Atatürk ve kürtler

*666*

Katılımcı Üye
22 Eyl 2008
363
3
Graphic Team
Yıllardır Atatürk’ü Batıcı bir devlet adamı gibi gösteren sağcı güçlerin yarattığı tahrifat, tam tersi kutupta başka bir tahrifata daha yol açtı.

Sağcıların Atatürk’ü Batıcı gibi göstermesi gibi kimi sözde solcu ve Kürtçü akımlar da Atatürk’ü “Kürtçü” göstermeye başladılar.

Bu zevata bakılırsa Atatürk, aslında Kürtlere özerklik verecekti.

Perinçek’ten Apo’ya kadar Kürtçü akım bu tez üzerinde durarak, Atatürkçülere ve milliyetçilere, Kürtçülük aşılamaktadır.
İşin garibi bu tezlerin hiçbir gerçek yanı yoktur ama tarih bilgisinden yoksun
“şu cahil Türklerimiz” Kürtçülerin bu oyununa gelmektedir.
Bu yazımızda Kürtçülerin Kurtuluş Savaşımız, Cumhuruyetimiz ve Atatürk üzerinde yarattığı tahrifata karşı gerçekleri ortaya koymaya çalışacağız.

Kürtçülerin en önemli tezi Kurtuluş Savaşı’nı Türklerle Kürtlerin birlikte verdikleridir. Öyle bir tarih uydurulmuştur ki, Kurtuluş Savaşı’nı Atatürk Kürt ağalarla birlikte vermiştir. Kürtlerin Kurtuluş Savaşımıza katıldıkları ise en büyük uydurmaların başında gelir.

O halde Kurtuluş Savaşımız boyunca Kürtlerin gerçekte ne yaptığını ortaya koyalım.
Kurtuluş Savaşımızın başlangıcında, Milli Güçleri idare etmek üzere Erzurum’da bir Heyet-i Temsiliye oluşturulur.
24 Ağustos 1919’da oluşturulan Heyet-i Temsiliye Mustafa Kemal Paşa başkanlığında 9 kişiden oluşur.
Diğer temsilciler, eski Bahriye Nazırı Rauf Bey, eski Trabzon milletvekili İzzet Bey, eski Erzurum milletvekili Raif Efendi, eski Trabzon milletvekili Servet Bey, Erzincan’da Nakşi Şeyhi Fevzi Efendi, eski Beyrut valisi Bekir Sami Bey, eski Bitlis milletvekili Sadullah Efendi ve Mutki aşireti lideri Hacı Musa Beydir.

Kurtuluş Savaşımızın bu ilk önder kadrosundan sadece Rauf ve Bekir Sami Beyler Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar yola devam etmişlerdir.
Yani denildiği gibi Kurtuluş Savaşımız ağaların ve şeyhlerin desteğiyle verilmemiştir.

Ama burada çok daha önemli bir gerçeği de ortaya koymamız gerekmektedir.

Mutki Aşireti reisi Hacı Musa Bey sözde Kurtuluş Savaşımızın ilk önderlerindendir. Belgeleri inceleyenler bunun böyle olduğunu kabul etmek zorunda kalırlar.
Ancak gerçek bambaşkadır.

Hacı Musa Bey, 1923 yılı Mayıs ayında Erzurum’da kurulan Kürt Azadi Cemiyeti’nin de lideridir.
Azadi Cemiyeti’nin üyelerinden biri de Şeyh Sait’tir.
Azadi Cemiyeti İngilizlerle, Fransızlarla ve Sovyetler Birliği ile temas kurarak Bağımsız Kürdistan için destek aramıştır.
Daha sonra bu örgüt İngiliz desteği ile başlayan Nasturi Ayaklanması’na katılır.
Nasturi Ayaklanması’nın bastırılmasından sonra ise İran’a kaçarlar.

Mustafa Kemal de Nutuk’ta bu konuya şöyle değinir:
“Baylar, tarih, söz ***ürmez bir biçimde ortaya koymuştur ki, büyük işlerde başarı için yeteneği ve gücü sarsılmaz bir başkanın varlığı çok gereklidir.
Bütün devlet büyüklerinin umutsuzluk ve güçsüzlük içinde, bütün ulusun başsız olarak karanlıklar içinde kaldığı bir sırada ‘yurtseverim’ diyen bin bir çeşit kişinin, binbir türlü davranış ve inanç gösterdiği kargaşalı bir zamanda danışmalarla, birçok saygın ve erkli kişilerin sözlerine uyma zorunluluğuna inanmakla; sağlam, esaslı ve özellikle sert yürünebilir mi?
Tarihte buna ulaşmış bir topluluk gösterilebilir mi? İkincisi baylar, ulus, ülke, siyasa ve ordu yöneticiliğinde hiç bulunmamış ve bu alanda değeri belirmemiş ve denenmemiş gelişigüzel kişilerden, örneğin Erzincanlıbir Nakşi Şeyhi ve Mutki’li gibi zavallılardan da kurulabilecek herhangi bir temsilciler kuruluna, söz konusu durum ve görev bırakılabilir miydi?”
Mustafa Kemal’e idam kararı veren de Kürttü!
Kürtlerin ağaları bunu yaparken milletvekilleri de boş durmaz.
Bitlisli Kürt milletvekili Yusuf Ziya Bey de Azadi örgütünün içindedir.
Yusuf Ziya Bey aynı zamanda İngiliz ajanıdır.
Mustafa Kemal Paşa, Yusuf Ziya Bey’den kuşkulanmakta ve onu takip ettirmektedir. Gerçekten de Mustafa Kemal’in kuşkuları gerçek olur ve Yusuf Ziya Bey Nasturi İsyanı’na katılır.

İşin daha da vahimi Yusuf Ziya Bey’in askeriye içinde de adamları vardır.
Nasturi İsyanı’nı bastırmakla görevli birlikten, Fırka komutanı İhsan Nuri, Vanlı Rasim, Tevfik Cemal ve Teğmen Ali Rıza da Kürt örgütünün üyesidir ve isyan sırasında 270 askerle birlikte karşı tarafa geçerler!

Görüldügü gibi Kurtuluş Savaşımıza katılan ve Türklerle savaşan Kürtlerle değil, Kurtuluş Savaşı’nın içine sızan, ancak kendi Kürt örgütlenmesini devam ettiren, İngiliz, Fransız işgalcilerle işbirliği yapan ve en sonunda da Türk askerine karşı cephe açan Kürtleri görüyoruz.
Bu örgütün İngiliz desteğini sağlamak için Nasturi isyanından üç yıl önce 1920 yılında yine Hakkari’de başka bir isyan çıkarttığını da kaydedelim.
Peki Kürtlerin Kurtuluş Savaşımız sırasındaki tek ihanetleri bu mudur?
Aslında Kurtuluş Savaşı’nın başından itibaren Mustafa Kemal’in karşısındadır Kürtler. Mustafa Kemal’in idam emrini veren Kürt Mustafa Paşa’dır!.
Aynı Kürt Mustafa Paşa’nın eniştesi ise Kürt İzzet Bay’dir ve İstanbul Hükümeti’nin İçişleri Bakanıdır.
Kürt İzzet Bey de İngiliz ajanıdır.
Kürt İzet Bey’in bir de yeğeni vardır Şerif Paşa, o da Kürdistan Teali Cemiyeti’nin Paris temsilcisidir.
İstanbul Hükümeti’nin ve İngilizler’in Mustafa Kemal hareketini engellemek için kullanmayı düşündükleri kütle ise Kürtlerdir.
Damat Ferit, Kürdistan Teali Cemiyeti ile görüşerek onlara özerklik karşılığında Mustafa Kemal’e karşı savaşmayı teklif eder.
Damat Ferit Yüksek Komiser De Robeck ile görüşerek Sevr koşulları gereğince 15 bin kişilik bir Kürt ordusu kurulmasını ve Kürtleri Mustafa Kemal’e saldırtmayı teklif eder.

Bu yönde en önemli girişim Ali Galip olayıdır.
İngiliz ajanı Binbaşı Noel, Ali Galip ve Kürdistan Teali Cemiyeti liderleri Malatya’ya geçerler. Burada bir Kürt birliği kurarak Sivas yolunda Mustafa Kemal’i öldürecekler ve Kongre’nin toplanmasına engel olacaklardır.
Ancak Mustafa Kemal girişimi haber alır ve tedbir alır.
Malatya’da Türk birlikler İngiliz ajanı, Ali Galip ve Kürdistan Teali Cemiyeti liderlerini kıstırırlar.
Tutuklama emri vardır. Noel, İngilizlerden yardım ister. Saraya baskı yapılır fakat sonuç vermez. En sonunda kaçmak zorunda kalırlar.
Görüldüğü üzere daha Sivas Kongresi öncesinde bile Kürtler İngilizlerle, İstanbul Hükümeti ile birlikte Mustafa Kemal’e kaşıdır.
İngiliz gizli belgeleri de bunu doğrulamaktadır.
28 Kasım 1919’da Mr. Kindson’un Londra’ya gönderdiği raporda şöyle yazılıdır:
“Kürtlere her ne kadar inanmasak da onları kullanmamız çıkarlarımız gereğidir.
9 Aralık 1919 tarihli Yüksek Komiser Robeck’in Lord Curson’a raporunda ise şunlar yazılıdır:
“Kürtler bütün ümitlerini İngiliz hükümetine bağlamış durumdalar. Bu ara Mustafa Kemal gittikçe tehlikeli olmaya başlıyor. Kuvvetler, Kürtleri Mustafa Kemal Paşa’ya karşı kullanmak için para ödemeye hazırdırlar”
Yunan ordusundaki Kürtler
Ama Kürtler bununla da yetinmemektedir. İngiliz Gizli Belgeleri’nin verdiği bilgiye göre Kürtler aynı zamanda Yunanlılarla da temas halindedir.
Amasya’da Yunan temsilcisi ile görüşün Kürtler, Yunanlılara Türk ordusunda ele geçcirilen Kürt esirlere iyi davranılmasını ve bu esirlerin Türk ordusuna karşı kullanılmasını önerir.
Teklif kabul edilir ve esir Kürtler Yunan ordusunun hizmetine girerler.
Kürt-Yunan işbirliğinin en büyük sonucu ise Koçgiri İsyanı’dır.
Yunan ordusu büyük ilerleyişe geçmeden hemen önce Kürtler isyan eder.
Yunan ordusu Bursa’ya doğru ilerlerken Kürtler Sivas’a doğru yürümeye başlar.
Amerikan Askeri Ateşesi durumu şöyle rapor eder:
“... Yunanlılar önemli bir zafer kazanırlarsa Kürt isyanı Türkiye’nin arkasını ciddi bir şekilde tehdit edebilir. Ancak Batıdaki savaş Türklerin lehine gelişirse,
Türkler, ellerindeki yarım düzine yetenekli liderden biriyle Kürt sorununa son verebilir. İngilizler kuşkusuz bu durumu bilmektedirler.
Gene de Kürt sorunu ile meşgul olduğu sürece Mustafa Kemal’in Musul’a el koyamayacağını düşünmektedirler.
Dolayısıyla Kürt akımına yardımcı olmaktadırlar.”
Koçgiri İsyanı’nın başlangıç tarihi sadece Yunan ilerleyişine değil aynı zamanda Londra ve San Remo Konferansları’na da denk gelir. Ankara Hükümeti böylece sıkıştırılmaktadır.

Koçgiri İsyanı’nın liderlerinden Baytar Nuri isyan programını şu şekilde açıklar:
“İlk önce Dersim’de Kürt istiklali ilan edilecek, Hozat’a Kürdistan bayrağı çekilecek, Kürt milli kuvveti Erzincan, Elazığ ve Malatya istikametlerinden Sivas’a doğru hareket ederek Ankara Hükümeti’nden Kürdistan istiklalinin tanınmasını isteyecekti.
Türkler bu isteği kabul edeceklerdi. Çünkü isteğimiz silah kuvvetiyle desteklenmiş olacaktı.”
Ayaklanma büyür ve isyancılar Ankara Hükümeti’ne bir muhtıra yollarlar. Telgraf yoluyla iletilen muhtıra şu maddelerden oluşmaktadır:
1-İstanbul Hükümeti’nce kabul edilen Kürdistan özerkliğinin Ankara Hükümeti’nce de tanınıp tanınmayacağının açıklanması
2-Kürdistan özerk yönetimi konusunda Mustafa Kemal hükümetinin ivedi yanıt vermesi
3-Elazığ, Malatya, Sivas ve Erzincan cezaevlerindeki Kürtlerin hemen salıverilmesi
4-Kürt çoğunluğu bulunan illerden Türk memurlarının çekilmesi
5-Koçgiri yöresine gönderilen birliklerin geri alınması.”
Kürtler bununla da kalmaz, 25 Kasım 1920 tarihinde Batı Dersim Aşiretleri reisleri adına TBMM’ye şu şekilde başvurur:
“Sevr Antlaşması gereğince Diyarbakır, Elazığ, Van ve Bitlis illerinde bağımsız bir Kürdistan kurulması gerekiyor. Bu nedenle bu oluşturulmalıdır. Yoksa, bu hakkı silah zoruyla almaya mecbur kalacağımızı beyan ederiz.”
Yunanlar Bursa’ya Kürtler Sivas’a saldırıyor
Ankara Hükümeti, Batıda Yunanların Bursa’yı ele geçirmesine rağmen Kürtlere karşı geri adım atmaz.
Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa isyanı bastırmak için bir plan hazırlar.
Topal Osman komutasındaki Giresun alayı da Nurettin Paşa’nın emrine verilir.
Türk Ordusu 11 Nisan 1921 günü Kürtlerin üzerine yürüyüş başlatır.
45 bin kişilik Kürt milisleri ile çapışmalar 3 ay sürer. 17 Haziran 1921 günü isyancılar teslim alınır.
Koçgiri isyanının bastırılmasından sonra TBMM’deki Kürt milletvekilleri Ordu Komutanı Nurettin Paşa’nın halka zulmettiği, gereksiz yere kan döktüğü gerekçesiyle olağanüstü ve gizli bir oturum talep ederler. Kürtler isyanı bastıran Nurettin Paşa’nın kellesini istemektedir.

Mustafa Kemal daha sonra Nutuk’ta şu şekilde anlatır:
“Nurettin Paşa merkez bölgesinde bir yıla yakın bu görevi yaptı ama yetkisi dışında kimi yurttaşların haklarına el uzatıyar diye milletvetkillerinin yakınmaları ve İçişleri Bakanlığı’na soru yöneltmeleri, Bakanlığın da yakınmaları yerinde görmesi üzerine Meclis’in isteğiyle Kasım 1921 başlarında görevden çıkarıldı.
Meclis Nuettin Paşa’nın yargılanmasına da karar verdi.
Bu iş, benimle Bakanlar Kurulu arasında bir sorun çıkmasına da yol açtı. Ben, Nurettin Paşa’ya uygulanmak istenen işlemi kabul etmedim.
Fevzi Paşa Hazretleri de benim görüşüme katıldı. İkimizle, Batkanlar Kurulu arasında çıkan anlaşmazlık Meclisçe bir çözüme bağlandı. Meclis’te Nurettin Paşa’yı savundum, kendisini ağır bir işleme uğramaktan kurtardım.”

Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Paşa, sadece Kürt isyanını bastırmakla kalmamış, isyanı bastıran komutanı da sonuna kadar savunmuştur.
Mustafa Kemal’in, Meclis’te tek kalması ise son derece öğreticidir.
Gerçekten de Birinci Meclis’te, Mustafa Kemal Paşa, Şeriatçılara ve Kürtçülere karşı tek başına kalmaktadır.
Ama tek kalmak pahasına kendi komutanını savunmuştur!

Görüldüğü üzere, daha Sivas Kongresi’nin toplanma hazırlıklarından başlanarak Kürtler, Kurtuluş Savaşı için çalışmamış, tam tersine hep Kurtuluş Savaşı’na karşı savaşmışlardır.
Koçgiri ayaklanması bunun en büyük kanıtıdır.

Genel Kurmay Başkanlığı da bu isyanı şu şekilde değerlendirmektedir:
“Siyasi bakımdan büyük bir önem taşıyan bu harekat dolayısıyla, Kürt bağımsızlık davasının ilk basamağının Koçgiri olayları ile kurulmak istendiği, bu dış etkilerin en açık ve kesin delilidir.”
Bu değerlendirmeden de anlaşılacağı gibi, olay münferit bir isyan değil, bir davanın ilk adımıdır! Ardından gelecek olan Kürt isyanları da bunu kanıtlayacaktır. Nitekim isyanın liderleri de olayı böyle değerlenodirmektedir:

“Koçgiri, Kürt İstiklal Savaşı’nın bir merhalesidir, onunla bir meydan muharebesi kaybettik, fakat harp bitmedi. Biz son zaferi kazanacağız.”

Kürtlere özerklik Mustafa Kemal’in değil Damat Ferit’in programı
Kürtler’in Kurtuluş Savaşı’na ne şekilde katıldıkları yalanını gördükten sonra şimdi de Mustafa Kemal’in Kürtlere özerklik vereceği yalanının nasıl uydurulduğuna geçebiliriz.
12 Eylül 1919’da İstanbul Hükümeti ile İngiltere arasında gizli bir antlaşma imzalanır. Sekiz maddelik anlaşma maddelerinden üçüncüsü şöyledir:

-Türkiye bağımsız bir Kürdistan kurulmasına karşı çıkmayacaktır.
Anlaşmanın altında Damat Ferit’in imzası vardır.
Anlaşma’nın esas önemi Damat Ferit’in Mustafa Kemal hareketine, yani Türk milli hareketine karşı Kürt ayrılıkçılarıyla uzlaşması ve Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı kullanmasını saptamasıdır.

Yukarıda bu kullanmanın ne şekilde hayata geçirildiğini görmüştük.
İstanbul Hükümeti’nin bu tür bir yola girmesi aslında Damat Ferit Hükümeti’nin sonunu getirir. Kabine değişikliği olur ve Ali Rıza Paşa Hükümeti kurulur.
Bu değişiklik son derece önemlidir çünkü Kürt milliyetçiliğinin ve ayrılıkçılığının önü kesilecektir.
Amasya Görüşmeleri bunun ilk safhasıdır.
Kürtlere özerkliğin ilk belgesi imiş gibi sunulan Amasya Görüşmelerinde şu karar alınmıştır:

“Beyannamenin
1. maddesinde Osmanlı Devleti’nin düşünülen ve kabul edilen sınırı Türk ve Kürtlerin oturduğu araziyi kapsadığı ve Kürtlerin Osmanlı topluluğundan ayrılması imkansızlığı izah edildikten sonra, bu sınırın asgari bir istek olmaz üzere elde edilmesinin temininin lüzumumüştereken kabul edildi. Bununla beraber, yabancılar tarafından görünüşte Kürtlerin bağımsızlığı maksadı altında yapılmakta olan tezvirlerinönüne geçmek için de bu hususun şimdiden Kürtlerce bilinmesi uygun görüldü.”

Tutanaktan da anlaşılacağı üzere Ankara ile İstanbul’un yeni hükümeti, Kürt ayrılıkçılığına karşı ortak bir karar almışlar ve kurulacak ya da kurtarılacak devletin sınırlarının Kürtlerin oturduğu arazıyi de kapsadığını belirtmişlerdir.
Bu tutanaktan çıkacak biricik sonuç, Kürtlerin oturduğu arazide ayrı bir devlet ve özerklik hakkının bu tutanakla reddedildiğidir.

Ama ne hikmetse gördüğü her Kürt kelimesini özerkliğe yoran tarih heveslisi bir kısım hukuk asistanı bunu tam tersine yormaktadır.

Amasya görüşmesinin teyidi ise Misak-ı Milli’dir. Misak-ı Milli ise, özerklik değil ulusal bir devlet programıdır.
Kuvayı Milliye’nin bu ilk belgesi, aynı zamanda İstanbul Meclisi’nin son kararında özerklik yoktur! Dahası Misak-ı Milli için çalışan bir harekete katılan herkes de ulusal devleti kabul etmiş demektir.

Milli Mücadele’nin Kürtlere özerklik vereceğini söyleyenlerin iddiası aynı zamanda son derece de komiktir.
Kürtler bağımsızlık ve özerkliği zaten Sevr ile kazanmışlardı.
Sevr’e karşı çıkan bir hareketin Sevr’de dayatılan bir maddeyi savunması olacak şey değildir!
Kaldı ki ne Erzurum, ne Sivas Kongrelerinde de bu yönde alınmış bir karar yoktur. BMM’nin bu yönde aldığı bir karar da yoktur. Özerkliği savunan bir hareketin bunu bir karar olarak duyurması gerekmez miydi? Komik olmayı bırakın: Mustafa Kemal sizin gibi gizli bir Kürtçü değildi! Sizin gibi hem tek bayrak, hem de Kürtler kendi kendini yönetsin diyecek kadar hain değildi...
İngilizlerin Kürtlere özerklik uydurması
Mustafa Kemal’in Kürtlere özerklik vereceği uydurmasının kaynağı ise doğrudan İngilizlerdir!
Yukarıda bahsettiğimiz gibi Koçgiri isyanının bastırılmasından sonra Meclis’te Kürt milletvekilleri isyancılara destek çıkarlar.
Uzun süren tartışmalardan sonra Mustafa Kemal’in isyanın bastırılmasını savunan konuşması üzerine tartışma kapanır.
Ancak İngiliz raporlarına göre bu görüşmeler sırasında Kürtlere özerklik verilen bir karar alınır. Maddeler şunlardır:

1-Uygarlığın gereklerine uygun olarak Türk milletinin ilerlemesini sağlamayı hedefleyen TBMM, ulusal gelenekleriyle uyum içinde, Kürt milletinin özerk yönetimini kurmayı üzerine alır.
2-Çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu bu topraklar için Kürt ileri gelenleri tarafından bir genel vali, vali yardımcısı ve bir müfettiş seçilebilir. ...
4-Kürt ulusal meclisi doğu vilayetlerinde kurulacak ve 3 yıl için oluşturulacaktır.
5-Özerk yönetim Van, Bitlis, Diyarbakır vilayetleri, Dersim sancağı, bazı nahiye ve kazaları içine alacaktır.
Toplam 9 maddelik kanun tasarısı İngilizlere göre kabul edilmiştir!

Ancak İngiliz raporlarının gösterdiği 10 Şubat 1922 tarihinde anılan gizli oturum yoktur! TBMM Gizli Celse Zabıtları yayınlanmıştır ve orada böyle bir gün yoktur!
Olması da son derece saçma olurdu. Çünkü anılan 9 maddenin Sevr’den bir farkı yoktur.
Kaldı ki Koçgiri isyanını bastıran bir Meclis’in bu kararları alması da mantıksızdır. Çünkü bu kararları alacak Meclis, mantıken isyancılarla anlaşır ve istenilen bu hakları verirdi.
İngilizler yetmedi bir de Perinçek...
Atatürk’ün Kürtlere özerklik vereceğine ilişkin ikinci bir iddia ise İngilizlerden sonra Perinçek’ten gelmektedir.
Atatürk 16/17 Ocak 1922 tarihinde çıktığı İzmit seyahatinde gazetecilerin sorularını yanıtlar. Vakit gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman’ın “Kürtlük Sorunu nedir? Bir iç sorun olarak değinmeniz iyi olur” sorusuna şu yanıtı verir:

“Kürt sorunu, bizim, yani Türklerin çıkarı için kesinlikle sözkonusu olamaz. Çünkü, bizim ulusal sınırlarımız içinde Kürt öğeleri öylesine yerleşmişlerdir ki, pek sınırlı yerlerde yoğun olarak yaşarlar. Bu yoğunluklarını da kaybede ede ve Türklerin içine gire gire öyle bir sınır oluşmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek, Türkiye’yi mahvetmek gerekir.
....
“Bu nedenle başlıbaşına bir Kürtlük düşünmekten çok Anayasamız gereğince zaten bir çeşit özerklik oluşacaktır. O halde hangi bölgenin halkı Kürt ise kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir...”

Perinçek ve Apo, Atatürk’ün bu demecini Atatürk’ün özerkliği savunduğunun kanıtı olarak verirler.
Oysa Uğur Mumcu’nun da belirttiği gibi Mustafa Kemal özerklikten değil bir çeşit özerklikten bahsetmektedir.
Bu ise, 1921 Anayasasına göre illerin manevi kişiliğe ve özerkliğe sahip olmaları maddesiyle uyum içindedir
.
1921 Anayasasının 21. maddesi şöyledir:
“İl yönetimi yerel işlerde manevi kişilik sahibidir ve özerktir”
Buradan da anlaşılacağı üzere Atatürk, Kürtlerin kendi kendilerini yönetmesinden değil illerin kendilerini yönetmesinden bahsetmektedir.
Zaten Kürtlerin yoğunluğundan bahsetmesi de bu nedenledir.
Aslında Atatürk’ün bu açıklamasının özerklik için değil tam tersine Kürt sorununun kabul edilmemesi için bir dayanak olarak gösterilmesi gerekmektedir.
Gerçekten de bu açıklamasında Atatürk, Kürtlüğü reddetmekte, dahası Kürt sorununu kabul etmemektedir!
Dahası açıklamaların devamında Lozan’da tartışılan Musul meselesi ele alınmakta ve şu ifade edilmektedir:
“İngilizler orada bir Kürt hükümeti kurmak istiyorlar. Bunu yaparlarsa, bu düşünce bizim sınırlarımız içindeki Kürtlere de yayılır. Bune engel olmak için sınır güneyden geçirmek gerekir.”

Yani Atatürk bizim sınırlarımı içindeki Kürtlerin olası bir talebine karşı olduğunu çok açık bir şekilde ifade etmekte bu nedenle de Musul’u vermemeyi savunmaktadır!
Nitekim Lozan’da Türkiye, Kürt meselesinin konuşulmasını dahi kabul etmemiştir!
Çünkü Türkiye için artık böyle bir mesele yoktur!

Şeyh Sait isyanı ve Mustafa Kemal tedbiri: Takrir-i Sükun, İstiklal Mahkemesi
İkinci uydurmanın da çürütülmesinden sonru Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet idaresinde Kürt meselesinin nasıl ele alındığına geçebiliriz.
Burada karşımıza Musul Sorunu çıkar.
İngilizler’le Musul müzakereleri sürmektedir. Türkiye Musul’u geri almak için askeri bir harekatın da hazırlıklarını yapmaktadır.
Tam bu ortamda Şeyh Sait isyanı patlak verir.
Kürtler yine İngilizlerin oyuncağı olmuştur.
İngiliz desteği ile ayaklanan Şeyh Sait, önemli başarılar kazanır.
Başbakan Fethi Okyar’dır.
Fethi Bey, isyanı çok önemsemez ve üzerine hemen gitmez.
Daha sonra Meclis’te kendini savunacağı üzere “gereksiz kan dökülmesine karşıdır”
Tam bu sırada Mustafa Kemal, Ankara Garı’nda İsmet Paşa’yı beklemektedir.
Hükümet değişir, İsmet Paşa kabinesi kurulur.
İsmet Paşa hükümeti iki karar alır, biri İstiklal Mahkemelerinin kurulması, ikincisi Takrir-i Sükun kanunu.
Bu, devletin isyanın üzerine sertlikle gideceğinin işaretidir.
Takrir-i Sükun görüşmeleri, gizli Kürtçü liboşlarla, Cumhuriyetçilerin hesaplaşmasına dönüşür.
Terakiperver Cumhuriyet Fırkası liderleri, Kazım Karabekir, Ali Fuat, Rauf Bey, Takrir-i Sükun’a karşı çıkarlar.
Onlara göre isyancılarla masum halkı ayırmak gerekmektedir.
Takrir-i Sükun özgürlükleri ortadan kaldıracak ve bir dikta idaresi kuracaktır.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın 15 milletvekili bulunmaktadır.
Bunlardan özellikle Dersim milletvekili Feridun Fikri’nin isyancıları korumak için çırpındığı görülür.
TCF’nin tüm muhalefetine karşın Takrir-i Sükun Yasası ve İstiklal Mahkemeleri’nin kuruluşu yasası kabul edilir.
Çünkü başta Atatürk olmak üzere, Cumhuriyetçiler, isyancılara özgürlük tanımanın Cumhuriyet’in sonu olacağını görmektedirler.
Cumhuriyet Halk Fırkası içinde de bir bölünme olmuştur.
92 millitvekili isyanın üzerine sertlikle gitmekten yana tavır koyarken 60 milletvekili buna karşı çıkmaktadır.
Son noktayı Mustafa Kemal koyar. 2 Mart günü kürsüye çıkar ve kararı açıklar: “Milletin elinden tutmaya lüzum vardır. Devrimi başlayan tamamlayacaktır.”
Nifak vardır vahdet olsun diyoruz
Böylece Mustafa Kemal’in çözümü uygulanmaya koyulur.
Mustafa Kemal muhalifleri ve kürtçüler ise özellikle İstanbul basınında yuvalanmıştır. Milli Savunma Bakanı Recep Peker durumu şu şekilde ifade eder:
“... Türkiye’de devlet nüfuzu adına gösterilen hoşgörünün sonunda devlet işlemez hale gelmiştir. Çok yüksek adlar adına yapılmış yasalar da buna yol açmıştır. Basın, özellikle İstanbul sbasını Türkiye’de devlet gücü diye ne kadar kutsal yer ve makam varsa hepsini ite kaka meşruluk dışı bir çekişme aracı yapmıştır. Bunlar, devlet kuruluşu diye ne varsa hepsine birden yalan ve iftiralarla saldırıp tüm devleti tahrip etmektedirler.
“Her sabah milletin yüzüne fışkıran mikroplu balgamlar masum halka devlet gücünün değerli birşey olmadığını aşılayamamaktadır...
“Hükümetimiz pislik yuvalarını temizlemeye yetkisi olmadan bu ülkenin yönetimini ele alamaz. İç tehlike içinden yanan yangın gibidir.
Eğer devlet kuruluşları, meclisler ve hükümetler, bu yangını patlamadan önce bulup gereken yasal önlemleri almazsa yangın büyüdükten sonra önlem almaya da zaman kalmaz.

“Herhangi bir düşünce ile ve herhangi bir amaçla, özgürlüğü yine bizzat özgürlüğe çevrilmiş bir silah gibi kullanmak, gerçeğe ve yurt yararına uygun değildir.”
Sonuçta isyan bastırıldı. İsyanın elebaşılarındak 46’sı idam edildi.
 

*666*

Katılımcı Üye
22 Eyl 2008
363
3
Graphic Team
burada açılan konu ve içeriği tamamen alıntıdır.
bilgi amaçlı açtım bu konuyu .
konunun içinde de geçen
Türklerle kürtler kurtuluş savaşında beraber omuz omuza savaştılar...
tezi benimde tersime gidiyordu...
öyle olmadığını belgelerle ortaya koymaya çalıştım ...
konu yorumlara açıktır.
 

