Yüce Allah, bu ayet-i kerimede toplumsal huzurun yapı taşlarından en önemlilerini
sayarak bunları yerine getirmemizi emretmiştir. Her şeyi yerli yerine koyup, ölçülü
hareket etmek, hakkı yerine getirmek anlamına gelen adalet; zulmün, haksızlığın,
dengesizliğin karşıtıdır. Sahip olduğumuz konum her ne olursa olsun gücümüz
nispetinde adaletli davranmak, adaletin sağlanması için gayret etmekle mükellefiz.
Örneğin ailede ebeveyn olarak çocuklar arasındaki adaleti sağlamakla yükümlüyüz.
Ebeveyn olarak bir çocuğumuz için yaptığımızı diğeri için de yapmaya çalışmalıyız.
Bu asli ihtiyaçların giderilmesi, eğitim, çeyiz, miras paylaşımı vb. konularda olabileceği
gibi, sevgi ve ilgi gibi hâl ve tavırlarda da söz konusudur. Ailede sağlayacağımız
adalet toplumun her alanına yansıyacaktır. Yine bir işyerinde işveren veya patron
konumunda isek emrimizdeki kişilere karşı iş dağılımında ve ücretlerde adaletli
davranmamız gerekmektedir. Zira çalışanın hakkının daha alnının teri kurumadan
verilmesi sevgili Peygamberimizin tavsiyesidir. Çalışanların yalnızca performanslarına
göre değerlendirilmeye tabi tutulması, aynı işi yapanların aynı haklara sahip
olması adaletin birer yansımasıdır.
Ayet-i kerimenin devamında iyilik yapmak emredilmiştir. Genel olarak iyilik,
ihsan kişinin bir lütufta bulunması, bir işi en güzel şekilde yapması, Allaha ihlasla
kulluk etmesi anlamlarında kullanılır. İhsan adaletin de üstünde bir derecedir. Nitekim
ihsanda kişinin üstüne düşenden daha fazlasını yerine getirmesi söz konusudur.
Bundan dolayıdır ki Hz. Ali, İnsanlar işlerini ihsanla yapmalarına göre değer
kazanır demiştir. Birçok dinî kaynakta ihsan, insanın hem Allaha hem de yakın ve
uzak çevresine, bütün insanlara hatta tabiata karşı tutum, davranış ve yaklaşımında
adalet ölçüsünün, farz ve vacip sınırlarının ötesine geçerek imkân ve kabiliyetine
göre kulluğun, özverinin ve erdemin en yüksek seviyesine ulaşması anlamında yorumlanmıştır.
Kısacası ihsan ve iyilik etmek hem aile içi ilişkilerde hem komşuluk
akrabalık ilişkilerinde hem de toplumun diğer alanlarında çok gerekli bir ahlakî
özelliktir.
Ayet-i kerimede ihsandan sonra yakınlara yardım etmemiz emredilmektedir. Bu
itibarla Peygamberimiz de Sevabı en çabuk olan taat, yakın akrabaları gözetmektir.
(İbn Mâce, Zühd , 23) buyurmuştur. Fitre ve zekât verilirken, fakir olan yakınlardan
başlanması prensibi de akrabalara karşı sorumluluğumuzun çok büyük olduğunun
bir göstergesidir.
Yüce Rabbimiz ayet-i kerimenin diğer kısmında da bizleri hayâsızlıktan, fenalıktan
ve azgınlıktan nehyetmektedir. Ayet-i kerimenin ilk bölümünde toplumun gelişmesini,
huzurunu, barışını sağlayan prensipler üzerinde durulmuş, ikinci bölümünde
ise toplumu mahveden, huzurunu kaçıran, çökerten kötülükler yasaklanmıştır.
İnsanların işlerinde çalışkan ve dürüst olması, başkalarının haklarına riayet etmesi,
saygılı ve nazik olması, bencil olmaması, iftira, dedikodu ve yalana başvurmaması
o toplumdan azgınlığı, hayâsızlığı ve fenalığı uzaklaştırır. Peygamberimizin Veda
hutbesinde insanların kanlarının ve mallarının yanı sıra ırzlarının da mukaddes olduğunu
söylemesi bu kabildendir.
https://books.google.com.tr/books?id=XYN5CgAAQBAJ&printsec=frontcover&hl=tr#v=onepage&q&f=false
32.sayfa dan alıntı yapılmıştır.
Moderatör tarafında düzenlendi: