Din'de İntikam Var mıdır ?

mami5556

Üye
1 Şub 2012
92
0
?
Din'de intikam varmıdır ?
Haklı sebepler sonucunda Allah buna izin verirmi?
Dünya adaletlimidir?
Adaletli ise bunu kim sağlıyor?
Adaletsiz ise intikam alınabilir mi ?
Teşekkürler.
 

RaeDanoRan

Yeni üye
30 Ocak 2015
15
0
Allah a havale etme vardır, peygamberimiz her zaman sulhu korumaya çalıştı senın peygamberın kımseye kin beslemedi, hep uzak durdu, malın canı tehlikede olunca kendını korumaya calıştı, ama malın canın tehlikede değilse uzak dur oyle ınsanlardan. can alma safhasına da değinmek gerekirse o da Allah a mahsustur ve en büyük günahlardandır, sadece kendini koruman gerektiği yerde mudahele edebılırsın orda da oldurmen gerekırmıyosa yapmayacaksın, ameller nıyetlere goredir noyetıne bakarlar, adalet vardır Allah bı kısının iişlediği gunahından dolayı burda bedel ödemesse bile diğer tarafta kat kat ödetir, Allah zerre kadar birşeyi bile adaletsiz bırakmaz, O herşeyi gören ve hakkıyla bilendir.
 

mami5556

Üye
1 Şub 2012
92
0
Kısasa kısas ise; bir kişinin hastalığına sebep olmuş,ömrünün çoğunda onlar yüzünden zorluklarla ve acılarla hayatını yaşıyamıyarak geçirmesine sebep olmuş kişilere kısasa kısas diyerek aynı acılar yaşattırabilinirmi ?
 

MaskHacker

Uzman üye
14 Eki 2013
1,531
3
C:/
Dostum senin için çok dindar ve bilgili bir abiye danıştım. Son söz olsun bu.

Tabiki o karmaşık olarak anlattı ben sana basit olarak anlatıcam. Mesela birisi bir arkadaşını öldürdü senin gidip arkadaşını öldüreni, öldürme hakkın var günah değilmiş yani.

Kaynak sağlam boş yorumlarla eleştirmeyin bence.
 

musileno

Kadim Üye
20 Tem 2007
5,774
3
Dostum senin için çok dindar ve bilgili bir abiye danıştım. Son söz olsun bu.

Tabiki o karmaşık olarak anlattı ben sana basit olarak anlatıcam. Mesela birisi bir arkadaşını öldürdü senin gidip arkadaşını öldüreni, öldürme hakkın var günah değilmiş yani.

Kaynak sağlam boş yorumlarla eleştirmeyin bence.

İşte bu din bu yüzden bu halde günümüzde, din bu yüzden sömürülüyor. Bu kadar dindar bir arkadaş nasıl olur da "bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek gibi olduğunu" bilmez? Bunun adı sadece YOBAZLIKtır. Ayrıca "sağlam" olarak nitelendirilebilecek sadece 2 kaynak vardır: Kuran ve sahih hadisi şerifler.
 

MaskHacker

Uzman üye
14 Eki 2013
1,531
3
C:/
İşte bu din bu yüzden bu halde günümüzde, din bu yüzden sömürülüyor. Bu kadar dindar bir arkadaş nasıl olur da "bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek gibi olduğunu" bilmez? Bunun adı sadece YOBAZLIKtır. Ayrıca "sağlam" olarak nitelendirilebilecek sadece 2 kaynak vardır: Kuran ve sahih hadisi şerifler.

Boş yorumlarla eleştirmeyin demiştim tamda bunu yapmışsın arayada 2-3 din kelimesi sıkıştırmışsın tam olmuş doğrusu. Dostum dinde herşeyin karşılığı vardır elbet fakat bilmediğin konular olmadığını kabul etmelisin herşeyi bildiğinimi savunuyorsun?
 

musileno

Kadim Üye
20 Tem 2007
5,774
3


Boş yorumlarla eleştirmeyin demiştim tamda bunu yapmışsın arayada 2-3 din kelimesi sıkıştırmışsın tam olmuş doğrusu. Dostum dinde herşeyin karşılığı vardır elbet fakat bilmediğin konular olmadığını kabul etmelisin herşeyi bildiğinimi savunuyorsun?

