Komünist Çin'in Zulüm Politikası ve Doğu Türkistan

Genghis Khan

Kıdemli Üye
18 Haz 2009
4,460
7
Medeniyetler Merkezi Doğu Türkistan


İki bin iki yüz yıllık geçmişi ile Türkistan toprakları, dünyanın en önemli ve köklü medeniyetlerine ev sahipliği yapmıştır. Batıda Hazar Denizi ve Ural Dağları'nın güney kısmına, kuzeyde Sibirya'ya, güneyde İran, Afganistan ve Tibet'e, doğuda Çin ve Moğolistan'a sınır olan Türkistan, oldukça geniş bir sahaya sahiptir.

Bugün, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan'ın dahil olduğu bölge Batı Türkistan olarak anılmakta, iki asırdır Çin'in esareti altında bulunan bölge ise Doğu Türkistan olarak adlandırılmaktadır. Türkistan'ın coğrafi ve stratejik olarak taşıdığı önemi anlamak için ise, öncelikle bölgenin iki dev gücü olan Rusya ve Çin'in bu topraklara olan ilgilerini göz önünde bulundurmak yeterlidir. Coğrafi yapının da sebep olduğu siyasi oluşumlar neticesinde bugün Batı ve Doğu olarak ikiye ayrılmış olan Türkistan toprakları üzerinde, Rusya'nın ve Çin'in çok önemli planları vardır.

Bu iki ülkenin söz konusu bölgeden ne pahasına olursa olsun vazgeçmeme tutkusunun ardında, bölgenin stratejik konumunun yanı sıra, sahip olduğu zengin yeraltı rezervleri de büyük rol oynamaktadır. Batı Türkistan'daki Türk devletleri Rusya için, Doğu Türkistan ise Çin için kaybedilmemesi gereken önemli birer hammadde kaynağı niteliğindedir.

Rusya, Bolşevik Devrimi sonrasında, farklı Türk boylarından farklı devletlerin kurulduğu Batı Türkistan üzerinde güçlü bir denetim mekanizması oluşturdu. Öncelikle, bölgenin asırlardır "Türkistan" olarak bilinen ismi reddedilip, bu topraklar "Sovyet Orta Asyası" olarak adlandırıldı. Böylece Türklerin sahip oldukları ortak milli şuurun yok edilmesi hedefleniyordu. Rusya'nın bu topraklardaki politikasının öncelikli maddesini ise İslam'ı bu topraklardan silmek oluşturuyordu. Bu dönem boyunca bir yandan çeşitli yaptırımlarla Türklerin milli kültürleri yok edilmeye çalışılırken, bir yandan da camiler, mescidler, dini eğitim veren kurumlar kapatıldı ve din sosyal hayattan tamamen çıkarıldı. Öte yandan Kırım Türkleri de bir gecede topluca Sibirya'ya sürüldü, evlerine ve topraklarına da Ruslar yerleştirildi. Dahası, Orta Asya milletleri arasında suni etnik çatışmalar ve kavgalar oluşturuldu. Sovyet rejiminin Türkleri asimile etmeye yönelik bir diğer uygulaması ise, Kafkas ve Orta Asya Müslümanları arasında ana dillerinin yanında ikinci bir dil geliştirmek oldu. Bu nedenle, bugün söz konusu toplumlar arasında iletişim kurmak için Türkçe değil, Rusça tercih edilmektedir.



Doğu Türkistan ise, Batı Türkistan'da yaşananlara çok benzer, ancak çok daha şiddetli bir baskı dönemi yaşadı. 1700'lerin ortalarında Çin istilasına uğrayan Doğu Türkistan, kısa aralıklarla bağımsızlığını elde etti. Ancak dünya ve bölge siyasetinde yaşanan değişimler Doğu Türkistan'ın bağımsızlık özleminin gerçekleşmesine engel oldu. Yaklaşık 10 milyon km2 yüz ölçümüne sahip olan Çin, 2 milyon km2'lik yüz ölçümü ile dünyanın dev ülkelerinden biri olan Doğu Türkistan'da uyguladığı baskı ve tecrit politikalarıyla bir halkı toptan imha etmeye çalıştı.

Aynı Batı Türkistan'da Rusya'nın yaptığı gibi Doğu Türkistan'da da Çinlilerin ilk icraatı bölgenin adını değiştirmek oldu. Çin'in ürettiği yeni isim, "Sincan Uygur Otonom Bölgesi" idi. Daha sonra da tüm emperyalist devletlerin izlediği politikaların benzerleri birer birer uygulamaya kondu. Halkın inançlarına, gelenek ve adetlerine, dini uygulamalarına karşı acımasız bir savaş yürütüldü, birçok alanda etnik ayrımcılık uygulandı, bağımsızlık talepleri şiddet yoluyla bastırıldı, savunmasız insanlar topraklarından sürüldü, sürülenlerin yerine Çinliler yerleştirildi. Tüm bunların üzerine bir de vahşiliği ile tanınan "Çin işkenceleri" ve zulmü eklendi.
Dünya kamuoyunda çok az bilinen bu zulmün detaylarına girmeden önce, Doğu Türkistan'ın tarihi, jeo-stratejik ve jeo-politik konumu üzerinde durmak gerekir.

TÜRK-İSLAM UYGARLIĞININ BEŞİĞİ: DOĞU TÜRKİSTAN




Tarihi MÖ 200'lü yıllara (Göktürkler ve Hunlar dönemine) kadar dayanan Türkistan toprakları, tarihin ilk dönemlerinden beri Türklerin ana yurdu, bin yıldan beri de İslam toprağıdır. Tarih boyunca Türkistan adı ile bir devlet veya hanlık kurulmamış olmasına rağmen, Orta Asya'nın büyük bölümünü oluşturan söz konusu alan, eski çağlardan beri Türklerin yerleşim merkezi olduğu için Türkistan olarak adlandırılmıştır. Özellikle de araştırmacılar tarafından tarihin ilk medeniyet merkezlerinden biri olduğu belirtilen Doğu Türkistan, jeo-stratejik konumu itibariyle Batı ve Doğu kültürlerinin kaynaştığı bir alan olmuştur.

Tarih boyunca büyük imparatorluklara ev sahipliği yapan bu topraklar, Halife Abdülmelik Mervan döneminde Türklerin kendi rızaları ile İslam'ı kabul edişinden sonra İslam aleminin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Özellikle Hakan Satuk Buğra'nın İslam'ı kabul etmesinin ardından 751-1216 yılları arasındaki dönem Doğu Türkistan'ın altın devri olarak bilinir. Medreseleri ve öğretim kurumları ile ünlenen Türkistan, bu dönem boyunca dünyanın dört bir yanından gelen öğrencileri misafir etmiş, tarihe yön veren devlet ve bilim adamları yetiştirmiştir. Bu bölgeden dünyanın dört bir yanına göç eden Türkler ise İslam'ı dünyanın çeşitli ülkelerine taşımışlardır.

Bu topraklarda doğan Karahanlılar, Gazneliler, Harzemşahlar, Selçuklular, Saidiler İslam'ın bayrağı altında devlet kurup, Türk-İslam uygarlığının en güzel örneklerini vermiş ve insanlığa büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Mahmut Gaznevi, Abdülkerim Satuk Buğra, Timur, Selçuk Bey, Babürşah, Melikşah gibi büyük devlet adamları da bu topraklarda yetişen değerli isimlerdendir. İmam Buhari, İmam Tirmizi, İbn-i Sina, Ebunasril Farabi, Fergani, Zimahşeri, Sekkaki gibi eserleri ile İslam kütüphanelerini zenginleştiren, dünya bilim adamlarına yol gösteren bilginler de bu toprakların evlatlarıdır. Ayrıca Divan-ı Lügat-it Türk'ün yazarı Kaşgarlı Mahmud, Kutadgu Bilig'in yazarı Yusuf Has Hacib, Atebet'ül Hakayık adlı dev eserin sahibi Ahmed Yüknek gibi dünya tarihine kültür hazineleri ile yazılan isimler de Türk-İslam uygarlığının beşiği olan bu topraklarda yaşamıştır. Burada sadece birkaçına yer verdiğimiz bu isimler, Doğu Türkistan'ın İslam ve Türk dünyası için taşıdığı değeri ortaya koymaktadır.

DOĞU TÜRKİSTAN ÇİN TOPRAKLARININ BİR PARÇASI DEĞİLDİR

Çin'in, Doğu Türkistan halkına karşı yaptığı insan hakları ihlallerini ve zulmü gizlemek için uluslararası arenada öne sürdüğü iddialardan biri, bu bölgenin "Çin topraklarının bir parçası olduğu", dolayısıyla da Doğu Türkistan'da yaşananların "Çin'in iç meselesi sayılması gerektiği" iddiasıdır. Oysa tarihi kaynaklar bu iddiayı yalanlamaktadır. Bunların başında Çinlilerin, diğer milletlerden kendilerine karşı yönelen saldırıları engellemek için inşa ettikleri Çin Seddi gelmektedir. Tarihte ilk defa Çinliler ile bölgede yaşayan diğer milletler arasındaki resmi sınırı bu set oluşturmuştur. Ve Doğu Türkistan Çin'in tarihi sınırları olarak kabul edilen bu setin dışında kalmaktadır. Ayrıca, Doğu Türkistan'da bol miktarda bulunan yeşim taşının adı ile anılan Yeşim Kapısı'nın çeşitli kaynaklarda Çin'in en batı sınırı olarak kabul edildiği aktarılmaktadır. Doğu Türkistan'a açılan bu kapının, Çin'in batıdaki en uç noktası olarak kabul edildiğini dile getiren kaynaklardan birisi 1939 yılında Şanghay'da basılan New China Atlas (Yeni Çin Atlası) isimli bir Çin kaynağıdır.

Öte yandan tarih boyunca Çin Seddi ile Hazar Denizi, Sibirya ile İran, Afganistan, Pakistan, Keşmir ve Tibet sınırları arasında kalan bölgenin adı Türkistan olmuştur. Bu durum İslam tarihinin ilk kaynaklarında, tarihi İran ve Hint belgelerinde belirtildiği gibi, pek çok batılı tarihçi de bu konuda hem fikirdir. Bilinen en eski Türkologlardan Nikita Biçurin, "Hazar Denizi ile Kuh-ı Nur Dağları arasında bir millet yaşar. Bunlar Türkçe konuşurlar ve İslam dinine inanırlar. Bu insanlar kendilerini Türk olarak takdim ederler ve onların ülkesi Türkistan olarak anılır" şeklindeki sözleriyle bu tarihi gerçeğin altını çizmiştir.Çin'in bölgeyi işgalinin ardından bu topraklara, "yeni kazanılan yer" anlamını taşıyan, "Xinjiang" (Sincan) adını koyması ise bu tarihi gerçeği değiştirmemektedir.



MÖ 206 yılından MS 1759 yılına kadar geçen yaklaşık 2000 yıllık süre içerisinde, Doğu Türkistan 1800 yıldan uzun bir süre bağımsızlığını korumuştur. Bu tarihler arasında Hun Türk Hakanlığı'na veya Göktürk Hakanlığı'na bağlı kalınan dönemlerde bile, yerel idare tam anlamı ile Doğu Türkistan halkının elinde olmuştur. MS 751'den 1216'ya kadar geçen süre ise Doğu Türkistan'ın tam anlamı ile bağımsız olduğu bir süreçtir. Tüm bu dönemler boyunca Çin, tarihi İpek Yolu'nu denetimi altına alabilmek için zaman zaman Doğu Türkistan'ı işgal etmiştir. Ancak Çin istilaları hep kısa sürelidir ve Çin hiçbir işgal döneminde Doğu Türkistan üzerinde tam anlamı ile bir hakimiyet kuramamıştır. Doğu Türkistan'ın bugüne kadar geçen yaklaşık 2200 yıllık geçmişinde, Çin'in istilası altında geçen yılların toplamı (1934 yılında başlayan ve bugün de devam eden işgal de göz önünde bulundurulduğu takdirde) 570 yıldan biraz fazladır.

Doğu Türkistan'ın Çin toprağı olduğu yönündeki iddiayı geçersiz kılan çok açık demografik gerçekler de vardır. Doğu Türkistan nüfus yapısı, dili, dini, sahip olduğu etnik köken, milli ve manevi birikimi açısından da Çin'den tamamen bağımsız bir yapı sergilemektedir. MÖ 206 ile MS 220 yılları arasında yaşadığı tahmin edilen, ünlü Çinli tarihçilerden Pan Ku da bu gerçeği şu sözleri ile dile getirmektedir:
"Giyim, kuşam, yemek ve dil olarak Uygurlar Orta Krallıktan tamamen farklıdırlar... Dağlar, ovalar ve büyük çöl bizi onlardan ayırır."



Bu farklılık tarih boyunca korunmuş, Çin işgali altında geçen dönemlerde de herhangi bir asimilasyon yaşanmamıştır. Bugün yaklaşık 17 milyon nüfusu olduğu tahmin edilen Doğu Türkistan'ın %54'ünü -%47'si Uygur ve %7'si Kazaklar olmak üzere- Müslüman nüfus oluşturmaktadır. (Çin'in 1997 yılında açıkladığı verilere göre belirlenen bu oran, uluslararası organizasyonlar tarafından -Çin'in bu konuda taraflı bir tutum sergilemesinden dolayı- güvenilir bir bilgi olarak kabul edilmemektedir.) Müslüman nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan Uygurlar ise ne dilleri ne etnik kökenleri ne de dinleri açısından Çinlilerle benzerlik göstermektedir. Uygur alfabesi Arapça harflerden oluşan bir alfabedir, Uygurların dini İslam'dır ve bu halk bin yıldan uzun bir süredir Türk-İslam inanç ve örfünü yaşamaktadır.

Tüm bu tarihi bilgiler, coğrafi ve sosyolojik gerçekler Doğu Türkistan'ın Çin'in bir parçası değil, aksine Çin'in tarih boyunca topraklarına katmayı istediği ayrı bir bölge olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Doğu Türkistan halkı en zor ve çetin koşullarda dahi Çin idaresini kabullenmemiş, sık sık bağımsızlık girişimlerinde bulunmuş, gerektiğinde silahlı mücadeleye de başvurmuştur. Örneğin Mançu hükümranlığının Doğu Türkistan'ı işgal ettiği 1759'dan 1862 yılına kadar, Müslüman halk 40'dan fazla defa ayaklanmış ve Çin yönetimine başkaldırmıştır.
Peki, tüm bunlara rağmen Çin'i Doğu Türkistan konusunda bu kadar ısrarcı kılan nedir? Çin'in yıllardır yaptığı zulüm ve işkencelere geçmeden önce, bu sorunun cevabına kısaca değinmek gerekir.

DOĞU TÜRKİSTAN'IN BAĞIMSIZLIK DÖNEMLERİ


Birinci Dönem
MÖ 206'ya kadar geçen dönem

İkinci Dönem
MÖ 206 -108 Hun Türk Hakanlığı'na Bağlı Yerel İdare Üçüncü Dönem
MÖ 86 - 60 Hun Türk Hakanlığı'na Bağlı Yerel İdare

Dördüncü Dönem
MÖ 10 - MS 73 Hun Türk Hakanlığı'na Bağlı Yerel İdare
Beşinci Dönem

Tam Bağımsızlık

Altıncı Dönem

555 - 639 Göktürk Hakanlığı'na Bağlı Yerel İdare

Yedinci Dönem

650 - 660 Göktürk Hakanlığı'na Bağlı Yerel İdare

Sekizinci Dönem

699 - 738 Türgiş Türk Hanlığı'na Bağlı Yerel İdare

Dokuzuncu Dönem

751 - 1216 Tam Bağımsızlık

Onuncu Dönem

1217 - 1352 Moğol İmparatorluğu'na Bağlı Yerel İdare

On Birinci Dönem

Tam Bağımsızlık

On İkinci Dönem

1679 - 1752 Kalmuk Devletine Bağlı Yerel İdare

On Üçüncü Dönem

1756 - 1759 Tam Bağımsızlık.


ÇİN'İN DOĞU TÜRKİSTAN'I İSTİLA ETTİĞİ DÖNEMLER



Birinci Dönem

MÖ 108 - 86 Sadece Ülkenin Güney Bölgesi

İkinci Dönem

MÖ 60 -10 Sadece Ülkenin Güney Bölgesi

Üçüncü Dönem

MS 74 - 103 Sadece Ülkenin Güney Bölgesi

Dördüncü Dönem

640 - 649 Ülkenin Tamamı

Beşinci Dönem
660 - 699 Ülkenin Tamamı
Altıncı Dönem

738 - 751 Ülkenin Tamamı ve Batı Türkistan'ın Bir Bölümü

Yedinci Dönem

1753 - 1756 Ülkenin Tamamı

Sekizinci Dönem

1759 - 1861 Ülkenin Tamamı

Dokuzuncu Dönem

1879 - 1931 Ülkenin Tamamı
Onuncu Dönem1934 - Bugün.

Tabloda da görüldüğü gibi Doğu Türkistan'ın yaklaşık 2200 yıllık geçmişinde, Çin'in istilası altında geçen yılların toplamı yaklaşık 570 yıldır. )

ÇİN, DOĞU TÜRKİSTAN'DAN NEDEN VAZGEÇMİYOR?


Genel coğrafya bilgisine sahip bir kişi, Çin'in Doğu Türkistan konusundaki ısrarını anlamakta hiç zorlanmayacaktır. Bilindiği gibi coğrafi olarak Çin'in Batı ile iletişiminin arasında iki önemli engel vardır: Birincisi 5000 km uzunluğundaki dev Taklamakan Çölü, ikincisi de Çin sınırını boydan boya kaplayan Çin Seddi.

