İkinci Dünya Savaşının bulutları ufukta görülmeye başlandığı yıllarda ABD Başkanı Rossevelt en güvendiği generallerinden olan Genelkurmay Başkanı Mac Arthuru özel bir görevle Atatürke göndermişti. İstanbulda Dolmabahçe Sarayında gerçekleşen görüşme sırasında Mac Arthur, Atatürkten dünya durumu hakkındaki fikirlerini de öğrenmek istemiştir. Atatürkün ona verdiği cevap 1950lerde ABD tarafından açıklanmıştır. Bu görüşleri arasında Atatürk savaşın mutlaka çıkacağını, savaşın galibinin de komünizm olacağını, çünkü bizim komşumuz olması hasebiyle Sovyetlerin, müttefiklerin en küçük hatalarından bile büyük faydalar sağlayacağını ve savaşın ne İngiltere, ne Fransa ve ne de Almanyanın değil, özellikle Sovyetlerin işine yarayacağını söylemiştir. Mussolini ve Hitlerin savaşı çıkaracağını, çünkü onların asker kökenli olmadığını, savaşın ne olduğunu bilmediklerini özellikle vurgulamıştır. Nitekim Çankayadaki akademik toplantılarda da Mussolini ve Hitler hakkında aynı sözleri yakınlarına söylemiştir. Atatürk ekolünden gelen Mareşal Fevzi Çakmakın bir defasında Genelkurmay Başkan Yardımcısı olan Garp Cephesi Genelkurmay Başkanı Asım Gündüz Paşayı ikaz ederek:* Hitlerin sık sık tekrar ettiği hayat sahası içine Türkiyenin de kesinlikle dahil olduğunu ve bu konuda şimdiden tedbirler alınması gerektiğini söylemiştir. Atatürk aynı zamanda Mac Arthura savaşın 1940 veya 1941de çıkabileceğini de çok büyük bir uzak görüş ile söylemiştir. Nitekim savaş 1 Eylül 1939da başlamıştır. Mussolininin akıbetini bile aynen ifade etmiştir. Sonra yine Atatürkün başta İnönü olmak üzere etrafındaki yakınlarına Ne kadar yazık ki savaş beni hasta olarak yakalayacaktır. Olaylara doğrudan müdahale edemeyeceğim bir durumda yakalayacaktır... demiştir. Savaş, Atatürkün vefatından çok kısa bir süre sonra başlamıştır.Yedi yıla yakın bir süre Türkiyenin çevresinde bir ateş çemberi oluşmuş ve Türkiye, bu savaşa bulaşmadan sürdürdüğü bıçak sırtında siyaset sayesinde kurtulmuştur. Bu savaştan büyük bir riske girmeden sıyrılıp çıkmamızda da Atatürk ekolünden gelen devlet adamlarımızın varlığı rol oynamıştır. Şöyle ki: Washingtonda büyükelçi olarak bulunan Münir Ertegün Atatürkün ilk günlerinde Ankaranın Umuru Siyasiye (yani bir çeşit dışişleri yönetmeni) olarak bulunmuş ve Yusuf Hikmet Bayur ile beraber Türk Dışişleri Bakanlığının kurucularından olmuştur. Daha sonra Lozanda da Atatürkün görevlendirdiği heyette vazife almıştır. Washingtona Rooseveltin nezdine büyükelçi olarak yine Atatürk göndermiştir. Yine bu savaş sırasında Londra Büyükelçimiz olan Hüseyin Rauf Orbay da Atatürk ekolündendir. Biri Washingtonda Rooseveltin her zaman buluşup sohbet ettiği, satranç oynadığı dostu olmuştur. Öbürü Londrada Başvekil Churchillin yakın dostu ve sırdaşı durumunda idi. Bu iki büyük diplomatımızın gayretleri de Türkiyenin savaş dışı kalmasında çok önemli roller oynamıştır. Ankarada da yine Atatürk ekolünün iki büyük adamı Mareşal Fevzi Çakmak ile İsmet İnönü vardır. İnönü hem Adana buluşmasında ve hem de Kahire buluşmasında Churchillin yönlendirmesi ile savaşa sokulmak istenmesine direnmiştir. Bir defasında Churchille şöyle demiştir: -Biz savaşın ne demek olduğunu çok iyi bilenlerdeniz. Biz savaşa girmeden üç kere düşünürüz. Sonra yine üç kere düşünürüz. Sonra yine düşünürüz.* Kahire Konferansı dönüşünde Mareşale konuyu açtığında, o zamanki kabine üyesi ve olayın şahidi olan Suat Hayri Ürgüplünün anılarında da kaydedildiği gibi, Mareşal elini masaya vurarak şöyle der: -Siz cumhurbaşkanısınız. Yani başkumandansınız. Ama benim askerim neden savaştığını bilmeden savaşmaz. Bu savaşa niçin gireceğiz? Siz işi bana bırakınız, lütfen. Ben onları oyalarım demiştir. Nitekim öyle de olmuştur. Bütün yukarıda zikrettiğimiz zatların elbirliği ile çalışmaları sonucunda Türkiyemiz büyük bir felaketten, yaşlı dünyamızın çağlar boyu gördüğü en büyük felaketten yüzakı ile sıyrılıp çıkmıştır.
TÜRKE KALKAN BOYUNLAR KOPACAK!
TÜRKE KALKAN BOYUNLAR KOPACAK!
Son düzenleme: