Askerin anıları..

*666*

Katılımcı Üye
22 Eyl 2008
363
3
Graphic Team
"Ölüm yalnızca iki santim yukarıda,' diyor Ahmet acı acı.Kafanızı siperden iki santim yukarı kaldırdınız mı alnınızın ortasına kurşunu yersiniz."

TUNCELİ
Hayatımda Tunceli diye bir yer duymadıydım. "Çok ufak bir yerdir, vadinin içi," dediler. Bilmediğin yer, illa ki heyecanlanıyorsun.

Komutanlar "gideceğiniz yer çok güzel," demişlerdi.
Acemide çok başarılı olunca bizleri bilgisayar kurasına sokmadan Tunceliye gidecekler arasına seçmişlerdi.

Tunceliye gittik araziyi ve coğrafi yapısını bilmediğimiz için bir ay bir yere gitmedik. Sabaha karşı, çatışmaya girdik.

Dokuz saat sürmüştü.İlk ateşte bir arkadaşımızı da şehit verdik.
Anons ettik, teslim olmalarını istedik. Ateşle karşılık verdiler.
Tugay komutanı asker öldüğünü duyunca, "Ağır Silah Kullanın" dedi. Şehit olan arkadaşımız bizden biraz üstteydi, teskeresine altı yedi günü vardı, Çorum'a cenazesi gidiyor. Babası, "Teskere Yerine Cenaze Mi Gelecekti," diyor, o anda kriz geliyor, ölüyor.O anda insan şok oluyor.

Zaten açtık, sabaha karşı gittik, akşama kadar da çatışma sürdü.

O anda açlık aklına gelmiyor... İhbar 12 kişiydi; üçü kaçmayı başardı, dokuzunu öldürdük.
Şehit arkadaşı birliğe gönderdik. Kalan teröristleri Ovacık il Jandarmaya teslim ettik. Bu çatışmayı üç dört ay üstümüzden atamadık.

Mazgirt'te bir olayda dokuz kişiyi öldürdük, iki bayan bir erkek canlı yakaladık, teslim oldular. Kadının biri hamileydi. Teröristlerle karşılaşınca, insan öfkelenmez mi? Araçlara bindiriyorduk, il Jandarmaya teslim ediyorduk, sorgusu orada soruluyordu. Teröriste dokunamazsın. Yasak.

Konuşsanız da, sana cevap olarak özgürlük işareti yapıyor. Jandarmaya normal ihbar, bize kesin ihbar gelirdi.
Biz gider, imha ederdik. Mesela "burada dokuz terörist görülmüştür," dendiğinde, kesin vardır yani.

Biz çok dolaşırdık, köylü seni terörist olarak bilir, asker olarak bilmez. İhbar alınca terörist gibi köye gidersin. "Arkadaşlar gelecekti, ne yana gittiler," dersin. Neyin ne olduğunu bilmiyorsun, abdest alıp gidiyorduk.
Ayağımızdan bir ay bot çıkmadığı olmuştur. Dağda bazen telsizin şarjı bitince irtibat kesiliyor, araç gelmiyor, aç kaldığımız zaman oluyordu. Normalde çok güzel yemek çıkıyordu. Dağda konserve yiyorduk; et, balık...

Güneydoğu sorunu, Kürt sorunu yok da bir kişi ortalığı bulandırıyor.

Öyle Kürt diye Türk diye bir olay yoktur.
Öcalan olmasa bu sorun olmaz, arkasında çok büyük devletler var, adamı koruyorlar.
Mesela rahmetlik Türkeş, "izin versinler, üç ayda kellesini getireyim," demişti.
Türkeş'e neden izin vermediler, bilmiyorum. Haberleri izliyorum, aynı bizim operasyon yaptığımız yerlerde operasyona devam ediliyor, değişen bir şey yok. Aslında, orduyu, askeri durumu düşünecek olursan, bitmemesine imkân yok...


 

*666*

Katılımcı Üye
22 Eyl 2008
363
3
Graphic Team
doğuda askerlik yapan arkadaşlarımız yazmış.
okudum ilgimi çekti sizlerle paylaşmak istedim.

tamamı alıntıdır.
yorum katmadım ama yorumlamak isteyen yazabilir.
 

*666*

Katılımcı Üye
22 Eyl 2008
363
3
Graphic Team
SAKALLI BİR ASKER OLDUM

Kış tatbikatı özellikle karda olurdu, çok zordu.
Karda iki misli ağırlaşıyorsun.
Kar kıyafetleri, beyaz kuşanman ağır bir dert tabii, tüfek parlamasın diye tüfeğe kılıf geçiriyorsun.

Tatbikatlarda konserve çıkardı, çoğunlukla bozuk olurdu, yenmezdi. Sabahları un çorbası çıkardı.
Biz arkadaşlarla çarşıdan bir şeyler alır, depoya koyardık. Yenmeyecek şeyler çıkınca, koyduklarımızı depodan alır, garibanlarla beraber yerdik.

Silah kullanmayı iyi öğrendim. Keskin nişancılara rozet türü bir şey takarlardı, benim de vardı tabii.

Bir gece tabur komutanı geldi karakola, bu arada köyden ateş geldi.
Bana, "Bin Şu Araca, Git Tara gel şu köyü," dedi.
"Tara," diyor, ama kendisi gitmiyor.

Tuzla'da ayrılırken otobüs bileti aldım, "PKK'lılar şu şirketlerin yollarını kesiyor, onlarla gitmeyin, başınıza iş gelir," diye uyarmışlardı.
Bunu biraz geç hatırlayınca, yer ayırttığım şirketten değil, başka şirketten bilet alıyordum ki, ilk şirketin adamları bunu fark etti.
"Yer ayırttın, neden bizden almıyorsun," diyerek daha askere gitmeden bizi güzelce dövdüler.

Urfa'dan sonra, tembihlendiği için gündüz gözüyle Viranşehir'e vardık.
Çok değişik bir ortam, bir hafta falan hudut oryantasyonu eğitimine tabi tutulduk.
Hudut şemasında iz tarlası, tel örgüler, mayın tarlası gibi şeyler...

Tuzla'da kura çekene kadar normal takım eğitimi, yanaşık düzen eğitimi aldık.
Üç defa atış yaptık. Kuradan sonra, Güneydoğu çekenler için yeni bir birlik oluşturuldu ve 15 gün iç güvenlik eğitimi aldık.
Hudut çekince,15 gün de hudut eğitimi gördük.
İç güvenlik eğitimi daha çok teorik.
Elde silah, sırtta 25 kilo yük, helikopterle belirli bir yere taşıyorlar.
Orada terörist var, önünüzden kaçıyor. Gece karanlık, terörist ateş ediyor, biz onu takip ediyoruz.

Tuzla'da Güneydoğu benzeri bir köy yapmışlar, teröristler o köyde bir eve saklanıyorlar, orada kıstırılıyorlar.
Neticede lav silahı, gerçek el bombası atılıyor, gerçek mermilerle taranıyor ve teröristler etkisiz hale getiriliyor.

Araçla intikallerde araç ateş yiyordu, biz de araç giderken atlıyorduk.
Bu 15 günde bayağı silahla haşır neşir olduk, hızlı bir şekilde öğrendik. Hırslandırıyorlardı.

Askeri birliklerce çekilmiş video filmleri gösteriliyor. Şurada, burada çatışma oldu.
Şu komutanın hatası oldu, bundan dolayı böyle zayiatlar verildi.

En tepeye bir gözcü çıkaracaksın, sonra birliği oradan geçireceksin.
Komutan orada gözcü çıkarmadığı için 15-16 askerimiz şehit olmuş gibi bilgiler de veriliyordu.
Hatta bu PKK'ya karşı daha hırslanmamız için albaylar kurs veriyor.
Kürt diye bir şeyin olmadığı, dağda karlık yerde gezerlerken çıkardıkları kart kurt seslerinden dolayı bu adamlar kendilerine Kürt demişler, aslında Kürt değiller, bunlar aslında bizim gibi Türk'tür, diye şeyler anlatılıyordu.

Acıma hissini ortadan kaldıracak, bir sürü insanın tüylerini diken diken edecek şekilde devamlı propaganda var tabii. İnsan ister istemez etkileniyor. Ben askere gittiğimde 28 yaşındaydım, ben bile etkilendim, 20 yaşındaki çocukları siz düşünün.

Niye buradayım? Nereden giriyor bu terörist? Kuzey Irak'tan giriyor, nasıl? Sınırda hiç çatışma çıktığını duymuyoruz. Belki bilinçli geçiriliyor bunlar içeri.
Askerlerin içinde Kürt de vardı, sonra hepsini topladılar.

"Adamlar ne biçim ateş etmişler, duvarları delip geçmiş," derdik. Kürt askerler gittikten sonra, asker, "Diyarbakırlı o çatışmada karakola ateş ediyordu, bir şey diyemedim," diyor. Kendi askerimiz Kendi karakolumuzu tarıyor..

Askerden döndüm, emir vermeye alışmışız.
Sokakta bağırıyorum, adam niye bağırıyorsun gibisine şaşırıp kalıyor.
Neredeyse kavga dövüş çıkacak.
Yani çok sinirli oluyor insan.

Mesela o karakol baskınından sonra bir hafta yataktan fırladım fırladım kalktım... Hatta burada da sürdü. Evdeyim, kestiriyorum.
Bir ara gözümü açıyorum, karıma bağırmaya başlıyorum, "şapkan nerede, saçın niye öyle uzamış," diye.
Karım önce şaka yapıyorum zannediyor.
Boğazına sarıldım, neredeyse, "şapkan nerede" diye karımı döveceğim. İyice canavarlaşıyoruz yani.

 

*666*

Katılımcı Üye
22 Eyl 2008
363
3
Graphic Team
ANNEM, "MUŞ NERESİ?" DİYOR

Sekiz saatlik bir korku... Korku uykunu bastırıyor... Şuradan ateş etseler, beni vururlar mı acaba? Rahatlatmak için Aydın'ı, kumsalı düşünüyorum.
Döneceğim, dönmeliyim!

Her ağızdan bir ses çıkıyor, öğütler veriliyor; ön plana çıkma, hiçbir şeye karışma gibi.
Üç gün silah eğitimi gördük.
Normalde her gün bir konu, bizde günde beş konu, hatta teknik dahil.
Nasıl nişan alınacağını masalarda gösterdiler.
Hepsi bir saat; silahı ilk kez orada gördüm ve elime aldım.
İkinci gün atışlara geçtik.

Suskunluk... Herkes önce başkasının tetik çekmesini bekliyor.
Yan taraftan bir kovan uçtuğunu görüyorsun, kulağın çınlıyor, hiçbir şey duymuyorsun. Ürküyorsun, elin tetiğe gidiyor.
Üç tane atış yapıyorsun, G3 ile. İlk atışta başarılı olamadım.

Usta Birliğini belirlemek için listeleri okuyor komutan Bingöl, Bitlis, Van, Tunceli, Şırnak, Hakkari en kritk noktalardır ... Eve telefon açtım, annem, "Muş neresi?" diyor. Bayağı üzüldüler.
Onları teselli etmek de sana düşüyor. Acemiden ayrılırken, çavuşlar, "Sağ Dönerseniz, Arayın," diyorlar...

Bu arada, yeni gelenleri köylere dağıttılar.
Yeni gelmiş Antepli bir ****** bir köye gönderdiler.
Uzaktan taciz atışı yapılmış.
Komutanları, ilk atışta çöktürmüş. Sonra, bir daha ateş etmişler, yine çökmüşler. Üçüncü kalkışlarında tek mermiyle Gaziantepli ****** öldürüyorlar.

Onu Gaziantep'e ***ürdük. Komutanlarımız geldi. Evin tek ******, annesi var, babası yok. Cenaze ilk mektubundan önce gitti. Aile için bir yıkım oldu, sanki bizlere suçlar gibi bakıyorlardı.

Cezaevi nöbeti var, bölükten bir buçuk kilometre uzakta.
Müthiş bir sis... Üç kule var, yanda cezaevinin tel örgüsü, üst tarafta da bir tepe... Biz, altı kişi cezaevinin üç noktasında ikişer ikişer duruyoruz.
Elektrikler kesildi.
Kesildiği anda silah sesleri duyulmaya başlandı.
Her yandan mermi geliyor...
Yeni nöbetçiler geliyor; biz altı, onlar altı kişi.
Nöbet yerlerimizden çıktık, cezaevinin önünde bir araya geldik.
Tam ortada, 12 kişiyiz. Kimse yerine geçmeden çatışma başladı.
Kimi yere yattı kimi kuleye girdi. Biz üç kişi birinci kuleye girdik.
İki kişinin yerde olduğunu gördük, vurulmuşlardı.
Yaralı yerde sürünüyor, açıktalar, ulaşamıyorsun.

Her yerden mermi geliyor, biz daha tek mermi bile atamadık.
Görmüyorsun, sadece tepeden uzun namlulu Biksiyi ayırdediyorsun.
Karşıdaki bahçeli evlerden av tüfekleriyle ateş ediyorlar. Evlerin bahçelerine girmişler av tüfekleriyle, saçmalar dağılıyor... Bölüğe bağlı bir telefonumuz var, arıyoruz, duymuyorlar.

Ama silah seslerini duyuyorlar. Neyse telefonu açtılar, arkadaşlarım ağlayarak durum bildiriyor: "Çabuk yardım gönderin, her taraftan ateş ediyorlar.

" İki kişi de cezaevi kapısına dayandı. Gardiyan, "açamam" diyor.
Tüzük gereği asker içeri giremez.
Bu arada badim kaşından saçma yedi, yaralandı. Diğer arkadaşlar da yaralandı, o ikisi yerde kaldı, hiç kalkamadı.

Yaklaşık bir saat kadar çatışma oldu. Yardım gelmedi. "Hazırlığımızı yapıyoruz geleceğiz" dediler.
Koştursalar gelirler... "Niye gelmiyorlar" diye sürekli telefon ediyorsun, bağırıyor çağırıyorsun, ölenleri söylüyorsun.
Arkadaşının yanına gidememek, çok acı bir olay. Korkuyorsun, panik içindesin.
Nereden ateş edildiğini görmüyorsun. Sağa sola ateş etmeye başlıyorsun. Elektrikler geldi, ateş kesildi, yardım da geldi.

İrili ufaklı yirmi kadar çatışmaya katıldım.
En uzun Beytüşşebab'da tabur basılınca. "800 kişi gelecekler 400 kişiyi gözden çıkarmışlar, bayrak dikecekler" diye duyum geldi.
Bayrak dikmek için kimseyi sağ bırakmaması lazım. Tabur o gece basıldı. Herkes gergin. Taburdaki G3 çalışırsa, bil ki felaket...
Taburda havan, top, ağır silah çalışır.
G3'ler yarım saat sonra çalışmaya başladı.

Çok akıllı bir tim komutanı vardı, gerçek bir asker; kıdemli üsteğmendi.
Bizi o kurtardı; ondan önce Allah kurtardı. Üsteğmen girebilecekleri tek yerden ateş ettirmedi.

Hiç uyumadık, taburda mermi kalmadı, beş-altı şehit verdik. Her yer kan içinde, adamın üstüne havan düşmüş, bacak parçası yerde.
Duyuma göre 20-25 de karşı taraf zayiat vermiş.
Bizde yaralı çoktu. O zamanın parasıyla, tabur komutanı açıkladı, 94 başları, 15 milyarlık mühimmat gitmiş o gece.

O kadar kötüydü ki, mermim kalmadı. Bir de korku yaşadım, attığım silahın sesini duymuyordum.
On yerden ateş ediliyor.
Sağında solunda makineli varsa, yandın, hiç kafanı kaldıramıyorsun.
Ben takır takır, peş peşe atıyorum.
Kafama bir şey çat etti. Tüfek elimden kaydı, baygınlık geçirdim.
Ne anam aklıma geldi ne babam, boştasın.
Nefesim kesildi, konuşamıyorum, kitlendim. Kendime gelir gibi olunca, baktım ölmüyorum.

Teri kan zannediyorum. Kafada delik yok, korkudan on dakika kalkmadım. Beni vuruldu zannetmişler. Devam ettim, ama çok korkmuştum. Saçıma çok düşkünüm, ne olursa olsun saçımı tararım. Elimi şöyle bir geriye attım, saç yok. Çok kötü oldum. Askerlerin çoğu öyleydi, saçları bölge bölge dökülürdü.

Dost yok, düşman çok. Yunanistan, Suriye, Irak, İran, Ermenistan, Rusya besliyor PKK'yı..
Doğuda yapılabilecek tek şey eğitim. Namus dışında hiçbir şey bilmiyor, eğitilmemiş ki. Çoğu Türkçe bilmiyor.

Ben hiçbir partiyi tutmam. Yalnız memleketimizi korumamız gerektiğine inanıyorum. Oraya gidenler toplumun tam içinden geliyorlar.
Babam milletvekili ya da fabrikatör olsaydı, arkam olsaydı Şırnak'ta askerlik yapmazdım.
Memleketi korumak bize düşüyor, zengine değil. Askeriyeye kamyonlarca erzak gelir, yiyicisi çoktur. Koskocaman yüzbaşıda Mercedes vardır, astsubayın altında BMW... Bu kadar saçma, bir de ölüyoruz. Kim kimin için ölüyor? Orada bir para savaşı, cep doldurma savaşı var.

Şafak defterimi yırttım, hiçbir şey getirmedim. Üstümü de yaktım attım.
Bir eser kalacak diye korkuyordum.
Gene de kaldı, sese, silah sesine müthiş alerjim var.
Duyunca çok kötü oluyorum, bir iki gün toparlanamıyorum.
Teskere aldığım gün, askerlik 19 aya çıktı. İlk bizi vurdu.
Eğlenceler yapıyoruz, askerlik bitti, gidiyoruz diye. Açtık televizyonu, askerlik yükselmiş. Ağladım, sinirimden çıldırdım.

Terhis oldum İstanbul'da Otogar o gün açılmış, "Burası İstanbul değil" diyorum. Hayatımda o kadar sevindiğimi hatırlamıyorum. Bir sene kendimi toparlama dönemi geçirdim yaşadığım olaylardan dolayı.
 

*666*

Katılımcı Üye
22 Eyl 2008
363
3
Graphic Team
NEREDEN DUYACAKSIN KADIN SESİ, YALNIZLIKTANDIR...

Islah edilmiş bir aslan gibi geri geliyorsun.
Ananı, babanı, namusunu, avradını, vatanını koruyorsun.
Ama komutan kalkıyor, küfrediyor, ananı, avradını sıradan geçiyor. Hani annem babam için gitmiştim?

Güneydoğu' daki savaşla biraz ilgilenirdim ama hayatta en son isteğim orada askerlik yapmaktı.
Sekiz sene profesyonel spor yaptım, tekvando-karate çalıştım. Askere gitmeden önce muayenede söylüyorsun ya da resmi olarak geçiyor, "bu şahıs şu şekillerde İstanbul birinciliği, bilmem ne birinciliği falan" diye sayıyorlar.
Ve komando olduk, yani olmuşum, dağ komando.
Heves de var işin içinde. Hakkari dağ komando tugayı çıktı.
4. tabur, üs bölgesi Van, görev bölgesi Hakkari ve Kuzey Irak...

Kasım ortasında Van'a gittim, Van'da da 2,5 aylık çatışma eğitimi gördüm.
Elazığ'ı geçiyorsun, tamamen bir savaş, askerler, korucular... PKK'lı sanıyorsun, korucu çıkıyor, kimin ne olduğu belli değil.
Şehre girerken 20 kere aramadan geçiyorsun, tepelerde insanlar, ellerinde silahlar, anlıyorsun bir savaşın içindesin.

Van'da merminin haddi hesabı yok, şarjörün biri tam dolu, öbürünü bantlıyorsun ki, iki şarjörün olsun.
Eğitimden sonra, Hakkari'ye gittik; görev bölgemiz Yüksekova'nın Kamışlı köyü karakolu.
Nisanda bahar operasyonu başlamıştı, yeni geldiğimiz için bizi almadılar.
Nöbet tutuyoruz, koruma timleri var, gündüz paso atış yapıyoruz,
"görüntüye karşı ne yapılır" gibi eğitimler, bölgeyi tanıma falan.

Kamışlı bölgesinde karakolla köy iç içe. Bakıyorsun adam köylü, sonraki gün dağa çıkmış, sana ateş ediyor.
Köyün yüzde sekseni korucu, onların da kendi aralarında çatışmaları var, birden sinirlenirler, ateş ederler falan.

Hiç unutmam, Davus tepesi diye bir yer var, sivilin girmesi yasak, bir korucu orada dolaşıyor.
"İn aşağı" diyemezsin, çok uzakta, duyamaz.
Korucu olduğunu bilemeyiz, hepsinin giysisi aynı.
Top atışı yapıldı, adamın kafasına gelmiş top, adam parça, parça... Sen korucusun, yasak bölge olduğunu biliyorsun.

Üsteğmenle, ailesini görmeye gitmiştik. "Bu korucu öldü ama ailesi ne oldu?" diye üsttekiler sormamışlar, sadece "silahını alın" demişlerdi. Silahı Bixi, çok da güzel bir silah, ağır makineli, şaşmaz...