Doğu Türkistan ise Çin'in, çölün ilerisinde ve setin arkasında kalan tek toprağıdır ve bu yönüyle Çin'in Batıya açılan penceresi konumundadır. Coğrafi konumun siyaset üzerindeki etkisi ve coğrafi olarak avantajlı bölgelerin stratejik olarak da avantajlı olmaları gerçeği, Doğu Türkistan'ı Çin için vazgeçilmez hale getirmektedir. Bu nedenle Çin, işgal ettiği Doğu Türkistan topraklarından çekilmek ve burada bağımsız bir devlet kurulmasına izin vermek yerine, baskı ve şiddetle yerli halka işgali kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bir yandan da haber alma ve iletişim özgürlüğü de dahil olmak üzere her türlü özgürlüğü ortadan kaldırıp, Doğu Türkistan'ı kapalı bir kutu haline getirerek, bölgeyi mümkün olduğunca dünya gündeminden uzak tutmaktadır

Çin'in en batı noktasını oluşturan bu topraklar, Soğuk Savaş döneminde Çin tarafından, Sovyet tehdidine karşı tampon bölge olarak kullanılmıştır. Bu yönüyle Çin'in söz konusu topraklar için atacağı her türlü adım, hem kendisinin hem de bölge ülkelerinin güvenliğini ve istikrarını doğrudan ilgilendirmektedir. Şu anki konumuyla Rusya, Çin için artık ciddi bir tehlike teşkil etmiyorsa da, Çin, "Halkın Kurtuluş Ordusu" (PLA) olarak adlandırılan silahlı kuvvetlerine bağlı kara ve hava kuvvetlerini bölgede tutmakta ve nükleer füzelerinin büyük kısmını da burada muhafaza etmektedir. Elbette PLA birliklerinin Doğu Türkistan'da varlığını devam ettirmesinin diğer bir önemli nedeni de, Müslüman halkı gerektiği gibi kontrol altında tutabilmektir.

Ancak Çin'in Doğu Türkistan'a olan ilgisini sırf jeo-stratejik kaygılarla açıklamak mümkün değildir. Bu bölge aynı zamanda zengin yeraltı kaynaklarına sahiptir ve toprakları da çok verimlidir. 21. yüzyılın Kuveyt'i olarak da anılan Doğu Türkistan, petrol, doğal gaz, uranyum, kömür, altın ve gümüş madenlerinin bolluğu ile dikkat çekmektedir ve bu yönü ile Çin'in en önemli hammadde kaynaklarından biridir. Yetkililer tarafından, 2005 yılında Doğu Türkistan'ın petrol ve doğal gaz üretiminde Çin'in ikinci önemli merkezi haline geleceği bildirilmektedir. Özellikle Doğu Türkistan'ın orta bölgesinde yer alan Tarım Havzası'nın geniş petrol rezervlerine sahip olduğu düşünülmekte ve bu yönde araştırmalar devam etmektedir. Bu özelliğinden dolayı "Umut Denizi" olarak adlandırılan Tarım Havzası'nın 10.7 milyar ton petrol kapasitesi olduğu tahmin edilmektedir.Jeologların şu ana kadar yaptıkları araştırmalar ise 300 milyon ton petrol ve 220 milyar metre küp doğal gaz kapasitesi olan 13 yatak ortaya çıkarmıştır.
Çin'in Doğu Türkistan'a enerji konusundaki bağımlılığı Tarım Havzası'ndaki petrol kaynakları ile de sınırlı değildir. Çin sanayisi için hayati önem taşıyan, Orta Asya Türk Devletlerinden gelecek herhangi bir boru hattının doğal güzergahı Doğu Türkistan olacaktır.

Böyle bir taşıma sisteminin Çin için sağlıklı ve güvenilir olmasının en garantili yolu ise Doğu Türkistan'ın kendi denetimi altında bulunmasıdır.

Zengin doğal gaz, kömür ve bakır yatakları da bu bölgeyi Çin ekonomisi için vazgeçilmez kılmaktadır. Kızıl Çin topraklarında çıkarılan 148 çeşit madenin 118 çeşidi Doğu Türkistan topraklarında yer almaktadır. Bu da Çin'in toplam maden ocaklarının %85'ini oluşturur. Bunların arasında kalitesi ve yüksek kalori değeri ile ünlü olan kömürün ayrı bir yeri vardır. Çin'in toplam kömür rezervinin yarısını oluşturan Doğu Türkistan kömür madenlerinin rezervi 2 trilyon ton olarak hesaplanmaktadır. 2000 yılı sonlarında yapılan bir araştırma ise Çin'in en zengin bakır yataklarının Doğu Türkistan'da olduğunu ortaya çıkarmıştır. Çin'in diğer bölgelerinin bakır açısından zayıf olduğu ve Çin'deki tüm bakır yataklarının ülkenin ihtiyacının yarısını bile karşılayamadığı bilinmektedir. Doğu Türkistan'daki bakır madenleri, Çin'in gözünde Doğu Türkistan'ı daha da değerli hale getirmektedir.

Tüm bu madenlerin yanısıra Doğu Türkistan'ın Çin'in en büyük pamuk üretim merkezlerinden biri olması bölgenin Çin için taşıdığı önemin bir diğer nedenidir. Çin tekstilinin hammaddesini oluşturan pamuk üretimini, Müslüman Uygur halka emanet etmek istemeyen Kızıl Çin yönetimi, Doğu Türkistan'ı denetim altında tutabilmek için sürekli yeni stratejiler geliştirmektedir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde detayları ile ele alacağımız bu stratejilerin amacı Doğu Türkistan'ın gelişmesini sağlamak değil, Çin ekonomisinin temel taşlarından biri olan bu bölgeyi tam anlamı ile Pekin'e bağlı hale getirebilmektir.

KIZIL ÇİN'İN İSLAM KORKUSU

Önceki bölümde Doğu Türkistan'ın Çin açısından stratejik ve ekonomik olarak çok büyük bir öneme sahip olduğunun üzerinde durduk. Ancak Doğu Türkistan'da dindar Müslümanların sık sık göz altına alınmaları, dinlerini gerektiği gibi yaşamalarına izin verilmemesi ve din adamlarına uygulanan baskı, bu şiddet politikasının çok daha derin bir nedeni olduğunu akıllara getirmektedir. Herşeyden önce bu, Kızıl Çin'in Doğu Türkistan'daki İslami varlıktan büyük endişe duyduğu anlamına gelmektedir.

Çin'de İslam dinine ve Müslümanlara yönelik saldırıların kökeni eski dönemlere dayansa da, bunun sistemli bir zulüm ve hatta soykırım politikasına dönüşmesi komünist rejimin kurulmasıyla başladı. 1949'da Mao'nun Çin Halk Cumhuriyeti'ni kurması ile birlikte, öncelikli hedef her türlü İslami unsur oldu. Camilerin, mescidlerin, medreselerin ve dini eğitim veren kurumların kapatılması ile başlayan din düşmanlığı, açık bırakılan ibadethanelere Mao'nun resimlerinin asılması ve Müslümanların bu resme saygı göstermeye zorlanmaları ile iyice doruğa tırmandı. Bu dönemde 29 bin cami kapatıldı. Bundan sonraki aşama ise özellikle din adamlarının, mesnetsiz iddialara ve düzmece suçlamalara dayanılarak gözaltına alınmaları oldu. Bu kişilerin bir kısmı hemen idam edilirken, 54 binden fazla din adamı da bir ömür boyu Çin toplama kamplarında, son derece ağır koşullarda zorunlu işçi olarak çalıştırıldı.

Bu dönem boyunca din adamlarına fiziksel işkencelerin yanı sıra, manevi işkenceler de yapıldı. Örneğin din adamları meydanlara toplandı, Mao'nun sözde "ilah" olduğunu kabul ettiklerini ikrara zorlandılar. Halktan ölülerini yakmaları gibi İslam anlayışının dışında uygulamalar yapmaları istendi. Kapatılan camiler ise askeri kışla, depo veya sinema, tiyatro gibi eğlence yerleri olarak kullanıldı. Cuma ve teravih namazları da dahil olmak üzere her türlü toplu ibadet yasaklandı, geride kalan birkaç camide ibadetlerini yerine getirmeye devam eden Müslümanlara ağır vergiler kondu. Bu camilerin onarım ve bakımı için kullanılacak bağışlara ve din adamlarının her türlü mal varlıklarına komünist yönetim tarafından el konuldu. Kuran öğrenmek ve öğretmek tamamen yasaklandı. Dini eserler evlerden toplandı. Arapça metinler, pek çok tarihi el yazması kitap da dahil olmak üzere yakıldı.
Bugün de Çin'in Doğu Türkistan Müslümanlarına karşı uyguladığı baskı en yoğun olarak dini alanda hissedilmektedir. Din düşmanlığı, tüm komünist rejimlerde olduğu gibi Kızıl Çin'in de resmi ideolojisinin bir parçasıdır. Nitekim Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi'nin Mart 1982 tarihinde ülke çapında parti komitelerine göndermiş olduğu "Sosyalist Dönemde Dini Problemlerle İlgili Ana Tutumunuz" adlı gizli bildiri bunu açıkça ifade etmektedir:

İnsanlık tarihinde din sonunda yok olacaktır... Çin'deki bütün dini teşkilatlar önce parti ve hükümetin liderliğine boyun eğecektir... Dini okulların esas gayesi, parti yönetimini ve sosyalist sistemi destekleyen profesyonel din görevlileri yetiştirmektir... Bu din görevlileri partinin din politikasına sadık olmak zorundadır. Din kuruluşlarımızın esas gayesi ülkemizin siyasi tesirini yaymada önemli roller oynamaktır.
Kızıl Çin idaresinin söz konusu bildirideki bu kararlara titizlikle uyduğu, ABD'de 1 Eylül 1986'da Kuzey Amerika İslam Derneği'nin 5. Kurultayına katılan Çin Halk Cumhuriyeti İslam Cemiyeti Üyesi Ali Jing Jiang'ın konuşmasından anlaşılmaktadır:



Burada hemen belirtmek gerekir ki, Çin Komünist Partisi'nin kullandığı din aleyhtarı söylem, yeni bir iddia değil, asırlardır inkarcılar tarafından kullanılan klasik bir alay ve iftira üslubudur. Kuran'da Hz. Nuh'a karşı çıkan inkarcıların da, "... Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz..." (Hud Suresi, 27) diyerek, dindarları küçümsemeye çalıştıkları bildirilmiştir. Allah inkarcıların kendilerini akıllı sanmalarından bir diğer ayette şöyle söz eder:

Ve kendilerine: "İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denildiğinde: "Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler. (Bakara Suresi, 13)
Çin Komünist Partisi'nin, dindarlığı, "Çin halkının alt tabakalarındaki insanlar tarafından benimsenmiş iptidai bir inanç" gibi göstermek çabası da, aynı "düşük akıllılığın" bir devamıdır.
Komünist Parti bir yandan bu gibi propaganda yöntemleri kullanırken, bir yandan da Müslümanlar üzerindeki baskıları sıkılaştırmaktadır. 1990'larda gerçekleşen bağımsızlık girişimlerinin (Baren ayaklanması, İl ayaklanması) ardından Müslümanlara yönelik baskı daha da arttı. Bu ayaklanmaların tüm Doğu Türkistan sathına yayılması ve resmi görevlerde bulunan Türklerin de bağımsızlık hareketine destek vermesi Kızıl Çin'i fazlasıyla rahatsız etti. Ve bu hareketi destekleyen Müslümanlara karşı acımasız bir kampanya daha başladı. Yüz binlerce insan tutuklandı, binlercesi idam edilirken on binlercesi de çalışma kamplarına gönderildi. Bu dönemde Müslümanlara karşı uygulanan baskıyı, bölgeye girip bir dizi gizli röportaj yapma imkanı bulan nadir gazetecilerden Micheal Winchester, Inside Story China: Beijing vs. Islam (Hikayenin İçinden: Pekin İslam'a Karşı) adlı makalesinde şöyle aktarıyordu:
O günden beri resmi kaydı olmayan camiler kapatıldı, camilerin dışına konulan hoparlörler kaldırıldı, çocuklar ve gençler için Kuran dersleri kaldırıldı, dışarıdan gelen dini bağışlara yasak konuldu, hacca gitmek isteyenlere yaş sınırlaması getirildi, dini yayınların büyük çoğunluğu yasaklandı, Komünist Parti üyeleri camiye gitmeleri durumunda işlerinden atıldı.

Micheal Winchester'ın görüştüğü ve gerçek ismini vermekten kaçınan bir Türkistanlı, devlet dairesinde çalıştığı için asla camiye gidemediğini ve eğer camiye gittiği görülürse işten atılacağını söylüyordu. Bu nedenle evde gizli gizli namaz kılıyordu. Bunun nedeni ise Çin'in özellikle 1980'lerden sonra dozunu artırdığı İslam düşmanlığı idi. 1997 yılında Doğu Türkistan Resmi Gazetesi Xinjiang Daily'de parti üyelerinin dine bakış açılarının nasıl olması gerektiği şöyle ifade edilmekteydi:

Dine samimi olarak inanan ve fikirlerini değiştirmemekte ısrar eden parti üyelerine tabi tutulacakları eğitimden sonra, hatalarını değiştirmeleri için süre verilecektir. Partiden ayrılmaya ikna edilecekler ya da durumun ciddiyetine göre partiden ihraç edileceklerdir. Son yıllarda 98 dine inanan parti üyesi bu muameleyle karşılaşmıştır.
Doğu Türkistan'da, ibadet ettiği veya Kuran öğrendiği fark edilen kişiler -özellikle 18 yaşından küçükse- mutlaka cezalandırılmaktadır. Çünkü komünist Çin kanunlarına göre 18 yaşından küçük çocukların Kuran öğrenmeleri kesinlikle yasaktır. Örneğin 1999 yılında 12 yaşındaki beş çocuk Kuran okumayı öğrendikleri için tutuklanmıştır. Çocuklardan birisi polis merkezinden kaçınca, ailesi polis tarafından göz altına alınıp işkenceye uğramış ve çocukları gelinceye kadar kendilerinin serbest bırakılmayacağı söylenmiştir.Bu olay, Doğu Türkistan'da sıkça rastlanan örneklerden sadece bir tanesidir. Sadece dinlerini yaşadıkları ya da yaşamak isteyen insanlara İslamı öğrettikleri için binlerce insan tutuklanmış ve işkence görmüştür. Göz altına alınan din adamlarının suçlandıkları konular ise çok dikkat çekicidir. Örneğin 28 Ekim 1999'da göz altına alınan ve ağır para cezasına çarptırılıp görevinden alınan Hotan'daki Oybağ Camisi'nin İmamı Mehmet Ali'nin suçu, dini, Komünist Parti'nin dikte ettirdiği şekilde öğretmemektir. İmam Mehmet Ali'nin suç duyurusunda işlediği "suçlar" şu şekilde sıralanmıştır:
Görevi boyunca İmam Mehmet Ali, Komünist Parti'nin kurallarını öğrenmemiş, öğretmemiş ve uygulamamıştır. Din İşleri Başkanlığı'nın talimatlarını görür gibi yapmış, ancak Başkanlığın organize ettiği çalışmalara ve eğitsel faaliyetlere katılmamıştır... Kimliği belirsiz kişilerin camide kalmasına izin vermiştir...
Benzer gerekçelerle Hotan genelinde tutuklanan diğer altı imamın, "komünist öğretileri öğretmemek" dışında suç listelerine eklenen diğer maddeler de, Kızıl Çin'in Müslümanlar üzerindeki baskısını göstermesi açısından oldukça çarpıcıdır:

Dualarının sonunda "Allah Müslümanları ateistlerin baskılarından korusun" demişlerdir. Komşu bölgelerden ibadet etmek için camiye gelen kişileri geri çevirmemişlerdir. Cuma namazları ve vaazları için tanınan 20 dakikalık süreyi aşmışlardır. Dini eğitim almak için gelen insanların varlığından hükümeti haberdar etmemişlerdir.

DOĞU TÜRKİSTAN'DA ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİN ÖNDE GELEN İSİMLERİ

Yirminci yüzyılın başı Doğu Türkistan'da milli ve manevi duyguların uyanmaya başladığı bir dönem oldu. Uygur Türkleri'nin bu "milli uyanışı" Türkiye, Mısır, Suriye gibi Müslüman ülkelere yaptığı geziden sonra ülkesine dönüp çalışmalara başlayan Abdülkadir Damulla sayesinde oldu. Dönemin en önemli ihtiyaçlarından birisi halkın, mukaddes değerleri, tarihi ve sahip olduğu miras konusunda bilinçlendirilmesi idi. Abdülkadir Damulla, açtığı Matle'ul Hidayet ismindeki okulla Doğu Türkistan gençlerini bu konuda yetiştirmiş, yayınladığı kitaplarla halkın bilinçlenmesine katkıda bulundu. Abdülkadir Damulla'dan sonra Doğu Türkistan'da mücadeleyi "Üç Efendiler" olarak anılan İsa Yusuf Alptekin, Muhammed Emin Buğra ve Mesud Sabri Baykuzu üstlendiler. Mesud Sabri Baykuzu'nun Doğu Türkistan için verdiği mücadele, 1951 yılında komünist Çin yönetimi tarafından tutuklanıp, 1952 yılında zehirli bir iğneyle öldürülmesi ile son bulmuştur. İsa Yusuf Alptekin ve Muhammed Emin Buğra'nın mücadeleleri ise ömürlerinin sonuna kadar devam etmiştir.

Çin'e bağlı Doğu Türkistan Eyalet Hükümeti'nin Genel Sekreteri olarak görev yapan İsa Yusuf Alptekin, tüm hayatını Doğu Türkistan'ın haklı davasını uluslararası arenada anlatmaya ve Müslümanların esaretten kurtulmasına vakfetmiştir. 26 yaşındayken Batı Türkistan'daki Çin Konsolosluğu'nda çalışmaya başlamıştır. Sovyetler Birliği'nin Türkistan'daki Müslüman Türkler üzerinde komünizmin en büyük zulümlerini gerçekleştirdiği bu dönemde, komünist zihniyete ve uygulamalarına bizzat şahit olan Alptekin mücadelesine bu dönemde başlamıştır. Batı Türkistan'da bulunduğu süre boyunca, Doğu Türkistan'daki bağımsızlık yanlısı kişilerle bağlantı kurmuş ve çalışmalarını gizli olarak yürütmüştür.

İsa Yusuf Alptekin'in en çok üzerinde durduğu konulardan birisi halkını komünizmden korumak olmuştur. Hatta komünizme karşı daha etkili çalışmalar yapabileceğini düşündüğü için Çin Hükümeti nezdinde temaslar yürütmüş ve 1936-1945 yılları arasında Çin Parlamentosu'nda ülkesini temsil etmiştir. Komünistlerin önce Pekin'i ele geçirmeleri, ardından da Doğu Türkistan'a doğru ilerlemeleri üzerine İsa Yusuf Alptekin vatanından ayrılmak zorunda kalmıştır. 1954 yılında İstanbul'a yerleşen ve çalışmalarını buradan yürüten Alptekin, Doğu Türkistan'da yaşanan zulme dünya ülkelerinin dikkatini çekebilmek için birçok ülkeyi dolaşmış, konferanslara, panellere katılmış, üniversitelerde konuşmalar yapmıştır.

