- 10 Şub 2012
- 12,396
- 2,017
ÖZGÜRLÜĞÜN BEDELİ NEDİR?
SNOWDEN
Asker, casus, kahraman, hacker, hırsız, hain ve vatansever. Herhalde bu kadar bölünmüş bir algıya sahip bir portreye tarih boyunca çok az rastlanmıştır. Zamanın haklı çıkarmaya devam ettiği biçimiyle Edward Snowden, ülkesinin üzerine kurulu olduğunu düşündüğü özgürlük prensibi yüzünden hayatını gözden çıkarabilen idealist biri. Ülkesi için hizmet verme gayretindeyken hizmet ettiği şeyin insanların kontrol edilmesinden ibaret olduğunu fark ettiğinde derin bir bunalıma sürükleniyor. Ardından da harekete geçiyor. Bu, Snowdenın gerçek hikayesine dair bildiklerimiz. Oliver Stoneun dramatize ettiği bu yarı biyografik film ise bildiklerimizi tekrar etmenin ötesine geçemiyor. Hatta asıl önemli olanı, yani başkarakterin psikolojik dönüşümünü, sözüm ona bir kaç ağlak sahneyle geçiştiriveriyor. Hawaide dışarıdan bakıldığında harika bir işi ve ilişkisi olan bir adamın içinde yaşadığı fırtınayı sadece yetenekli aktör Joseph Gordon-Lewittin gözlük camının ardında keşfetmemiz isteniyor sanki. Doğrusu genç aktörün bu zor rolde yalnız bırakıldığını söyleyebiliriz. Film o kadar gereksiz şeylerle ilgileniyor ki Citizenfour belgeselinde izlediğimiz gerilim dolu otel odası röportajlarını bile burada bulamıyoruz. Hatta Snowdendan bilgi almaya çalışan deneyimli gazeteciler rolündeki Tom Wilkinson ve Melissa Leo gibi iki usta bile figüran olmaktan öteye geçemiyor. Oliver Stoneun daha önce JFK gibi yapıtlarda ne kadar cesur olabildiğini anımsadığımız için bu filmde Snowdenın altını ısrarla çizdiği güvenlik ve özel hayatın gizliliği, hangisinin daha önemli olduğuna insanlar karar vermeli düsturunun bu denli zayıf bırakılması sırıtıyor. Sonuç olarak Snowden asla kötü bir film değil. Hatta konuyu bilmeyenler için iyi bir başlangıç noktası olacaktır. Ama bu genç adamın gerçek hikayesi o kadar heyecan verici ki, belki de bu yüzden Snowden onu anlatabilmekte yetersiz kalıyor.