Benim bilmediğimi nerden biliyorsun ? Çok mu derin bir konu hakkında konuşuyorum? Herkesin bildiği bir bilgiyi paylaşıyorum. İstediğin hacı hocaya sor, din şucu hoca efendi bucu hoca efendiyle olacak iş değil. Ayeti hadisi de değiştirecek değiller ya?
 

kahraman292931

Katılımcı Üye
13 Nis 2014
615
0
26
İstanbul
eğer kavga ederek intikam almak istiyosan böbreklere çalış :D çünkü peygamber efendimiz savaşta bile düşmanının yüzüne vurmamıştır.Düşmanın bile olsa yüzüne vurmicaksın bilmem anlatabildim mi :D Bu açıklamayı yapmak istedim :D
 

musileno

Kadim Üye
20 Tem 2007
5,774
3
Laiklik helalmi
?
Laikliği "helal" "haram" çerçevesinde değil, "caiz" midir yoksa değil midir penceresiden bakarak tartışabiliriz ki o apayrı bir konudur. He eğer sen laiklik caiz değil diyorsan derhal şeriatla yönetilen bir ülkede yaşamanı tavsiye ederim zira kıldığın cuma namazlarının da kabul olmadığını düşünebilirsin buradan yola çıkarak.
 

CruiserVaqabond

Uzman üye
23 Haz 2013
1,295
0
Adana
Dostum senin için çok dindar ve bilgili bir abiye danıştım. Son söz olsun bu.

Tabiki o karmaşık olarak anlattı ben sana basit olarak anlatıcam. Mesela birisi bir arkadaşını öldürdü senin gidip arkadaşını öldüreni, öldürme hakkın var günah değilmiş yani.

Kaynak sağlam boş yorumlarla eleştirmeyin bence.
Sokakta zaten her 10 kişiden 5 i dindar takılıyor zaten kardeşim.(Sözde)


“Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır. " ...
Maide/ 32
_______________________________

Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın haram kıldığı cana kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse, onun velîsine (mirasçısına, hakkını alması için) yetki verdik. Ancak bu velî de kısasta ileri gitmesin. Zaten (kendisine bu yetki verilmekle) o, yardıma mazhar olmuştur.” İsra/ 33
_____________________________

Kim katil olmayan ve yeryüzünde fesat çıkarmayan bir kişiyi öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. (Maide sûresi, 5/32)

______________________________

"İki Müslüman kılıçları ile karşı karşıya geldiklerinde, öldüren de öldürülen de Cehennem'dedir." (Müslim, Fiten 14; İbn Mace, Fiten 11)

________________________________

İslâm Hukuku'nda, öldürme cinayetine karşı, caydırıcı bir nitelik taşıyan kısas cezası uygun görülmüştür. Bu cezanın infazı, gelişigüzel değil, belli şartlara bağlanmıştır:
1) Her şeyden önce öldürme suçunun ciddi bir muhakeme ile ispatlanması ve cezanın devlet mekanizmasınca infaz edilmesi.
2) Katilin mükellef (akıllı ve baliğ) olması.
3) Katilin, hür iradeye sahip olması (zorlanmamış olması).
4) Katilin, maktüle asıl (baba, dede) olmaması.
5) Maktulün ma'sûm olması 6) Öldürme suçunun kasten olması.
7) Öldürme suçunun doğrudan olması.
8) Öldürme suçunun gayrimeşru olması.

Kısaca ifade etmek gerekirse, İslâm'da kısasın uygulanması için hayli ağır şartlar konmuştur. Bir insanın kendi başına gelişigüzel bir şekilde kısası uygulamaya kalkışması, haksızlığa, adaletsizliğe ve anarşiye yol açar. Dolayısıyla hiçbir surette böyle bir teşebbüse izin verilmez/verilmemelidir.

Ek olarak; Bir suçluyu, gerçekten suçluysa ve azılıysa sadece devlet yönetimi infaz edebilir. Ancak bu infaz islam kurallarına(yukarıda yazdıklarıma) uymak zorundadır. Aksi takdirde infaz eden isterse devlet olsun, şüphesiz ki cehennemliktir.
 
Son düzenleme:

Hakan3435

Uzman üye
24 Nis 2013
1,049
0
Laikliği "helal" "haram" çerçevesinde değil, "caiz" midir yoksa değil midir penceresiden bakarak tartışabiliriz ki o apayrı bir konudur. He eğer sen laiklik caiz değil diyorsan derhal şeriatla yönetilen bir ülkede yaşamanı tavsiye ederim zira kıldığın cuma namazlarının da kabul olmadığını düşünebilirsin buradan yola çıkarak.

Laiklik caizdir diyorsanda sen günahkarsındır. Ben caiz değil diyorsamda ülkemi bırakıp kaçmam islamı yaymaya çalışırım sende inançlı biriysen derhal bu konuyu tarafsızca araştırmalısın.
 

Legend1234

Katılımcı Üye
5 May 2014
436
0
Dostum senin için çok dindar ve bilgili bir abiye danıştım. Son söz olsun bu.

Tabiki o karmaşık olarak anlattı ben sana basit olarak anlatıcam. Mesela birisi bir arkadaşını öldürdü senin gidip arkadaşını öldüreni, öldürme hakkın var günah değilmiş yani.


İşte bu din bu yüzden bu halde günümüzde, din bu yüzden sömürülüyor. Bu kadar dindar bir arkadaş nasıl olur da "bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek gibi olduğunu" bilmez? Bunun adı sadece YOBAZLIKtır. Ayrıca "sağlam" olarak nitelendirilebilecek sadece 2 kaynak vardır: Kuran ve sahih hadisi şerifler.

musileno MaskHacker doğru söylüyor ama tam olarak değil. Misal birisi senin yakın akrabanı öldürdü dinimize göre devletin o adamı yakaldıktan sonra ailesine sorması lazım bu katilin ölmesini istiyor musunuz diye eğer ailesi istiyorsa öldürülür günahı yoktur. Fakat ailesi sabrederse intikam almak istemezse bu dinimizde daha iyi olarak görülür.
 

ShotWarrior

Uzman üye
31 Ocak 2015
1,089
0
Nereye
yüze vurmak haramdır çünkü Allah cc boyundan yukarısını kendi nurundan yaratmıştır. Dnde intikam bildiğim kadarıyla biri senin kardeşini oldurdu sen e gidip onun kardeşini öldürcen diye birşey yok.
 

'DECCAL

Katılımcı Üye
18 May 2014
945
0
En Kara Gün: Taif


O sene tarihe “Hüzün Yılı” olarak geçer. Aynı sene içinde Hz. Hadice ve Ebu Talib vefat etmiş ve Taif yolculuğu gerçekleşmiştir. Üç büyük musibetin en ağırı olan Taif yolculuğu… Hz. Muhammed’in kendi diliyle yaşamının en kara, en acı günü…

Hz. Muhammed Mekke’de İslam için artık denizin bittiğini görür. Habeşistan’a sığınanlar ve kendini gizlemekte olanlarla birlikte 300-400 civarında insan iman etmiştir gerçi ama işte hepsi o kadar… Şehir nüfusunun en az onda dokuzu gene putperest olarak kalmıştır. Ve bu noktaya da on senede gelinmiştir. Fakat Rabbinin O’na verdiği “Kalk ve uyar!” emri geçerliliğini devam ettirmektedir. Öyleyse ne yapması lazımdır? İşte o günün şartları içerisinde Hz. Muhammed’e göre bu sorunun cevabı “Mekke’nin dışına çıkmak gerekir” şeklindedir. O da öyle yapar. Bu durumda akla gelecek ilk yer olan Taif’e gitmeye karar verir.

Mekke’ye iki günlük mesafede yer alan Taif, havası hoş bir sayfiye şehridir. Yayladadır. Zengindir. Mekke kadar olmasa da kalabalıktır. Mekke ve Kureyş’le iyi ilişkiler içindedir.

Yanına evlatlığı Zeyd’i de alır. Ve yayan olarak Taif yoluna düşer. Yayan olarak, çünkü üç senelik boykot, Hz. Muhammed’e bir binek bile bırakmamıştır. Taif’i elinde bulunduran Sakif kabilesinin üç önde geleniyle görüşür. Bunlar, Abdi Yalil, Mesud ve Habib isminde üç kardeştir. Kendisinin ALLAH tarafından peygamber olarak gönderildiğini, insanları ALLAH’ın dinine davetle gönderildiğini ve Kureyş’in kendisine iman etmek yerine var gücüyle engellediğini anlatır. Gerçi bunlar Taif’lilerin mutlaka çok iyi bildiği şeylerdir. Ve onlara, kendisine iman edip, dinini duyurma davasında destek olmalarını, sahip çıkmalarını ister. Aldığı cevap ise neredeyse Kureyş’i de aratacak türdendir. Üç reis kardeşten biri:

“Eğer ALLAH peygamber olarak Seni göndermiş ise ben de Kâbe’nin örtüsünü çalmış olayım” der. Bu, Araplar arasında bir şeyin olanaksızlığını ifade etmek üzere kullanılan bir deyimdir. Diğerinin cevabı:

“ALLAH peygamber olarak göndermek için bula bula Seni mi buldu!” olur. Üçüncüleri ise:

“Ben artık Seninle konuşamam Sen koskoca bir peygambersin! Ben ise kimim ki!” olur. Bu konuşma Kur’an kaydına da geçer:

“Ve dediler ki:’Bu Kur’an iki şehirden bir büyük adama indirilseydi olmaz mıydı?’Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık.” (Zuhruf, 43:31-32)

Sonuç belli olmuştur. Sonra da belki yüzlerce Taif’li hep aynı şeyleri tekrar eder:

“Kendi kabilen Seni reddetmiş ve Sen de kalkıp bize gelmişsin. Biz buna razı değiliz. Bu gelişten ürktük ve Seni aramızda istemiyoruz. Bizim yurdumuzdan uzak dur da nereye gidersen git!” Bir konuk ya da sığınmacı herhalde bundan daha kötü bir karşılık göremez. Ama O, bundan kötüsünü de görür.

Taif’te toplam 10 gün kadar kalır. Ve ayrılacağına yakın reis kardeşlere bir rica da bulunur:

“Hiç olmazsa” der, “buraya gelişim ve konuştuklarımız aramızda kalsın. Kureyş duymasın!” olup biteni öğrendiği takdirde Kureyş’in şımarıp, Müslümanlara karşı daha da saldırganlaşacağından endişe eder. Fakat bu dileği bile kabul görmez. Ve en acısı kendisine çok özel bir “güle güle töreni” düzenlenir.

Taif’te ne kadar ipsiz, ayak takımı varsa hepsi Hz. Muhammed ile Zeyd’in şehri terk edeceği gün üç reis kardeş tarafından organize edilerek yolun iki yanına dizilir. Sonra da güle güle(!) anlamında bir taş ve tükürük yağmuru başlar. Bunda bile ince bir hesap güdülür. Tükrükler bol bol her ikisinin de yüzüne yollanırken, taşlar, ölümüne neden olup ta bir kan davası başlatmaması için Hz. Muhammed’in belden aşağısına, Zeyd’in ise bir önemi olmadığından(!) gövdesine savrulur. Zavallı Zeyd, bir yandan peygamberini ve babalığını korumak için:

“Ne olursunuz atmayın!” diye yalvarırken, diğer yandan da iki kolunu açıp siper olarak O’nu olabildiğince yağan taş ve tükürük yağmurundan korumaya çalışır. Ve günümüzden bir şairin belirttiği gibi Zeyd’in asıl canını yakan taşlar vücuduna isabet edenler değil etmeyenlerdir. Çünkü onlar Hz. Muhammed’e isabet etmektedir. Ama öyle bile olsa ne kadar koruyabilir ki?. Taş ve tükürük yağmuru 360 derece, dört bir yandan gelmektedir. Ayakları kan içinde kalır. Zaman zaman gücünün, soluğunun kesildiğini hisseder, olduğu yere çöker. O anlarda Taif serserileri atışlarına ara verir, gülüşüp, yılışıp, alay ederek kollarına girip ayağa kalkmasına yardımcı olurlar ve bombardıman tekrar başlar. Ünlü İslam tarihçisi İbn Kesir’e göre bu durum 2.5 km. boyunca devam etmiştir. Hz. Muhammed de, Zeyd de Taif’ten iyice uzaklaşıp atış menzilinden tamamen çıkana kadar. Kendilerini bir üzüm bağına atarlar. Kan kaybetmiş, yaralanmış, yorulmuş ve en acısı tepeden tırnağa serseri tükürüğüne bulanmış, incinmiş, kırılmıştır. Taif’in bu akıl almaz vahşeti sergilemesinin arkasında da aslında bir dünya hesabı vardır. Böylece Kureyş’in gözündeki değerlerini arttırıp, ranta dönüştürebilmek…

Sadece Zeyd’de yüze yakın taş yarası vardır. Ve sonraki çağların bazı Hak Dostları meczup/velilerin her yerde çocuklar tarafından taşa tutulmalarını ve onların da bu halden hiç kaçmayıp adeta isteyerek katlanmalarını o günün hatırasına bir saygı ve O’na ait çok özel bir hali kendi nefislerinde de yaşama arzusu olarak yorumlayacaktır.

Bağ kenarında biraz soluklanıp, yaralarını ve akan kanları yıkarlar. Ve Hz. Muhammed, zaman geçirmeden namaza durur. İki rekât kılar. Bu haliyle de bir ders verir, Kur’an’dan aldığı bir dersi:

“Ey iman edenler’ Sabırla ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz ki ALLAH sabredenlerle beraberdir!” (Bakara, 2:153)

Namazın ardından da duaya durur. Maddi ya da manevi her bunalımda bütün Müslümanlara örnek olacak çok özel, rehber bir dua olur bu:

“ALLAH’ım! Gücümün yetersizliğini, çare ve vasıtalarımın acizliğini, insanların gözünde hakir görülüşümü Sana arz ediyor! Sana şikâyet ediyorum! Ey Merhametlilerin En Merhametlisi! Sensin zayıfların Rabbi ve Sensin benim Rabbim! Sen beni kimlerin eline bırakıyorsun? Senden uzak olan ve beni gördükçe suratını asan haşin kimselere mi? Yoksa davam da bana üstün getireceğin bir düşmana mı? Benim üzerime çöken bu musibet ve bela gerçekte Senin bana karşı gadab ve öfkenden ileri gelmiyorsa hiç gam çekmem. Ben, Senin Vechi’nin Nur’una sığınırım! O Nur’a ki, karanlıklar O’nun sayesinde açılmış, dünya ve ahiret işleri O’nunla düzelmiştir. Benim için Senin bağışlaman, gazabından daha geniştir. Ve her şey Senin hoşnutluğun içindir. Bütün kuvvet ve kudret ancak Senin elindedir.” Bu duanın manevi derinliklerinden birini, Mustafa Sıbai şöyle değerlendirir:

“O, Rabbine şöyle dua etmekte idi: ‘Gazabına uğramayayım da çektiğim sıkıntılara, belalara aldırmam.’ O, ALLAH’a, davasının tebliğinde kendisine kuvvet vermesi için yalvarırken, bizlere de davetçi için en büyük korkunun insanların düşüncelerinden öte ALLAH’ın gazabı olduğunu öğretmiştir.”

Garip bir tevafuk olarak sığındıkları bağ Kureyş’ten iki kardeşe aittir. İki hızlı İslam düşmanına… Rebi’nın oğulları Utbe ve Şeybe’ye. Hz. Ebubekir’in burnunu kırıp, dümdüz eden Utbe’ye… Onlar da Hz. Muhammed’e ve Zeyd’e yapılanları bağlarında, uzaktan izlerler. Ne hissederler, tahmin etmek güçtür. Fakat kendi hemşerileri olan birilerinin yabancı bir diyarda gördükleri bu davranış ve sonrasında da bilmeden de olsa gelip kendi bağlarına sığınmış olmaları herhalde biraz insaf duygularını harekete geçirir. Bağda çalıştırdıkları köle Addas’ı bir tabak üzümle Hz. Muhammed’e ve Zeyd’e gönderirler. O, elini üzüme uzatırken:

“Bismillah” der. Addas, şaşırır:

“Ben bu sözü buralar da hiç duymadım” der. Hz. Muhammed, ona nereli olduğunu sorar. Addas:

“Ninova” deyince de O:

“Demek sen salih insan **** oğlu Yunus’un halkındansın” diye cevap verir. Addas bunun üzerine heyecanlanır. O’na Metta oğlu Yunus’u nereden bildiğini sorar. Çünkü o bölgelerde Hz. Yunus’u bilen yoktur. Hz. Muhammed:

“Çünkü” der. “ben ALLAH’ın Elçisiyim ve o da ALLAH’ın Elçisiydi. Bunu bana ALLAH bildirdi.” Sonra da kendisine Hz. Yunus ile ilgili vahyedilen ayetleri okur. Dikkat ve saygı ile dinleyen Addas, okuma bitince ellerine kapanır. Hıristiyanlıktan İslam’a geçer. Ve böylece daha sonraları “hayatımın en kara günü” diyeceği Taif yolculuğunun hikmeti de kendini göstermiş olur. Cüneyt Suavi’nin anlatımıyla:

“İman hizmeti o kadar büyüktü ki, yüce ALLAH, bir kölenin imana gelmesi için, en kıymetli peygamberinin taşlanmasına izin vermişti.”

Utbe ve Şeybe kardeşler uzaktan olup biteni izlemektedir. Addas’ın Hz. Muhammed’in ellerine kapandığını gördüklerinde birbirlerini kınarlar:

“Adam” derler, “köleyi de bozdu, yoldan çıkardı.”

Sonra dönüş yolculuğu başlar. Yarı yol olan “Karnüssealib”e geldiklerinde Cebrail, bir bulutun içinde görünür, yanında bulunan ikinci bir meleği işaret eder:

“ALLAH’ın Elçisi!” der, “ALLAH, o insanların size yaptıklarını gördü ve onlar için dilediğin emri veresin diye Sana dağlarla görevli meleği gönderdi.” Sonra dağlarla görevli melek konuşur:

“Eğer onların üzerine dağları kapatmamı emredersen, söyle, dilediğini yerine getireyim.” Ama O, her şeye rağmen kıyamaz Taif halkına:

“Hayır!” der, “ben sadece onların nesillerinden yalnız ALLAH’a ibadet edecek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak insanlar gelmesini dilerim.”

