve iktisâsı kaynağa gitmek için tıklayınız.



Şapka yani kıyafet devrimini ilk yapan kişi atatürk müydü?



Osmanlı döneminde; giyim konusundaki ilk devrim, Padişah II.Mahmut zamanında yapıldı. 1826 yılında: sarık ve cüppe yasaklandı, devlet memurlarına, ilk kez; fes, pantolon ve ceket giyilmesi zorunluluğu getirildi. II.Mahmut; yeniçeriliği kaldırınca, onlardan hiçbir iz kalmaması konusunda çaba gösteriyordu. Bunu işiten; Kaptan-ı Derya Koca Hüsrev Paşa; Tunus’tan alınan fesi, tayfalarına giydirdi. İstanbul’a geldiğinde, tayfalarıyla birlikte padişahın huzuruna; başlarında fes ile çıkınca; II.Mahmut, fesi çok beyendi ve eski başlıkların atılıp, yerini fesin almasını emretti. 1832 yılında, bir genelge yayınlandı ve tüm ordu mensuplarının fes giymeleri zorunlu hale getirildi. Evet; Osmanlı’da fes’in geldiği yer; Fas değil, Tunus’tur.



Evet, takip eden dönemde; Sultan Abdülmecit; bütün memurlara, pantolon giymeyi zorunlu hale getirir ve kendiside gravat takarak, Osmanlılarda gravat takan ilk padişah olur. Zamanla; gravat, aydınlar arasında benimsenir. Padişah tarafından takılmasıda; yüksek sivil memurların ve devletin ileri gelenlerinin, gravat takmalarına yol açar. Birinci Dünya Savaşı bittiğinde, tüm devlet memurları gravat takıyordu.



Şapkayı; Türkiye’ye ilk getiren, Beyaz Ruslar’dır. 1900 lü yıllarda, İstiklal Caddesinde, şapkacı dükkanı açarak, yaptıkları şapkaları, azınlıklara satmaya başlarlar. İlk şapka takan Türk’ler ise; Abdulhamit’in istibdat yönetimi nedeniyle Avrupa’da yaşayan jön Türkler olmuştur.



Kaynak : kıyafet devrimini ilk yapan padişah linke gitmek için tıklayınız.



24 Ağustos 1925'te Atatürk'ün kastamonuya çıkışı ve atatürk neden kastamonuyu seçmiştir?



Atatürk Şapka Devrimi’ni gerçekleştirmeden önce halkı şapkaya alıştırmak istemiş ve yurt gezisine çıkmıştır. Gezisine koyu muhafazakâr bir il olan Kastamonu’dan başlamıştır. Yıllar sonra neden İzmir gibi aydın bir ilde değil de Kastamonu’ya gittiğini soranlara şu cevabı vermiştir:



“İzmir tarafı halkı beni birçok defa gördü.Eğer orada şapka giysem, bana değil, şapkama bakarlardı. Beni ilk defa görenler ise şapkamla olduğum gibi kabul ettiler.”[1]



24 Ağustos 1925’te Kastamonu’ya gelen Atatürk halkın yoğun sevgi ve ilgisiyle karşılanmıştır. Belediye binasında yaptığı konuşmada şehir esnafının temsilcilerini de odaya çağırmıştır. Dinleyiciler arasında oturan bir terziye elbiselerini göstererek “Bu elbiseler her hâlde ucuzdur. Kumaşı da düz. Uluslararası kıyafetmidir?” diye sormuş, terzi “Evet, uluslararasıdır.” diye cevap vermiştir. Konuşmasının devamında şu yorumda bulunmuştur:



“Biz her nokta-i nazardan medenî insan olmalıyız. Acılar gördük. Bunun sebebi dünyanın vaziyetini anlamadığımız içindir. Fikrimiz, zihniyetimiz medenî olacaktır. Şunun, bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz. Medenî olacağız. Bununla iftihar edeceğiz. Bütün Türk ve İslâm âlemine bakınız. Zihinleri medeniyetin emrettiği şümul ve tealiye uyamadıklarından ne büyük felâketler, ne ıstıraplar içindedirler. Bizim deşim diye kadar geri kalmamız ve nihayet son felâket çamuruna batışımız bundandır. Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona bigâne olanları yakar ve mahveder.”[2]



25 Ağustosta Kastamonu’dan İnebolu’ya geçen Atatürk burada meşhur şapka konuşmasını yapmıştır. İşte tarihe geçen o konuşma:



“Ey memleketini seven ve memleketi, milleti için hayatını fedâdan çekinmemiş bulunan kıymetli vatandaşlar! Hep beraber bütün cihâna sarih ifade edelim ki, bunca inkılâbâtınşuurlu kahramanı olan bu millet, medeniyet güneşinin bütün hararetini almıştır.



