Ali Kuşçu kimdir ve neden önemlidir? [biyografi - Kaynak - fotoğraf]

Ali Kuşçu kimdir?
İlgi alanları / eserleri / çalışmaları nelerdir?
Hangi tarihlerde
yaşadı öldü defnedildi?

Türk tarihine geçmesindeki ana etken nedir?
ve son olarak hayatı?

Fotoğrafı temsili;
20220826193157%21Ali_kuscu.jpg


Ali Kuşçu'nun hayatı, faaliyetleri ve eserlerinden, Türk-İslâm âlemindeki ilmî gelişmeler hakkında kısa ve fakat özlü bilgi vermenin faydalı olacağı kanaatindeyim.


Ali Kuşçu kimdir;
Ali Kuşçu (Özbekçe: Ali Qushchi Samarqandiy) veya asıl adıyla Ali bin Muhammed (1403, Semerkand - 16 Aralık 1474, İstanbul), Timur İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşamış olan astronom, matematikçi, fizikçi, filozof ve dil bilimcidir. En önemli tanınma nedeni Ay'ın ilk haritasını çıkaran âlim olmasıdır.

Ali Kuşçu'nun eserleri(ilgi alanları) ve çalışmaları;
Astronomi, matematik, dil ve kelam alanlarında pek çok öğrenci yetiştiren Ali Kuşçu, İstanbul'un enlem ve boylamını ölçtü, dünyanın eğikliğini, ayın evrelerini hesapladı ve çeşitli güneş saatleri yaptı.

doğum, ölüm ve mezarlığı;
Doğum: 1403, Semerkand, Özbekistan
Ölüm tarihi ve yeri: 16 Aralık 1474, İstanbul
Defnedildiği yer: Eyüp Sultan Türbesi


2560px-Ali_Ku%C5%9F%C3%A7u%27nun_Mezar_Ta%C5%9F%C4%B1_%28genel_g%C3%B6r%C3%BCn%C3%BCm%29.jpg


Yazdığı kitaplar;
Kitaplar: Bir dilci olarak Ali Kuşçu ve Risâle fî'l-istiʻâre'si

images


Hayatı PDF kaynak;