*666*

Katılımcı Üye
22 Eyl 2008
363
3
Graphic Team
kürtçü teröre Atatürk çözümü

ucak.jpg

Atatürk’ün manevi kızı
Sabiha Gökçen Tunceli İsyanı’nı bastırmak için hava bombardımanı yapmıştı

DTP bildiriyor:
PKK’nın istekleri kabul edilirse kimse ölmeyecek!

Geçtiğimiz hafta PKK, Şemdinli’deki Aktütün Karakolu’na ağır silahlarla saldırdı.
Çıkan çatışmada 17 askerimiz şehit oldu ve 20 asker de yaralandı.

Türkiye’nin dört bir yanı şehit cenazeleriyle sarsılırken, birkaç gün önce de Diyarbakır’daki Ali Gaffar Okkan Polis Meslek Yüksekokulu’ndan çıkan servis PKK’nın saldırısına uğradı ve 4’ü polis biri şoför 5 kişi daha şehit düştü.

Üst üste gelen bu iki acı olayı değerlendirirken, daha öncesinde yaptığımız çağrıları yinelemek istiyoruz.
Şehit haberleri konusunda cimri davranan medyanın, “milliyetçilik” kokan yazılar yazmaktan kaçınan köşe yazarlarının ve yorumcuların bile sessiz kalamadığı baskınlar günlerdir enine boyuna tartışılıyor ve “terör konusunda artık bir adım atılması” gerektiği sonucuna varılıyor.

Evet bir adım atılması çoktan gerekiyordu. AKP iktidarıyla birlikte verdiğimiz şehit sayısıyla önceki dönemlerin toplamını karşılaştıralım ve tablonun vahametini ortaya koyalım.
Ortada tahammül sınırını aşan bir durum var. Bir tartışma yürüyor yürümesine ama atılması gereken adımlar değil PKK’nın “özgürlük” ve “barış” tezleri üzerinden terör karşıtlığı yapılıyor.

Sanırsınız ki mağdur olan ölen Türk askeri ve her an PKK saldırısı ihtimali altında yaşayan Türk milleti değil de dağdaki PKK’lı ve hak arayışına çıkmış “zavallı Kürt”tür.

DTP’liler tartışmayı dolaysızca ve yüzsüzce yürüttükleri için onların söylemleri üzerinden konuşalım.
Ahmet Türk diyor ki: “Hiç kimsenin ölmeyeceği bir sürece varalım. Çatışmalar sürdüğü müddetçe maalesef ister PKK’lı, ister asker, ister köy korucusu olsun yaşamlarını yitirdiğini görüyoruz.”
Hiç kimsenin ölmeyeceği süreç şu anlama geliyor.
Devlet dağdaki teöristle uzlaşı içinde tartışarak, demokratik çözümler koyarak meseleyi çözecek ve PKK’lı insafa geleceği için de kimsenin ölmesine gerek kalmayacaktır.
Hatta öyle ki DTPliler “toplumsal barışı sağlayamayan bir tartışmanın içinde olduğumuzu” söyleyerek çok önceden devleti uyarmış olduklarını küstahça dile getirdiler.

DTP’lilerin söylemleri yalnızca Kürtçü ya da liberal ve Amerikancı aydınlar tarafından değil pek çok siyasi parti ve sivil toplum kuruluşu temsilcisi tarafından dolaylı da olsa tekrarlandı ve Türkiye’nin güvenlik meselesi değil Kürtlerin hakları tartışıldı.
Kürtlerin “kendilerini güvende ve özgür hissedecekleri demokratik bir ortamın yaratılması” için mücadele ettiğini söyleyen ve “aman kimse artık ölmesin” diye bu isteğe kucak açılmasını öneren barış çığırtkanları sadece ve sadece PKK’yı büyütüp beslediler.

PKK’lılar da bu gazla yüzsüzlüklerine devam ettiler. En “çarpıcı” olanı da sınır ötesi operasyon izninin yenilenmesiyle ilgili tezkere üzerine Meclis’te yapılan görüşmeler sırasında DTP grup başkanvekili Fatma Kurtulan’ın yaptığı konuşmaydı.

Fatma Kurtulan,
Mustafa Kemal çözümü öneriyordu!
Yanlış okumadınız! Birdenbire doğru yolu bulduğundan ya da bölücülüğe veda ettiğinden falan değil elbette.
Kendi Kürtçü tezlerini Atatürk’e mal etmeye çalışan ve sıkıştıkları her durumda Atatürk’ü öne sürüp tarihi çarpıtmaya çalışan uyanıklar sadece akademisyenlerin içinde yok elbette.
DTP’li Kürtler de zaman zaman Apovari böyle açıklamalar yaparak komik duruma düşüyorlar.

Atatürk’ün “Misak-ı Milli’yi kardeş milletlerin milli sınırı olarak belirttiğini ve bu sınır için de Türk olduğu kadar Kürt de vardır” dediğini belirten Kurtulan,
Atatürk’ün aslında iki ayrı toplumu kabul ettiğini, Kürtlere özerklik vaat ettiğini, 1924 Anayasasıyla da bundan vazgeçildiğini falan açıklamaya çalışıyor.
Kürt sorunu ancak bu şekilde demokratik olarak çözülür ve bu ülkenin evlatları da toprağa verilmezmiş.
Sonra da Ordu’nun operasyonlarına, silahlı mücadeleye karşı çıkarak tartışma, uzlaşı gibi gülünç çözümler öneriyor.
Zaten senin orada olman, meclis kürsüsünden kolaylıkla bunları dile getirebiliyor olman yeterince uzlaşı ve tartışma olduğunun bir göstergesi.
Sanki Kütlerin sesi kesilmiş, kimse konuşamıyor ve 22 tane şehidin üzerinden bir tartışma gündeme gelmiş değil de bir Kürt katliamı falan var sanırsınız.

istiklal-mahkemesi.jpg

isyanci-kurt.jpg

Kurtuluş Savaşı sırasında isyancı Kürtler için kurulan
idam sehpaları ve isyancıların yakalanışı

Mustafa Kemal çözümünde
DTP’ye yer yok!
Her fırsatta Cumhuriyet’i yıkmaya çalışan, bayrağa, İstiklal Marşı’na, dile karşı çıkan DTP’liler’in Atatürk’e sarılmaya çalışmaları aslında oldukça garip.
Daha önce de tartıştığımız gibi Atatürk’ün Kürt politikası İngilizci, Perinçekçi tezlerle bilinçli bir şekilde çarpıtılarak Kürtçülük ve Türk-Kürt kardeşliği propagandası zaten uzun süredir yapılıyor.

Ancak birilerinin bu DTP’lilere Atatürk’ün gerçek Kürt politikasını yeniden hatırlatması gerekiyor.
Çünkü Mustafa Kemal çözümü dedikleri şey DTP’nin varlık nedenini ortadan kaldırmaktadır!

Mesela bugün gerçekten Mustafa Kemal çözümü uygulanıyor olsa idi ne olurdu?
Birincisi, değil DTP benzeri bir partinin kurulmuş olması, Meclis kürsüsünden bunun gibi konuşmalar yapmak bile Atatürk döneminde sertlikle engellenirdi.
Atatürk dönemi Kürt politikası sonuna kadar tavizsiz bir politikadır.
Misak-ı Milli sınırları içinde Kürtlük, Kürtçülük propagandası yapmak kesinlikle yasaklandığı gibi buna aykırı hareket edenler de en şiddetli şekilde cezalandırılmıştır.

Atatürk’ün Kürtlere özerklik vaat ettiğini, sonradan bundan vazgeçerek Kürtlere ihanet ettiğini iddia eden çevreler Kurtuluş Savaşı Tarihini okusunlar.
Türkler cephede savaşırken Ali Batı, Cemil Çeto, Milli Aşireti ve Koçgiri gibi ayaklanmalarla cepheyi genişletip emperyalistlere destek olan Kürtlere neden özerklik versindi ki Atatürk?

Hadi tarihi belgeler çarpıtılıyor da, Sevr’e karşı duran ve “Kürdistan” fikrini cepheden reddeden bir önderin gerçek niyeti isyanlarla mücadele politikasından da mı anlaşılmıyor?

Bugün terörle mücadele konusunda hâlâ sivil toplum örgütleriyle görüşmeler yapmaya çalışanlar, uzlaşı ve tartışma ortamını sağlam duruşa tercih edenler özellikle Atatürk’ün Koçgiri isyanının ardından izlediği politikayı incelemeliler.

II. İnönü savaşı sırasında isyan eden Kürt aşiretleri bugün olduğu gibi cüretkar önerilerde bulunuyorlardı.
Daha TBMM Ankara’da toplanırken yeni kurulacak Meclisi, ancak hükümetin “Kürdistan”ı özerk yönetim sayması ile destekleyeceklerini bildiren Dersim ve Koçgiri aşiretleri, Yunan Ordusu Bursa’ya doğru ilerlerken Sivas’a doğru yürüyerek Ankara Hükümeti’ne tehditler yağdırıyorlardı.
Özerkliğin tanınması, cezaevlerindeki Kürtlerin salınması, Kürt çoğunluğu olan illerden Türk memurların çekilmesi vs. Ne kadar tanıdık değil mi? Sadece biraz özgürlük biraz uzlaşı ve demokrasi aslında…
Ama Atatürk öyle yapmamış Yunan saldırısı karşısında gücünü azaltmak pahasına Kürtlerin üzerine yürüme kararı almıştır.
Alın size siyasi irade! 45 binlik Kürt milisleriyle çarpışmalar 3 ay sürer ve isyancılar teslim alınır!
Tabi tartışmaysa tartışma… İsyancılar milli mücadeleye karşı cansiperane çarpışırken Meclis’te destekçileri yok mudur? Kısa süreliğine de olsa evet!
Kürt vekiller isyanın bu kadar sert biçimde bastırılmasına karşı çıkmış, isyanı bastıran Merkez Ordusu komutanı Nurettin Paşa’nın görevden alınmasını savunmuşlardır. Atatürk’ün duruşu ise onlara karşı yine sağlamdır ve Paşa’yı da kullandığı yöntemleri de sonuna kadar savunmuştur.
İsyancılar ve Meclis’teki destekçileri aynı anda ezilir
Ancak bundan sonra Meclis’te bunları tartışacak vekillere yer olmayacaktır.
Atatürk, bu isyanları bastırmak için, “temsilcilerini Meclis’e sokalım ve dinleyelim belki isyancıları sustururuz” diye düşünmemiş isyan edenleri de onları savunanları da tek tek yargılatmıştır.
Meclisteki savunucuları zaten kısa süre içinde ihanetin içinde yer almıştır.
Birinci Meclis’te yer alan ve “Kürdoğlu Kürt” olduğunu iddia eden Bitlis Vekili Yusuf Ziya Bey, ikinci dönem Mecliste olmak yerine Şeyh Sait isyanını başlatan Azadi cemiyetini kuranlar arasında olacaktır.
Başlangıçta Atatürk’ün yanında gibi görünen, destek verir gibi yapan tüm Kürtler de süreç içinde ihanetin içinde olmuşlardır.
Heyet-i Temsiliye üyeliğinden Kürt Azadi Cemiyeti üyeliğine “terfi” eden Mutki Aşireti reisi Hacı Musa Bey de başka bir örnektir. Atatürk bu ihanetleri yaşaya yaşaya tavizsiz politikalarında ne kadar haklı olduğunu görmüştür.

Şeyh Sait isyanının ardından Takrir-i Sükun Kanunu’na karşı çıkan Dersim milletvekili Feridun Fikri Bey “Hükümetin gayrikanuni olarak tevkife hakkı yoktur” demektedir.
Yani bir nevi “operasyonları değil çözümü konuşalım”cı ya da “barışçıl ve demokratik çözüm”cü bir Kürt vekildir kendisi.
Atatürk’ün Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt ise Feridun Fikri’ye sormaktadır “Koca bir vatan irtica ateşi içinde yanarken asilerin karşısına anarşizmin hürriyetiyle mi çıkacağız?” diye.
Atatürk ise anarşizmin hürriyeti yerine yeni cumhuriyetin varlığını korumayı tercih etmiş “devrimi başlatan tamamlayacaktır” diyerek Takrir-i Sükun Yasası ve İstiklal Mahkemeleri ile birlikte tüm isyancıların, gizli ya da açık tüm destekçilerinin sesini kesmiştir.
Feridun Fikri ise tüm Kürtçüler gibi yine ihanet edenler içinde yer alarak 1926 yılında İzmir Suikastı davasında yargılanmıştır.

Mustafa Kemal Çözümü: Tavizsiz politika ve sağlam duruş
Tavizsiz politika ve sağlam duruş Atatürk dönemi Kürt politikasının en önemli özelliğidir. Küçük ya da büyük ne kadar ayaklanma varsa bastırılmış, az ya da çok ne kadar isyancı varsa cezalandırılmıştır.
Destekçileri de süreç içinde hep Atatürk’e ihanet ve karşıdevrim çizgisinde olmuşlardır.

Mustafa Kemal çözümünde gerici ve bölücü partilere de yer yoktur.
Örneğin DTP ya da AKP’nin kapatılıp kapatılmaması tartışma konusu bile yapılamaz. Kaldı ki yapılmamıştır.
Şeyh Sait İsyanı’nın ardından Bakanlar Kurulu kararı ile isyancıların kümelenme yeri haline gelen Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası anında kapatılmıştır.
Hatta buna ilk karar veren Bakanlar Kurulu değil kendi bölgesi içindeki şubeleri kapatan Şark İstiklal Mahkemeleridir.
Alın size olağanüstü hal!
Atatürk bu partiyi ve kurucularını Nutuk’ta da ağır biçimde eleştirmiştir:
“Tarih gizli amaçlarla düzenlenmiş genel ve gerici Doğu ayaklanmasının nedenlerini araştırdığı zaman onun önemli ve belirli nedenleri arasında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının dinsel konularda verdiği sözleri ve Doğu’ya gönderdiği sorumlu yazmanın kurduğu ve yaptığı kışkırtmaları bulacaktır”
diyerek bir partinin verebileceği zararı ve ortadan kaldırılmasındaki gerekliliği ortaya koymuştur.

Mustafa Kemal’in Ordusu Amerikan istihbaratına teslim edilmezdi

Kürt isyanları bastırılırken bunun tek bir güvencesi olmuştur o da Türk Ordusu ve Ordu’nun devrime bağlı komutanlarıdır.
Ağrı Ayaklanmalarında da, Dersim İsyanı gibi büyük çapta bir ayaklanmada da Ordu isyancıların başını ezmekte hiç zorlanmamıştır.
Bunun için de ne Amerikan istihbaratına ihtiyaç duyulmuştur ne de BBG evi gibi bir teçhizata.
Ordu’nun ve Devletin sınırlı imkânlarıyla ayaklanmalar bastırılmış, isyancılar da cezalandırılmıştır.

Mustafa Kemal bir ayaklanma çıktığında “koalisyon güçleri neden sınır güvenliğini sağlamıyor ya da istihbarat paylaşımı neden artırılmıyor” diyerek ABD’li temsilcilerden medet ummak yerine hesabını kendi kurduğu Umumi Müfettişlerden sormuştur.
Bu Müfettişliklerin başında da her zaman en çok güvendiği üst düzey bürokratlar ve komutanlar bulunmuştur.
Herhangi bir Kürt ayaklanmasının çıktığı bir bölgede olağanüstü bir durum var demektir. Böyle bir ortamda “demokrasiye aykırı hareket etmeyelim, AB’nin gözü üstümüzde, bu işi masada çözelim, barışçıl yöntemleri kullanalım” gibi “ahmakça” bir bakışı açısı Atatürk de hiç olmamıştır.
Dersim İsyanı öncesi örneğin Tunceli Kanunu’nu çıkarmak yerine “ben gidip isyancılarla görüşeyim, dertleri neymiş, belki ikna ederiz diye düşünmemiş”,
zaten isyancıların arkasında da kimlerin olduğunun muhasebesini çoktan yapmış olduğu için meseleye sert çözümler uygulayarak eğilmiştir. İngilizlerin kışkırtıcılığına karşı onun tek bir silahı vardır: Devleti güçlü kılmak ve gerektiğinde silahı kuşanmak. Tunceli Kanunu da bir olağanüstü hal yasasıdır ve böyle hallerde demokrasi değil güvenliktir söz konusu olan.

Mustafa Kemal çözümünde o ilkel koşullarda hava bombardımanı ile isyancılar etkisiz hale getirilirken, isyancıların fikri mücadele yöntemleri ve propaganda araçları da ortadan kaldırılır.
Kürtçülük propagandası yapan yayınlar yasaklanır ve ciddi bir Türkleştirme projesi başlatılarak ayaklanma bölgeleri devlete ve Türkçeye tabi kılınmaya çalışılır.
Atatürk örneğin, “bunların zaten kendi gazeteleri var onun yerine ben Kürtçe bir gazete yayınlatayım ve bu gazete aracılığı ile devlete karşı ayaklanmanın yanlışlığını anlatarak onları devlete yaklaştırayım” demek yerine Kürtçeyi hayatlarından çıkarmaya çalışmıştır.

Bilmektedir ki dil varsa millet de vardır ve İngilizlerin Kürtçe ve Kürtçülük propagandasının önünü kesmek Türkçeyi yerleştirmekten geçmektedir. Atatürk, Şark Islahat Planı ve İskân Kanunu aracılığı ile ayaklanan Kürtlerin yakınlarını Batı’ya yerleştirmiş ve bu insanların hayatına da Türkçeyi ve Türk kimliğini sokarak ulus yapısını korumaya çalışmıştır.
Görüldüğü gibi Atatürk siyasi irade palavralarına boyun eğmemiştir ama aldığı tüm kararlar, çıkardığı tüm yasalar çok ciddi bir siyasi “irade” ve kararlılığın sonucudur.
O nedenle Mustafa Kemal çözümünde ne DTP gibi partilere yer vardır ne de Kürtlere boyun eğme, Kürtçülüğe taviz verme siyasetine. İsyan varsa, bu şiddetle bastırılmış, isyancılar idam edilmiş, yakınları da Türkiye’nin dört bir yanına dağıtılmıştır. DTP’lilerin propagandasını yaptığı gibi Atatürk değil Kürtlere özerklik vermek, isyanların ardından onları en küçük memurlukların bile dışında tutmuştur. Ortak vatan, kardeş halklar değil tek bir vatan ve tek bir milletten söz etmektedir
Atatürk:
“Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkeslik fikri ve hatta lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdad devirleri mahsulü olan bu yanlış tevsimler, birkaç düşman aleti, mürteci beyinsizden maada hiçbir millet ferdi üzerinde teellümden başka bir tesir hasıl edememiştir”
Bugün için de “mürteci beyinsizler”le mücadele yönteminin kararlı bir duruş olduğunu hatırlatmak gerekiyor.
Öyle birilerinin iddia ettiği gibi de “Mehmetçiği şehit eden ABD” falan değil,
hükümetin omurgasızlığı ve seyirci kalışıdır.
Eğer bu kez de bu ayaklanma bastırılmaz, sivil toplum örgütleriyle toplantılar yapılarak isyancılar ikna edilmeye çalışılır ve savunma stratejisi terk edilmezse bu karakol baskını son olmayacaktır. Türk Ordusu çapulcu birliğine ve Amerikan askerlerine boyun eğecek bir ordu olmamalıdır.

Bir yanda Menemen Olayı’nda “bir tek” Kubilay’ın başı için “gerekirse Menemen’i haritadan silin” diyebilen bir komutanın Türkiyesi vardır,
diğer yanda da 30 binden fazla şehidin karşısında boynu eğik istihbarat bekleyen bir acziyetin Türkiyesi…

Siyasi irade ve içi boş özgürlükler değil, Kürtçülerin başını ezecek sağlam bir irade istiyoruz. Yani Mustafa Kemal çözümü ve kararlı duruş…

alıntıdır.
 

*666*

Katılımcı Üye
22 Eyl 2008
363
3
Graphic Team
Kürtçülük Zehirini İçimize Sokmuyoruz!

sehit_mehmetcikler.gif

Tarihleri Yok

Kürt adlı bir milletin var olmadığı bugün bütün bilimadamları tarafından kabul edilmektedir.Bir topluluğun millet olabilmesi için gerekli olan kavramlar köken birliği,dil birliği,kültür birliği,tarih birliği gibi kavramlardır.Kendine Kürt diyen toplulukta bunların hiçbiri yoktur.

Dil birliği yoktur.Çünkü Zahodaki bir Kürtle Diyarbakırdaki bir Kürt,Muştaki bir Kürtle Hakkarideki bir Kürt bile adamakıllı anlaşamazlar."Dilimiz" dedikleri dilde hiçbir orijinal sözcük yoktur.Yanınızda Kürtçe konuşulurken birkaç sözcüğün Türkçe olduğunu rahatlıkla anlarsınız.Kalanlar da Arapçadan,Farsçadan,İbraniceden alınmaktadır.* Edebi bir tarihleri yoktur.3-5 tane eser vardır ve bunların tarihi de Osmanlının Kürtlere serbestlik tanıdığı,daha doğrusu onları bir millet olarak tanımladığı zamanlara dayanır.

Peki örgütlenmeye ne zaman başladılar?

Bu topluluğun örgütlü bir biçimde ortaya çıkışı Yavuz Sultan Selim dönemine dayanmaktadır.Bu dönemdeki Alevi ayaklanmalarını bastırmak için Yavuz,Kürtleri kullanmıştır.Emperyalizm tarafından kullanılmaları o döneme dayanır.Daha sonra II.Abdülhamit döneminde Kürtlerden kurulu Hamidiye Alayları oluşturularak doğuda ayaklanan Ermenilerin üzerine salınmışlardır.Kürtler tarih boyunca hiçbir ciddi savaşta bulunmamışlar,o bölgede yaşayan medeniyet hangisiyse o medeniyet sınırları içinde o medeniyetin kültürüyle yoğrulmuşlardır.Bu nedenle de bir millet olamamışlar,kültür oluşturamamışlardır.Etnik olarak da bir kökenleri şu ana dek rastlanmamış,Arap-Fars kırması oldukları hatta Türk-Arap bile olabilecekleri tezleri ortaya atılmıştır.

Kürtçülüğün kökeni Osmanlıya dayanır.Osmanlı ele geçirdiği bölgelerdeki halklara dokunmamış,sefalarını sürmüşlerdir.Fransız İhtilalinin yaydığı düşünceler ve dinde gericiliğin sonucu olarak Osmanlı Devleti parçalanmış,bu devletin içinde hiçbir kökenleri bulunmayanlar bile dış güçlerin etkileriyle ayaklandırılmıştır.

Osmanlı Devleti Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla bu durumu önlemek istese de bu gruplar Osmanlı boyunduruğu altında ezildikleri düşüncesiyle ayaklanmaya devam edecek ve birçoğu Kurtuluş Savaşında bile düşman yanına geçeceklerdir.

Türkiyede Kürt Sorunu

Kurtuluş Savaşında Türklerle Kürtlerin beraber savaştığı tezi koskoca bir yalandır.Ki o dönemde Kürt aşiretlerinin çoğu İngilizler tarafından özgürlük vadedilerek düşman tarafına geçirilmiştir.Kurtuluş Savaşında şehit olan her on bin Türke şehit 700 Kürt düşmekte,yani Kurtuluş Savaşını "Kürt Ulus" Savaşı`na çevirmeye çalışanların tezleri bu sayede çürümektedir.**

Garp cephesi kumandanı İsmet İnönü,Atatürkün Cumhurbaşkanlığı döneminde bir başbakan olarak doğuyu köy köy,kasaba kasaba gezmiş ve gözlemlerine dayanarak Atatürke bir "Kürt Raporu" sunmuş,bu raporda acil olarak Lazlarla Kürtlerin karıştırılarak asimile edilmesi ele alınmış,uygulamaya geçirilmiştir.buna göre doğuda her sene 300 Kürt köyü oluşturulacak,bu sayede tehlike önceden önlenecekti.

Atatürkün ölümü ve İnönünün çok partili sisteme erken geçmesi sonucu iktidarı kaybetmesi üzerine karşı-devrim iktidarları emperyalizmin daimi maşası olan Kürt topluluğuyla anlaşmış,onları meclise sokmuş,demokrasinin de Türkiyenin milli bütünlüğünün de altını oymuştur.

Adnan Menderes Kürt şeyhi Saitin elini öpmüş,Kürt-İslamın önünü böylece açmıştır.Süleyman Demirel “Fakat Atatürk milliyetçiliği de çok katıydı” diyerek Atatürk milliyetçiliğini rafa kaldırmış,Turgut Özal "Damarlarımda Kürt kanı akıyor." deme gafletinde bulunmuş,son olarak Amerikan Mollası,Bopun Eşbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan "Kürt sorunu,benim sorunumdur." demiş,alt-üst kimlik tartışması açılarak,Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşlarının Türk kimliğinin altına başka şeyler sokuşturulmaya çalışılmıştır.Recep Tayyip Erdoğan "Mecliste 75 tane Kürt vekilim var." diyerek işin ulaştığı boyutu gözler önüne sermiştir.

Kürtlerin neden Abdullah Öcalana hayranlık beslediğini anlamak da mümkün değil.Öcalan dönemi 20 yılda öldürülen 35 bin kişinin 25 bini Kürttür.Bir Kürtün Öcalanı sevmesi bindiği dalı kesmesi anlamına gelmektedir.Zaten düşünseler Öcalanın paketlenip verilmesinin nedeninin de propaganda olduğunu bilirler.Şimdi aynı Kürtler Amerikayı hamileri olarak görmektedirler.Madem ki Amerika işi bittiğinde paketliyor,bunu nasıl göremiyorlar?Onlara "gerilla" diyorlar,dünyanın neresinde gerilla Amerikan tüfeğiyle gezer?

Sol Görünümlü Gençlik ve Kürt Sorunu

Hepiniz sokaklarda rastlarsınız,solcu gençler olduğunu söyleyen sol görünümlü dernek ve emperyalist parti üyeleri,emperyalist "aydın"lardan okudukları tezlerle sizlere gelip "Faşist TC Kürtlere baskı yapmasa bu olaylar bu kadar büyümezdi.Ana dillerinde konuşsunlar bize ne?" derler.

Türkiyede 1950 den beri "Aman Kürtler iyi olsunlar,aman Kürtlere bir şey olmasın." biçimli canım-cicim siyaseti yapıldığından Doğuya yatırım çok fazla olmuştur.Fakat bu yatırımlar gerçekleştiğinde Kürtlerin "ezilme" bahaneleri ortadan kalkacağından gerek terör gerekse emperyalizm tarafından kontrol edilen bürokratlar eli ile doğunun gelişimi engellenmiştir.

Ortak bir dili olmayan uygarlık asla yaşayamaz.Bir şehirden bir şehire konuşamayan insanların bir ülkesi olamaz.Atatürkün de dediği gibi "Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir."****.Milli hissin yok olmasını isteyenler elbette ki birbiriyle anlaşamayan bir millet hayal edeceklerdir.

Sonuç

Kürt Sorunu bu ülkede üzerinde durulması gereken bir sorundur.Emperyalist düşünceler ve terör örgütleri temizlenmeli,doğuda eğitim sistemi yeniden gözden geçirilmeli,Atatürk gençleri Atatürk resimlerini yırtmamalı,başının üstünde taşımalı.Bu saatten sonra bunun dışında soykırım,baskı,yıldırma politikaları etki etmeyecektir.Bunların düşüncelerinin kökünü Osmanlı atmıştır.Osmanlının düşüncelerini silen Kahraman Türk Halkı,Kürtçülüğü de tarihin karanlıklarına gömecektir,varolmak istiyorsak buna mecburuz!

alıntıdır.
 

*666*

Katılımcı Üye
22 Eyl 2008
363
3
Graphic Team
bu kısımda özellikle dikkat edersen teröre lanet üzerine açılan konular var
terörü yaratan kürtler.
şaçma sapan ve hiç bir zaman gerçekleşmeyecek idealleri uğruna Türk milletine saldırıyorlar.
bizler köy basmadık kadınları,kundaktaki bebekleri öldürmedik,otobüs çevirip içindekileri öldürmedik bu saydıklarım kurtuluş savaşı zamanında bile olmadı.
sen kardeşlikten bahsediyorsun.hangi kardeşlik?
ben 80 öncesi sağ sol çatışmalarınıda gördüm yaşadım.
o dönemde karşı karşıya olan gruplar bile şimdi omuz omuza teröre lanet ediyor.
kürdü lanetleyen bir sürü solcu site adı veririm sana....
sağcıları zaten saymama gerek yok.
önceleri çatışmalar bu kadar yoğun değildi millet sabrediyordu ama artık memleketin şehit vermeyen hiç bir bölgesi kalmadı niçin dersin?
cevabın varmı..
bir insan evladı nasıl yetişiyor bilirmisin.
ne zorluklarla o kadar çok emek veriliyorki.20 li yaşlara gelene kadar.
bak burada Türk kürt ayırmıyorum insan evladı diyorum..
bu çocuklar yani Türkler vatan millet sevgisiyle büyüyorlar ve uğrunda gözlerini bile kırpmadan şehit oluyorlar niçin?
kürdün saçma sapan hayaline karşı. vatan korumaya çalışırken..
nasıl olacak bu kardeşlik söylermisin.....
milletin sabrı taştı içimiz yanıyor bu gidişin sonu iyi değil..
 

*666*

Katılımcı Üye
22 Eyl 2008
363
3
Graphic Team
kürtçülük oyunu

Emperyalizmin yarım kalan Kürtçülük oyunu bugün de devam ediyor
Ortak payda: Bölücülük

“Kimliklere özgürlük” diye bağıran Kürtçüler ile “İnançlara özgürlük” diye bağıran ümmetçiler, özgürlük adına ortak payda olan bölücülükte buluştular. Amaçları; daha çok demokrasi, daha çok özgürlük, daha çok çoğulculuk gibi yaklaşımlarla, Atatürk’ün Cumhuriyeti’nde gedikler açarak lâikliği ve üniter yapıyı yerle bir etmektir.

Cumhuriyeti numaralandıran numaracılar ile, bölünmeyi körükleyen bölücüler ve Şeriat için cemaatlerin önünü açmaya çalışan hırsları yüzünden akıllarını aşmış sorunlular, yukarıda belirttiğim amaçları doğrultusunda birlik ve beraberlik içindedirler.

Terör ile huzursuz edilen Türk Milletine, “Kürt terörü olacağına Kürt siyasi hareketi olsun” tezi kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. 1900’lü yıllardaki isyanlardan bu yana Kürtçülük plânlı ve düzenli bir şekilde dış ve iç düşmanların işbirliği sayesinde sürmektedir. Bir Belediye Başkanı, PKK’dan “Kürt Muhalefeti” olarak söz edebilmektedir.

Kimler azınlık, kimler değil?

Azınlık bir nitelik değil, bir nicelik meselesidir. Azınlık, eski tarihlerden beri, belli bir ülkede yerleşmiş, fakat bünyesine girmiş oldukları devletin halkından gelenek, dil, din, ırk vs bakımından ayrılan topluluk demektir.

Bir grup için “azınlık”; ırk, din, dil, tarihsel ayrılık ve sayısal azalma yanı sıra yurttaş olması, ülkesine sadık olması ve baskı altında kalarak kendini azınlık hissetmesi halinde oluşan bir kavramdır. Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdırlar. Aksi halde yabancı olurlar. Sosyolojik anlamda Kürtler azınlık değildir. Ayrıştırıcı bölücüler, Kürtleri etnik tuzağa düşürmeye çalışmaktadırlar.

Lozan’da azınlıklar konusu 21 ayrı toplantıda ele alınmış ve özellikle alt komisyonda, “Bütün azınlıklar” deyimi sokulmak istenmesine rağmen ve ayrıca o dönemde din, dil ve ırk unsurları azınlık unsuru olarak görülmesine rağmen Lozan’da sadece “Müslüman olmayan vatandaşlar” yani “Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler” azınlık kapsamında kabul edilmiştir.

Egemen devlet, kendi etnik ve kültürel unsurlarını korumak ve kollamakla mükelleftir. Dış güçlerce ulusal bütünlüğümüz; Kürt, Laz, Çerkez ayırımına tabi tutularak yok edilmek istenilmektedir.

“Bireysel haklar”, “Azınlık hakları” ve “Kültürel haklar” adı altındaki talep ve dayatmalar, Türkiye’de, kültürel bölünmeyi ve bunun doğal sonucu olarak da sonuçta idari-siyasi bölünmeyi getirir.

Bu nedenle Lozan Antlaşması’nın maddelerinde (38., 39. ve 40. maddeleri), “Türkiye vatandaşı” değil “Türk vatandaşı” şeklinde yazılmıştır. Ayrıca Cumhurbaşkanlığının yeminini düzenleyen 38. maddede ise, “Türk Devleti” ibaresi geçer. Kullanılan Türk kelimesi etnik veya sosyolojik bir anlamda değil, tamamen hukuki anlamdadır.

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı’nın 1975 Helsinki Belgesi, 1990 Kopenhag Belgesi, Avrupa Konseyi’nin 1993 Viyana Zirvesi’nde hazırlanan ve Şubat 1995 tarihli “Çerçeve Sözleşmesinde” sadece; Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler azınlık kimliğiyle “taraf” olarak belirtilmiştir.

İşbirlikçi terörün “Kürdistan” hedefi

Terör, en büyük insanlık suçudur. PKK’nın insanlık suçu da, Batıdan her türlü desteği almaktadır. AB, bir evvelki raporunda, Alevileri “Sünni olmayan cemaatler” olarak gösterirken; daha sonraki raporunda ise, “Sünni olmayan azınlıklar” şeklinde göstermiştir. Alevileri etnik kimlik haline getirebilmek için Almanlarca çok büyük bir uğraşı verilmektedir. Almanlar, PKK’nın da her zaman arkasında olmuşlardır.

Emperyalist güçler; biz de Yugoslavya gibi parçalanmadıkça, İncirlik Üssü’nü ABD’ye teslim etmedikçe ve AB’ye kayıtsız, şartsız teslim olmadıkça ikna olmazlar.

Ankara’daki Yugoslavya Büyükelçisi, “Eski Yugoslavya’da dahili bütün Cumhuriyetlere din, dil, kültür özgürlüğü vermiş ve kimliklerini tanımıştık; ama elimizi verdik, kolumuzu istediler, onu da verdik. Tüm vücudumuzu paramparça ettiler. Siz bu oyunlara gelmeyin, dikkatli olun.” diyordu. (Kemal Baytaş)

1847 yılında, yabancıların kasıtlı ve haince telkinleri ile Türk tarihinde ilk defa Doğu Anadolu’da, “Kürdistan Eyaleti” kurulmuştur. Kürdistan Eyaleti’ne: “Diyarbakır, Van, Ahlat, Muş, Hakkari sancakları ile Cizre, Bothan ve Mardin ilçeleri” bağlanmıştır. Uygulamanın yanlışlığının farkına varılması üzerine 1856 yılında Kürdistan Eyaleti’nin sınırları sadece “Diyarbakır, Mardin ve Siirt” olarak küçültülmüştür. 1864 yılında oynanan oyunu fark eden devlet, bu yanlış yasayı ve eyalet sistemini tamamen kaldırmıştır. Bu yapılanma, yabancıların 1839-1908 yılları arasındaki siyasi Kürtçülük faaliyetleri sonucu oluşmuştur. Bugünkü oyun da, o gün yarım kalan oyunun bir devamıdır.

Fakat Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden hemen iki ay sonra Paris’teki barış müzakerelerinde 32 devletin yanı sıra, Kürtler adına Stokholm’deki eski Türk elçisi Şerif Paşa ve Ermeniler adına Bagos Nubar Paşa ile Aharonyan katılıyordu.

Paris Barış Konferansı’nın 26 Şubat 1921 günü yapılan toplantısında İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon, İngiltere Başbakanı Lloyd George’un fikirlerini açıklamıştır. Buna göre, “Başbakan Türk olmayan soyların yaşadığı bölgeleri Türk İmparatorluğu’ndan ayırmak niyetindedir. Bu soylar, Araplar, Ermeniler, Süryaniler ve Kürtlerdir.” diyordu.

Konferans sırasında Başbakan Lloyd George, konferans sonuç metnine “Ermenistan, Suriye, Irak, Kürdistan, Filistin ve Arabistan, Osmanlı İmparatorluğu’ndan tamamen ayrılmalıdır.” maddesini koydurmuştur. Kürt devletinin kurulması için Paris’te ilk adım böyle atılmıştır.

Emperyalizmin Kürtçülük oyunu

İngilizler, 19. yüzyılda dünyanın sanayi ve sermaye üretim yeri olan Avrupa’nın ürettiği mallarını henüz tekniğin ve sanayinin gelişmemiş olduğu pazarlara sunabilmek amacıyla 1820-1822 yıllarında Kürtçülük sorununu ortaya atarak bölgemizi karıştırmaya başlamışlardır.

İngilizler, Kürtlerin 1. Dünya savaşı sırasındaki kahramanı olan Şeyh Mahmud’u petrol bölgelerini ele geçirebilmek için kullandılar. İşleri bitince Şeyh’e suç atıp tutukladılar. Daha sonra Türkler, Revandiz’e girip Süleymaniye’ye doğru ilerleyince tekrar Şeyh Mahmud’u yeniden yardıma çağırdılar. İşleri bitince tekrar yine Şeyh’i terk ettiler.

Molla Mustafa Barzani’de Amerika’da otel odasında ölü bulunmuştur. “Kerkük referandumu namusumdur.” ve mutlaka yapılacaktır diyen Mesut Barzani’nin referandum kararı da ABD tarafından ertelenmiştir. Bölgeden kaçma hazırlıklarına başlayan ABD, Kürtçülere yeni bir kazık atmak üzeredir.

30 Ocak 1919 günü sona eren Paris Konferansı’ndan sonra, 10 Haziran 1919 günü İstanbul’daki İngiliz Komiseri Oramiral Calthorpe, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği raporda, “Kürtler anlaşma sonuna kadar oyalanacaktır.” yazıyordu.

Londra Barış Konferansı’nda, İsmet Paşa, “Kürtlerin Türklerle birlikte yaşamak istemedikleri iddiası hiç de doğru değildir.” tezini savunarak, “Bölgenin kime ait olacağını tayin için halk oylaması yapalım.” önerisi üzerine Lord Curzon “Cahil Kürtler plebisitten ne anlar?” diyordu.

1920 yılına kadar Kürtleri oyalayan İngilizler, 1921 yılından sonra gerek petrol bölgeleri, gerekse Hindistan yolunun güvenliği için Kürtlere bağımsızlık girişimini Fransa ile birlikte desteklemiştir. Kürtleri bu arada da kendi imparatorlukları için kullanmışlardır. 1921 Koçgiri ve 1925 Şeyh Sait isyanları gibi...

Diyarbakır Lice’de başlayıp kısa zamanda bölgeyi kaplayan Şeyh Sait ayaklanması sonucu Musul-Kerkük bölgesi elimizden çıkmıştır. Bölücü ve gericiler her zaman bu ülkeye çok büyük zararlar vermiş ve vermeye de devam etmektedirler. Dün Musul-Kerkük’ü kaybetmemize sebep olanların torunları bugün ülkemizi bölmeye ve Şeriat devleti kurmaya çalışıyorlar. 200 yıldan beri bölücüler ve gericiler, düşmanlarımızla işbirliği içindedirler.

Kürtler, 29 sefer dini ve etnik isyan çıkarmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti’ne “Te Ce”, PKK’ya “Pe Ke Ke” diyen bölücü Kürtler devleti “zalim”, “Kemalist” ve “dayatmacı” sıfatlarla tarif ederken, gericiler ise “ümmet”e vurgu yapmaktadırlar.

Asya kıtası ve Ortadoğu bölgesinde yapılan arkeolojik, kültürel ve sosyal araştırmalarda Kürtlere ait bir yazı çeşidinin bulunduğuna dair bir yapıta ve anıta rastlanmamıştır.

Rusların siyasi ve ideolojik Kürtçülük faaliyetleri 1800’lü yıllara kadar uzanır. Doğuda görevli Rus konsolosları ilmi ve lisan araştırmaları yaparken, Kürtleri, kendi devletlerine karşı kışkırtan faaliyetlerde bulundular. 1830’lu yıllardan itibaren de Amerikalı misyonerler bölgeye girerek kışkırtıcılık faaliyetlerine başlamışlardır. Amerikalılar, 1847 yılında Nasturilerin isyanında İngilizlere ve 1880 yılındaki Ubeydullah isyanı öncesi ve sonrasında ise Ruslara yardım etmişlerdir.

Ruslar sıcak denizlere inme politikaları için en önemli unsur olarak, “Bölgede kurulacak uydu bir Kürt devleti” kurulmasını plânlayarak, Bedirhanoğullarından Şir Yezdan isyanının teşvikçiliğini yapmışlardır.

Doğu Anadolu’daki emellerine, Ermenistan ve Kürdistan’la ulaşmak isteyen Sovyetler, kültür ve tarih ayrışmasını temin etmek amacıyla 1850’li yıllarda Erivan’da, “Kürdoloji Enstitüsü”nü kurdurmuştur.

Bu enstitü, Kürtlere ayrı bir tarih yazarak o güne kadar “Mem-u Zin”den başka eseri olmayan Kürtçenin gramerini ve sözlüğünü yaratmıştır.