Efendiler, Türkiye Cumhuriyeti’ni te’sis eden Türk halkı medenîdir. Tarihte medenîdir, hakikat temedenîdir. Fakat medenîyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı; fikriyle,zihniyetiyle medenî olduğunu isbât ve izhâr etmek mecburiyetindedir. Velhâsıl medenîyim diyen, Türkiye’nin, hakikaten medenî olan halkı başından aşağıya vaz-ıharicisiyle dahi medenî ve mütekâmil insanlar olduğunu fiilen göstermeye mecburdurlar. Bu son sözlerimi vâzıh ifade etmeliyim ki, bütün memleket vecihân ne demek istediğimi suhûletle anlasın. Bu izâhâtımı heyet-i âlinize, heyet-iumûmiyeye bir sualle tevcih etmek istiyorum, soruyorum:



Bizim kıyafetimiz millî midir? (hayır sadâları).



Bizim kıyafetimiz medenî ve beynelmilel midir? (hayır, hayır sadâları).



Size iştirak ediyorum.Tabirimi ma’zûr görünüz. Altı kaval üstü şişhâne, diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millîdir ve ne de beynelmileldir. O hâlde kifayetsiz bir millet olur mu arkadaşlar? Böyle tavsif olunmaya razı mısınız arkadaşlar? (hayır,hayır, kat’iyyen sesleri). Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak enzâr-ıâleme göstermekte ma’nâ var mıdır? Ve bu çamurun içinde cevher gizlidir, fakat anlayamıyorsunuz demek câiz midir?



Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak elzemdir; tabiîdir… Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp ihyâ eylemeye mahal yoktur. Medenî ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli,milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu iktisâ edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kıravat, yakalık, caket ve bittabi bunların mütemmimi olmak üzere başta siperi şemsli serpuş, bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur, smokin gibi,işte şapkanız!



Buna câiz değil, diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim:



Yunan serpuşu olan fesi giymek câiz olur da şapkayı giymek neden olmaz ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının kisve-imahsûsası olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler?”



Kaynak : atatürk neden kastamonuyu seçmiştir linke gitmek için tıklayınız.



Hocalar asıldı mı? asılma sebepleri nelerdi ? İskilipli Atıf Hoca’nın idam edilmesinin gerçek nedeni neydi?



İskilipli Atıf Hoca, 1876 yılında Çorum’un İskilip’in ilçesinin Toyhane Köyü’nde doğmuştur. Dedesi Hasan Kethüda’nın köydeki çiftliklerinde özel hocalardan ders almıştır. İstanbul’a gelip eğitimini tamamlayarak müderris olmuştur. Fatih Dersiamlığı[2] ve Kabataş Lisesi’nde Arapça öğretmenliği yapmıştır.[3] Bu dönemde Şeyhülislam tarafından Bodrum’a sürgüne gönderilmiştir. Bodrum’dan gizlice Kırım’a kaçan İskilipli Atıf, daha sonra Varşova’ya gitmiş, II. Meşrutiyet’in ilanından bir hafta önce İstanbul’a dönmüştür.[4] Meşrutiyet döneminde ise Mahmut Şevket Paşa’nın katledilmesi meselesinde parmağı olduğu gerekçesiyle önce Sinop’a, daha sonra sırasıyla Çorum, Boğazlıyan ve Sungurlu’ya sürgün edilmiştir. Görülen o ki, İskilipli Atıf hem II. Abdülhamid yönetimi ile hem de İttihatçı hükümetle sorun yaşamıştır. İskilipli Atıf’ın birbirinden tamamen farklı görüşte olan bu iki rejimle de problem yaşamış olması oldukça dikkat çekicidir. Yine anlaşılıyor ki II. Abdülhamid döneminden başlamak üzere devlet, faaliyetlerini zararlı gördüğü İskilipli Atıf’ı gözetim altında tutulmuştur.