Muhammed Emin Buğra ise Doğu Türkistan mücadelesi tarihine Doğu Türkistan Tarihi adlı dev eseri ile geçmiştir. 1931'deki bağımsızlık hareketinde bizzat görev almış ve Hotan, Yarkent gibi şehirlerin Çin işgalinden kurtulmasını sağlamıştır. 1944 yılında kurulan Doğu Türkistan Devletinde bakanlık yapmış, komünist Çin işgalinin gerçekleşmesinden kısa bir süre önce ise Hindistan'a iltica etmiştir. Bir süre sonra buradan Türkiye'ye geçmiş, mücadelesine Türkiye'de devam etmiştir.
Bu vatansever insanların yaşamları boyunca şerefle sürdürdükleri bağımsızlık mücadelesi bugün de aynı hızla devam etmektedir. Şu anda uluslararası arenada Doğu Türkistan için faaliyet gösteren yirmiye yakın vakıf ve dernek vardır. Bu dernekler Doğu Türkistan Milli Kurultayı (ETNC)'nın şemsiyesi altında toplanmıştır ve Doğu Türkistan halkının sesini dünyaya duyurabilmek için çalışmalar yürütmektedir.

---------------------------------------------------------------------------------------------------
Arkadaşlar Doğu Türkistan'ın Çin ile olan mücadelesini sizlere aktarmaya deva edeceğim. Ancak sizleri bütün bir konuyla henüz başlangıçta sıkmak istemediğimden; günlük olarak konuya devam edeceğim.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
 
Son düzenleme:

turkish_adanali0142

Uzman üye
17 May 2009
1,112
0
Adana
Tüm dualarımız Doğu Türkistan'daki soydaşlarımız için. zulüm altında yaşayan soydaşlarımızın Allah yar ve yardımcısı olsun. çinliler asırlardır hep bunu yaptı ve halen yapıyor. biz kimseye zulmettik hep zulme uğrayan olduk ve ne hikmetse hep bizi suçlar dünya medyası!!!
 

Genghis Khan

Kıdemli Üye
18 Haz 2009
4,460
7
İçimizi yaksa da, Çin zulmünü bilmemiz gerekiyor...

Doğu Türkistan'a Çin İşkencesi

Doğu Türkistan toprakları bin yıl boyunca İslam yurdu olmuştur. Ancak yarım asırdan fazla bir süredir, Doğu Türkistan topraklarında Müslümanlar, komünist Çin yönetiminin işgali altında yaşamaktadırlar. Urumçi Üniversitesi'nin duvarında yer alan ve İngiliz The Independent gazetesinin bölge sorumlusu Andrew Higgins'in deyimiyle "katıksız ırkçı düşünce ile zehirlenmiş bir zihniyetin göstergesi" olan bir yazı, Çinlilerin Uygur Türkleri'ne bakış açısını yansıtmaktadır:​

Uygur erkeklerini sonsuza kadar kölemiz yapalım, Uygur kadınlarını da asırlar boyunca ******miz.

Bölgede 1 milyon kadar askerini silah altında tutan Çin, Doğu Türkistan'da Müslümanların attığı her adımı kontrol etmektedir. Yollarda kurulmuş olan askeri denetim noktalarında tüm araçlar tek tek durdurulup içleri aranırken erkekler hakarete uğrayıp tartaklanmakta, Müslüman kadınlar ise tacize uğramaktadır. Çin'in baskısı, yolların tutulması veya askeri birliklerin sık sık evlerde arama yapması ile de sınırlı değildir. Japonya'da yayınlanan Mainichi Daily News gazetesi bu ağır baskıyı 29 Haziran 2000 tarihli sayısında şöyle aktarmıştır:

(Doğu Türkistan'da) Çin'in denetimi gün geçtikçe artmakta ve daha da dayanılmaz bir hal almaktadır. Halkın Kurtuluş Ordusu her yerde. İletişim sınırlı ve polis denetiminde yapılabiliyor. Çok az köyde telefon var ve bu hatların hepsi dinleniyor. Bir kişi sadece boş bir şüphe üzerine yıllar boyunca tutuklu kalabiliyor.

Müslümanlar keyfi olarak tutuklanıp çalışma kamplarına gönderilmekte, asılsız suçlamalarla idam edilmekte, zaman zaman da toplu olarak katledilmektedirler. Bunun yanı sıra, namazlarını gizli kılmak zorunda kalmakta, oruç tutmalarına izin verilmemekte, dini eğitim almaları engellenmektedir. Müslüman nüfusun sayısının artmasını engellemek için uygulanan metod ise insanlık dışıdır: kadınlara zorla kürtaj yapılmakta, birden fazla çocuğa sahip olanların çocukları ellerinden alınmaktadır.
Tüm bu zulüm ve işkencelere karşı Doğu Türkistan halkının, haklarını savunma veya kendilerini koruma imkanı yoktur. Ancak dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar, ihtiyaç içindeki bu savunmasız insanlara birçok şekilde yardımda bulunabilirler. Doğu Türkistan halkının yaşadığı zulmü dünya kamuoyunun ve uluslararası kuruluşların dikkatine sunacak her türlü girişim, bu konuda yapılacak en ufak bir katkı bile önemli bir hizmet olacaktır.

Yapılabilecek en büyük yardım ise hiç şüphesiz, tüm bu zulmün gerçek kaynağı olan dinsizliği fikren çürütmek, bunun yerine hakkı ve güzel ahlakı hakim kılmak için fikri bir mücadele yürütmektir. Bu şekilde yalnızca Doğu Türkistan'daki Müslümanlara değil, dünyanın dört bir yanında haksız yere öldürülen, "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için yurtlarından sürülen, inançları uğrunda işkenceye uğrayan insanlara yardımcı olabilmek mümkündür.

Tüm inananların eşit sorumluluğa sahip olduğu bu konuda, Allah'ın ayetinde belirttiği gibi, "... Kim cehd ederse (çaba gösterirse), kendi nefsi için cehd etmiş olur..." (Ankebut Suresi, 6). Bir başka ayette ise Allah iman edenlerin bu sorumluluğunu şu şekilde belirtmiştir: "... Yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi?.." (Hud Suresi, 116) Yeryüzünde bozgunculuğu önlemek, tüm vicdan sahibi insanların ortak sorumluluğudur.

KOMÜNİST TOPLUM YAPISI

Maddenin ezeli ve ebedi olduğunu savunan, Allah'ın varlığını inkar eden, her türlü manevi ve ahlaki değeri reddeden komünist ideoloji bugüne kadar farklı ülkelerde ve farklı toplumlarda hayata geçirilmiştir. Ancak bu ideolojinin her türlü pratik uygulaması insanlar için büyük bir zulme dönüşmüştür. Bunun nedeni, komünist ideolojinin hayata ve insana olan bakış açısıdır. İşte komünist ideolojinin dünya görüşü ve komünizmin yaşandığı toplumların genel yapısı:

* Komünist toplumlarda, Darwin'in evrim teorisi temel alınarak, insanlar gelişmiş bir hayvan türü olarak kabul edilir. Dolayısıyla toplum da bir hayvan sürüsü sayılır. Bu nedenle de insana değer verilmez.



* 'Zaten sürüde çok var, bir tane eksilse bir şey olmaz' anlayışı geçerlidir. Çalışamayan ya da sakat olanlar sürüden atılır, ölüme terk edilir. Hastalıklı ve zararlı olarak kabul edilir. Hayatı, bir "yaşam mücadelesi" olarak gören bu anlayışta zayıfların yok olmasında bir sakınca yoktur, bilakis bu gereklidir. Bencillik bu anlayışın temel özelliğidir.

* Toplum tıpkı sürüdeki hayvanlar gibi tek tip insanlardan oluşur. İnsanlardan aynı şekilde giyinmeleri, aynı şekilde düşünmeleri ve aynı şekilde konuşmaları istenir. Farklı kültürlere, farklı inançlara, farklı fikirlere yer yoktur.

* İnsanların bireysel özellikleri değil, topluluğa verdikleri güç ve katkıları ön plana çıkar. İyi çalışan işçi, iyi çalışan köylü ideal insandır. Sistem sadece maddi bir kavram olan çalışma ve üretme kavramları üzerine kuruludur. 'Üretmek sürüyü güçlendirmektir' mantığı geçerlidir.

* İnsani özellikler ve güzel ahlak hiçbir zaman dikkate alınmaz. Komünist toplumda affedicilik, merhamet, vefa, şefkat gibi insanı duygulara yer yoktur.

* Allah korkusu sistemli olarak yok edildiği için, insanlar ancak sistemden korktuklarından dolayı suç işlemekten kaçınırlar. Bu nedenle, sistem görmeyecekse ya da kişi cezalandırılmayacaksa, her türlü gayri meşru iş yapılabilir. Hırsızlık, fuhuş, cinayet ve ahlaki dejenerasyon, komünist toplumlarda son derece yaygındır.

* Ahiret inancını inkar eden komünist ideolojiye göre insanlar öldükten sonra yok olacaklardır. Bu nedenle insanlar hayatta kalabilmek, güçlü olabilmek için herşeyi yapabilirler. Herkesi düşman ve kendi yaşam mücadelesinde rakip gördükleri için, kendi çıkarları doğrultusunda her türlü ahlaksızlığı ve kötü fiili işleyebilirler.