“Kürt milleti” yaratma çabaları

Kürtçe ilk alfabe hazırlanması için Osmanlı’nın Tahran Konsolosluğu’nda memur iken suç işleyerek Rusya’ya kaçan Kürt kökenli Abdülrezzak, 1913 yılında Rus bilim adamı ve Kürdoloji uzmanı Orbel’in, Kürt Alfabesi için yardımcı olunmasını ister. Sovyetler Birliği’nde 1922 yılında Ermenice Kürt Alfabesi yayımlanır. 1927 yılında ise A. Marogulov ile A. Similov Kril harfleriyle başka bir Kürt alfabesi hazırlarlar. Daha sonra da A. Gindi ve Kapaçjan kril harfleriyle 9’u sesli, 30’u sessiz olmak üzere 39 harften oluşan bir Kürt alfabesi hazırlarlar.

Anadolu’daki Kürtler, “Kırmançca” ve “Zazaca” konuşurken, Kuzey Irak’taki Kürtler ise “Badinani”, “Sorani” ve “Gorani” ismini taşıyan lehçeleri kullanmaktadırlar. Bu insanlar birbirleriyle anlaşamadıkları için birbirleriyle konuşma dili olarak Türkçe kullanmaktalar.

Değişik lehçelerle konuşan ve değişik aşiretlerden meydana gelen Kırmançi, Zaza, Asuri, Gorani gibi halklardan bir Kürt milleti oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Son 50 yılda yukarıdakilere ilaveten, “Yehuda Şahitleri”, “Barış Gönüllüleri”, “İnsan Hakları”, “Avrupa Birliği” vs. adlı örgütlerin elemanları Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar girmişlerdir. Misyonerler, seyyahlar, memurlar, diplomatlar, eğitimciler ve casuslar gibi elemanlarıyla her türlü sakıncalı faaliyetlerini her yerde ve kolayca yürütmüşlerdir.

Atatürk’ün “Türk Milleti” tanımı, Osmanlı’nın çok etnikli ve çok dinli yapısından yeni bir millet yaratma anlayışıdır ve bu anlayışla ifade edilen “Türk Milleti” bir üst kimlik olarak tanımlanmıştır. Atatürk felsefi, söylem ve eylerimle çağımıza damgasını vurmuştur. Osmanlının son dönemine kadar “Vatan” kelimesinin kavramı dahi bilinmiyordu.

“Bu memleket tarihte Türk’tü, hâlâ da Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır.” ( M. K. Atatürk, 1923 )

Abdullah Öcalan , PKK ve Siyasi yandaşlarının tezi, Türkiye’nin “tek milletten oluşmadığıdır.”... Aksine Kürt tezi, “iki millet” iddiasına yani Türkiye’nin buna göre yapılandırılarak, “iki millet” esasından, Kürtlüğün de üst kimlik olduğu iddiasıdır. Yeni tezleri Kürt devleti yerine üniter devlet içinde “demokratik ortaklık, özgür katılım” kavramları geliştirilmiştir. Uzun süreçte hedefleri bağımsız bir Kürt devletidir.

Terör amaç değildir. Ana kültürden ayrışma safhasıdır. Terör, siyasi ve kültürel bilinç amacıyla başvurulan bir yöntemdir; çünkü Etnik-i Eterya adlı terör örgütü tarafından 1821 yılında başlatılan Yunan isyanı, 9 yıl sonra bağımsızlıkla sonuçlanmıştır.

PKK’nın 8. Kongre kararları bir bir uygulamaya konulmaktadır. PKK siyasallaşacak, Kürtçe eğitim ve yayın yasallaşacak ve Apo serbest bırakılacak.

Rızgari, Ala Rızgari ve Devrimci Doğu Kültür Derneği ( DDKD), Diyarbakır’da 8 Ekim ve 10 Aralık 2005 tarihlerinde buluşarak yayımladıkları bildiride; “Federe Kürdistan Devlet” yapılanması hususunda; “Barzani’nin yaptığı işler ve verdiği mücadele onun yanında yer almamız için geçerli bir gerekçedir.” ifadesini kabul etmişlerdir.

Teröristin insan hakkı mı, ulusun yaşama hakkı mı?

Anadolu coğrafyasının, sonucunda idari-siyasi bölünmeye sebep olacak bir kültürel bölünmeye tahammülü yoktur. Oysa Türk Milleti, ortak kültürü paylaşan insanların meydana getirdiği bir toplumdur.

AKP’nin 4. kuruluş yılı ile ilgili toplantıda Başbakan Erdoğan, “Bir üst kimliğimiz vardır; o da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktır.” diyerek Türklük kavramını “etnik unsur” zeminine kaydırarak Anayasa ile ters düşmüştür. Oysa, Türk, bu topraklarda yaşayan milletin adıdır. Bu Cumhuriyetin vatandaşları, Türk’tür.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile PKK terörünü aynı kefeye koymaya çalışan ve kendilerini “aydın” sanan ve kendilerine sözde “aydın” diyen zavallılar! Sizin için Türklük var mı? Sizin için Türk vatanı var mı? Sizin için Türk Bayrağı var mı? Sizin için Türklük, Vatan ve Bayrak kelimelerinin bir anlamı var mı?

Türkleri, kendi memleketlerinde azınlık ve etnik duruma düşüren “Demokratik Cumhuriyet” gibi Apo çıkışlı birtakım kavramlar, önerilebilmektedirler. Akıllarınca insanları alt kimliklere bölerek PKK terörüne çare bulabileceklerini sanıyorlar. AB’ye girme hayaliyle her gün geriye doğru bir adım atılıyor. Türklüğü aşağılamak bile neredeyse “demokratik bir hak” olacak.

Kürt-Der sözcüsü İbrahim Güçlü, Ceviz Kabuğu programı’nda; “Türkiye’nin aynı Irak’ta olduğu gibi federatif bir yapıya geçmesini ve Kürt bölgesi vali ve kaymakamlarının Kürtlerin seçmesi gerektiği.” önerisini öne sürebilmektedir. Ayrıca; “Benim Başbakanım Barzani’dir, bu bölge, federe Kürt devletine ait bir bölge olacaktır. Burada TC kimliği taşımak istemiyoruz.” diyor ve bir başka seminerde ise, “Kürtler kendi topraklarında istilâya uğramış bir halktır. Bu devlet, bu bayrak bizim değildir.” diyebiliyor.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da asıl olan, feodal yapının doğal ürünü aşiret yapısının ortaya çıkardığı ağalık düzeni, marabaların ezilme sebebidir. Bu bölgede fakirlik yok, adaletsiz paylaşım vardır. Ağaların düğünlerinde kilolarca altınlar çuvallara doldurulurken, dolarlar havada uçuşurken işsiz gençler ise sömürüldüklerinin farkında olmadan kahve köşelerinde umutsuz bir şekilde ömür tüketmektedirler. Doğunun sorunu; sınıf yapıları, toprak düzeni ve kültürel etkenlerdir. Bugün o bölgede kişi başı milli geliri 10 bin dolara çıkarsanız da hainler gençlerin peşini bırakmayacaktır.

Bu ülkede hak ve özgürlükler, Türklere başka, Kürtlere başka uygulanmıyor? PKK’nın “insan hakları” var da, onların acımasızca öldürdüğü 35 bin insanın “yaşama hakları” yok mu?

1991 yılında, 500 bini aşkın Kuzey Iraklı Kürt’ü, Hakkari ili Çukurca ve Uludere ilçelerinde kurulan 10 ayrı kampta barındıran Türk halkı o günkü parayla 3 milyar TL’yi kıt bütçesinden ayırırken , Kürtleri çok seven Avrupa, yaptıklarımızı eleştirmekten başka tek kuruş bile yardım etmemiştir. Türkiye ve Avrupa, Dünya önünde imtihan vermişlerdir. Bu imtihanın sonucunu okuyamayan Kürtçüler, Avrupa’nın oyununa gelerek kendilerine sınır ve sofrasını açan Türk halkının çocuklarına acımasızca kurşun sıkabilmektedir.


alıntıdır..
 
bu kısımda özellikle dikkat edersen teröre lanet üzerine açılan konular var
terörü yaratan kürtler.
şaçma sapan ve hiç bir zaman gerçekleşmeyecek idealleri uğruna Türk milletine saldırıyorlar.
bizler köy basmadık kadınları,kundaktaki bebekleri öldürmedik,otobüs çevirip içindekileri öldürmedik bu saydıklarım kurtuluş savaşı zamanında bile olmadı.
sen kardeşlikten bahsediyorsun.hangi kardeşlik?
ben 80 öncesi sağ sol çatışmalarınıda gördüm yaşadım.
o dönemde karşı karşıya olan gruplar bile şimdi omuz omuza teröre lanet ediyor.
kürdü lanetleyen bir sürü solcu site adı veririm sana....
sağcıları zaten saymama gerek yok.
önceleri çatışmalar bu kadar yoğun değildi millet sabrediyordu ama artık memleketin şehit vermeyen hiç bir bölgesi kalmadı niçin dersin?
cevabın varmı..
bir insan evladı nasıl yetişiyor bilirmisin.
ne zorluklarla o kadar çok emek veriliyorki.20 li yaşlara gelene kadar.
bak burada Türk kürt ayırmıyorum insan evladı diyorum..
bu çocuklar yani Türkler vatan millet sevgisiyle büyüyorlar ve uğrunda gözlerini bile kırpmadan şehit oluyorlar niçin?
kürdün saçma sapan hayaline karşı. vatan korumaya çalışırken..
nasıl olacak bu kardeşlik söylermisin.....
milletin sabrı taştı içimiz yanıyor bu gidişin sonu iyi değil..


bu yazı güzelll gerçekten anlayanlara içinde harika sorular var bence paylaşım güzel tşkler
 

*666*

Katılımcı Üye
22 Eyl 2008
363
3
Graphic Team
teşekkür ederim amacım bilgi ve düşünceleri paylaşmak.
haklı olduğumuz bir konuda yazmaya çalıştım büyük bölümü alıntı
takdir edersinki yazmak daha doğrusu yazabilmek çok ayrı bir konu :)
senin beğendiğin kısmı benim şahsi düşüncelerim .
beğendiğine sevindim :)
 

ßætuhæn

Üye
2 Kas 2007
62
0
yazının hepsini okumadım uygunca bi vakit bulduğum zaman okuycam

ama

Emeğine sağlık böyle çoğumuzun bilmediği şeyleri doğru şeyleri paylaşmak gerçekten güzel bişi ...
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.