İlk seferinde, Perhanlı karakolundaki pusu timleri basılmıştı, sanırım, bir astsubay, bir asteğmen ve 21-22 er de şehit olmuştu.
Biz olaydan sonra koruma olarak gittik.
Bir taciz olayı geçmişti. Mesela dört tepenin arasında ise karakol, tepelerin hâkim yerlerine koruma timleri konur, yirmili, kırklı. Tim komutanları, tim çavuşları. Daha yukarısında ve uzağında, hâkim küçük tepelerin arkasından açılan ateşler taciz ateşi oluyor. Biz her zaman cevap veremiyoruz, o seferde de vermemiştik, küçük bir tecrübeydi.

İki aya yakın orada kaldık. Sonra basılacak diye bir duyum aldık.
Telsizlerde alt bant, üst bant vardır, alt bant 300 metrenin veya 150 metrenin yakınındaki çevre, üst bant da 500 metrenin-50 kilometrenin sınırıdır.
Adamlar bizim alt bandımızda konuşuyorlardı, demek ki bu kadar yakındaydılar. Her şey bitmişti sanki.

Yani askeriyenin içine girmişler, biz bir şey yapamıyoruz. Kafanı karakoldan kaldırdığında Kuzey Irak' taki karakolda peşmergenin nöbet tuttuğunu görebiliyorsun. Devamlı taciz edildiği için Gelişen'e güvenliğe gittik.

Karakol yakınlarındaki üç dört dağ var, tepelerden birinde üs kurduklarını öğrenmiştik, Direniş tepe...
Ben bomba tim çavuşu olmuştum, ağır makineli tüfeğim vardı, bomba atar.
Önce bizlerin atılması gerekiyor ki, ateş üstünlüğü sağlayarak helikopterlerin inebileceği bir zemin olsun, askerler gelebilsin.
Amaç oradakileri yok etmek veya esir almak. Bindik gene skorskiye, artık ciddiyetini biliyorsun, çatışmaya girmedik ama bizim tabura bağlı birliklerden "bugün beşe dörtlerden 12 kişi ölmüş" haberleri geliyor.
20 asker yaralanmış, bacağı, kolu kopanlar... Sen de artık olayın içindesin. Ben duygusalım, cenazenin eve varışını düşünürüm, bir de evin tek oğluysa eğer, yani çift oğluysa ölsün anlamında değil de, işte evliyse, ****** varsa... Hemen çatışma çıksın gibi bir hisse kapılanlar da çok vardı; çatışma çıksın da, gerekiyorsa öleyim, üç tane de öldüreyim gibi hisler bende yoktu, hiç de olmadı.

Çatışma başlamıştı. İlk Skorski helikopteri indiğinde, ilk biz inmiştik.
Yaklaşık sekiz-dokuz metre yukarıdan bizi aşağıya atacaklardı, inemeyiz falan davası yaptık.
Benim makineli silahım ağır, 35 kilo, o tüfekle benim aşağıya inmem demek bir yerimi veya makineyi kırmam demek.
Yani milyar demek.
Bunları da düşünüyorsun.
Artık askersin, sivilken canını kurtar, ama askerdeyken silahı düşünmek zorundasın.

Sonunda Skorski arka tepelerde dört-beş metreden attı bizi.
İple falan değil, malzemeler de sana sarılı, atlıyorsun.
Yaralanma yoktu ama çok sıkı bir çatışmaydı.
Çok güzel bir tepeyi almışlardı, yani iyi bir tepe, en yüksek tepeydi, yani direniş tepesi... Bizim en büyük desteğimiz kobra helikopterleri, tamamen ağır makineli tüfeklerle donatılmış mükemmel bir alet, olduğu yerde istediği gibi dönebiliyor, atış yapabiliyor. Onun sayesinde tepeyi ele geçirdik, gece tepede kaldık.

Öbür gün sabah hayatımın en kötü sabahı olacaktı. Hava aydınlanırken gittik.
Bu sefer öbür tepedeydik.

Saat saat nöbet tutuluyor.
Yoruldukları zaman da beni kaldırıyorlar.
Ben nöbete geçiyorum, zaten uyuyamıyorsun, tepende sadece yıldızlar, hayale dalıyorsun.

Üç buçuk ay ne telefon ne mektup ne bir şey... Kendimi rahatlatmak için, "Halen Hayattayım ve Buradayım" der, mutluluk oyunu oynardım.

Benim badim Lazdı, çok şeker bir çocuktu, somurtmazdı, kızmazdı.
Çok mutlu olduğumuz zamanlar da oluyordu tabii.
İşte sabaha karşıydı, hava aydınlanacak gibiydi, hiç ses yoktu.
Birden bire bir gümbürtü kopuyor, bir deprem gibi. Roketatarlar çalışıyor, biz karşılık vermiyoruz.

Roketatar menzili 400 metre falandır, üstümüze gelip patlıyor. Bir metre aşağı inse bizi ***ürecek, yani elini uzatsan tutacak gibisin.
Hava aydınlanana kadar çatışma sürdü. Biz de ateş etmeye başlamıştık.
Benim bomba atarı gece ateşlemek sakıncalıydı.
Ateş edince çok büyük bir alev çıkıyor, yerin belli oluyor.
Onların doçkası vardır, mükemmel bir silahtır, 3000 metreye kadar gider ve etkilidir. Bizde de var tabii.
O kadar ağır bir aleti nasıl getirebiliyorlarsa.
Herhalde katırları falan vardı. Doçkayı vurmak için çalıştık, olmadı. Ateş üstünlüğü kimde olursa, o kazanmış olmaz mı?