ÇİN'İN DOĞU TÜRKİSTAN POLİTİKASI, KOMÜNİST İDEOLOJİDEN BAĞIMSIZ OLARAK DÜŞÜNÜLEMEZ

Çin'in Doğu Türkistan'da izlediği politika da komünist ideolojinin genel bir yansımasıdır. Bu nedenle Doğu Türkistan'da yaşananları bu ideolojiden bağımsız olarak değerlendirmek mümkün değildir. Benzeri zulüm ve işkenceler Çin'in dört bir yanında pek çok farklı birey veya toplum kesimine karşı da uygulanmaktadır ve bu durum, totaliter yapının komünizmin ayrılmaz bir parçası olduğunu gösteren örneklerdendir. Bu nedenle bu bölüm içinde Doğu Türkistan halkının maruz kaldığı baskı ve zulüm ile birlikte Çin'in ideolojisini, despot rejimini ve kendi halkına uyguladığı zulüm ve işkenceleri de ele alacağız.

Gerçekte tüm din düşmanı zalim yönetimler, iktidarlarını sağlam kılmak ve muhafaza edebilmek için baskı ve şiddete başvururlar. Tarihin ünlü zalimleri ve diktatörleri hakimiyetleri altındaki insanları hep ezmiş, aşağılamış, keyfi olarak katletmişlerdir. Bu anlamda Firavun ile Hitler'in, Hitler ile Stalin'in, Stalin ile Mao'nun birbirlerinden pek farkı yoktur. Tüm bu liderler iktidarları ve ideolojileri uğruna suçsuz insanları hiç tereddüt etmeden öldürtmüşler, korkunç katliamlar emretmişlerdir. Mao da tıpkı diğerleri gibi kurduğu komünist yönetimi güçlendirebilmek için toplama kampları oluşturmuş, buraları işkence merkezleri haline dönüştürmüş ve kendisinden farklı düşünen milyonlarca insanı acımasızca öldürtmüştür.

1949 yılında kurulan Çin Halk Cumhuriyeti, totaliter bir despotizm, katı bir bürokrasi, tüm üretim kaynaklarının ve araçlarının devlet tarafından kontrol edildiği bir sistem üzerine inşa edilmiştir. Mao'nun uyguladığı ekonomik programların yol açtığı felaketler ve kasıtlı kıtlık politikaları neticesinde yaşanan kayıplar ise halkı büyük bir yıkıma ***ürmüştür. Mao'dan sonra iktidara geçen Deng Xiaoping bazı ekonomik reformlar yaparak, ülkenin kapısını yabancı yatırımcılara ve liberal ekonomiye açmış, bu şekilde ekonomiyi düzeltmeyi hedeflemiştir. Ancak ekonomik açıdan yaşanan gelişmeler sadece üst düzey devlet yönetiminin işine yaramış, Çin halkının önemli bölümünün bu gelişmelerden pek menfaati olmamıştır. Üstelik Çin ekonomisinde liberal ekonomi istikametinde bir gelişim yaşanırken, siyaset ve toplum açısından aynı şeyleri ifade etmek mümkün değildir. Her ne kadar son zamanlarda Çin'den bahsedilirken "eski komünist sistem" gibi kelimeler kullanılsa ve komünizmin sona erdiği dile getirilse de, yaşananlar bu sözleri yalanlamaktadır.


Çin hala, kökü Mao'nun komünizm anlayışına dayanan, totaliter bir anlayışla yönetilmektedir. Ekonomik alanda yapılan reformlar Çin Komünist Partisi'ndeki yöneticilerin zihniyetlerinde bir değişiklik yapmamıştır. Ekonomik olarak sağlanan ilerleme ve elde edilen gelirin büyük kısmı halkın daha çok baskı altına alınması, muhalif seslerin bastırılması için kullanılmaktadır. Şu anda Çin, dünya ülkeleri arasında en çok idamın yaşandığı ülkedir. Dahası, idamların bir gösteriye dönüştüğü, idam edilen kişilerin organlarının kar amaçlı ve izinsiz satılığa çıkarıldığı, hamile kadınların bebeklerinin zorla alındığı, belki de tek ülkedir. Ülke çapında 1.000'den fazla çalışma kampı vardır ve bu kamplardaki tutuklu ve hükümlülere sistemli olarak işkence uygulanmaktadır.




ÇİN'DE İDAMLAR RUTİN BİR UYGULAMA HALİNİ ALMIŞTIR

İdam, Kızıl Çin'in baskı ve şiddete dayalı rejiminin önemli bir siyasal kontrol mekanizmasıdır. Ünlü Çinli muhalif Harry Wu, ülkesindeki bu durumu şöyle tarif eder:

Diktatörlük doğrudan şiddetle bağlantılıdır ve rejimini ona dayanarak geliştirir. Aynen ünlü bir Çin atasözünde belirtildiği gibi, 'maymunu korkutmak için tavuğu öldürür.' "Toplumsal eğitim", idamların toplum önünde gerçekleştirilmesiyle yapılır ve toplu idamlar Parti'nin şiddete duyduğu güvenin göstergesidir.

Kızıl Çin rejimi tarafından bugüne kadar milyonlarca insan idam edilmiştir. Öldürülenlerin sayısını tam olarak tespit edebilmek mümkün değildir. Verilen rakamların çoğunluğu genel tahminlere dayanmakta, ancak yapılan yeni araştırmalar katledilen insan sayısının tahmin edilen rakamlardan çok daha fazla olduğunu ortaya koymaktadır. Komünist rejimin, idamı ve insan katliamını temel prensiplerinden biri olarak kabul etmesi ise yeni bir olgu değildir. 16 Mayıs 1951 tarihli gizli bir belge, Mao'nun Çin'de katletmeyi planladığı insan sayısını belli bir kotaya göre belirlediğini gözler önüne serer:
Öldürülmesi gereken karşı devrimcilerden bahsederken belli bir oranın belirlenmesi şarttır. Kırsal bölgelerde bu oran genel nüfusun 1/1.000'ini geçmemelidir. Şehirlerde ise bu oran, biraz daha az olmalıdır, genel nüfusun 0.5/1.000'i uygun gözüküyor. Örneğin 2 milyon kişinin yaşadığı Pekin'de 600'den fazla kişi öldürüldü. 300 kişi daha öldürülmesi planlanıyor. Toplam 1.000 kişi yeterli olacaktır... Hala büyük grupların öldürülmesi zaruridir ve Temmuz ayının sonuna kadar öldürmeyi planladıklarımızın 2/3'sini öldürmek için elimizden geleni yapmalıyız.

Görüldüğü gibi Mao, katliamlarını planlarken, öldürülecek kişinin herhangi bir suç işlemesini zorunlu görmüyordu. İnsanları öldürmeyi, sırf topluma vereceği korku açısından gerekli görüyor ve idamların sayısını bir "kota meselesi" olarak değerlendiriyordu. Bu düşüncenin bir diğer örneğini, "bir insanın ölümü trajedi, bir milyon insanın ölümü ise bir istatistiktir" sözüyle ünlü olan Stalin'de de bulmak mümkündür. Komünist Stalin'in "istatistiksel" cinayetleri sonucunda, 40 milyon masum insan hayatını yitirmiştir.



Çin yetkilileri, her zaman, halka göz dağı vermek ve hükümetin gücünü artırmak için idamın gerekli olduğunu düşünmüşlerdir. Bu nedenle de idam edilecek kişileri şehrin sokaklarında dolaştırarak ifşa etme ve daha sonra yine halkın gözü önünde idam etme yöntemini tercih etmektedirler. İdam edilecek kişi elleri kelepçeli olarak halkın önüne getirilir ve yüzü seyirciye dönük olarak tutulur. Boynundaki yaftada ise ismi ve suçu yazılıdır. Meydanlarda yaşanan bu vahşet sahneleri, televizyonlardan da canlı olarak yayınlanmaktadır.

1984 yılında Newsweek dergisinde toplu idam sahnelerinin resminin yayınlanmasının ardından uluslararası imajının zedeleneceğini düşünen Çin hükümeti, yeni bir genelge yayınlamış ve idam edilecek kişilerin sokaklarda dolaştırılması kuralını kaldırmıştır. Hatta sonraki yıllarda bu genelge, idam edilecek siyasi tutukluların idamlarının ailelerinden dahi saklı tutulması maddesi eklenerek genişletilmiştir. Bu genelgeler Çin'de siyasi idamların kalktığı değil, gözden uzak mekanlarda tüm hızıyla devam ettiği anlamına gelmektedir. Ayrıca 1989'da yaşanan Tiananmen olaylarından sonra iç politikaya dair endişeler, uluslararası imajın önüne geçmiş ve bu olayda yer alan muhalif isimlerin bir kısmı toplum önünde idam edilmiştir.



Kızıl Çin'in insanları sırf farklı fikirleri ve inançları dolayısıyla idam etmesi, Hz. Musa döneminde yaşamış ve tarihin en zalim diktatörlerinden olan Mısır Firavunu'nu hatırlatmaktadır. Firavun, Hz. Musa'ya tabi olup iman edenleri, sırf kendi sözünden dışarı çıktıkları, kendisinin koyduğu kurallara uymadıkları gerekçesi ile idam etmekle tehdit etmiştir. Firavun'un iman edenlere yönelik bu tehdidi Kuran'da şu şekilde bildirilmiştir:

(Firavun) Dedi ki: "Ona, ben size izin vermeden önce mi inandınız? Şüphesiz, o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür; öyleyse yakında bileceksiniz. Şüphesiz ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve sizin hepinizi gerçekten asıp-sallandıracağım." (Şuara Suresi, 49)
 

Genghis Khan

Kıdemli Üye
18 Haz 2009
4,460
7
Çin elbet belâsını bulacak...

TİANANMEN KATLİAMI

4 Haziran 1989 tarihi, komünist Çin'in vahşetine tüm dünyanın bir kez daha tanık olduğu bir gün oldu. Pekin'in ünlü Tiananmen Meydanı'nda daha fazla demokrasi ve daha fazla özgürlük için gösteriler yapan üniversite öğrencileri karşılarında kendi devletlerinin ordusunu buldular. Çin yönetimi, karşısındakilerin henüz 19-20 yaşlarındaki kendi vatandaşları olmasını önemsemiyordu. Komünist Çin'e göre önemli olan rejimin tehlike altında olması ihtimali idi ve politbüro bu üniversite gençlerinin rejimi tehdit ettiği kanaatine varmıştı. İşte bu kanaat binlerce insanın katledilmesine, binlercesinin yaralanmasına, on binlercesinin tutuklanıp işkence görmesine neden oldu.


4 Haziran 1989 günü Halkın Ordusu, Tiananmen'de gösteri yapan öğrencilerin üzerine yürüdü ve Çin Kızıl Haçı'nın verdiği rakamlara göre 2.600 kişiyi öldürdü (Çin Kızıl Haçı'nın verdiği rakamlara, Çin ordusu tarafından gizlice gömülenler veya akıbetleri hiçbir zaman öğrenilemeyen kişiler dahil değildi). Başka kaynaklar ise ölü sayısının 7 bin ile 20 bin arasında değiştiğini tahmin etmekteydiler. Olaylar sırasında 7 binden fazla kişi yaralandı. 40 bin kişi tutuklandı (daha sonra bunların bir çoğu da halkın gözü önünde idam edildi).Ve böylece komünist Çin, kendisine muhalif olanları etkisiz hale getirmekte ne kadar "başarılı" olduğunu bir kez daha tüm dünyaya göstermiş oldu.
Tiananmen, 1919'da da Çin halkının Batılı sömürgeci devletlere karşı başlattığı geniş katılımlı demokrasi hareketinin en önemli merkezi olmuştu. Dolayısıyla bu tarz gösteriler

için sembolik bir anlam taşıyordu. Pek çok devlet binasının bu meydanın etrafında bulunuyor olması da, zaman zaman yapılan gösterilerde hep burasının tercih edilmesine neden oluyordu. 1989'daki gösteriler ise Pekin'deki üniversite öğrencilerinin, reformist görüşleri ile tanınan ve gösterilerden kısa bir süre önce ölen Parti eski Genel Sekreteri Hu Yaobang'ı anmak istemeleri ile başladı. Aslında öğrencilerin taleplerine hep sıcak yaklaşan Hu Yaobang'ın ölümünden sonra, üniversitelerde Yaobang'ı anma toplantıları yapmak bir tür gelenek haline gelmişti. Ve bu toplantılar bir müddet sonra daha çok demokrasi, üniversitelere bağımsızlık, daha çok iş imkanı ve basın özgürlüğü isteyen toplantılara dönüşmüştü.


Ancak bu seferki anma töreni hepsinden farklıydı. Hu Yaobang'ın ölüm tarihi olan 22 Nisan'da yüz binlerce öğrenci meydanı doldurdu ve taleplerini hükümete sunmak istediler. Öğrencilerin bu hareketi ve talepleri göz ardı edildi. Bunun üzerine öğrenciler Pekin Üniversitesi Otonom Federasyonu'nu kurduklarını açıkladılar. Kısa sürede harekete, işçilerden de destek geldi ve Pekin İşçileri Otonom Federasyonu da harekete katıldı. Bu durum politbüroyu fazlası ile rahatsız etmişti. Çünkü hareket gittikçe basit bir öğrenci hareketi olmaktan çıkıyor, her kesimden insanın katıldığı, komünist rejimi tehdit eden bir harekete dönüşüyordu. Politbüro dikta rejimini kaybetmek korkusuna kapılmıştı. 26 Nisan günü hükümet tüm gösterileri yasakladığını açıkladı. Hükümetin resmi yayın organı olan People's Daily gazetesinin, "Ayrılıkçıklara Karşı Gereken Önlemlerin Alınması Şarttır" şeklindeki manşeti, politbüronun gösteriler karşısında taviz vermeyeceğini gösteriyordu. Haberde yer alan, "öğrencilerin komplocuların oyununa geldiği" şeklindeki yorumlar, öğrenciler arasında tansiyonun yükselmesine neden olmuştu. Haberden bir gün sonra, 27 Nisan günü onlarca farklı kampüsten 100 bine yakın öğrenci meydanda toplandı ve hükümet, taleplerini kabul edinceye kadar meydandan ayrılmayacaklarını açıkladılar.

4 Mayıs'ta öğrenciler Tiananmen Meydanı'nda okudukları bir bildirge ile, hükümeti yolsuzluklarla mücadele etmeye, anayasal hakların korunmasını garanti altına almaya, siyasi ve ekonomik reformlara hız vermeye, yeni bir basın kanunu çıkararak özel gazetelerin çıkarılmasına izin vermeye davet ettiler. Ülkenin dört bir yanından öğrenciler Pekinli arkadaşlarına destek vermek için Pekin'e hareket etmiş, Pekin halkı meydanın etrafına toplanıp büyük bir set oluşturmuş, ülkenin çeşitli kesimlerinden işçiler ise öğrencilere destek verdiklerini açıklamışlardı. Ancak Çin Hükümeti öğrencilerin taleplerini kabul etmenin, rejimde bir çözülme başlatacağını düşünüyorlardı. Öğrencilere tanınacak herhangi bir hakkın diğer kesimlere de tanınması gerekecekti. Bu da insanları birer üretim aracı olarak değerlendiren ve onların hak sahibi olmalarını değil sadece çalıştırılmaları gerektiğini düşünen komünist rejim için ciddi bir tehlikeydi.

KATLİAM SONRASI MANZARALAR

1989 yılında yaşanan Tiananmen Katliamı komünizmin vahşi yüzünü unutanlar için ibret verici bir hatırlatma oldu. Komünist ideolojinin kendi iktidarını korumak uğruna ne derece vahşi, acımasız ve gaddar olabileceğine tüm dünya bir kez daha tanıklık etti. Asiaweek dergisi, katliam emrini veren Çin yöneticilerini, "Paranoya, akıl dışı, kana susamış gibi kelimeler bile Pekin liderlerini tarif etmekte yetersiz kalıyor" sözleri ile tanımlıyordu.Katliama bizzat tanıklık edenler ise manzarayı şöyle anlatıyorlardı:

... Bir emirle askerler silahlarını kaldırdılar ve halkın ve öğrencilerin üzerine doğru ateş etmeye başladılar. Vurulanlar yere düşüyordu. Ateşe ara verilince, diğerleri yaralananların yardımına koşuyordu. Xidan yakınında bulunan klinik adeta bir kan gölüne dönmüştü. Silahlı araçlar, barikatların üzerinden geçiyor etraftaki araba ve otobüsleri eziyordu. Silahları olmayan halkın ise sadece tuğlaları vardı... Tuğlalarına kurşunla karşılık alıyorlardı... İnsanlar oraya buraya koşuşuyor, hayatlarını kurtarmaya çalışıyorlardı. Askerler de peşlerinden gidiyor ve silahlar susmak bilmiyordu. Bahçelerine ve çalılıklara saklanmış Pekinli insanlar bile bulundukları yerlerden çıkarılıyor ve askerler tarafından öldürülüyordu.


Katliamın detaylarını ve komünist Çin ordusunun acımasızlığını anlatan bunun gibi daha binlerce görgü tanığının ifadesi vardır. Bu katliamda hayatlarını kaybedenlerin yakınlarının ifadeleri de vahşeti dile getiren diğer deliller arasındadır. Bunlardan birisi de, katliamın 10. yıl dönümde katledilenlerin yakınlarının kurmuş olduğu "4 Haziran Kurbanları Derneği" adlı organizasyonun, 105 kişinin ifadesini biraraya getirerek yayınladığı rapordur. Raporda yer alan ifadelerin birkaçı şöyledir:

Sırtından vurulmuştu, omuzlarında, kolunda, dirseğinde kurşun yaraları vardı. Göbek deliğinin altında 7-8 cm genişliğinde bir süngü deliği izi görünüyordu. Vücuduna pek çok kurşun isabet etmiş olmasına rağmen hemen ölmediği, süngü darbesi ile öldürüldüğü anlaşılıyordu. Avuçlarında da süngü yaraları vardı. Süngüyü çıkarmaya çalışmıştı. Vücudunu gördüğümüzde, bedeninin üst kısmı tamamen kan ile kaplıydı. Berbat bir manzaraydı. (20 yaşında bir öğrenci olan Wu Guofeng'in ailesinin ifadesinden)
 

Genghis Khan

Kıdemli Üye
18 Haz 2009
4,460
7
Son Söz...