Milli mücadele yıllarına gelindiğinde İskilipli Atıf’ı dava arkadaşı Mustafa Sabri ile birlikte Müderrisler Cemiyeti’ni kurarken görüyoruz. 19 Şubat 1919’da Cemiyet-i Müderrisin adıyla kurulan bu yapı, 24 Aralık 1919’da Teali İslam Cemiyeti adını almıştır. Milli mücadele karşıtlığıyla tanınan bu cemiyetin başkanlığına Mustafa Sabri, ikinci başkanlığına İskilipli Atıf getirilmiştir. Mustafa Sabri’nin Şeyhülislam olması üzerine İskilipli Atıf cemiyetin başkanı olmuştur.



Burada Mustafa Sabri’nin kim olduğundan bahsetmek faydalı olacaktır. Mustafa Sabri, Kuvayi Milliyecilerin katledilmesini emreden o meşhur fetvayı yazan kişidir. Dönemin Şeyhülislamı Haydarizade İbrahim Efendi, Mustafa Sabri’nin yazdığı bu ihanet fetvasını imzalamayarak Şeyhülislamlıktan istifa etmiştir. Onun yerine Şeyhülislam olan Dürrizade Abdullah Efendi fetvayı imzalayarak yürürlüğe koymuştur. İhanet fetvası, 11 Nisan 1920’de devletin resmî gazetesi olan Takvim-i Vekâyi’de yayınlanmıştır.[5] Ecnebilere yaranmak için idam edilen milli şehidimiz Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in idam fetvasını hazırlayan kişi de yine Mustafa Sabri’dir.[6]



Teali İslam Cemiyeti, “Ey Anadolu’nun masum ve mazlum ahâlisi!” başlığıyla bir beyanname yayınlamıştır. Yunan uçaklarıyla Anadolu’nun köylerine atılan beyannamede Kuvayi Milliyecilerin İngilizleri kızdırdığı için Yunan ordusunun başımıza musallat olduğu söylenmiş ve savaşta yenilince uslu uslu oturup neticeyi beklemekten başka çare olmadığı ifade edilmiştir. Padişahın Kuvayi Milliyecileri yok etmek için kurulacak bir ordunun başında Anadolu’ya geleceği belirtilmiş ve ahaliden bunun için hazır olmaları istenmiştir. Beyannamede askerlerin Halifenin emri gereği Mustafa Kemal, Ali Fuat ve Bekir Sami gibi isimleri daha fazla yaşatmamakla mükellef oldukları belirtilmiş, bunların vücutlarını ortadan kaldırmanın insanlık ve Müslümanlık adına farz olduğu vurgulanmıştır.[7]



Beyanname, Yunan uçaklarıyla Anadolu’nun çeşitli yerlerine atılıyordu. İskilipli Atıf hayranları bunu kabul etmeseler de arşiv belgeleri konuyu şüpheye yer vermeyecek şekilde aydınlatmaktadır. İsmet Paşa’nın yazdığı bir Genelkurmay raporunda belirtildiğine göre 30 Ağustos 1920’de saat altıdan sonra Bilecik üzerinden Eskişehir’e gelen bir düşman uçağı Teali İslam Cemiyeti’nin beyannamelerini atmıştır. İşte belgesi:









1924 yılında İskilipli Atıf Frenk Mukallitliği ve Şapka adında bir kitapçık yazmış ve şapka giymenin dine aykırı olduğundan bahsetmiştir. Bu kitapçığın yazılmasından yaklaşık bir buçuk yıl sonra, 25 Kasım 1925’te 671 sayılı Şapka Kanunu kabul edilip milletvekillerine ve devlet memurlarına şapka takma zorunluluğu getirilmiştir.[8] Kanunun kabulünden önce İskilipli Atıf’ın Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı kitapçığı emniyet birimlerinin dikkatini çekmiş, kitapçığın yurdun çeşitli yerlerine dağıtıldığı İstanbul Polis Müdürlüğü’nün 24 Ağustos 1925 tarihli raporuyla İçişleri Bakanlığı’na bildirilmiştir. İçişleri Bakanlığı’nın 26 Eylül 1925 tarih 4717 sayılı emriyle kitapçığın dağıtılması yasaklanmış ve belli bir miktarına el konulmuştur. 1925 yılı Aralık ayında Şapka Kanunu bahane edilerek Erzurum, Sivas, Kayseri, Maraş gibi illerde hükümet aleyhinde isyanlar çıkmıştır.