DergiPark

Hayatı;
Daha Timur zamanında ilim adamlarının Semerkand'a gelmeleri ve buradaki İlmî faaliyetleri canlandırmaları ile başlayan, Şahruh zamanında ise merkezin Herat'a taşınması ile devam eden ilmî cereyan, Uluğ Bey'in tahta geçişiyle tekrar Semerkand'da devam etmiş, bu âlim hükümdarın ilim adamlarını muhafazası ve ilmî müesseseler teşekkül ettirmesi netice sinde Semerkand doğudaki son ilim merkezi olma hüviyetini kazanmıştır.
Ali Kuşçu'nun doğum tarihi ve yeri kesin olarak bilinmemekle bera ber 15. yüzyıl başlarında Semerkand yahut o civarda doğmuş olduğu söy lenebilir. Dînî ve iptidaî tahsilini Semerkand'da yaptığı gözönünde tutu lursa doğum yerinin Semerkand olabileceği görüşü ağırlık kazanmaktadır. Pederi Muhammed, Uluğ Bey'in doğancıbaşısı olduğun dan lakabları Kuşçu olmuştur 7.
Semerkand'da iptidaî ve dînî tahsilini yaptıktan sonra Bursalı Kadı-zâde-i Rûmî'den ve Uluğ bey'in kendisinden matematik ve astronomi tah-sîl etmiştir. Uluğ Bey, ya doğrudan doğruya pederinden veyahut hocası Kadızâde-i Rûmî'den Ali Kuşçu'yu tanıyarak, o da Ali Kuşçu'ya ders ve rir ki, böylece hocaları arasına Uluğ Bey de girmiş olur.
Öğrenmeye karşı olan azmini bir türlü tatmîn edemeyen Ali Kuşçu, gerek Uluğ Bey'den ve gerek Kadızâde-i Rûmî'den izin alamayacağım korkusu ile veya bizim sana öğrettiklerimiz yetmedi mi hissini uyandır mamak azmiyle habersizce Kirman'a gider. Burada mahallî ulemânın derslerine çok zaman devam eder 8. Ali Kuşçu'nun Kirman'a gidişi naklî ilimlerdeki bilgisini genişletmek için olsa gerektir. Çünkü o devirde Kir-man'da ne rasadhane ne de astronomi ilmi üzerine çalışan ünlü bir âlim vardır. Kanaatimizce Kirman'a gidişi Şer'î ilimlerdeki bilgisini artırmak için olmuştur.
Ali Kuşçu Kirman'da kaldığı zaman zarfında şöhretini işittiği âlim lerden meşhur Nâsırüddin-i Tûsî'nin daha önce yazılmış Tecridü'l-Kelâm adlı kelâma ait eserini okur ve bunun üzerine kendisini Şârih-i Tecrid di ye şöhretlendiren Şerh-i Tecrid adlı eserini kaleme alır. Ali Kuşçu'nun Nâsırüddin-i Tûsî'nin Tecridü'l-Kelâm'ına yazdığı şerh -ki talebe arasında Şerh-i Cedîd nâmı ile meşhur idi- vardır ki, bu eserini Kirman'da Ebû Sâ-id. Hân'a ithaf eylemiştir. (Üniver. kütüp. nr. 82016). Evvelki şerhlerin münderecâtı hulâsası ile, Ali Kuşçu'nun husûsî mütalâa ve fikirlerini ihti-vâ eden ve oldukça şöhret kazanan bu şerhe Celâleddin Devvânî bir haşi ye yazmış ve bu haşiye, Mir Sadreddin Şirâzî'nin itirâzlarına uğramıştır 9.
Görüldüğü gibi Ali Kuşçu astronomi sahasında olduğu kadar kelâm saha sında da büyük bir ehemmiyet kazanmış ve bu eserine hâşiyeler de yazıl mıştır 10. Ali Kuşçu, âlimlerden aldığı dersler neticesinde bir tez mâhiye tinde kaleme aldığı bu eserinden başka astronomiye ait ve Ay'ın şekillerini anlatan Hallü'l-Eşkâli'l-Kamer adlı bir risaleyi de kaleme al mıştır.
Ali Kuşçu Kirman'da iken bir müddet kendisinden haber alınmaz ve bu kayboluşu biraz endişe uyandırır. Nihayet kaldığı müddeti kâfî göre rek tekrar Semerkand'a döner Doğruca hocası Uluğ Bey'in huzuruna çıkar ve bunca zaman kendisinden uzak kaldığından ötürü özür diler. Uluğ Bey özürünü kabul eder. Lâkin:
-Bana Kirman'dan ne hediye getirdin diye sorar. Ali Kuşçu:
-Bir risale getirdim ve onda kamerin şekillerini hallettim dediğinde-UluğBey:
-Getir göreyim, hangi noktaları hallettiğini söyleyeyim emrini verir, bunun üzerine Ali Kuşçu ayağa kalkarak eserini baştan sona kadar okur.
Okuduğunu dikkatle takip eden Uluğ Bey, Ali Kuşçu'ya karşı duyduğu takdir "hissini söylemekten çekinmemiştir 11.
Uluğ Bey 1420 yılında kurdurduğu rasadhâne için hiçbir fedâkârlık tan çekinmemiştir. Rasadhânenin müdürlüğünü aynı zamanda da zîcin ta mamlanması vazifesini Semerkand'a davet ettiği riyâzî ilimlerde mahareti olan Kâşânlı' Gıyâseddin Cemşid'e verir. Gıyâseddin Cemşid işe başladık tan kısa bir müddet sonra, 19 Ramazan 832 (22 Haziran 1429)'de vefat eder ve eseri de yarım kalır. Uluğ Bey bunun tamamlanmasını kendisinin hocası olan ve Barthold'un "devrinin Eflâtûn'u" 12 diye bahsettiği Kadızâ-de-i Rûmî'ye havale eder. Uluğ Bey ve Ali Kuşçu'yu yetiştiren bu âlim de yaşının ilerlemesi neticesinde Gıyâseddin Cemşid'den kısa bir müddet sonra vefat eder. Zîcin tamamlanması bu kez de rasadhânenin müdürlüğü-nü yaptığı Ali Kuşçu'ya havale edilir. Zîc ancak Ali Kuşçu'nun çalışmala rı neticesinde tamamlanabilmiştir. Bu zîc İslâm âleminde Zîc-i Uluğ Bey, Zîc-i Gürgânî adıyla şöhret bulmuştur. Barthold bu zîcden bahsederken "Bu eser ortazâmandaki hey'etin en son sözü ve ilmin teleskop îcâd edi linceye kadar erişmiş olduğu enson derecesidir" 13 demektedir.
Başkalarının başlayıp kendisinin bitirdiği eserin başlangıcında Uluğ Bey, Ali Kuşçu'dan sitayişle bahseder. Hattâ ona ferzend-i ercümend tabi rini kullanır. Ona bizim mahremimiz anlamında mahrem-i mast demekte dir 1 4. Bundan da anlaşılacağı üzere Uluğ Bey, Ali Kuşçu'ya bir talebeden ziyâde evlat ve hakîkî dost muamelesi yapmıştır.
Şarkta ve garpta yenisi yapılıncaya kadar hey'et âlimlerinin dâima başvurdukları ve ehemmiyetini asırlarca muhafaza etmiş olan bu eseri bi tirme şerefi Barthold'un "devrinin Batlamyos'u" 15 diye bahsettiği Ali Kuş çu'ya aittir. Ali Kuşçu bu çalışmalarından başka, Çin'e Uluğ Bey tarafın dan gönderilmiş ve bu yolculuğu esnasında bir de eser kaleme almıştır.
Onun Çin seyahatinden hiçbir kaynak bahsetmemektedir. Fakat bu konu da Prof. Z.V. Togan "Uluğ Bey, muavini olan Ali Kuşçu Beyi de sık sık gönderdiği sefaret heyetlerinden biri ile Çin'e göndermişti. Bunu o rasad işlerinde Çin ilminden istifâde etmek maksadıyla yapmış olsa gerektir" 1 6 demektedir. Çinlilerin M.Ö. rasat işleriyle ve takvim hazırlamakla meşgul oldukları bilinmektedir. Ancak 15. yüzyılda Çinlilerdeki rasad çalışmala rının ne derecede olduğu hakkında geniş bir bilgiye rastlayamadık. Uluğ Bey'in Ali Kuşçu'yu Çin'e gönderişinin sebebinin Z.V. Togan'ın dediği gibi rasad işlerinde Çin ilminden istifâde etmek maksadı mı güttüğü, yok sa başka bir iş için mi olduğunu kestirmek mümkün değildir. Ali Kuş çu'nun Çin seyahatinin kaç yılında olduğu hakkında açık bir bilgi mevcut değildir.
Şarkta büyük bir devlet ve maruf tabiriyle bir imparatorluk kuran ve devletini kuvvetli esaslara bağlamak isteyen Uzun Hasan Bey pek mü kemmel bir idare ve askerlik teşkîlâtı vücûda getirdiği sırada, memleke tinde ilim ve fennin yayılmasına da çok ehemmiyet verdiğinden her taraf ta medrese, imâret vesâir hayırlı müesseselerle Tebriz ve diğer şehirleri ihyâ etmekte Irak, İran, Mâverâünnehr ve Türkistan'ın âlim, şâir ve edip lerini davet ile etrafında toplamakta idi 1 7.
Uluğ Bey'in, oğlu Abdullatif tarafından katliyle hâmîsini kaybeden, rasadhânenin mânen ve maddeten yıkıldığını gören Ali Kuşçu, Abdulla tif e duyduğu nefretle Semerkand'dan uzaklaşmak ister. Mirzâlardan Hacc'a gitmek bahanesiyle izin alır. Azerbaycan bölgesine geçerek Teb riz'e gelir. Ali Kuşçu Irak-ı Acem'den tebriz şehrine vâsıl olduğunda ol diyarın pâdişâhı Sultan Uzun Hasan ona çok ikrâmda bulunduktan sonra Sultan Mehmed Hân Gâzi ile aralarını düzeltsin diye elçilik teklifinde bu lundu 1 8.Uzun Hasan, Ali Kuşçu'ya büyük bir hüsnü kabul gösterir ve ya nında alıkoyar.
Uzun Hasan Bey zamanına ait Vekâyi-i Kitâb-ı Diyâr-ı Bekriyye is miyle kaleme alan İranlı Mevlânâ Ebûbekir, yüksek riyaziyatçı olan Mah-mud Can, âlim ve edib Kadı Mesihüddin İsa Savcı, Celal Devvânî ve Ali Kuşçu, İdris-i Bitlisî ile beraber Uzun Hasan Bey sarayının müdavimle-.
rinden bulunuyorlardı 19. Bu arada Ali Kuşçu, arkasında dâima muhafaza ettiği Türk usûlü kıyafetiyle Herat'a kadar giderek şâir ve âlim Molla Câ-mi'yi de ziyaret etmiştir 20. Ali Kuşçu'nun yukarıdaki kayıtta geçen hare keti dikkate değer diğer bir yönünü ortaya koymaktadır.
Uzun Hasan'ın teklif ettiği elçilik vazifesini kabul eden Ali Kuşçu İs tanbul'a hareket eder. Fâtih, Ali Kuşçu gelince onun müspet ilimlerde olan bilgisine ve aklî ilimlerde olduğu kadar naklî ilimlerdeki liyâkatine hayran olur. Ona çok ikrâmda bulunarak İstanbul'da kalmasını rica ve hattâ ısrar eder. Ali Kuşçu, doğu ve batının ünlü âlim ve sanatkârlarını yanında toplamayı arzu eden Fâtih'in bu ricasını kabul eder. Ancak Fâ tih'in bu ricasını elçilik vazifesini tamamladıktan sonra yerine getirilebile ceğini ifâde eder.
Ali Kuşçu elçilik vazîfesini yerine getirdikten sonra her yerde hür metle karşılanarak Tebriz'e döner. Uzun Hasan'dan izin isteyerek İstan bul'a döneceğini söyler. Kabulü üzerine de İstanbul'a hareket eder.
Kaynaklar Uluğ Bey'in ölümünden sonra Hacc'a gitmek bahanesiyle Mirzâlardan izin alan Ali Kuşçu'nun Tebriz'e geldikten sonra burada ne işle uğraştığı hakkında hiçbir bilgi- vermemektedirler. Bu astronomun yaklaşık yirmi iki sene Tebriz'de niçin kaldığı meçhuldür. Uzun Hasan 1300 yıllarında Gazan Han tarafından Tebriz'de inşâ ettirilen rasadhâneyi tekrar canlandırmayı düşünmüş ve Ali Kuşçu'ya da bundan ötürü ihtiyâç duymuş olabilir. Eğer böyle düşünmüş ise bu düşüncesi gerçekleşmemiş ve elçilikle İstanbul'a gönderilen Ali Kuşçu, ilmî faaliyetin Tebriz'den da ha üstün olduğu İstanbul'da kalmayı hükümdarın ısrar ve ricası üzerine kabul etmiştir. Ayrıca Ali Kuşçu'nun Fâtih ile Uzun Hasan arasındaki el çilikte ne gibi vazifeleri yerine getirdiğini, hangi hususlar üzerinde durdu ğunu kaynaklar açık olarak zikretmemektedirler. Eğer bir sulh anlaşması
imzalandı ise bu pek fazla sürmemiş nitekim Fâtih, Uzun Hasan üzerine 878 (1473)'de sefere çıkmıştır. Ali Kuşçu elçilik vazifesini yerine getir dikten sonra pâdişaha olan vaadi üzerine ikiyüz kişiye ulaşan akrâbâ-i ta-allukâtı ile beraber İstanbul'a doğru yola çıktı 2 1. Yolda Fâtih'e gücenip de memleketine dönmekte olan Alâaddin Tûsî'ye rastgelmiştir 22.
Fâtih, Ali Kuşçu'nun yola çıktığını duyunca onu Akkoyunlu Osmanlı sınırında karşılamak için bazı adamlar gönderdi, ayrıca, her konak yeri için de bin akça harc-ı râh ayrılmasını ferman buyurmuştur 23. Aynı mas rafın, Uzun Hasan yanına elçilik vazifesini yerine getirmek üzere dönü şünde de yapıldığı söylenmektedir.
Ali Kuşçu'nun Üsküdar'a geldiği haberi işitilince, Fâtih derhal bir ka dırga donattırarak İstanbul ulemâsından bazılarını onu karşılamaya gön dermiştir, kadırga içinde o zaman İstanbul kadısı bulunan Mevlânâ Hoca-zâde (Muslihiddin Mustafa bin Yûsuf)'de bulunmaktadır. Kadırgaya bindiklerinde medd ve cezir üzerine konuşurlar. Daha sonra söz Timur'un meclisinde Allâme-i Teftezâni ile Seyyid Şerîf Cürcânî'nin yapmış olduk ları tartışmaya gelir. Ali Kuşçu bu münâkaşada Teftezâni tarafına meyi gösterdiğini söyler. Hocazâde de:
-Ben de sizin gibi düşünür idim lâkin, mezkûr bahsi çok dikkatle okudum ve hattâ bunun üzerine bir de hâşiye yazdım. Ben Seyyid Şerîf Cürcânî tarafını tuttum der ve adamlarına yazmış olduğu hâşiye kitabını getirmelerini söyler. Mezkûr bahsi bularak Ali Kuşçu'ya okuması için sunmuştur. İstanbul'a çıktıklarında Ali Kuşçu risaleyi okumuş, Hocazâ-de'yi haklı bulmuş ve onu takdirle karşılamıştır.
Ali Kuşçu ikinci ve son defa İstanbul'a gelişinde Fâtih'e hediye ola rak, daha önceden Farsça kaleme almış olduğu eseri daha da genişletip bazı notlar ilâve ederek Arapça'ya çevirmiş ve Muhammediye adıyla sun muştur. Bu eser Ayasofya Kütüphânesi'nde 3733 numarada kayıtlıdır.
Eserin önsözündeki tarihten Ali Kuşçu'nun İstanbul'a geliş tarihi çıkarıl maktadır. Buna göre Ali Kuşçu eseri Fâtih'e 877 Ramazanı (1472) ortala rında sunmuştur. İstanbul'a geliş tarihi muhtemelen 1472 senesidir.
Fâtih birgün Ali Kuşçu ile konuşurken:
-Hocazâde'yi nasıl buldun? diye sorar. Ali Kuşçu verdiği cevâpta:
-Rûm ve Acem'de naziri yoktur, dedikte Fâtih:
-Arap'ta dahi naziri yoktur, diye övmüştür 24.
Ali Kuşçu, Hocazâde'nin nüfuzuna ve görmüş olduğu iltifata bakarak onunla tam bir anlaşma içinde bulunmuş ve hattâ çift taraflı evlilik dahi tesis etmiştir. Ali Kuşçu, kızını Hocazâde'nin oğluna vermiş, onun kızını da daha önceden Kadızâde'nin oğluna vermiş olduğu kızından doğan to runu Kutbeddin Muhammed'e almıştır. Bu son izdivaçtan Mahmud bin Muhammed 25 (Mirim Çelebi) doğmuştur.
Ali Kuşçu, Fâtih'in 878 (1473)'de Uzun Hasan üzerine açtığı meşhur ve zaferle sona eren sefere bazı âlimlerle beraber davet edilmiştir. Yolda ve boş kaldığı zamanlarda ilmî sohbetlerde Fâtih'in yanında bulunmuştur.
Bu seferde Fâtih'e ithâf olunmak üzere hey'etten Arapça bir eser kaleme almış, bitimi tam Uzun Hasan'a zaferin kazanıldığı güne rastladığından Fethiye adını vermiştir 26. Ali Kuşçu'nun kendi el yazısı ile olan bu eseri Fâtih, Muhammediye adlı eserle birlikte ciltletip kendi kütüphanesine koymuştur.
Fâtih, Uzun Hasan seferinden dönüşte Ali Kuşçu'yu gündeliği ikiyüz akça ile Ayasofya Medresesi'ne müderris tayin etmiş ve Irak-ı Acem'den yanında getirdiği yakınlarının her birine de mansıblar vermiştir 27.
Ali Kuşçu'nun Ayasofya müderrisliğine tayininden önce Sahn-ı Se mân müderrisliğinde bulunduğunu Mükrimin Halil Yinanç'ın notlarına dayanarak İ.H. Uzunçarşılı eserinde 28 zikretmektedir. Bu neticeye de Fâ tih Sultan Mehmed tarafından elli akça yevmiye ile Sahn- Semân medre-
selerinden birisine tayin edilmiş olunan Efdâlzâde Hamidüddin Efendi'ye verilen bir berâta bakarak varmaktadır.
Efdâlzâde 23 Şevvâl 877 (23 Mart 1473)'de Sahn müderrislerinden Alâaddin Ali Kuşçu'nun Ayasofya müderrisliğine nakli üzerine Sahn mü derrisi olmuş ve bir hafta, ongün sonra da evâil-i Zilka'de (1473 Nisan) tarihiyle kendisine bu berât verilmiştir.
Berâtta "...alâü'1-millet-i ve'd-dîn Ali Kuşçu yerine müderris nasb edib sene şeb'a ve seb'îne ve semâne mie Şevvâlinin yirmi üçüncü günün de yevmî elli akça tayin eyledim ve buyurdum ki..." denilmektedir.
Ali Kuşçu'nun Ayasofya müderrisliğinden önce Sahn-ı Semân mü derrisliğinde bulunduğunu Şakâyık tercümesi dâhil hiçbir eser kaydetme-mektedir. Onun gündeliği ikiyüz akça ile Ayasofya Medresesi'ne müder ris olarak tayin edildiği söylenmektedir. Şakâyık tercümesine göre Ali Kuşçu Ayasofya müderrisliğine Uzun Hasan seferinden sonra tayin edil miş olduğundan, Sahn-ı Semân müderrisliğinde bu seferden önce bulun muş olması gerekir.
Ali Kuşçu'nun Ayasofya Medresesi'nde astronomi ve matematiğe ait dersleri İstanbul ulemâsı arasında oldukça rağbet bulur. Fâtih, genç hoca sı Sinan (Hoca) Paşa'dan Ali Kuşçu'nun derslerine devamını ister. O bir sebeple derslerine kendi yerine devamı için talebesinden ve Fâtih'in sara yında husûsî kütüphanesi kâtibi olan ulemâdan Tokatlı Molla (San) Lüt-fi'yi yollar. Molla Lütfi hergün Ayasofya Medresesi'nde öğrendiklerini, o akşam hocası Sinan Paşa'ya tekrar eder. O da böylelikle Ali Kuşcu'dan Molla Lütfi vasıtasıyla ders okumuş olur. Sinan Paşa daha sonra ünlü ast ronom Mirim Çelebi'yi yetiştirmiştir.O, Fâtih'in emriyle Bursalı Kadızâ-de'nin Çagmini'ye yazdığı şerhe haşiyeler de katmıştır 29.
Sinan Paşa'nın Köprülü kütüphanesinde 721 numaralı mecmua için de Arapça üç sayfalık bir riâlesi vardır. Bu risâlede söylendiğine göre Ali Kuşçu, birgün Fâtih'in huzurunda, bir dar açının bir kenarı genişleme yönüne doğru hareket ettirilirse, geniş açı olur ve gene harekete devam edilirse dik açı olmaksızın gene dar açı meydâna gelir" diye bir problem ortaya atmıştır. Pâdişâh bu problemin çözümünü ve açıklamasını Ali Kuş cu'dan sormadan yazmalarını kendi ulemâsına irâde etmiş ve bunun üzeri ne Sinan Paşa, bu küçük risâleyi yazmıştır. Paşa bilmece şeklinde olan bu meseleyi çözmeye uğraşmışsa da asıl dikkate değer taraf pâdişâhın kendi yerli ulemâsı ile Ali Kuşçu arasında adetâ bir yarışma yapmak hevesine düşmüş olmasıdır 30.
Hakikî âlimlerimiz arasında büyük bir hüsn-ü kabul gördüğüne şüp he kalmayan Ali Kuşçu'ya her asırda ve her zamanda bulunan o derecede iyi yetişmemiş bazı zâif bilgili âlimler arasında haset edenler olmuştur ki, memleketine yazdığı bir mektuptan İstanbul'da bu kabîl âlimlerin hasedi ni ve hatta tarizlerini mucip olduğundan şikâyet etmiştir 31.
Riyâziye ve hey'et Fâtih zamanının ulemâsı arasında Ulûm-ı cüz'iye diye sayılırdı ve medreselerde de öylece kabul edilmişti. Böyle adlandırıl masına rağmen bu ilimlerle uğraşılmaktan de geri kalınmamıştır. Fâtih zamanının ulemâsı şer'î ilimler olan fıkıh ve kelâm yanında tabiî ve fizikî ilimlere de alâka göstermişlerdir. Hocazâde'nin Üsküdar'dan İstanbul'a geçerken kadırgada Ali Kuşçu ile medd ve cezir üzerine konuşması ve yi ne Hocazâde'nin, Timur'un huzurunda Allâme-i Teftezâni ve Seyyid Şerif Cürcânî'nin yapmış oldukları tartışma üzerine yazmış olduğu risalesi, Fâ tih'in, hocası Sinan Paşa'dan Ali Kuşçu'nun derslerine devam etmesini is temesi, yine Sinan Paşa'nın Fâtih'in emriyle Kadızâde-i Rûmî'nin Çagmi-ni'ye yazdığı şerhe hâşiyeler yazması, müspet ilimlere olan alâkayı açık bir şekilde göstermektedir. Fâtih'in, Ali Kuşçu'yu İstanbul'a çağırması, onun şer'î ilimler yanında müspet ilimleri de canlandırmaya çalıştığını ifâde etmektedir, niketim A.A. Adıvar eserinde 32 "Matematik ve astrono mi bakımından Osmanlı Türklerinin oldukça parlak çağı, Fâtih zamanın da Türkistan'dan İstanbul'a gelen Alaeddin Ali bin Muhammed Kuşçu ile başlar" demektedir. A. Süheyl Ünver de 33 "Ali Kuşçu ile beraber bize hey'et, riyâziye ve hendese girmiş. İstanbul'da aklî ilimler konuşulan bir ilim muhitinin Fâtih'le beraber kutbu olmuştur" demektedir.
Şüphesiz Ali Kuşçu İstanbul'a gelmeden önce de Osmanlı Devle-ti'nde aklî ilimler üzerinde çalışmalar vardı. Ancak yaygın ve kâfî derece de olduğu pek söylenemez. Buna misâl olarak da Kadızâde-i Rûmî'nin bilgisini genişletmek için Bursa'dan ayrılması, önce Horasan sonra da Se-merkand'a gitmesi gösterilebilir. A. Adıvar'ın da dediği gibi: "O zamanki Doğu dünyâsında kendisine bir isim yapan bu bilgin tahsîlini Horasan ve Türkistan'da tamamladıktan sonra, asıl memleketine dönmüş olsaydı Os manlı ülkesinde müspet ilimlerin daha canlı bir gidiş almış olacağı tah-mîn edilebilirdi. Ama Kadızâde'nin Türkistan'da yetiştirdiği iki öğrencisi sonradan Türkiye'ye gelerek matematik ve astronomi ilmini yaymışlardır.
34 Ali Kuşçu'nun İstanbul'a gelmesi, Türkistan'da sönmeğe yüz tutan müspet ilimlerdeki Türk-İslâm meselesinin Osmanlı ülkesinde yeniden canlanışı demekti. Ancak ondan ölümüne kadar İstanbul'da geçen kısa ömrü zarfında gereği kadar istifâde edilememiştir.
Bunlardan birisi Fethullah Şirvanî, öteki Ali Kuşçu'dur."
Ali Kuşçu, yalnız Ayasofya Medresesi'nde ders vermekle kalmamış bazı faaliyetlerde de bulunmuştur. Fâtih zamanında Semâniye medresele rinin programını Ayvansaraylı Hüseyin Efendi'nin 35 zikrettiği üzere tanzi me memur edilmiş, bu konuda kendisine Molla Hüsrev yardımcı olmuş tur. Tanzîm edilen medrese nizâmnâmelerinin bir kısmı Şerefeddin Yaltkaya tarafından yayınlanmıştır 36. Maalesef bunun tamâmı elde değil dir. Ali Kuşçu tarafından tanzîm edilen bu programın 19. asra kadar de vam edegeldiği Ayvansaraylı tarafından söylenmektedir. Şemedanizâde de "kânunların, kıyafet ve libâsların ekseri bu Ali Kuşçu ile Mahmud Pa şa Fâzıl'ın tarifiyledir" 37 demektedir.
Ali Kuşçu daha önceden Batlamyos tarafından tayin edilmiş olan İs tanbul'un tûl ve arz derecesini yeniden hesaplamıştır. Ancak merkez nok ta olarak nereyi seçmiş olduğu bilinmemekle beraber Ayasofya Medrese si'nde ders verdiğinden Ayasofya kubbesi alemini esas tuttuğu zannedilmektedir. Daha önceden de hesaplandığı gibi arzını 41 olarak doğru bulduğundan yeniden tayin etmemiş lâkin o zamana kadar 60 ola rak hesaplanan tûl derecesini 59 olarak tespit etmiştir. İstanbul'un tûl ve arz derecesinin yeniden tespitinin, Fâtih'in emriyle mi yoksa hesaplarda gördüğü yanlışlık neticesinde kendi keyfiyle mi olduğu katî olarak bilin memektedir.
Ali Kuşçu'nun İstanbul'da Fâtih'de Sıbyan mektebi tarafında bir de basîte (güneş saati) yaptığı söylenmektedir 38.
Ali Kuşçu'nun astronomi ve matematik üzerine yazmış olduğu eser leri medreselerde ders kitabı olarak da okutulmuştur. Bu hususta Kâtip Çelebi eserinde "Meşhur âlim Ali Kuşçu tarafından Fâtih Sultân Mehmed adına te'lîf edilen hesaptan Muhammediye ve hey'etten Fethiye ile yine hey'etten Mahmud bin Ömer Çagmini'nin el-Mülahhas adlı eseriyle bu nun Kadızâde-i Rûmî tarafından yazılmış şehri 15. ve 16. asırlarda med reselerimizde tedrîs edilmiştir" 39 demektedir.
Yalnız astronomi ve matematik üzerine eser yazmakla kalmayan Ali Kuşçu, kelâm ve felsefe alanında da eserler vermiştir. Kâtip Çelebi ese rinde 4 0, felsefeye âit eserinin 16. asır sonlarına kadar medreselerde diğer
bazı âlimlerin eserleriyle beraber okutulduğunu, sonra bazı Şeyhülis lâmların dinî akidelere muhalif olduğundan bahis ile felsefe tedrisâtını men ettirdiklerini ve bunun yerine zâten medreselerde okutulan Hidâye ve Ekmel'i koydurarak, bunun Osmanlı medreselerinin fikrî inkırâzına se bep olduğunu yazmaktadır.
Ali Kuşçu bütün bu çalışmaları yanında şiirle de uğraşmıştır. Kendi sinin Farsça yazdığı bir beyiti elimize geçmiştir. Bu beyitte zamanının şâ irleri gibi kendi sahasında bir incelik göstererek bir teşbih yapmıştır.
Beyit:
Terazi elinde olan bakkalın sûretine hayran oldum Ey müşteri beri gel de Kameri mîzan burcunda gör 41.
Ali Kuşçu'nun iki yıl gibi kısa bir süre kaldığı İstanbul'da gerçekleş tirmiş olduğu belli başlı faaliyetleri bu kadardır.
Vefâtı:
Ali Kuşçu'nun vefât gün ve ayı, torunu Mirim Çelebi'nin Farsça ka leme aldığı bir kıtasından tespit olunmaktadır: "İlim yol göstericisi Mev-lâna Ali Kuşçu Cennet ravzası tarafına gittiği zaman hicrî 879 senesi idi.
Şaban'ın ilk haftasının yedinci Cumartesi günü gitti". Hastalığının olup olmadığı ve vefat sebebi hiçbir eserde kaydedilmemiştir. Buna göre 7 Şa ban 879 Cumartesi günü vefât etmiştir 42. 878 yılında Fâtih'in, Uzun Ha-san'a karşı açtığı sefere bazı âlimler ile birlikte iştirâk ettiğine göre onun herhangi bir kalıcı hastalıktan gittiği düşünülemez. Zîrâ böyle bir şey ba his konusu olsaydı aylarca süren bu sefere katlanamazdı. Ölümü, ânî bir hastalıktan olsa gerektir.
Ayvansaraylı Hüseyin Efendi eserinde 43: "Eyüb Sultan Türbesi hare minde gömülüdür. 1230-1235 senelerine gelinceye dek bâkî idi, sonra kayboldu" dediğine göre 1815-1819 senelerine gelinceye kadar kabri mu hafaza olunmuş fakat daha sonra yerine bir başkası defnolmuştur. Buna göre kabri 173-177 senedir kayıp bulunmaktadır.
Ali Kuşçu İstanbul'a ikinci ve son defa yerleşmek üzere 877 (1472)'de geldiğine göre, bu şehirde iki sene yaşamıştır. Vefâtı büyük bir teessür uyandırdığı için ona tarihler düşürülmüştür.
Tarih:
Rahmet olsun ki fazıl Kuşçu Şehbâzı belâgat eylemiş ol Mürg-ü ruhu ki eyledi pervâz Mürg-ü zarı Cinâne Hak vere yol.
Ölümünden sonra Edirne'de onun nâmına bir mahalle, mescid ve medrese kurulduğu T. Gökbilgin'in eserinde 44 "Meşhur âlim ve riyâziyeci Ali Kuşçu nâmına da Edirne'de bir mahalle kurulmuştur. Bu mahallenin Alaeddin Ali bin Mehmed Kuşçu vakfından mescidi münderis olduğu gi bi Bâdi Ahmed terâcüm kitaplarında musarrah bulunup da mahalleri malûm olmayan medreseler arasında, Ali Kuşçu Medresesi'ni de saymak tadır" diye zikredilmektedir.
Ali Kuşçu'nun Osmanlı Devleti'nde iki sene gibi kısa bir süre kaldığı gözönünde tutulursa, ömrünün ne kadarlık bir kısmını Edirne'de geçirdiği kestirelemez. Belki de o Edirne'de kulunmamış fakat onun nâmına orada bu mescid ve medrese burulmuştur. Torunu Mirim Çelebi'nin emeklili ğinden sonra Edirne'ye yerleşmiş olduğu düşünülürse, onun tarafından bu imâretlerin yaptırılmış olabileceği söylenebilir.
 
Son düzenleme:
eyvallah hocam.
çok güzel olmuş elinize sağlık ama yanlış konuya atmışsınız hocam off topic e atabilirsiniz yine de konunuz başarılı tebrikler (y)
hocam konu bölümü doğru, cevap nitekim şu'dur türk tarihinde önemli yer kaplayan bir insan Türklük tarihine geliyor bu yüzden off topic (genelleme'den) yana değilim. fakat isterseniz yine admine danışırım. hatam varsa affola. yorumun için teşekkürler. ❤️
 

Speedy Gonzales

Katılımcı Üye
12 Kas 2021
634
296
in every technology system
Ali Kuşçu kimdir?
İlgi alanları / eserleri / çalışmaları nelerdir?
Hangi tarihlerde
yaşadı öldü defnedildi?

Türk tarihine geçmesindeki ana etken nedir?
ve son olarak hayatı?

Fotoğrafı temsili;
20220826193157%21Ali_kuscu.jpg


Ali Kuşçu'nun hayatı, faaliyetleri ve eserlerinden, Türk-İslâm âlemindeki ilmî gelişmeler hakkında kısa ve fakat özlü bilgi vermenin faydalı olacağı kanaatindeyim.


Ali Kuşçu kimdir;
Ali Kuşçu (Özbekçe: Ali Qushchi Samarqandiy) veya asıl adıyla Ali bin Muhammed (1403, Semerkand - 16 Aralık 1474, İstanbul), Timur İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşamış olan astronom, matematikçi, fizikçi, filozof ve dil bilimcidir. En önemli tanınma nedeni Ay'ın ilk haritasını çıkaran âlim olmasıdır.

Ali Kuşçu'nun eserleri(ilgi alanları) ve çalışmaları;
Astronomi, matematik, dil ve kelam alanlarında pek çok öğrenci yetiştiren Ali Kuşçu, İstanbul'un enlem ve boylamını ölçtü, dünyanın eğikliğini, ayın evrelerini hesapladı ve çeşitli güneş saatleri yaptı.

doğum, ölüm ve mezarlığı;
Doğum: 1403, Semerkand, Özbekistan
Ölüm tarihi ve yeri: 16 Aralık 1474, İstanbul
Defnedildiği yer: Eyüp Sultan Türbesi


2560px-Ali_Ku%C5%9F%C3%A7u%27nun_Mezar_Ta%C5%9F%C4%B1_%28genel_g%C3%B6r%C3%BCn%C3%BCm%29.jpg


Yazdığı kitaplar;
Kitaplar: Bir dilci olarak Ali Kuşçu ve Risâle fî'l-istiʻâre'si

images


Hayatı PDF kaynak;

DergiPark

Hayatı;
Daha Timur zamanında ilim adamlarının Semerkand'a gelmeleri ve buradaki İlmî faaliyetleri canlandırmaları ile başlayan, Şahruh zamanında ise merkezin Herat'a taşınması ile devam eden ilmî cereyan, Uluğ Bey'in tahta geçişiyle tekrar Semerkand'da devam etmiş, bu âlim hükümdarın ilim adamlarını muhafazası ve ilmî müesseseler teşekkül ettirmesi netice sinde Semerkand doğudaki son ilim merkezi olma hüviyetini kazanmıştır.
Ali Kuşçu'nun doğum tarihi ve yeri kesin olarak bilinmemekle bera ber 15. yüzyıl başlarında Semerkand yahut o civarda doğmuş olduğu söy lenebilir. Dînî ve iptidaî tahsilini Semerkand'da yaptığı gözönünde tutu lursa doğum yerinin Semerkand olabileceği görüşü ağırlık kazanmaktadır. Pederi Muhammed, Uluğ Bey'in doğancıbaşısı olduğun dan lakabları Kuşçu olmuştur 7.
Semerkand'da iptidaî ve dînî tahsilini yaptıktan sonra Bursalı Kadı-zâde-i Rûmî'den ve Uluğ bey'in kendisinden matematik ve astronomi tah-sîl etmiştir. Uluğ Bey, ya doğrudan doğruya pederinden veyahut hocası Kadızâde-i Rûmî'den Ali Kuşçu'yu tanıyarak, o da Ali Kuşçu'ya ders ve rir ki, böylece hocaları arasına Uluğ Bey de girmiş olur.
Öğrenmeye karşı olan azmini bir türlü tatmîn edemeyen Ali Kuşçu, gerek Uluğ Bey'den ve gerek Kadızâde-i Rûmî'den izin alamayacağım korkusu ile veya bizim sana öğrettiklerimiz yetmedi mi hissini uyandır mamak azmiyle habersizce Kirman'a gider. Burada mahallî ulemânın derslerine çok zaman devam eder 8. Ali Kuşçu'nun Kirman'a gidişi naklî ilimlerdeki bilgisini genişletmek için olsa gerektir. Çünkü o devirde Kir-man'da ne rasadhane ne de astronomi ilmi üzerine çalışan ünlü bir âlim vardır. Kanaatimizce Kirman'a gidişi Şer'î ilimlerdeki bilgisini artırmak için olmuştur.
Ali Kuşçu Kirman'da kaldığı zaman zarfında şöhretini işittiği âlim lerden meşhur Nâsırüddin-i Tûsî'nin daha önce yazılmış Tecridü'l-Kelâm adlı kelâma ait eserini okur ve bunun üzerine kendisini Şârih-i Tecrid di ye şöhretlendiren Şerh-i Tecrid adlı eserini kaleme alır. Ali Kuşçu'nun Nâsırüddin-i Tûsî'nin Tecridü'l-Kelâm'ına yazdığı şerh -ki talebe arasında Şerh-i Cedîd nâmı ile meşhur idi- vardır ki, bu eserini Kirman'da Ebû Sâ-id. Hân'a ithaf eylemiştir. (Üniver. kütüp. nr. 82016). Evvelki şerhlerin münderecâtı hulâsası ile, Ali Kuşçu'nun husûsî mütalâa ve fikirlerini ihti-vâ eden ve oldukça şöhret kazanan bu şerhe Celâleddin Devvânî bir haşi ye yazmış ve bu haşiye, Mir Sadreddin Şirâzî'nin itirâzlarına uğramıştır 9.
Görüldüğü gibi Ali Kuşçu astronomi sahasında olduğu kadar kelâm saha sında da büyük bir ehemmiyet kazanmış ve bu eserine hâşiyeler de yazıl mıştır 10. Ali Kuşçu, âlimlerden aldığı dersler neticesinde bir tez mâhiye tinde kaleme aldığı bu eserinden başka astronomiye ait ve Ay'ın şekillerini anlatan Hallü'l-Eşkâli'l-Kamer adlı bir risaleyi de kaleme al mıştır.
Ali Kuşçu Kirman'da iken bir müddet kendisinden haber alınmaz ve bu kayboluşu biraz endişe uyandırır. Nihayet kaldığı müddeti kâfî göre rek tekrar Semerkand'a döner Doğruca hocası Uluğ Bey'in huzuruna çıkar ve bunca zaman kendisinden uzak kaldığından ötürü özür diler. Uluğ Bey özürünü kabul eder. Lâkin:
-Bana Kirman'dan ne hediye getirdin diye sorar. Ali Kuşçu:
-Bir risale getirdim ve onda kamerin şekillerini hallettim dediğinde-UluğBey:
-Getir göreyim, hangi noktaları hallettiğini söyleyeyim emrini verir, bunun üzerine Ali Kuşçu ayağa kalkarak eserini baştan sona kadar okur.
Okuduğunu dikkatle takip eden Uluğ Bey, Ali Kuşçu'ya karşı duyduğu takdir "hissini söylemekten çekinmemiştir 11.
Uluğ Bey 1420 yılında kurdurduğu rasadhâne için hiçbir fedâkârlık tan çekinmemiştir. Rasadhânenin müdürlüğünü aynı zamanda da zîcin ta mamlanması vazifesini Semerkand'a davet ettiği riyâzî ilimlerde mahareti olan Kâşânlı' Gıyâseddin Cemşid'e verir. Gıyâseddin Cemşid işe başladık tan kısa bir müddet sonra, 19 Ramazan 832 (22 Haziran 1429)'de vefat eder ve eseri de yarım kalır. Uluğ Bey bunun tamamlanmasını kendisinin hocası olan ve Barthold'un "devrinin Eflâtûn'u" 12 diye bahsettiği Kadızâ-de-i Rûmî'ye havale eder. Uluğ Bey ve Ali Kuşçu'yu yetiştiren bu âlim de yaşının ilerlemesi neticesinde Gıyâseddin Cemşid'den kısa bir müddet sonra vefat eder. Zîcin tamamlanması bu kez de rasadhânenin müdürlüğü-nü yaptığı Ali Kuşçu'ya havale edilir. Zîc ancak Ali Kuşçu'nun çalışmala rı neticesinde tamamlanabilmiştir. Bu zîc İslâm âleminde Zîc-i Uluğ Bey, Zîc-i Gürgânî adıyla şöhret bulmuştur. Barthold bu zîcden bahsederken "Bu eser ortazâmandaki hey'etin en son sözü ve ilmin teleskop îcâd edi linceye kadar erişmiş olduğu enson derecesidir" 13 demektedir.
Başkalarının başlayıp kendisinin bitirdiği eserin başlangıcında Uluğ Bey, Ali Kuşçu'dan sitayişle bahseder. Hattâ ona ferzend-i ercümend tabi rini kullanır. Ona bizim mahremimiz anlamında mahrem-i mast demekte dir 1 4. Bundan da anlaşılacağı üzere Uluğ Bey, Ali Kuşçu'ya bir talebeden ziyâde evlat ve hakîkî dost muamelesi yapmıştır.
Şarkta ve garpta yenisi yapılıncaya kadar hey'et âlimlerinin dâima başvurdukları ve ehemmiyetini asırlarca muhafaza etmiş olan bu eseri bi tirme şerefi Barthold'un "devrinin Batlamyos'u" 15 diye bahsettiği Ali Kuş çu'ya aittir. Ali Kuşçu bu çalışmalarından başka, Çin'e Uluğ Bey tarafın dan gönderilmiş ve bu yolculuğu esnasında bir de eser kaleme almıştır.
Onun Çin seyahatinden hiçbir kaynak bahsetmemektedir. Fakat bu konu da Prof. Z.V. Togan "Uluğ Bey, muavini olan Ali Kuşçu Beyi de sık sık gönderdiği sefaret heyetlerinden biri ile Çin'e göndermişti. Bunu o rasad işlerinde Çin ilminden istifâde etmek maksadıyla yapmış olsa gerektir" 1 6 demektedir. Çinlilerin M.Ö. rasat işleriyle ve takvim hazırlamakla meşgul oldukları bilinmektedir. Ancak 15. yüzyılda Çinlilerdeki rasad çalışmala rının ne derecede olduğu hakkında geniş bir bilgiye rastlayamadık. Uluğ Bey'in Ali Kuşçu'yu Çin'e gönderişinin sebebinin Z.V. Togan'ın dediği gibi rasad işlerinde Çin ilminden istifâde etmek maksadı mı güttüğü, yok sa başka bir iş için mi olduğunu kestirmek mümkün değildir. Ali Kuş çu'nun Çin seyahatinin kaç yılında olduğu hakkında açık bir bilgi mevcut değildir.
Şarkta büyük bir devlet ve maruf tabiriyle bir imparatorluk kuran ve devletini kuvvetli esaslara bağlamak isteyen Uzun Hasan Bey pek mü kemmel bir idare ve askerlik teşkîlâtı vücûda getirdiği sırada, memleke tinde ilim ve fennin yayılmasına da çok ehemmiyet verdiğinden her taraf ta medrese, imâret vesâir hayırlı müesseselerle Tebriz ve diğer şehirleri ihyâ etmekte Irak, İran, Mâverâünnehr ve Türkistan'ın âlim, şâir ve edip lerini davet ile etrafında toplamakta idi 1 7.
Uluğ Bey'in, oğlu Abdullatif tarafından katliyle hâmîsini kaybeden, rasadhânenin mânen ve maddeten yıkıldığını gören Ali Kuşçu, Abdulla tif e duyduğu nefretle Semerkand'dan uzaklaşmak ister. Mirzâlardan Hacc'a gitmek bahanesiyle izin alır. Azerbaycan bölgesine geçerek Teb riz'e gelir. Ali Kuşçu Irak-ı Acem'den tebriz şehrine vâsıl olduğunda ol diyarın pâdişâhı Sultan Uzun Hasan ona çok ikrâmda bulunduktan sonra Sultan Mehmed Hân Gâzi ile aralarını düzeltsin diye elçilik teklifinde bu lundu 1 8.Uzun Hasan, Ali Kuşçu'ya büyük bir hüsnü kabul gösterir ve ya nında alıkoyar.
Uzun Hasan Bey zamanına ait Vekâyi-i Kitâb-ı Diyâr-ı Bekriyye is miyle kaleme alan İranlı Mevlânâ Ebûbekir, yüksek riyaziyatçı olan Mah-mud Can, âlim ve edib Kadı Mesihüddin İsa Savcı, Celal Devvânî ve Ali Kuşçu, İdris-i Bitlisî ile beraber Uzun Hasan Bey sarayının müdavimle-.
rinden bulunuyorlardı 19. Bu arada Ali Kuşçu, arkasında dâima muhafaza ettiği Türk usûlü kıyafetiyle Herat'a kadar giderek şâir ve âlim Molla Câ-mi'yi de ziyaret etmiştir 20. Ali Kuşçu'nun yukarıdaki kayıtta geçen hare keti dikkate değer diğer bir yönünü ortaya koymaktadır.
Uzun Hasan'ın teklif ettiği elçilik vazifesini kabul eden Ali Kuşçu İs tanbul'a hareket eder. Fâtih, Ali Kuşçu gelince onun müspet ilimlerde olan bilgisine ve aklî ilimlerde olduğu kadar naklî ilimlerdeki liyâkatine hayran olur. Ona çok ikrâmda bulunarak İstanbul'da kalmasını rica ve hattâ ısrar eder. Ali Kuşçu, doğu ve batının ünlü âlim ve sanatkârlarını yanında toplamayı arzu eden Fâtih'in bu ricasını kabul eder. Ancak Fâ tih'in bu ricasını elçilik vazifesini tamamladıktan sonra yerine getirilebile ceğini ifâde eder.
Ali Kuşçu elçilik vazîfesini yerine getirdikten sonra her yerde hür metle karşılanarak Tebriz'e döner. Uzun Hasan'dan izin isteyerek İstan bul'a döneceğini söyler. Kabulü üzerine de İstanbul'a hareket eder.
Kaynaklar Uluğ Bey'in ölümünden sonra Hacc'a gitmek bahanesiyle Mirzâlardan izin alan Ali Kuşçu'nun Tebriz'e geldikten sonra burada ne işle uğraştığı hakkında hiçbir bilgi- vermemektedirler. Bu astronomun yaklaşık yirmi iki sene Tebriz'de niçin kaldığı meçhuldür. Uzun Hasan 1300 yıllarında Gazan Han tarafından Tebriz'de inşâ ettirilen rasadhâneyi tekrar canlandırmayı düşünmüş ve Ali Kuşçu'ya da bundan ötürü ihtiyâç duymuş olabilir. Eğer böyle düşünmüş ise bu düşüncesi gerçekleşmemiş ve elçilikle İstanbul'a gönderilen Ali Kuşçu, ilmî faaliyetin Tebriz'den da ha üstün olduğu İstanbul'da kalmayı hükümdarın ısrar ve ricası üzerine kabul etmiştir. Ayrıca Ali Kuşçu'nun Fâtih ile Uzun Hasan arasındaki el çilikte ne gibi vazifeleri yerine getirdiğini, hangi hususlar üzerinde durdu ğunu kaynaklar açık olarak zikretmemektedirler. Eğer bir sulh anlaşması
imzalandı ise bu pek fazla sürmemiş nitekim Fâtih, Uzun Hasan üzerine 878 (1473)'de sefere çıkmıştır. Ali Kuşçu elçilik vazifesini yerine getir dikten sonra pâdişaha olan vaadi üzerine ikiyüz kişiye ulaşan akrâbâ-i ta-allukâtı ile beraber İstanbul'a doğru yola çıktı 2 1. Yolda Fâtih'e gücenip de memleketine dönmekte olan Alâaddin Tûsî'ye rastgelmiştir 22.
Fâtih, Ali Kuşçu'nun yola çıktığını duyunca onu Akkoyunlu Osmanlı sınırında karşılamak için bazı adamlar gönderdi, ayrıca, her konak yeri için de bin akça harc-ı râh ayrılmasını ferman buyurmuştur 23. Aynı mas rafın, Uzun Hasan yanına elçilik vazifesini yerine getirmek üzere dönü şünde de yapıldığı söylenmektedir.
Ali Kuşçu'nun Üsküdar'a geldiği haberi işitilince, Fâtih derhal bir ka dırga donattırarak İstanbul ulemâsından bazılarını onu karşılamaya gön dermiştir, kadırga içinde o zaman İstanbul kadısı bulunan Mevlânâ Hoca-zâde (Muslihiddin Mustafa bin Yûsuf)'de bulunmaktadır. Kadırgaya bindiklerinde medd ve cezir üzerine konuşurlar. Daha sonra söz Timur'un meclisinde Allâme-i Teftezâni ile Seyyid Şerîf Cürcânî'nin yapmış olduk ları tartışmaya gelir. Ali Kuşçu bu münâkaşada Teftezâni tarafına meyi gösterdiğini söyler. Hocazâde de:
-Ben de sizin gibi düşünür idim lâkin, mezkûr bahsi çok dikkatle okudum ve hattâ bunun üzerine bir de hâşiye yazdım. Ben Seyyid Şerîf Cürcânî tarafını tuttum der ve adamlarına yazmış olduğu hâşiye kitabını getirmelerini söyler. Mezkûr bahsi bularak Ali Kuşçu'ya okuması için sunmuştur. İstanbul'a çıktıklarında Ali Kuşçu risaleyi okumuş, Hocazâ-de'yi haklı bulmuş ve onu takdirle karşılamıştır.
Ali Kuşçu ikinci ve son defa İstanbul'a gelişinde Fâtih'e hediye ola rak, daha önceden Farsça kaleme almış olduğu eseri daha da genişletip bazı notlar ilâve ederek Arapça'ya çevirmiş ve Muhammediye adıyla sun muştur. Bu eser Ayasofya Kütüphânesi'nde 3733 numarada kayıtlıdır.
Eserin önsözündeki tarihten Ali Kuşçu'nun İstanbul'a geliş tarihi çıkarıl maktadır. Buna göre Ali Kuşçu eseri Fâtih'e 877 Ramazanı (1472) ortala rında sunmuştur. İstanbul'a geliş tarihi muhtemelen 1472 senesidir.
Fâtih birgün Ali Kuşçu ile konuşurken:
-Hocazâde'yi nasıl buldun? diye sorar. Ali Kuşçu verdiği cevâpta:
-Rûm ve Acem'de naziri yoktur, dedikte Fâtih:
-Arap'ta dahi naziri yoktur, diye övmüştür 24.
Ali Kuşçu, Hocazâde'nin nüfuzuna ve görmüş olduğu iltifata bakarak onunla tam bir anlaşma içinde bulunmuş ve hattâ çift taraflı evlilik dahi tesis etmiştir. Ali Kuşçu, kızını Hocazâde'nin oğluna vermiş, onun kızını da daha önceden Kadızâde'nin oğluna vermiş olduğu kızından doğan to runu Kutbeddin Muhammed'e almıştır. Bu son izdivaçtan Mahmud bin Muhammed 25 (Mirim Çelebi) doğmuştur.
Ali Kuşçu, Fâtih'in 878 (1473)'de Uzun Hasan üzerine açtığı meşhur ve zaferle sona eren sefere bazı âlimlerle beraber davet edilmiştir. Yolda ve boş kaldığı zamanlarda ilmî sohbetlerde Fâtih'in yanında bulunmuştur.
Bu seferde Fâtih'e ithâf olunmak üzere hey'etten Arapça bir eser kaleme almış, bitimi tam Uzun Hasan'a zaferin kazanıldığı güne rastladığından Fethiye adını vermiştir 26. Ali Kuşçu'nun kendi el yazısı ile olan bu eseri Fâtih, Muhammediye adlı eserle birlikte ciltletip kendi kütüphanesine koymuştur.
Fâtih, Uzun Hasan seferinden dönüşte Ali Kuşçu'yu gündeliği ikiyüz akça ile Ayasofya Medresesi'ne müderris tayin etmiş ve Irak-ı Acem'den yanında getirdiği yakınlarının her birine de mansıblar vermiştir 27.
Ali Kuşçu'nun Ayasofya müderrisliğine tayininden önce Sahn-ı Se mân müderrisliğinde bulunduğunu Mükrimin Halil Yinanç'ın notlarına dayanarak İ.H. Uzunçarşılı eserinde 28 zikretmektedir. Bu neticeye de Fâ tih Sultan Mehmed tarafından elli akça yevmiye ile Sahn- Semân medre-
selerinden birisine tayin edilmiş olunan Efdâlzâde Hamidüddin Efendi'ye verilen bir berâta bakarak varmaktadır.
Efdâlzâde 23 Şevvâl 877 (23 Mart 1473)'de Sahn müderrislerinden Alâaddin Ali Kuşçu'nun Ayasofya müderrisliğine nakli üzerine Sahn mü derrisi olmuş ve bir hafta, ongün sonra da evâil-i Zilka'de (1473 Nisan) tarihiyle kendisine bu berât verilmiştir.
Berâtta "...alâü'1-millet-i ve'd-dîn Ali Kuşçu yerine müderris nasb edib sene şeb'a ve seb'îne ve semâne mie Şevvâlinin yirmi üçüncü günün de yevmî elli akça tayin eyledim ve buyurdum ki..." denilmektedir.
Ali Kuşçu'nun Ayasofya müderrisliğinden önce Sahn-ı Semân mü derrisliğinde bulunduğunu Şakâyık tercümesi dâhil hiçbir eser kaydetme-mektedir. Onun gündeliği ikiyüz akça ile Ayasofya Medresesi'ne müder ris olarak tayin edildiği söylenmektedir. Şakâyık tercümesine göre Ali Kuşçu Ayasofya müderrisliğine Uzun Hasan seferinden sonra tayin edil miş olduğundan, Sahn-ı Semân müderrisliğinde bu seferden önce bulun muş olması gerekir.
Ali Kuşçu'nun Ayasofya Medresesi'nde astronomi ve matematiğe ait dersleri İstanbul ulemâsı arasında oldukça rağbet bulur. Fâtih, genç hoca sı Sinan (Hoca) Paşa'dan Ali Kuşçu'nun derslerine devamını ister. O bir sebeple derslerine kendi yerine devamı için talebesinden ve Fâtih'in sara yında husûsî kütüphanesi kâtibi olan ulemâdan Tokatlı Molla (San) Lüt-fi'yi yollar. Molla Lütfi hergün Ayasofya Medresesi'nde öğrendiklerini, o akşam hocası Sinan Paşa'ya tekrar eder. O da böylelikle Ali Kuşcu'dan Molla Lütfi vasıtasıyla ders okumuş olur. Sinan Paşa daha sonra ünlü ast ronom Mirim Çelebi'yi yetiştirmiştir.O, Fâtih'in emriyle Bursalı Kadızâ-de'nin Çagmini'ye yazdığı şerhe haşiyeler de katmıştır 29.
Sinan Paşa'nın Köprülü kütüphanesinde 721 numaralı mecmua için de Arapça üç sayfalık bir riâlesi vardır. Bu risâlede söylendiğine göre Ali Kuşçu, birgün Fâtih'in huzurunda, bir dar açının bir kenarı genişleme yönüne doğru hareket ettirilirse, geniş açı olur ve gene harekete devam edilirse dik açı olmaksızın gene dar açı meydâna gelir" diye bir problem ortaya atmıştır. Pâdişâh bu problemin çözümünü ve açıklamasını Ali Kuş cu'dan sormadan yazmalarını kendi ulemâsına irâde etmiş ve bunun üzeri ne Sinan Paşa, bu küçük risâleyi yazmıştır. Paşa bilmece şeklinde olan bu meseleyi çözmeye uğraşmışsa da asıl dikkate değer taraf pâdişâhın kendi yerli ulemâsı ile Ali Kuşçu arasında adetâ bir yarışma yapmak hevesine düşmüş olmasıdır 30.
Hakikî âlimlerimiz arasında büyük bir hüsn-ü kabul gördüğüne şüp he kalmayan Ali Kuşçu'ya her asırda ve her zamanda bulunan o derecede iyi yetişmemiş bazı zâif bilgili âlimler arasında haset edenler olmuştur ki, memleketine yazdığı bir mektuptan İstanbul'da bu kabîl âlimlerin hasedi ni ve hatta tarizlerini mucip olduğundan şikâyet etmiştir 31.
Riyâziye ve hey'et Fâtih zamanının ulemâsı arasında Ulûm-ı cüz'iye diye sayılırdı ve medreselerde de öylece kabul edilmişti. Böyle adlandırıl masına rağmen bu ilimlerle uğraşılmaktan de geri kalınmamıştır. Fâtih zamanının ulemâsı şer'î ilimler olan fıkıh ve kelâm yanında tabiî ve fizikî ilimlere de alâka göstermişlerdir. Hocazâde'nin Üsküdar'dan İstanbul'a geçerken kadırgada Ali Kuşçu ile medd ve cezir üzerine konuşması ve yi ne Hocazâde'nin, Timur'un huzurunda Allâme-i Teftezâni ve Seyyid Şerif Cürcânî'nin yapmış oldukları tartışma üzerine yazmış olduğu risalesi, Fâ tih'in, hocası Sinan Paşa'dan Ali Kuşçu'nun derslerine devam etmesini is temesi, yine Sinan Paşa'nın Fâtih'in emriyle Kadızâde-i Rûmî'nin Çagmi-ni'ye yazdığı şerhe hâşiyeler yazması, müspet ilimlere olan alâkayı açık bir şekilde göstermektedir. Fâtih'in, Ali Kuşçu'yu İstanbul'a çağırması, onun şer'î ilimler yanında müspet ilimleri de canlandırmaya çalıştığını ifâde etmektedir, niketim A.A. Adıvar eserinde 32 "Matematik ve astrono mi bakımından Osmanlı Türklerinin oldukça parlak çağı, Fâtih zamanın da Türkistan'dan İstanbul'a gelen Alaeddin Ali bin Muhammed Kuşçu ile başlar" demektedir. A. Süheyl Ünver de 33 "Ali Kuşçu ile beraber bize hey'et, riyâziye ve hendese girmiş. İstanbul'da aklî ilimler konuşulan bir ilim muhitinin Fâtih'le beraber kutbu olmuştur" demektedir.
Şüphesiz Ali Kuşçu İstanbul'a gelmeden önce de Osmanlı Devle-ti'nde aklî ilimler üzerinde çalışmalar vardı. Ancak yaygın ve kâfî derece de olduğu pek söylenemez. Buna misâl olarak da Kadızâde-i Rûmî'nin bilgisini genişletmek için Bursa'dan ayrılması, önce Horasan sonra da Se-merkand'a gitmesi gösterilebilir. A. Adıvar'ın da dediği gibi: "O zamanki Doğu dünyâsında kendisine bir isim yapan bu bilgin tahsîlini Horasan ve Türkistan'da tamamladıktan sonra, asıl memleketine dönmüş olsaydı Os manlı ülkesinde müspet ilimlerin daha canlı bir gidiş almış olacağı tah-mîn edilebilirdi. Ama Kadızâde'nin Türkistan'da yetiştirdiği iki öğrencisi sonradan Türkiye'ye gelerek matematik ve astronomi ilmini yaymışlardır.
34 Ali Kuşçu'nun İstanbul'a gelmesi, Türkistan'da sönmeğe yüz tutan müspet ilimlerdeki Türk-İslâm meselesinin Osmanlı ülkesinde yeniden canlanışı demekti. Ancak ondan ölümüne kadar İstanbul'da geçen kısa ömrü zarfında gereği kadar istifâde edilememiştir.
Bunlardan birisi Fethullah Şirvanî, öteki Ali Kuşçu'dur."
Ali Kuşçu, yalnız Ayasofya Medresesi'nde ders vermekle kalmamış bazı faaliyetlerde de bulunmuştur. Fâtih zamanında Semâniye medresele rinin programını Ayvansaraylı Hüseyin Efendi'nin 35 zikrettiği üzere tanzi me memur edilmiş, bu konuda kendisine Molla Hüsrev yardımcı olmuş tur. Tanzîm edilen medrese nizâmnâmelerinin bir kısmı Şerefeddin Yaltkaya tarafından yayınlanmıştır 36. Maalesef bunun tamâmı elde değil dir. Ali Kuşçu tarafından tanzîm edilen bu programın 19. asra kadar de vam edegeldiği Ayvansaraylı tarafından söylenmektedir. Şemedanizâde de "kânunların, kıyafet ve libâsların ekseri bu Ali Kuşçu ile Mahmud Pa şa Fâzıl'ın tarifiyledir" 37 demektedir.
Ali Kuşçu daha önceden Batlamyos tarafından tayin edilmiş olan İs tanbul'un tûl ve arz derecesini yeniden hesaplamıştır. Ancak merkez nok ta olarak nereyi seçmiş olduğu bilinmemekle beraber Ayasofya Medrese si'nde ders verdiğinden Ayasofya kubbesi alemini esas tuttuğu zannedilmektedir. Daha önceden de hesaplandığı gibi arzını 41 olarak doğru bulduğundan yeniden tayin etmemiş lâkin o zamana kadar 60 ola rak hesaplanan tûl derecesini 59 olarak tespit etmiştir. İstanbul'un tûl ve arz derecesinin yeniden tespitinin, Fâtih'in emriyle mi yoksa hesaplarda gördüğü yanlışlık neticesinde kendi keyfiyle mi olduğu katî olarak bilin memektedir.
Ali Kuşçu'nun İstanbul'da Fâtih'de Sıbyan mektebi tarafında bir de basîte (güneş saati) yaptığı söylenmektedir 38.
Ali Kuşçu'nun astronomi ve matematik üzerine yazmış olduğu eser leri medreselerde ders kitabı olarak da okutulmuştur. Bu hususta Kâtip Çelebi eserinde "Meşhur âlim Ali Kuşçu tarafından Fâtih Sultân Mehmed adına te'lîf edilen hesaptan Muhammediye ve hey'etten Fethiye ile yine hey'etten Mahmud bin Ömer Çagmini'nin el-Mülahhas adlı eseriyle bu nun Kadızâde-i Rûmî tarafından yazılmış şehri 15. ve 16. asırlarda med reselerimizde tedrîs edilmiştir" 39 demektedir.
Yalnız astronomi ve matematik üzerine eser yazmakla kalmayan Ali Kuşçu, kelâm ve felsefe alanında da eserler vermiştir. Kâtip Çelebi ese rinde 4 0, felsefeye âit eserinin 16. asır sonlarına kadar medreselerde diğer
bazı âlimlerin eserleriyle beraber okutulduğunu, sonra bazı Şeyhülis lâmların dinî akidelere muhalif olduğundan bahis ile felsefe tedrisâtını men ettirdiklerini ve bunun yerine zâten medreselerde okutulan Hidâye ve Ekmel'i koydurarak, bunun Osmanlı medreselerinin fikrî inkırâzına se bep olduğunu yazmaktadır.
Ali Kuşçu bütün bu çalışmaları yanında şiirle de uğraşmıştır. Kendi sinin Farsça yazdığı bir beyiti elimize geçmiştir. Bu beyitte zamanının şâ irleri gibi kendi sahasında bir incelik göstererek bir teşbih yapmıştır.
Beyit:
Terazi elinde olan bakkalın sûretine hayran oldum Ey müşteri beri gel de Kameri mîzan burcunda gör 41.
Ali Kuşçu'nun iki yıl gibi kısa bir süre kaldığı İstanbul'da gerçekleş tirmiş olduğu belli başlı faaliyetleri bu kadardır.
Vefâtı:
Ali Kuşçu'nun vefât gün ve ayı, torunu Mirim Çelebi'nin Farsça ka leme aldığı bir kıtasından tespit olunmaktadır: "İlim yol göstericisi Mev-lâna Ali Kuşçu Cennet ravzası tarafına gittiği zaman hicrî 879 senesi idi.
Şaban'ın ilk haftasının yedinci Cumartesi günü gitti". Hastalığının olup olmadığı ve vefat sebebi hiçbir eserde kaydedilmemiştir. Buna göre 7 Şa ban 879 Cumartesi günü vefât etmiştir 42. 878 yılında Fâtih'in, Uzun Ha-san'a karşı açtığı sefere bazı âlimler ile birlikte iştirâk ettiğine göre onun herhangi bir kalıcı hastalıktan gittiği düşünülemez. Zîrâ böyle bir şey ba his konusu olsaydı aylarca süren bu sefere katlanamazdı. Ölümü, ânî bir hastalıktan olsa gerektir.
Ayvansaraylı Hüseyin Efendi eserinde 43: "Eyüb Sultan Türbesi hare minde gömülüdür. 1230-1235 senelerine gelinceye dek bâkî idi, sonra kayboldu" dediğine göre 1815-1819 senelerine gelinceye kadar kabri mu hafaza olunmuş fakat daha sonra yerine bir başkası defnolmuştur. Buna göre kabri 173-177 senedir kayıp bulunmaktadır.
Ali Kuşçu İstanbul'a ikinci ve son defa yerleşmek üzere 877 (1472)'de geldiğine göre, bu şehirde iki sene yaşamıştır. Vefâtı büyük bir teessür uyandırdığı için ona tarihler düşürülmüştür.
Tarih:
Rahmet olsun ki fazıl Kuşçu Şehbâzı belâgat eylemiş ol Mürg-ü ruhu ki eyledi pervâz Mürg-ü zarı Cinâne Hak vere yol.
Ölümünden sonra Edirne'de onun nâmına bir mahalle, mescid ve medrese kurulduğu T. Gökbilgin'in eserinde 44 "Meşhur âlim ve riyâziyeci Ali Kuşçu nâmına da Edirne'de bir mahalle kurulmuştur. Bu mahallenin Alaeddin Ali bin Mehmed Kuşçu vakfından mescidi münderis olduğu gi bi Bâdi Ahmed terâcüm kitaplarında musarrah bulunup da mahalleri malûm olmayan medreseler arasında, Ali Kuşçu Medresesi'ni de saymak tadır" diye zikredilmektedir.
Ali Kuşçu'nun Osmanlı Devleti'nde iki sene gibi kısa bir süre kaldığı gözönünde tutulursa, ömrünün ne kadarlık bir kısmını Edirne'de geçirdiği kestirelemez. Belki de o Edirne'de kulunmamış fakat onun nâmına orada bu mescid ve medrese burulmuştur. Torunu Mirim Çelebi'nin emeklili ğinden sonra Edirne'ye yerleşmiş olduğu düşünülürse, onun tarafından bu imâretlerin yaptırılmış olabileceği söylenebilir.
eline saglık paragraf yazarken bölümlere ayırıp bıraz renk bırazda boyutlandırma yapsaydın daha güzel olurdu :)
 