Hava iyice aydınlanmıştı, artık atabiliyorum rahatlıkla.
İlk kez insana orada attım. Şu anda bile gözümün önünde, bir kere atmak istemiyordum.
Bir insana ateş etmeyi hiç düşünmedim,
istemedim ve o tetiği ilk kez çekerken çok zorlandım.

Ama atmak zorundaydım ve attım, üzüntülüydüm. Sonra hiç bunları yaşamadım, insan alışıyor.
Çok heyecanlanmıştım, onuru da var, koca taburun ağır silahısın.
İki cephanecim vardı.
Bombaatar otomatik, yuvarlak, kıç kısımları yeşil.
Ağzına mermiyi verirsin, 40 tanesini sayarsın, sonra bir kırk daha takarsın...
Arka arkaya kırk tane, güm, güm, güm...

Önceden elime silah almışlığım yoktu, sesini bile bilmezdim.
Aslında ordu eğitmiyor, sen kendi kendine pişiyorsun.
Eğitimde bir mermi bir bomba veriyor, "at!" diyor, "çok iyi tamam geç".

İşin içine girince böyle olmadığını görüyorsun, kendini eğitmeye başlıyorsun.
O çatışmada hiç kayıp olmadı, yaralı da. Karşı taraftan vardı.
Akşamdan onların bulunduğu öbür tepeleri de elimizin altına almıştık.
Bizim uçak savarcı arkadaşın mevzii, uçurumla dip dibe.
Tam onun uçaksavarının önünde bir leş vardı.

Tabur komutanı, "kalsın sabah atarsınız" demişti. Uçaksavar mevzii ile leş arasında üç metre falan var, yattık.
Sabah kalktığımızda leş yoktu. Yani gelmişler, leşi almışlar.
Uçak savarcı delidir, doludur, gözünü kırpmaz ama gözünün önünden ***ürmüşler. Aşağıya uçuruma baktık, aradık, yoktu.

Gerçi bir çıt çıkması bütün silahların anında ateş etmesi demek.
O da bir korku içerisinde olmalı, zaten onlarda çatışmaya girenlerin hepsi haplı, esrarlı, eroinli...

Neyse çatışma bitti, onlar geri çekildiler... Her şeyi bir arada yaşıyorsun; korku, heyecan, sevinç... Sonra 45 güne yakın orada kalmamız gerektiği söylendi. Üç günlük erzak getiriliyor, atılıyor, dağıtılıyor. Çadır falan yok, sadece köpek çadırı derler, böyle, sırt çantanda ped vardır, pedlerin üzerinde yağmurluk, üzerinde çubukları vardır, o çubuklarla çadır yapıyorsun, yani yarısı yerin dibinde, yarısı dışında. Tek kişilik ya da birleştirip iki kişi yatarsınız, fark etmez.

Hakkari Çukurca tarafında bir karakol vardı, Pirinçtekin herhalde, en çok zayiatı veren bölge orası.
Pis bir bölge, kışın bile çok sıcak, kısa kollu tişörtlerle gezebileceğin bir hava. Bir de Sabır Dağı vardır ki, çok büyüktür, hiç soğuk olmaz, yaz-kış bahar havası vardır.

Kış oldu mu komple oraya toplanıyorlar, biliyoruz.
Sabır dağı dışında her yer iki üç metre kar, yaşanması imkânsız yani.
Orada insan olduğuna dair duyum gelmişti.

Pirinçtekin'e geldik. Karakol çukurda, solda ve sağda tepeler, kanyon gibi bir şey. Sağdaki büyük tepeden ışık yağmıştı...
Biz soldaki tepeden ilerliyorduk, orayı çembere almak için soldan gidiyoruz.
Tepeyi yarılamıştık.

Balıkesirli çavuştu, "Aysel, şuradan gidelim" gibi kadınların konuştuğunu duymuş.
"Yok, oğlum imkânsız, nereden duyacaksın, kadın sesi" diyorum.
"Yalnızlıktandır" falan demeye kalmadı, ben de duydum.

Biz yukarı çıkarken, onlar aşağıya iniyorlar ve aramızda bir kanyon var.
Onlar askeriyeyi basacaklar, biz de onları...
"Haber ilerlemesi" deriz, herkes arkasındakine söyler, haber en baştakine kadar gider. Tabur komutanının, "herkes mevzi alsın" emri herkese böylece ulaştı, mevzi alındı.

İki taraf da artık birbirinin sesini duydu.
Birden sessizlik çöktü.
Kapkaranlık, herkes önündekinin sırt çantasını tutarak yürüyor, gözün görmüyor. Onlar da mevzilerini almışlar, bir anda iç içe girdiğimizi hissettik.
Bağrışmalar, falan... Kırka yakın kadın... Sadece bu kadarı bizim tarafa girmiş ama duyumlara göre 600 kişiler.

Çığlıklar... Bombaatar kullanan arkadaşla biz yukarıdayız, çatışma bize göre aşağıda kalıyor.
Aşağıda kadınlarla boğuşuyorlar, çatışma değil, silah çekme falan yok, yakın dövüşüyorlar, süngüleşiyorlar.
Göremiyoruz ama sesler onu gösteriyor.
O sırada ateş başladı, yukarıdan ateş ederken alttan da gelmeleri onların en büyük özelliğidir.
Yani kendi ateşlerinin altından gelirler.
Asker yapmaz onu, mermi seker, can önemlidir.
Onlar yapıyorlar, eğitimini almışlar, biz onların videosunu izlemiştik, gerçek mermiyle eğitim yapıyorlar, bizim eğitimin bin katı...

Ben bomba atarı kullanıyordum. Yanımdaki arkadaşta silahın altına takılıp atılan bombalar var.
Mühimmatım bitti, artık G3 tüfek ile ateş edeceğim, el bombalarım da var.
Bombaatarı kenara çektim, arkadaşta bir tane kalmış, kalktı, ama normalde kalkmadan da atabilirdi, ama o biraz savaşçı ruhlu iyi bir çocuktu.
İlle atacaktı, yani son mermisi de olsa atacaktı.
Bir bombanın bombaatardan çıktığını, bir Hamza'nın göğsünün komple yandığını gördüm.
Bir patlama, her tarafımda kan, et parçaları hissettim.
Sol kolunun bizim mevzie çadırın üstüne düştüğünü hissettim.
Hamza'nın terhisine on iki günü kalmıştı...

Korku, üzüntü, hepsi birden çökmüştü bana, yığılmıştım.
Üstten gelenlerin içimize girdiğini hissettim.
Bizim yeni gelen bir askerimiz vardı, korkudan taşın gerisine sinmiş ve kıpırdamıyor ama, silahının parlaklığı görünüyor.
Orada pedlerin üstüne ****** yatırdım, üzerine de ped örttüm.
Kadın gelmişti, hiç unutmuyorum, silahın ucuyla yokluyor, "kimse var mı" diye... Ben çaprazdan görebiliyorum, biz üç kişiyiz, o bizi görmüyor, tabii o sırada ateş edemiyorsun, zarar verebilirsin, onları tek tek öldürmek de var, ateş ederek değil de süngüyle, tabii yapmadık.

O an kadın olarak görmüyorsun, yapı olarak da kadın gibi değiller, omuzları benden genişti.
Güçlülerdi. Çatışma iki-üç saat devam etti, sonra helikopterlerin çalıştığını duydular, kaçanlar oldu.
En acısı sabah başladı, bana, "her tarafın kan içinde" dediler. Akşamın verdiği şokla herhalde, Hamza'nın öldüğünü unutmuşum.
O şekilde gözümün önüne geldi, zaten hep gelir...
34 kadar şehit vermiştik, kırka yakın da yaralı, yaralıların da çoğu öldü, 45 falan oldu ölü sayısı...

Biz çatışmaya gireriz, Özel Tim, Özel Harekât leşleri bir kenara toplar, sayar... Asker toplayacak halde değildir, arkadaşın ölüyor, bir de kalkıp topla, say kaç kişiler...
Biz onları düşünmeyiz, herkes kendi eksiğine bakar,
"parmağım mı eksik, kulağım mı eksik" gibi.

Onlar da 35-38 arası falandı. Bizim timin yarısından fazlası gitmişti,
11. Bölük, 1. Timdi, ama artık o tim yoktu, yani 28 kişilik timden dört kişi falan kalmış, tim komutanı da ölmüş...

Bizi "biraz iyi olalım" diye çaycılığa verdiler. Hamza ölmüştü, çok samimi olduğum için çantasını benim toplamamı istediler.
Son yazdığı mektubu da bana göstermişti, zaten yazdıklarını hep bilirdim, mektubu okudum.

Annesine, babasına, bir de nişanlısına... İşte, "12 günüm kaldı" yazıyordu, annesine, babasına özlemlerini anlatıyordu, eşyalarını üç torbaya sığdırdım.
Bir de müzik seti almıştı, ucuzdu çünkü, onu koydum çantaya, elbiselerini koydum. Cenaze geldi, iki kol, bir bacak...

"Acaba onun mu" diyorsun, onun kolu olduğuna emindim, yanımdaydı...
Hepsi toplandı bir yere, sonra ayrıldı; bu Erzurum'a, bu Erzincan'a...

Hangisinin kim olduğunu bilmiyorsun.

Onları gönderirken kendimi çok kötü hissetmiştim.
Çok insan öldü ama Hamza beni çok üzmüştü.
Balıkesirliydi.
Ailesine iki kere gittim.

Aynı dönemden 16 kişi sözleşip evlerine gittik, annesiyle, babasıyla görüştük, ellerini öptük.
Mezarlığa gittik.
Fatiha okuduk.
Ailenin üzüntüsü aynı, sanki ilk gün gibi.

Bir daha gideceğimi sanmıyorum. Gidince aynı şeyleri tekrar yaşıyorum, yüreğim çok kötü atıyor, üzülüyorum.

Belki onlardan tamamıyla uzaklaşmak, onları unutmak istiyorsun.

Bu çatışmada helikopter geldi ama ateş edemedi, çünkü dediğim gibi iç içeydik.
Gelişen Karakolu tarafında olmuştu, F16 attı, ben yaralandım, F16 veya F6, mühimmatı kaç kilo, 300 kilo mesela, etkili menzili 500 metre, taşa çarpıyor, sekiyor, geliyor, 10 tane askeri yaralıyor, o yüzden sıcak çatışmalarda herhangi bir destek alamıyorsun.

Sonra bizi Kamışlı karakoluna gönderdiler.
Çaycı olmuştum, tost falan yapıyordum.
Alt bir görev gibi değil, çaycı, tostçu, depocu, silahçı olmak da önemli...

Ama operasyondan gelince el üstünde tutulurduk, kurbanlar kesilirdi, herkes konserve yerken bize dardanel tonlar gelirdi.

Havalıydık, ne bileyim işte, operasyona katılmayanlara takılırdık,
"konuşma sus, biz çatışmaya giriyoruz, sen oturuyorsun" diye.
Yazıcımızı, "ulan yazıcısın, bize nöbet yazıyorsun, orada çatışıyoruz" diye kızdırırdık.

Sonunda çocuk hasta hasta o operasyona geldi ve ilk operasyonunda şehit oldu.
Biz de böyle şeylerle hava atılamayacağını anladık.

Bir keresinde Direniştepe tarafındaydık gene, Yağmurlu operasyonuydu herhalde, yağmur yağıyordu.

Doçka kullanıyorlardı, onu susturmak için, sanırım F16 idi, devamlı bombardıman yapıyor.
Milyonlarca bomba atılıyor ama beş dakika sonra adam kafasını çıkarıp bomba atabiliyor.
"Bu böyle olmayacak" dedi tabur komutanımız,
"iki taraftan sarıp, şunu susturalım".

İki tepeden gidiyoruz, uzaktan yukarı doğru çıkıyoruz.
Normalde direkt gitsek belki on dakika ama bizim gittiğimiz yoldan iki-üç saat alıyor. Bombardıman devam ediyor, çatışma başladı, Bomba atar da yoktu yanımda.

Birinin arkasından üç kişi koştuk, tabur komutanı da yanımızda.
Dere yatağı gibi bir yerdi, taşlarla çevriliydi.
Onların ateş ettiğini görüyoruz, o kadar yakın yani.
O sırada işte sağ bacağıma, kaba ete küçük küçük bilyeler girmiş...
Şarapnel parçası demişlerdi, bence el bombası parçalarıydı...

Bende hiçbir sızı falan yok, 45 dakika öyle geçti.
Döndük, hani şöyle uzanırsın da rahatlarsın ya, öyle oldu...
Ayağımın içinden bir su sesi geliyor.
Elimi soktum, kan... Botu çıkardım, içi komple kan...
Baktık, çok küçük bir yarık, sanki bir şey sokulmuş da yuvarlanmış gibi...
Hiç acı yok. İnsanlar ölüyor, bu ufak bir şey gibi.

Helikopter geldi, beni Van 100. Yıl Üniversitesi hastanesine ***ürdü, 15 gün dinlenme verdiler, parçayı aldılar ama bir iki küçük parça var, onları vücut eritiyormuş.

Eskiden hissediyordum, şimdi, çok bastırırsam hissediyorum, yani eriyor.

İyileştikten sonra bir operasyona daha katıldım.
Bombaatarcılar şehit olmuşlardı ve bombaatarı kullanan kalmadığı için mecburiyetten tekrar gittim.
Sevinmedim.
Tam o sıra ablamın düğünü olacaktı, beni beklemediler.
Ben de, "gideyim çatışmaya, ne olursa olsun" dedim.
Vurulduktan sonra tamamen çay ocağına aldılar, zaten askerliğim çok ilerlemişti artık. Artık gelenlere öğretiyorduk.

Van'da herkes rahat. İki saat bir şey yapıyorsun, sonra vurup kafayı yatıyorsun, televizyon izliyorsun, hamamın var.
Artık 15 günümüz falan kaldı, 710 kişi ayrılmıştık, 500 kişi dönmüştük, 50 şehit, 40 gazi...

Yaşadıklarının verdiği sinir, hırs... İyice asabi olmuşsun.
Biz 5 kişiydik, geziyorduk taburda, tabii sakalımız falan var, dökülüyoruz, daha banyo yapmamışız, uzmana selam vermemiz gerekiyormuş. Uzman bağırmaya başladı, "durun" diye, durduk tabii.
"Uzmanım bir şey mi oldu" dedik.
"Komutanım" denir falan... İş uzadı, "yatın" diye bir ses geldi.

Şınav çekilecek, kimse yatmıyor, ben en öndeyim, tokat atacak. Babam bile tokat vurmadı bana.
O vurana kadar ben iki üç tane indirmiştim, yerdeydi, biraz morartı fazlaydı herhalde, 14 gün ceza yedim.
Bir hafta da alkolden.
12 ay boyunca alkol almıyorsun.
Askerlikte arkadaşına sırtını dayıyorsun, onunla yatıp, onunla kalkıyorsun, Kürt, Sünni, Alevi diye bakmıyorsun.
Bölükte biz altı-yedi Aleviydik.
Bizim aleyhimizde, lehimizde konuşurlardı, ben de onları aydınlatmaya çalışırdım.

Uyurken, irkilip kalktığım oluyor.
Şimdiye kadar kimseye askerliğimle ilgili hiçbir şey anlatmadım, en fazla bir iki kelime. Anlattıkça tekrar yaşıyorum, aklıma şehit düşen arkadaşlarım, aileleri geliyor, çok üzülüyorum.

Orada bir savaş var, yani bir mücadele falan değil, bayağı bir savaş, tam bir katliam. Bitmiyor, bitmeyecek de. Her gün televizyona şehit aileleri, kayıp aileleri çıkıyor, bunlar birbirlerini desteklesinler, başka bir şey yok yani.

 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.