Şapka kanununu fırsat bilen gericilerin çıkardığı en büyük isyanlardan birisi Rize’de patlak vermiştir. Muhtar Yakup Ağa ve İmam Şaban, dua okunacağı bahanesiyle civar köy halkını Ulu Cami’ye toplayarak şapka karşıtı propaganda yapmışlardır. Biçeli Mehmet adında bir şahıs Mustafa Kemal Paşa’nın üç yerinden yaralı olduğunu ve İsmet Paşa’nın ortadan kaldırıldığını söylemiş, dindar paşaların yönetimi ele aldığından bahsederek Erzurum gibi Rize’nin de gereğini yapmasını istemiştir. Toplanan kalabalığa Yeni Pazar köyünden Muharrem Hoca’nın şapka aleyhindeki fetvası sık sık tekrar edilmiştir. Olaylar sırasında isyancılar karakolu basıp jandarmayı esir almıştır. Rize’deki isyan bastırılmış ve yapılan yargılama sonucunda İskilipli Atıf’ın Frenk Mukallitliği ve Şapka kitabının isyanda etkili olduğu anlaşılmıştır.[9]

Giresun’daki olaylarda yakalanan birisi de polis sorgusunda İskilipli Atıf’ın “şeriatın şapka giymeye izin vermediğini” belirttiğini ve bu nedenle isyan ettiğini söylemiştir. Bunun üzerine İskilipli Atıf tutuklanarak Giresun İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmıştır. 16-18 Aralık 1925 tarihleri arasında yapılan ve İskilipli Atıf ile birlikte 60 kişinin yargılandığı mahkeme sonucunda Şeyh Muharrem ve Abdullah Hoca isimli kişiler halkı isyana teşvik ettikleri gerekçesiyle idama; Şeyh Hüseyin, Dadak Ali ve Çakır Ali on beşer yıl hapse mahkûm edilmiş, diğer sanıklar beraat etmiştir. Beraat edenler arasında İskilipli Atıf’ta vardır. Beraat nedeni Frenk Mukallitliği ve Şapka kitapçığını Şapka Kanunu’ndan önce yazmış olması ve bu nedenle suçlama yapılamayacağıdır. Mahkeme, İskilipli Atıf’ı serbest bırakırken kitapçıkların toplanmasına ve dağıtımının yasaklanmasına karar vermiştir.[10]

Bu yasağa rağmen kitapçıkların dağıtılmasına devam edildiği anlaşılınca İskilipli Atıf 1926 yılı Ocak ayında bu sefer Ankara İstiklal Mahkemesinde yargılanmıştır. Kılıç Ali, Ali Çetinkaya, Necip Ali ve Reşid Galip’ten oluşan mahkeme heyeti İskilipli Atıf’ın söz konusu kitapçığının Şapka Kanunu’na karşı çıkan isyanlardaki rolünü sorgulamıştır. Mahkeme tutanakları incelendiğinde mahkeme heyetinin kitapların dağıtılmasının yasaklanmasından sonraki süreçte isyan bölgelerine gönderilip gönderilmediğinin üzerinde titizlikle durduğu görülmektedir.[11]

Mahkemede ele alınan bir diğer önemli husus İskilipli Atıf Hoca’nın Teali İslam Cemiyeti Başkanı olduğu dönemde yaptığı milli mücadele karşıtı faaliyetlerdir. Açıklanan karara göre İskilipli Atıf Hoca ile Babaeski eski Müftüsü Ali Rıza Efendi idam cezasına çarptırılmışlardır. Şeyh Süleyman, Hasankale Telgraf Müdürü Halid, Uşaklı Köseoğlu Ahmet, Ayıntabî Salih, Yusuf Kenan, Suud'ül Mevlevi on sene küreğe, Sabuncu Süleyman, Kamilpaşazade Muhlis on beş sene küreğe, Merakib Ali, Hoca Osman, Hacı Bey, Hoca Mehmed, Kara Sabri, Erzurumlu mütekaid Yüzbaşı İsmail Efendi'ler yedi sene, Fatih Türbedarı Hasan Efendi beş sene kürek cezasına mahkûm edilmiştir. Hoca Tahir ve Hoca Fettah Efendi'lerin üç sene Adana'ya, Seydişehirli Hasan Fehmi Efendi’nin üç sene Isparta'ya, Erzurumlu Samih, Muhsin, Sabuncuzade Mustafa ve Zühtü Efendi'lerin üç sene İstanbul'a sürgün edilmelerine karar verilmiştir. Mustafa Asım, Ömer Rıza, Hafız Osman, Yahya Cafer'in oğlu Muhiddin, İhsan Mahvi, Seyyid Tahir, İstanbul İmam Hatip Kâtibi Aziz Mahmud, Kitapçı Mihran, Yağlıkçızade Mustafa ve Hüseyin, Şeyh Ali Haydar, Berber Mustafa, Saatçi Nafiz, Gostivarlı Hasan, Mülazım Halid, Sürmeneli Hafız Ali, Tahir'ül Mevlevi ve Erzurumlu Cafer ise yargılama sonunda beraat etmişlerdir

Mahkeme kararının İskilipli Atıf Hoca’yla ilgili bölümü aynen şu şekildedir:

“Bunlardan Hoca Atıf Efendinin Türkiye Cumhuriyeti’nin yenilik ve ilerlemeye doğru attığı adımlara mani olmak ve halkı isyan ve irticaa teşvik etmek kastıyla İstanbul’da 1924 sonlarında Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eseri yayınladığı ve muhtelif vasıtalarla memleketin muhtelif mahallelerine dağıttığı sıralarda İstanbul Polis Müdüriyeti tarafından Birinci Şube raporuyla 24/8/1341 (1925) tarihi ile Dahiliye Vekâleti’ne ihbar edildiği, adı geçen vekâletin 26/9/1341 (1925) ve 4717 numaralı emirleri ile mezkûr risalenin toplatılmasının ve dağıtılmasının yasaklanmasının İstanbul’a bildirildiği ve kitapların bir miktarına el konulduğu hâlde, emrin uygulanışı tarihinden bir müddet sonra adı geçen eserin isyânın çıktığı mıntıkalarda yapılan aramalarda elde edilmesi ve muhakemeleri yapılan maznûnlara yöneltilen suallerden eserin isyandan bir iki ay evvel bahsedilen muhitlere gelerek elden ele gezdirilmek sûretiyle gizliden gizliye okunduğu ve Şapka İksâsı Hakkındaki Kanunun kabul edilmesi üzerine muhtelif mahallerde şapka aleyhinde propaganda da bulunan kişilerin tevkifi esnasında yapılan aramalarda bahsedilen esere tesadüf edildiği ve yapılan tahkikatta adı geçen eserin masum halkın fikirlerini iğfal ve irticaa teşvik maksadıyla Anadolu’nun içlerine ve bilhassa doğu vilayetlerine ücretsiz olarak gönderildiği ve eserin basımı ve dağıtımı hükümetçe men edildiği halde basımı ve dağıtımı için gayretler gösterildiği çeşitli bölgelerdeki isyanın çıkışında amil ve en mühim tahrik vâsıtası olduğu ve Atıf Efendi; geçmiş hayatı itibarıyla de 31 Mart irticâ hadisesinde ve Mahmut Şevket Paşa merhumun katledilmesinde de alakadar bulunduğundan çeşitli suçlar ile cezaya çarptırıldığı ve Sinop’a sürüldüğü ve bundan başka

Millî Mücâdelenin en buhranlı zamanında Anadolu içlerine doğru uzanmış olan işgal ordusuna mukavemet edilmemesi hususunda başkanlığını yaptığı Teâli-i İslâm Cemiyeti adına düzenlediği beyannâmeleri sonradan aldığı çeşitli inkâr tertiplerine rağmen Yunan tayyareleriyle istiklâli ve hayat hakkı için mücadele eden Anadolu köylerine attırdığı ve yeniliğe ve Cumhuriyete dâimî bir düşman vaziyeti almış olan adı geçen kişinin son isyan hâdisesi ile maddeten ve mânen alâkadar bulunduğu bir çok delil ile anlaşıldığını ve ortaya çıktığı (…) için hareketinin karşılığı olan Kanun-ı Cezâ-yı Umumînin 45. Maddesinin “Her biri cürmün husûlü maksadıyla ef’âlimiz buradan beri ya bir kaçını icrâ eylerse eşhâs-ı mezkûreye hem fiil denilir ve cümlesi fâil-i müstakil gibi mücâzat olunur.” diyen muharrer fırkası dolayısıyla adı geçen kânunun 55. maddesinin “Türkiye Cumhuriyeti’nin Teşkilatı Esasiye Kanunu’nu tamâmen veya kısmen tağyir (…) veya ifâ-yı vazifeden men’ine cebren teşebbüs edenler idam olunur” diyen muharrer fıkrası mucibince” İskilipli Atıf Hoca ve Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi'nin asılarak idamlarına…”



Kaynak : İskilipli Atıf hoca neden asıldı tüm detay ve belgeleri ile linke gitmek için tıklayınız.



Şimdi konuyu toparlayalım ;



İskilipli Atıf hoca aslında kendi tarikatlarını kurup ülke içinde baskınlar yaparak savaşta olduğumuz dönemde bizden asker eksiltmiştir dış güçlere çalıştığı belgeler vesayre durmakta.

bazıları İskilipli Atıf hoca'nın şapka kanunu yüzünden asıldığını destekler fakat şapka ile yazdığı kitap 1924'de çıkmıştır ve onla ilgili beraatın karar verilmişti.şapka kanunu 1925'te gelmiştir ve bu yasayla sadece insanların belirli sürelerle cezası işleme konuldu. İskilipli Atıf'ın asıldığı tarih 1926'dır yani şapka kanunundan 1 yıl sonra bu konuyu gündeme taşıyan köpekler Atatürk'ün dinsiz birisi olarak onun kendi içinde diktatör olduğunu desteklemek için öne sürmüşlerdir fakat ellerine sonuç geçmemiştir.



EVET GENÇLER KONU BAYA UZUN OLDU FAKAT İNSANLAR GERÇEĞİ ÖĞRENMELİ ATATÜRK BİR ŞAPKA İÇİN İMAM ASACAK DEĞİL Kİ DUA EDEREK AÇTIĞI YERLER VAR ATATÜRK KELLE UÇURMADI UÇURULMASI GEREKEN HOCANIN KELLESİNİ UÇURDU SAYGILAR.
elinize sağlık
 
teşekkür ederim hocam

ve şunu belirtmeyelim ki Atatürk düşmanı olanların tarihi hiç araştırmayan hiç bilmiyen kişiledir Atatürkü tarikat liderleri üyeleri sevmez nedenmi eskiden onların yalan düzenleniri para akışını bozdu diye bizim millete bunların dediklerini inanıyor hiç araştırmıyor daha çook var ama teşşekür ederim milleti aydınlattınızdan dolayı bide bu şapka meselesi vs her yalanı açıklıyan sinan meydanın el-cevap adlı kitabı var inceliyebilirsiniz
yapabildiğim araştırma ve elimden gelen bu'dur teşekkürler

Konuşursam gerçekten ağır konuşurum. Eline sağlık.
herkese bi mavi gözlü dev gelmez teşekkürler
 

Endarion

Katılımcı Üye
29 Ağu 2021
890
519
Righteous Side of Hell
herkese bi mavi gözlü dev gelmez teşekkürler
Mavi gözlü dev bize geldi, ama bu baştaki rezil insan müsveddeleri kendi allah din kitap peygamber diye diye Atamın bıraktığı mirasın içinden geçiyor, bizde sessiz sessiz oturuyoruz. İşte benim kendime yediremediğim şey bu. Baştakiler ayrı rezil muhalefet ayrı rezil. Neyse, 1 gün sonra kim ölür kim kalır. Halay çekeceğim o büyük günde. Az kaldı.
 
Eline emeğine sağlık sweazy.. Çalışmalarının devamını diliyorum.. Sevgiyle kal.. ❤️ 🇹🇷 🙋‍♂️
Çok teşekkür ederim hocam ❤️ devam edeceğim tabiki de büyük bir Atatürk seveni ve hayranı olarak atamın ismini kirletmelerine izin vermem.

Mavi gözlü dev bize geldi, ama bu baştaki rezil insan müsveddeleri kendi allah din kitap peygamber diye diye Atamın bıraktığı mirasın içinden geçiyor, bizde sessiz sessiz oturuyoruz. İşte benim kendime yediremediğim şey bu. Baştakiler ayrı rezil muhalefet ayrı rezil. Neyse, 1 gün sonra kim ölür kim kalır. Halay çekeceğim o büyük günde. Az kaldı.
'2 ayyaşın yaptığı yasa' ayyaş diyorlar hocam o kıtlıkta insanları refaha erdirmesi söylenmiyor. çok yazık gerçekten yorumunuz için teşekkür ederim.❤️
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.