drjacob

Uzman üye
21 Ocak 2012
1,776
404
localhost
Ali Kuşçu kimdir?
İlgi alanları / eserleri / çalışmaları nelerdir?
Hangi tarihlerde
yaşadı öldü defnedildi?

Türk tarihine geçmesindeki ana etken nedir?
ve son olarak hayatı?

Fotoğrafı temsili;
20220826193157%21Ali_kuscu.jpg


Ali Kuşçu'nun hayatı, faaliyetleri ve eserlerinden, Türk-İslâm âlemindeki ilmî gelişmeler hakkında kısa ve fakat özlü bilgi vermenin faydalı olacağı kanaatindeyim.


Ali Kuşçu kimdir;
Ali Kuşçu (Özbekçe: Ali Qushchi Samarqandiy) veya asıl adıyla Ali bin Muhammed (1403, Semerkand - 16 Aralık 1474, İstanbul), Timur İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşamış olan astronom, matematikçi, fizikçi, filozof ve dil bilimcidir. En önemli tanınma nedeni Ay'ın ilk haritasını çıkaran âlim olmasıdır.

Ali Kuşçu'nun eserleri(ilgi alanları) ve çalışmaları;
Astronomi, matematik, dil ve kelam alanlarında pek çok öğrenci yetiştiren Ali Kuşçu, İstanbul'un enlem ve boylamını ölçtü, dünyanın eğikliğini, ayın evrelerini hesapladı ve çeşitli güneş saatleri yaptı.

doğum, ölüm ve mezarlığı;
Doğum: 1403, Semerkand, Özbekistan
Ölüm tarihi ve yeri: 16 Aralık 1474, İstanbul
Defnedildiği yer: Eyüp Sultan Türbesi


2560px-Ali_Ku%C5%9F%C3%A7u%27nun_Mezar_Ta%C5%9F%C4%B1_%28genel_g%C3%B6r%C3%BCn%C3%BCm%29.jpg


Yazdığı kitaplar;
Kitaplar: Bir dilci olarak Ali Kuşçu ve Risâle fî'l-istiʻâre'si

images


Hayatı PDF kaynak;

DergiPark

Hayatı;
Daha Timur zamanında ilim adamlarının Semerkand'a gelmeleri ve buradaki İlmî faaliyetleri canlandırmaları ile başlayan, Şahruh zamanında ise merkezin Herat'a taşınması ile devam eden ilmî cereyan, Uluğ Bey'in tahta geçişiyle tekrar Semerkand'da devam etmiş, bu âlim hükümdarın ilim adamlarını muhafazası ve ilmî müesseseler teşekkül ettirmesi netice sinde Semerkand doğudaki son ilim merkezi olma hüviyetini kazanmıştır.
Ali Kuşçu'nun doğum tarihi ve yeri kesin olarak bilinmemekle bera ber 15. yüzyıl başlarında Semerkand yahut o civarda doğmuş olduğu söy lenebilir. Dînî ve iptidaî tahsilini Semerkand'da yaptığı gözönünde tutu lursa doğum yerinin Semerkand olabileceği görüşü ağırlık kazanmaktadır. Pederi Muhammed, Uluğ Bey'in doğancıbaşısı olduğun dan lakabları Kuşçu olmuştur 7.
Semerkand'da iptidaî ve dînî tahsilini yaptıktan sonra Bursalı Kadı-zâde-i Rûmî'den ve Uluğ bey'in kendisinden matematik ve astronomi tah-sîl etmiştir. Uluğ Bey, ya doğrudan doğruya pederinden veyahut hocası Kadızâde-i Rûmî'den Ali Kuşçu'yu tanıyarak, o da Ali Kuşçu'ya ders ve rir ki, böylece hocaları arasına Uluğ Bey de girmiş olur.
Öğrenmeye karşı olan azmini bir türlü tatmîn edemeyen Ali Kuşçu, gerek Uluğ Bey'den ve gerek Kadızâde-i Rûmî'den izin alamayacağım korkusu ile veya bizim sana öğrettiklerimiz yetmedi mi hissini uyandır mamak azmiyle habersizce Kirman'a gider. Burada mahallî ulemânın derslerine çok zaman devam eder 8. Ali Kuşçu'nun Kirman'a gidişi naklî ilimlerdeki bilgisini genişletmek için olsa gerektir. Çünkü o devirde Kir-man'da ne rasadhane ne de astronomi ilmi üzerine çalışan ünlü bir âlim vardır. Kanaatimizce Kirman'a gidişi Şer'î ilimlerdeki bilgisini artırmak için olmuştur.
Ali Kuşçu Kirman'da kaldığı zaman zarfında şöhretini işittiği âlim lerden meşhur Nâsırüddin-i Tûsî'nin daha önce yazılmış Tecridü'l-Kelâm adlı kelâma ait eserini okur ve bunun üzerine kendisini Şârih-i Tecrid di ye şöhretlendiren Şerh-i Tecrid adlı eserini kaleme alır. Ali Kuşçu'nun Nâsırüddin-i Tûsî'nin Tecridü'l-Kelâm'ına yazdığı şerh -ki talebe arasında Şerh-i Cedîd nâmı ile meşhur idi- vardır ki, bu eserini Kirman'da Ebû Sâ-id. Hân'a ithaf eylemiştir. (Üniver. kütüp. nr. 82016). Evvelki şerhlerin münderecâtı hulâsası ile, Ali Kuşçu'nun husûsî mütalâa ve fikirlerini ihti-vâ eden ve oldukça şöhret kazanan bu şerhe Celâleddin Devvânî bir haşi ye yazmış ve bu haşiye, Mir Sadreddin Şirâzî'nin itirâzlarına uğramıştır 9.
Görüldüğü gibi Ali Kuşçu astronomi sahasında olduğu kadar kelâm saha sında da büyük bir ehemmiyet kazanmış ve bu eserine hâşiyeler de yazıl mıştır 10. Ali Kuşçu, âlimlerden aldığı dersler neticesinde bir tez mâhiye tinde kaleme aldığı bu eserinden başka astronomiye ait ve Ay'ın şekillerini anlatan Hallü'l-Eşkâli'l-Kamer adlı bir risaleyi de kaleme al mıştır.
Ali Kuşçu Kirman'da iken bir müddet kendisinden haber alınmaz ve bu kayboluşu biraz endişe uyandırır. Nihayet kaldığı müddeti kâfî göre rek tekrar Semerkand'a döner Doğruca hocası Uluğ Bey'in huzuruna çıkar ve bunca zaman kendisinden uzak kaldığından ötürü özür diler. Uluğ Bey özürünü kabul eder. Lâkin:
-Bana Kirman'dan ne hediye getirdin diye sorar. Ali Kuşçu:
-Bir risale getirdim ve onda kamerin şekillerini hallettim dediğinde-UluğBey:
-Getir göreyim, hangi noktaları hallettiğini söyleyeyim emrini verir, bunun üzerine Ali Kuşçu ayağa kalkarak eserini baştan sona kadar okur.
Okuduğunu dikkatle takip eden Uluğ Bey, Ali Kuşçu'ya karşı duyduğu takdir "hissini söylemekten çekinmemiştir 11.
Uluğ Bey 1420 yılında kurdurduğu rasadhâne için hiçbir fedâkârlık tan çekinmemiştir. Rasadhânenin müdürlüğünü aynı zamanda da zîcin ta mamlanması vazifesini Semerkand'a davet ettiği riyâzî ilimlerde mahareti olan Kâşânlı' Gıyâseddin Cemşid'e verir. Gıyâseddin Cemşid işe başladık tan kısa bir müddet sonra, 19 Ramazan 832 (22 Haziran 1429)'de vefat eder ve eseri de yarım kalır. Uluğ Bey bunun tamamlanmasını kendisinin hocası olan ve Barthold'un "devrinin Eflâtûn'u" 12 diye bahsettiği Kadızâ-de-i Rûmî'ye havale eder. Uluğ Bey ve Ali Kuşçu'yu yetiştiren bu âlim de yaşının ilerlemesi neticesinde Gıyâseddin Cemşid'den kısa bir müddet sonra vefat eder. Zîcin tamamlanması bu kez de rasadhânenin müdürlüğü-nü yaptığı Ali Kuşçu'ya havale edilir. Zîc ancak Ali Kuşçu'nun çalışmala rı neticesinde tamamlanabilmiştir. Bu zîc İslâm âleminde Zîc-i Uluğ Bey, Zîc-i Gürgânî adıyla şöhret bulmuştur. Barthold bu zîcden bahsederken "Bu eser ortazâmandaki hey'etin en son sözü ve ilmin teleskop îcâd edi linceye kadar erişmiş olduğu enson derecesidir" 13 demektedir.
Başkalarının başlayıp kendisinin bitirdiği eserin başlangıcında Uluğ Bey, Ali Kuşçu'dan sitayişle bahseder. Hattâ ona ferzend-i ercümend tabi rini kullanır. Ona bizim mahremimiz anlamında mahrem-i mast demekte dir 1 4. Bundan da anlaşılacağı üzere Uluğ Bey, Ali Kuşçu'ya bir talebeden ziyâde evlat ve hakîkî dost muamelesi yapmıştır.
Şarkta ve garpta yenisi yapılıncaya kadar hey'et âlimlerinin dâima başvurdukları ve ehemmiyetini asırlarca muhafaza etmiş olan bu eseri bi tirme şerefi Barthold'un "devrinin Batlamyos'u" 15 diye bahsettiği Ali Kuş çu'ya aittir. Ali Kuşçu bu çalışmalarından başka, Çin'e Uluğ Bey tarafın dan gönderilmiş ve bu yolculuğu esnasında bir de eser kaleme almıştır.
Onun Çin seyahatinden hiçbir kaynak bahsetmemektedir. Fakat bu konu da Prof. Z.V. Togan "Uluğ Bey, muavini olan Ali Kuşçu Beyi de sık sık gönderdiği sefaret heyetlerinden biri ile Çin'e göndermişti. Bunu o rasad işlerinde Çin ilminden istifâde etmek maksadıyla yapmış olsa gerektir" 1 6 demektedir. Çinlilerin M.Ö. rasat işleriyle ve takvim hazırlamakla meşgul oldukları bilinmektedir. Ancak 15. yüzyılda Çinlilerdeki rasad çalışmala rının ne derecede olduğu hakkında geniş bir bilgiye rastlayamadık. Uluğ Bey'in Ali Kuşçu'yu Çin'e gönderişinin sebebinin Z.V. Togan'ın dediği gibi rasad işlerinde Çin ilminden istifâde etmek maksadı mı güttüğü, yok sa başka bir iş için mi olduğunu kestirmek mümkün değildir. Ali Kuş çu'nun Çin seyahatinin kaç yılında olduğu hakkında açık bir bilgi mevcut değildir.
Şarkta büyük bir devlet ve maruf tabiriyle bir imparatorluk kuran ve devletini kuvvetli esaslara bağlamak isteyen Uzun Hasan Bey pek mü kemmel bir idare ve askerlik teşkîlâtı vücûda getirdiği sırada, memleke tinde ilim ve fennin yayılmasına da çok ehemmiyet verdiğinden her taraf ta medrese, imâret vesâir hayırlı müesseselerle Tebriz ve diğer şehirleri ihyâ etmekte Irak, İran, Mâverâünnehr ve Türkistan'ın âlim, şâir ve edip lerini davet ile etrafında toplamakta idi 1 7.
Uluğ Bey'in, oğlu Abdullatif tarafından katliyle hâmîsini kaybeden, rasadhânenin mânen ve maddeten yıkıldığını gören Ali Kuşçu, Abdulla tif e duyduğu nefretle Semerkand'dan uzaklaşmak ister. Mirzâlardan Hacc'a gitmek bahanesiyle izin alır. Azerbaycan bölgesine geçerek Teb riz'e gelir. Ali Kuşçu Irak-ı Acem'den tebriz şehrine vâsıl olduğunda ol diyarın pâdişâhı Sultan Uzun Hasan ona çok ikrâmda bulunduktan sonra Sultan Mehmed Hân Gâzi ile aralarını düzeltsin diye elçilik teklifinde bu lundu 1 8.Uzun Hasan, Ali Kuşçu'ya büyük bir hüsnü kabul gösterir ve ya nında alıkoyar.
Uzun Hasan Bey zamanına ait Vekâyi-i Kitâb-ı Diyâr-ı Bekriyye is miyle kaleme alan İranlı Mevlânâ Ebûbekir, yüksek riyaziyatçı olan Mah-mud Can, âlim ve edib Kadı Mesihüddin İsa Savcı, Celal Devvânî ve Ali Kuşçu, İdris-i Bitlisî ile beraber Uzun Hasan Bey sarayının müdavimle-.
rinden bulunuyorlardı 19. Bu arada Ali Kuşçu, arkasında dâima muhafaza ettiği Türk usûlü kıyafetiyle Herat'a kadar giderek şâir ve âlim Molla Câ-mi'yi de ziyaret etmiştir 20. Ali Kuşçu'nun yukarıdaki kayıtta geçen hare keti dikkate değer diğer bir yönünü ortaya koymaktadır.
Uzun Hasan'ın teklif ettiği elçilik vazifesini kabul eden Ali Kuşçu İs tanbul'a hareket eder. Fâtih, Ali Kuşçu gelince onun müspet ilimlerde olan bilgisine ve aklî ilimlerde olduğu kadar naklî ilimlerdeki liyâkatine hayran olur. Ona çok ikrâmda bulunarak İstanbul'da kalmasını rica ve hattâ ısrar eder. Ali Kuşçu, doğu ve batının ünlü âlim ve sanatkârlarını yanında toplamayı arzu eden Fâtih'in bu ricasını kabul eder. Ancak Fâ tih'in bu ricasını elçilik vazifesini tamamladıktan sonra yerine getirilebile ceğini ifâde eder.
Ali Kuşçu elçilik vazîfesini yerine getirdikten sonra her yerde hür metle karşılanarak Tebriz'e döner. Uzun Hasan'dan izin isteyerek İstan bul'a döneceğini söyler. Kabulü üzerine de İstanbul'a hareket eder.
Kaynaklar Uluğ Bey'in ölümünden sonra Hacc'a gitmek bahanesiyle Mirzâlardan izin alan Ali Kuşçu'nun Tebriz'e geldikten sonra burada ne işle uğraştığı hakkında hiçbir bilgi- vermemektedirler. Bu astronomun yaklaşık yirmi iki sene Tebriz'de niçin kaldığı meçhuldür. Uzun Hasan 1300 yıllarında Gazan Han tarafından Tebriz'de inşâ ettirilen rasadhâneyi tekrar canlandırmayı düşünmüş ve Ali Kuşçu'ya da bundan ötürü ihtiyâç duymuş olabilir. Eğer böyle düşünmüş ise bu düşüncesi gerçekleşmemiş ve elçilikle İstanbul'a gönderilen Ali Kuşçu, ilmî faaliyetin Tebriz'den da ha üstün olduğu İstanbul'da kalmayı hükümdarın ısrar ve ricası üzerine kabul etmiştir. Ayrıca Ali Kuşçu'nun Fâtih ile Uzun Hasan arasındaki el çilikte ne gibi vazifeleri yerine getirdiğini, hangi hususlar üzerinde durdu ğunu kaynaklar açık olarak zikretmemektedirler. Eğer bir sulh anlaşması
imzalandı ise bu pek fazla sürmemiş nitekim Fâtih, Uzun Hasan üzerine 878 (1473)'de sefere çıkmıştır. Ali Kuşçu elçilik vazifesini yerine getir dikten sonra pâdişaha olan vaadi üzerine ikiyüz kişiye ulaşan akrâbâ-i ta-allukâtı ile beraber İstanbul'a doğru yola çıktı 2 1. Yolda Fâtih'e gücenip de memleketine dönmekte olan Alâaddin Tûsî'ye rastgelmiştir 22.
Fâtih, Ali Kuşçu'nun yola çıktığını duyunca onu Akkoyunlu Osmanlı sınırında karşılamak için bazı adamlar gönderdi, ayrıca, her konak yeri için de bin akça harc-ı râh ayrılmasını ferman buyurmuştur 23. Aynı mas rafın, Uzun Hasan yanına elçilik vazifesini yerine getirmek üzere dönü şünde de yapıldığı söylenmektedir.
Ali Kuşçu'nun Üsküdar'a geldiği haberi işitilince, Fâtih derhal bir ka dırga donattırarak İstanbul ulemâsından bazılarını onu karşılamaya gön dermiştir, kadırga içinde o zaman İstanbul kadısı bulunan Mevlânâ Hoca-zâde (Muslihiddin Mustafa bin Yûsuf)'de bulunmaktadır. Kadırgaya bindiklerinde medd ve cezir üzerine konuşurlar. Daha sonra söz Timur'un meclisinde Allâme-i Teftezâni ile Seyyid Şerîf Cürcânî'nin yapmış olduk ları tartışmaya gelir. Ali Kuşçu bu münâkaşada Teftezâni tarafına meyi gösterdiğini söyler. Hocazâde de:
-Ben de sizin gibi düşünür idim lâkin, mezkûr bahsi çok dikkatle okudum ve hattâ bunun üzerine bir de hâşiye yazdım. Ben Seyyid Şerîf Cürcânî tarafını tuttum der ve adamlarına yazmış olduğu hâşiye kitabını getirmelerini söyler. Mezkûr bahsi bularak Ali Kuşçu'ya okuması için sunmuştur. İstanbul'a çıktıklarında Ali Kuşçu risaleyi okumuş, Hocazâ-de'yi haklı bulmuş ve onu takdirle karşılamıştır.
Ali Kuşçu ikinci ve son defa İstanbul'a gelişinde Fâtih'e hediye ola rak, daha önceden Farsça kaleme almış olduğu eseri daha da genişletip bazı notlar ilâve ederek Arapça'ya çevirmiş ve Muhammediye adıyla sun muştur. Bu eser Ayasofya Kütüphânesi'nde 3733 numarada kayıtlıdır.
Eserin önsözündeki tarihten Ali Kuşçu'nun İstanbul'a geliş tarihi çıkarıl maktadır. Buna göre Ali Kuşçu eseri Fâtih'e 877 Ramazanı (1472) ortala rında sunmuştur. İstanbul'a geliş tarihi muhtemelen 1472 senesidir.
Fâtih birgün Ali Kuşçu ile konuşurken:
-Hocazâde'yi nasıl buldun? diye sorar. Ali Kuşçu verdiği cevâpta:
-Rûm ve Acem'de naziri yoktur, dedikte Fâtih:
-Arap'ta dahi naziri yoktur, diye övmüştür 24.
Ali Kuşçu, Hocazâde'nin nüfuzuna ve görmüş olduğu iltifata bakarak onunla tam bir anlaşma içinde bulunmuş ve hattâ çift taraflı evlilik dahi tesis etmiştir. Ali Kuşçu, kızını Hocazâde'nin oğluna vermiş, onun kızını da daha önceden Kadızâde'nin oğluna vermiş olduğu kızından doğan to runu Kutbeddin Muhammed'e almıştır. Bu son izdivaçtan Mahmud bin Muhammed 25 (Mirim Çelebi) doğmuştur.
Ali Kuşçu, Fâtih'in 878 (1473)'de Uzun Hasan üzerine açtığı meşhur ve zaferle sona eren sefere bazı âlimlerle beraber davet edilmiştir. Yolda ve boş kaldığı zamanlarda ilmî sohbetlerde Fâtih'in yanında bulunmuştur.
Bu seferde Fâtih'e ithâf olunmak üzere hey'etten Arapça bir eser kaleme almış, bitimi tam Uzun Hasan'a zaferin kazanıldığı güne rastladığından Fethiye adını vermiştir 26. Ali Kuşçu'nun kendi el yazısı ile olan bu eseri Fâtih, Muhammediye adlı eserle birlikte ciltletip kendi kütüphanesine koymuştur.
Fâtih, Uzun Hasan seferinden dönüşte Ali Kuşçu'yu gündeliği ikiyüz akça ile Ayasofya Medresesi'ne müderris tayin etmiş ve Irak-ı Acem'den yanında getirdiği yakınlarının her birine de mansıblar vermiştir 27.
Ali Kuşçu'nun Ayasofya müderrisliğine tayininden önce Sahn-ı Se mân müderrisliğinde bulunduğunu Mükrimin Halil Yinanç'ın notlarına dayanarak İ.H. Uzunçarşılı eserinde 28 zikretmektedir. Bu neticeye de Fâ tih Sultan Mehmed tarafından elli akça yevmiye ile Sahn- Semân medre-
selerinden birisine tayin edilmiş olunan Efdâlzâde Hamidüddin Efendi'ye verilen bir berâta bakarak varmaktadır.
Efdâlzâde 23 Şevvâl 877 (23 Mart 1473)'de Sahn müderrislerinden Alâaddin Ali Kuşçu'nun Ayasofya müderrisliğine nakli üzerine Sahn mü derrisi olmuş ve bir hafta, ongün sonra da evâil-i Zilka'de (1473 Nisan) tarihiyle kendisine bu berât verilmiştir.
Berâtta "...alâü'1-millet-i ve'd-dîn Ali Kuşçu yerine müderris nasb edib sene şeb'a ve seb'îne ve semâne mie Şevvâlinin yirmi üçüncü günün de yevmî elli akça tayin eyledim ve buyurdum ki..." denilmektedir.
Ali Kuşçu'nun Ayasofya müderrisliğinden önce Sahn-ı Semân mü derrisliğinde bulunduğunu Şakâyık tercümesi dâhil hiçbir eser kaydetme-mektedir. Onun gündeliği ikiyüz akça ile Ayasofya Medresesi'ne müder ris olarak tayin edildiği söylenmektedir. Şakâyık tercümesine göre Ali Kuşçu Ayasofya müderrisliğine Uzun Hasan seferinden sonra tayin edil miş olduğundan, Sahn-ı Semân müderrisliğinde bu seferden önce bulun muş olması gerekir.
Ali Kuşçu'nun Ayasofya Medresesi'nde astronomi ve matematiğe ait dersleri İstanbul ulemâsı arasında oldukça rağbet bulur. Fâtih, genç hoca sı Sinan (Hoca) Paşa'dan Ali Kuşçu'nun derslerine devamını ister. O bir sebeple derslerine kendi yerine devamı için talebesinden ve Fâtih'in sara yında husûsî kütüphanesi kâtibi olan ulemâdan Tokatlı Molla (San) Lüt-fi'yi yollar. Molla Lütfi hergün Ayasofya Medresesi'nde öğrendiklerini, o akşam hocası Sinan Paşa'ya tekrar eder. O da böylelikle Ali Kuşcu'dan Molla Lütfi vasıtasıyla ders okumuş olur. Sinan Paşa daha sonra ünlü ast ronom Mirim Çelebi'yi yetiştirmiştir.O, Fâtih'in emriyle Bursalı Kadızâ-de'nin Çagmini'ye yazdığı şerhe haşiyeler de katmıştır 29.
Sinan Paşa'nın Köprülü kütüphanesinde 721 numaralı mecmua için de Arapça üç sayfalık bir riâlesi vardır. Bu risâlede söylendiğine göre Ali Kuşçu, birgün Fâtih'in huzurunda, bir dar açının bir kenarı genişleme yönüne doğru hareket ettirilirse, geniş açı olur ve gene harekete devam edilirse dik açı olmaksızın gene dar açı meydâna gelir" diye bir problem ortaya atmıştır. Pâdişâh bu problemin çözümünü ve açıklamasını Ali Kuş cu'dan sormadan yazmalarını kendi ulemâsına irâde etmiş ve bunun üzeri ne Sinan Paşa, bu küçük risâleyi yazmıştır. Paşa bilmece şeklinde olan bu meseleyi çözmeye uğraşmışsa da asıl dikkate değer taraf pâdişâhın kendi yerli ulemâsı ile Ali Kuşçu arasında adetâ bir yarışma yapmak hevesine düşmüş olmasıdır 30.
Hakikî âlimlerimiz arasında büyük bir hüsn-ü kabul gördüğüne şüp he kalmayan Ali Kuşçu'ya her asırda ve her zamanda bulunan o derecede iyi yetişmemiş bazı zâif bilgili âlimler arasında haset edenler olmuştur ki, memleketine yazdığı bir mektuptan İstanbul'da bu kabîl âlimlerin hasedi ni ve hatta tarizlerini mucip olduğundan şikâyet etmiştir 31.
Riyâziye ve hey'et Fâtih zamanının ulemâsı arasında Ulûm-ı cüz'iye diye sayılırdı ve medreselerde de öylece kabul edilmişti. Böyle adlandırıl masına rağmen bu ilimlerle uğraşılmaktan de geri kalınmamıştır. Fâtih zamanının ulemâsı şer'î ilimler olan fıkıh ve kelâm yanında tabiî ve fizikî ilimlere de alâka göstermişlerdir. Hocazâde'nin Üsküdar'dan İstanbul'a geçerken kadırgada Ali Kuşçu ile medd ve cezir üzerine konuşması ve yi ne Hocazâde'nin, Timur'un huzurunda Allâme-i Teftezâni ve Seyyid Şerif Cürcânî'nin yapmış oldukları tartışma üzerine yazmış olduğu risalesi, Fâ tih'in, hocası Sinan Paşa'dan Ali Kuşçu'nun derslerine devam etmesini is temesi, yine Sinan Paşa'nın Fâtih'in emriyle Kadızâde-i Rûmî'nin Çagmi-ni'ye yazdığı şerhe hâşiyeler yazması, müspet ilimlere olan alâkayı açık bir şekilde göstermektedir. Fâtih'in, Ali Kuşçu'yu İstanbul'a çağırması, onun şer'î ilimler yanında müspet ilimleri de canlandırmaya çalıştığını ifâde etmektedir, niketim A.A. Adıvar eserinde 32 "Matematik ve astrono mi bakımından Osmanlı Türklerinin oldukça parlak çağı, Fâtih zamanın da Türkistan'dan İstanbul'a gelen Alaeddin Ali bin Muhammed Kuşçu ile başlar" demektedir. A. Süheyl Ünver de 33 "Ali Kuşçu ile beraber bize hey'et, riyâziye ve hendese girmiş. İstanbul'da aklî ilimler konuşulan bir ilim muhitinin Fâtih'le beraber kutbu olmuştur" demektedir.
Şüphesiz Ali Kuşçu İstanbul'a gelmeden önce de Osmanlı Devle-ti'nde aklî ilimler üzerinde çalışmalar vardı. Ancak yaygın ve kâfî derece de olduğu pek söylenemez. Buna misâl olarak da Kadızâde-i Rûmî'nin bilgisini genişletmek için Bursa'dan ayrılması, önce Horasan sonra da Se-merkand'a gitmesi gösterilebilir. A. Adıvar'ın da dediği gibi: "O zamanki Doğu dünyâsında kendisine bir isim yapan bu bilgin tahsîlini Horasan ve Türkistan'da tamamladıktan sonra, asıl memleketine dönmüş olsaydı Os manlı ülkesinde müspet ilimlerin daha canlı bir gidiş almış olacağı tah-mîn edilebilirdi. Ama Kadızâde'nin Türkistan'da yetiştirdiği iki öğrencisi sonradan Türkiye'ye gelerek matematik ve astronomi ilmini yaymışlardır.
34 Ali Kuşçu'nun İstanbul'a gelmesi, Türkistan'da sönmeğe yüz tutan müspet ilimlerdeki Türk-İslâm meselesinin Osmanlı ülkesinde yeniden canlanışı demekti. Ancak ondan ölümüne kadar İstanbul'da geçen kısa ömrü zarfında gereği kadar istifâde edilememiştir.
Bunlardan birisi Fethullah Şirvanî, öteki Ali Kuşçu'dur."
Ali Kuşçu, yalnız Ayasofya Medresesi'nde ders vermekle kalmamış bazı faaliyetlerde de bulunmuştur. Fâtih zamanında Semâniye medresele rinin programını Ayvansaraylı Hüseyin Efendi'nin 35 zikrettiği üzere tanzi me memur edilmiş, bu konuda kendisine Molla Hüsrev yardımcı olmuş tur. Tanzîm edilen medrese nizâmnâmelerinin bir kısmı Şerefeddin Yaltkaya tarafından yayınlanmıştır 36. Maalesef bunun tamâmı elde değil dir. Ali Kuşçu tarafından tanzîm edilen bu programın 19. asra kadar de vam edegeldiği Ayvansaraylı tarafından söylenmektedir. Şemedanizâde de "kânunların, kıyafet ve libâsların ekseri bu Ali Kuşçu ile Mahmud Pa şa Fâzıl'ın tarifiyledir" 37 demektedir.
Ali Kuşçu daha önceden Batlamyos tarafından tayin edilmiş olan İs tanbul'un tûl ve arz derecesini yeniden hesaplamıştır. Ancak merkez nok ta olarak nereyi seçmiş olduğu bilinmemekle beraber Ayasofya Medrese si'nde ders verdiğinden Ayasofya kubbesi alemini esas tuttuğu zannedilmektedir. Daha önceden de hesaplandığı gibi arzını 41 olarak doğru bulduğundan yeniden tayin etmemiş lâkin o zamana kadar 60 ola rak hesaplanan tûl derecesini 59 olarak tespit etmiştir. İstanbul'un tûl ve arz derecesinin yeniden tespitinin, Fâtih'in emriyle mi yoksa hesaplarda gördüğü yanlışlık neticesinde kendi keyfiyle mi olduğu katî olarak bilin memektedir.
Ali Kuşçu'nun İstanbul'da Fâtih'de Sıbyan mektebi tarafında bir de basîte (güneş saati) yaptığı söylenmektedir 38.
Ali Kuşçu'nun astronomi ve matematik üzerine yazmış olduğu eser leri medreselerde ders kitabı olarak da okutulmuştur. Bu hususta Kâtip Çelebi eserinde "Meşhur âlim Ali Kuşçu tarafından Fâtih Sultân Mehmed adına te'lîf edilen hesaptan Muhammediye ve hey'etten Fethiye ile yine hey'etten Mahmud bin Ömer Çagmini'nin el-Mülahhas adlı eseriyle bu nun Kadızâde-i Rûmî tarafından yazılmış şehri 15. ve 16. asırlarda med reselerimizde tedrîs edilmiştir" 39 demektedir.
Yalnız astronomi ve matematik üzerine eser yazmakla kalmayan Ali Kuşçu, kelâm ve felsefe alanında da eserler vermiştir. Kâtip Çelebi ese rinde 4 0, felsefeye âit eserinin 16. asır sonlarına kadar medreselerde diğer
bazı âlimlerin eserleriyle beraber okutulduğunu, sonra bazı Şeyhülis lâmların dinî akidelere muhalif olduğundan bahis ile felsefe tedrisâtını men ettirdiklerini ve bunun yerine zâten medreselerde okutulan Hidâye ve Ekmel'i koydurarak, bunun Osmanlı medreselerinin fikrî inkırâzına se bep olduğunu yazmaktadır.
Ali Kuşçu bütün bu çalışmaları yanında şiirle de uğraşmıştır. Kendi sinin Farsça yazdığı bir beyiti elimize geçmiştir. Bu beyitte zamanının şâ irleri gibi kendi sahasında bir incelik göstererek bir teşbih yapmıştır.
Beyit:
Terazi elinde olan bakkalın sûretine hayran oldum Ey müşteri beri gel de Kameri mîzan burcunda gör 41.
Ali Kuşçu'nun iki yıl gibi kısa bir süre kaldığı İstanbul'da gerçekleş tirmiş olduğu belli başlı faaliyetleri bu kadardır.
Vefâtı:
Ali Kuşçu'nun vefât gün ve ayı, torunu Mirim Çelebi'nin Farsça ka leme aldığı bir kıtasından tespit olunmaktadır: "İlim yol göstericisi Mev-lâna Ali Kuşçu Cennet ravzası tarafına gittiği zaman hicrî 879 senesi idi.
Şaban'ın ilk haftasının yedinci Cumartesi günü gitti". Hastalığının olup olmadığı ve vefat sebebi hiçbir eserde kaydedilmemiştir. Buna göre 7 Şa ban 879 Cumartesi günü vefât etmiştir 42. 878 yılında Fâtih'in, Uzun Ha-san'a karşı açtığı sefere bazı âlimler ile birlikte iştirâk ettiğine göre onun herhangi bir kalıcı hastalıktan gittiği düşünülemez. Zîrâ böyle bir şey ba his konusu olsaydı aylarca süren bu sefere katlanamazdı. Ölümü, ânî bir hastalıktan olsa gerektir.
Ayvansaraylı Hüseyin Efendi eserinde 43: "Eyüb Sultan Türbesi hare minde gömülüdür. 1230-1235 senelerine gelinceye dek bâkî idi, sonra kayboldu" dediğine göre 1815-1819 senelerine gelinceye kadar kabri mu hafaza olunmuş fakat daha sonra yerine bir başkası defnolmuştur. Buna göre kabri 173-177 senedir kayıp bulunmaktadır.
Ali Kuşçu İstanbul'a ikinci ve son defa yerleşmek üzere 877 (1472)'de geldiğine göre, bu şehirde iki sene yaşamıştır. Vefâtı büyük bir teessür uyandırdığı için ona tarihler düşürülmüştür.
Tarih:
Rahmet olsun ki fazıl Kuşçu Şehbâzı belâgat eylemiş ol Mürg-ü ruhu ki eyledi pervâz Mürg-ü zarı Cinâne Hak vere yol.
Ölümünden sonra Edirne'de onun nâmına bir mahalle, mescid ve medrese kurulduğu T. Gökbilgin'in eserinde 44 "Meşhur âlim ve riyâziyeci Ali Kuşçu nâmına da Edirne'de bir mahalle kurulmuştur. Bu mahallenin Alaeddin Ali bin Mehmed Kuşçu vakfından mescidi münderis olduğu gi bi Bâdi Ahmed terâcüm kitaplarında musarrah bulunup da mahalleri malûm olmayan medreseler arasında, Ali Kuşçu Medresesi'ni de saymak tadır" diye zikredilmektedir.
Ali Kuşçu'nun Osmanlı Devleti'nde iki sene gibi kısa bir süre kaldığı gözönünde tutulursa, ömrünün ne kadarlık bir kısmını Edirne'de geçirdiği kestirelemez. Belki de o Edirne'de kulunmamış fakat onun nâmına orada bu mescid ve medrese burulmuştur. Torunu Mirim Çelebi'nin emeklili ğinden sonra Edirne'ye yerleşmiş olduğu düşünülürse, onun tarafından bu imâretlerin yaptırılmış olabileceği söylenebilir.
eline sağlık hocam
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.