O gece Nahle denilen yerde konaklarlar. Mekke’ye iyice yaklaşmışlardır. Hz. Muhammed, teheccüd namazı kılmakta iken bir grup cin oradadır. O’nun okuyuşunu dinlerler. Etkilenirler. Kendisine görünür ve iman ederler. Sonra da İslam’ın cinler arasındaki ilk duyurucuları olmak için yeryüzüne dağılırlar. Bu olay da Kur’an kaydına geçer:

“Hani Biz, cinlerden bir grubu Kur’an dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Onlar, O’nun huzuruna geldiklerinde birbirlerine: ‘Susun!’ dediler. Kur’an okunması bitince, uyarıcılar olarak toplumlarına döndüler. Şöyle dediler: ‘Ey kavmimiz! Kuşkusuz biz, Musa’dan sonra indirilen ve kendisinden öncekileri onaylayan, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! ALLAH’ın davetçisine uyun. O’na iman edin. Böylelikle ALLAH günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.” (Ahkaf, 46:29-31)

Çileli Taif yolculuğunun ikinci meyvesi de Müslüman cinler olur.

Fakat kendisi Zeyd’le birlikte Nahle’de günlerce kalır. Mekke’ye girememektedir. Çölün kurallarına göre şimdi şehrini ve kabilesini terk etmiş sayılmakta, üzerindeki bütün korumalar, kendi boyununki de dâhil olmak üzere, kalkmış sayılmaktadır. Artık Kureyş içinde meşru bir statüye sahip değildir. Ve Taif’te yaşananlar da Mekke’de çoktan duyulmuştur. Şu an Mekke’de herhangi biri tarafından rahatlıkla öldürülebilir ve bu olay da hiçbir sonuç doğurmaz. Kan davası başlatmaz. Nahle’de bekler ve Kureyş’in etkin isimlerinden bazılarına haber göndererek korunma talep eder. Ama Rabbine hiçbir kırgınlığı yoktur. Bu şartlar altında bile tam bir tevekkül içindedir. Kendisine:

Şimdi Mekke’ye nasıl gireceksin?” diye soran Zeyd’e:

“Hiç şüphesiz ALLAH senin göremediğin yerden bir kapı, bir çıkış yolu açacaktır. Şüphe yok ki ALLAH dininin ve Elçisinin yardımcısıdır” der.

Hira dağı civarında rastladıkları Uraykıt isminde bir çobandan kendisine ulaklık yapmasını rica eder. Ricayı kabul eden Uraykıt, Şerik oğlu Ahnes’e gidip, Hz. Muhammed’in koruma talebini iletir. Ahnes, reddeder. Uraykıt red cevabını getirdikten sonra ikinci bir kez daha Mekke’ye döner. Bu defa korunma Amr oğlu Süheyl’den istenir. O da reddeder. Geri dönen Uraykıt’a:

“Üçüncü defa Mekke’ye gider misin” demek kendisine çok zor gelir, mahcup olur ama çaresizdir. Fakat Uraykıt, gidip gelmeleri sorun yapmaz. Bir daha gider. Bu kez de boykotun bitişinde etkin rol oynamış isimlerden biri olan Adiyy oğlu Mutim’e… nihayet o koruması altına almayı kabul eder ve Hz. Muhammed ile evlatlığı Zeyd, günlerce Mekke kapılarında korunma bekledikten sonra en sonunda şehre girebilirler. O gece Mutim’in evinde yatılır. Sabah olunca da Mut’im ve oğulları silahlanmış olarak ortalarına Hz. Muhammed’i alıp Kâbe’ye giderler ve korumalarını orada bütün Kureyş’e duyururlar. Ebu Cehil ilk önce şaşırır, korkar, telaşlanır. Mut’im’e:

“Muhammed’e iman mı ettin yoksa koruma mı verdin?” diye sorar. Koruma verdiğini öğrenince de derin bir nefes alır, sevinir:

“Senin korumana aldığını biz de korumamıza aldık” der. Ve Hz. Muhammed, yapılan bu iyiliği hiç unutmaz. Mut’im birkaç sene sonra ölür. Bu olaydan 5 sene sonra Bedir’de alınan esirleri Mut’im’in oğlu Cübeyr’e gösterecek ve:

“Eğer baban sağ olsaydı ve benden bu kokmuşları hiç karşılıksız serbest bırakmamı isteseydi, sözünü ikiletmez, hemen bırakırdım.” diyecektir.

ALINTI
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.