İnsanların tesadüf eseri var olduklarını ve kimseye karşı herhangi bir sorumlulukları olmadığını öne süren Darwinizm'in neden olduğu felaketler bu derece açıkken, vicdan sahibi insanlara düşen sorumluluk, kan dökme kuyusu haline gelmiş olan bu ideoloji ile fikri alanda ciddi bir mücadele yürütmektir. Bu mücadelenin önemli bir boyutu, Çin'deki rejimin bu denli katı ve acımasız olmasının temel nedeni olan Darwinist ve komünist ideolojiye karşıdır. Çin'in serbest piyasa ekonomisini benimsemesiyle, bu ülkenin hala bir "Kızıl Tehlike" olduğu gerçeğinin değişmediğini tüm dünyaya anlatmak gerekmektedir. Pekin yönetiminin hala temel siyasi görüşü olan Maoist komünizme ve bunun fikri dayanağı olan Darwinizm'e karşı da bir kampanya yürütülmeli, bu ideolojinin Çin'de ve Kamboçya, Arnavutluk, Kuzey Kore gibi diğer ülkelerde sebep olduğu korkunç insanlık suçları gündemde tutulmalıdır. Darwinizm'in ve Maoizm'in -tüm diğer komünizm versiyonlarının- Çin halkının önemli bir kısmı tarafından hala sanıldığı gibi bir kurtuluş ideolojisi değil, insanları vahşet ve cinnete sürükleyen büyük bir aldanış ve hurafe olduğu ortaya konmalıdır. Komünizme karşı mücadele hala gereklidir ve unutmamak gerekir ki, komünizmin içyüzünü ortaya çıkarmak için yapılacak her girişim, Doğu Türkistan Müslümanları gibi komünist zulüm altındaki mazlum milletlere bir yardım hükmüne geçecektir.

Bununla birlikte sadece Müslüman oldukları için zulüm, işkence ve katliama maruz bırakılan Doğu Türkistan'da yaşayan Uygurların bu durumu, tüm dünya Müslümanlarının üzerine bir sorumluluk yüklemektedir. Allah bir Kuran ayetinde şöyle buyurur:
Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)

Bu ayette emredildiği gibi, mazlum Müslümanların kurtuluşu için fikri bir mücadele yürütmek, her Müslümanın görevidir. Bunun çağımızın gereklerine göre, yani diplomasi, medya, sivil toplum girişimleri gibi yöntemlerle yürütülmesi ve bu yolla Çin'in Doğu Türkistan'daki Müslümanlara karşı yürüttüğü sistemli soykırıma karşı konulması gerekmektedir.

Çin, bu bölgeyi dünyaya unutturmak, gündeme geldiğinde ise buradaki mazlum Müslümanları "terörist" gibi göstermek çabasındadır. Buna karşı her Müslüman, elindeki her imkanı kullanarak, Doğu Türkistan'da yaşanan zulmü tüm dünyaya duyurmak, uluslararası kuruluşların dikkatini bu konuya çekmek için çalışmalıdır. Müslümanlar, gazetelerinde, dergilerinde, internet sitelerinde bu zulmü gündeme getirmeli, Doğu Türkistan'ın haklı davasına destek olmalıdır. Devlet adamları bu konuyu gündemlerine almalı, gerek Çin ile gerekse Batılı ülkelerle olan ilişkilerinde bu konuda çözüm ve adalet talep etmeli, yurttaşlar devlet adamlarını bu konuda göreve teşvik etmelidirler. Sivil toplum kuruluşları bu davaya sahip çıkmalı, Doğu Türkistan konusunda konferanslar, paneller, anma günleri düzenlemelidirler. Böylece hem konu uluslararası alanda gündeme getirilerek Çin üzerinde hukuki bir yaptırım oluşturulmalı, hem de Doğu Türkistanlı Müslümanlara, "unutulmadıkları" gösterilerek, moral ve umutları tazelenmelidir.

Bunların ötesinde, tüm dünyaya gerçek İslam'ı tanıtmak, İslam'ın, terörizmle hiçbir ilgisinin olmadığını, aksine bu gibi felaketleri yeryüzünden silmek amacı güttüğünü insanlığa göstermek gerekmektedir. İslam adına teröre başvurduklarını iddia edenleri tekzip ve tel'in etmek, İslam'ın diğer dinlere olan hoşgörülü ve barışçı yaklaşımını hem anlatarak hem de fiili olarak göstermek çağımızın önemli sorumluluklarından biridir. Böylece, zulme uğrattığı Müslümanları "terörist" gibi göstererek uluslararası camiada sempati toplama çabasında olan Çin gibi baskıcı rejimlerin elinden bu koz alınacak, gerçeklerin olduğu gibi görülmesi sağlanacaktır. Müslümanlar, bir "medeniyetler çatışması" arayışında olmadıklarını, aksine her din ve medeniyet arasında barış ve uzlaşı istediklerini, zaten bunun Kuran ahlakının bir gereği olduğunu ortaya koymalıdırlar.

Kısacası, Müslümanlar, dünyaya barış ve huzur gelmesi için çalışmalı, bu barış ve huzuru hedef alan her türlü güce -kimi zaman kendisini "İslam" maskesine büründürse bile- karşı koymalıdırlar. Unutmamak gerekir ki, barış ve huzurun yerine savaş ve kargaşanın hakim olması, Kuran'da geçen ifadeyle bir "fitne"dir ve Allah'ın lanetlediği büyük bir günahtır.

TÜRKİYE'YE DÜŞEN TARİHİ SORUMLULUK

Hem Doğu Türkistan'ın hem de İslam dünyasının durumu hakkında yukarıda ortaya koyduğumuz görüşler, Türkiye Cumhuriyeti üzerinde önemli bir tarihsel sorumluluk bulunduğunu göstermektedir.

Önce Doğu Türkistan açısından konuyu ele alalım. Doğu Türkistanlı Müslümanlara yardım eli uzatması gereken bir numaralı ülke Türkiye'dir. Çünkü Doğu Türkistanlı Uygur Müslümanları Türk'tür. Konuştukları dil Türkçedir. Bizim hem din hem de soy kardeşlerimizdirler. Bu durum Türkiye'ye Doğu Türkistan'ın hukukunu savunmak için uluslararası bir avantaj sağlar. Türkiye'nin Makedonya'daki Türklerin veya Kuzey Irak'taki Türkmenlerin hukukunu savunması nasıl uluslararası toplumda makul karşılanmakta ise, Doğu Türkistan'daki Uygurların hukukunu savuması da makul karşılanacaktır.

Dahası, Doğu Türkistanlı Müslümanların hukukuna sahip çıkmak ve onu savunmak, Türkiye için aynı zamanda stratejik bir gerekliliktir. Bilindiği gibi Orta Asya'daki Türki Cumhuriyetler, Türkiye, Rusya ve İran gibi farklı ülkelerin nüfuz mücadelesine sahne olmaktadırlar. Türkiye'nin bölgede diğerlerinden daha fazla etkin olmasının bir yolu, ekonomik güç ve girişiminin yanısıra, bölge halklarının sevgi ve güvenini daha fazla kazanmasını sağlayacak siyasi girişimlerden geçmektedir. Türkiye'nin Doğu Türkistan davasına sahip çıkması, Türkistan'ın genelinde, yani Orta Asya'daki tüm Türki Cumhuriyetler'de Türkiye'nin güç ve iradesine olan inancı pekiştirecektir.
Konunun ikinci yönü ise, yukarıda ifade ettiğimiz "gerçek İslam'ı dünyaya bir model olarak göstermek" misyonudur. Bunu da İslam dünyasında başarmaya aday olan en önemli ülke Türkiye'dir. Türkiye, İslam'ın özündeki sevgi, saygı ve hoşgörü prensiplerini kavramış, modern ve çağdaş bir ülkedir. Osmanlı'dan gelen büyük bir kültürel mirasın ve tarihsel vizyonun sahibidir. Batı dünyası ile en iyi entegre olmuş İslam ülkesidir. İslam dünyası ve Batı arasında körüklenmek istenen yapay "medeniyetler çatışması"na karşı en etkili çözüm, Türkiye'den gelebilir.

Umulur ki 21. yüzyılda bu çözüm gerçekleşecek ve Doğu Türkistan dahil tüm İslam dünyası, Türkiye'nin önderliğinde, barış ve huzura kavuşacaktır. Doğu Türkistan'ın geleceği tüm İslam dünyasının geleceği gibi Allah'ın izniyle aydınlık ve parlaktır. Bu aydınlığın alametleri ise bugünden belirmeye başlamıştır. Her türlü baskı ve zulme rağmen Müslümanların dinlerine ve inançlarına sahip çıkmakta kararlı olmaları, üstelik son zamanlarda tüm dünya genelinde din ahlakına yönelişin artması gelecek için çok önemli işaretlerdendir.​



-------------------------------------------------------------------------------------------------
Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur sözü yüzyıllardır boşa söylenmemiş olsa gerek. Aynanın bu kısmında yer alan biz Türkler olarak, aynayı tek yüzden ibaret zannedenlere, Doğu Türkistan' daki soydaşlarımızın yalnız olmadıklarını göstermemiz gerek. Resmen açıklanmasa da, gizli olarak yapıldığını düşünmek ve bir nebze olsun vicdanımı rahatlatmak istiyorum ki tarih Türkiye Cumguriyeti'nin böylesine zor durumda olan soydaşlarımıza bu tür olaylar yaşanırken kimsenin ruhu duymadan yaptığı yardımlarla doludur.

Sizlerin içini bazı görüntülerle burktuysam affola, ancak orada yaşananların tarihini ve öncesini gözler önüne sermek istedim

Saygılarımla,
Murat CENGİZ
--------------------------------------------------------------------------------------------------
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.