Atatürk..........

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
MUSTAFA KEMAL VE EZİLEN DÜNYA İNSANLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ


Osmanlı imparatorluğu topraklarını paylaştırma olayı, sadece 1.Cihan Harbi galiplerinin Türkiye’yi kendi istedikleri şekilde parçalamayı başaramamaları olarak değerlendirilmemelidir. Çapı çok daha büyük, çok daha şümullüdür. Dünya çapında tarihsel bir olay gerçekleşmiş ve Emperyalizm ilk defa durdurulmuş ve sonra da hiç olmazsa Dünya’nın bir yöresinde, Anadolu ve Doğu Trakya’da çekilmek mecburiyetinde kalmıştır. Orta Doğu’da olduğu gibi Asya ve Afrika’da sömürge olarak ezilen ulusların beynindeki “Emperyalizm’in Yenilmezliği” anlayışı değişmeye başlamıştır. O günlerde özellikle Emperyalist Âlemde, yenilgi sonrası İngiltere ve Yunanistan’da meydana gelen siyasi gelişmeler bütün Dünyanın dikkatini çekiyordu.

Yunanistan’da bir askeri darbe yapıldı. Kral Konstantin 27 Eylül’de genel isteğe uyarak tahtını terk etti. Yerine getirilen II. George 28 Eylül’de ant içti. Venizelos’dan müttefik devletlerle ilişkilerde Yunanistan’ı temsil etmesi istendi. İhtilalciler 19 Ekim 1922’de General Pangalos’un başkanlığında, Anadolu felaketinin sorumlularını incelemek üzere bir araştırma komitesi kurdular. 23 Ekimde Bakanların özel bir savaş divanı tarafından yargılanacakları basında açıklandı. Savaş Divanı 13 Kasım’da, Parlamento binasında ilk duruşmaya başladı ve 28 Kasım günü sabah’ın erken saatlerinde (06.30) kararını açıkladı. Sanıklardan sekizi de vatana ihanetten suçlu bulundu. Başbakan Dimitrios Gounaris, İçişleri Bakanı Nikolaos Strotos, Petros Protopapadakis (1922 Mayısında kralcı koalisyon hükümetinin son Başbakanı) Georgios Baltazzis (İzmir doğumlu, 1921–22 yıllarında Dişişleri Bakanı), Nikolaos Theotukis (1921–22 yıllarında Savunma Bakanı) ve General Georgios Hacı Anesti (Anadolu’daki Yunan Kuvvetleri Başkomutanı) ölüme mahkûm edildiler. Xenephon Stratigos (Gounaris hükümetinde Genelkurmay Başkan Yardımcılığı, 1922’de Ulaştırma Bakanı) ve Goudas da ömür boyu hapse mahkûm edildiler. (1) Ölüm cezası aynı gün suçluların kurşuna dizilmesiyle yerine getirildi. Venizelos şansı sayesinde kurtulmuştu ve Yunanlılar için yeniden umut ışığı oldu ve yıldızı parladı.

İngiltere’de 15 Kasım genel seçimlerinde Muhafazakârlar Avam Kamarasında çoğunluğu kazandı. Bu seçimde Liberallerden W.Churchill de, Dundee seçim bölgesinde seçimi kaybetmişti. Koalisyon’un Liberal liderleri arasında yerini koruyan bir tek Lloyd George oldu. Ama o da bir daha kabineye giremedi. (2) “Çanakkale’deki Lord Kitchener ve Winston Churchill gibi o da politik varlığının Ortadoğu (Türkler) tarafından yıkıldığını görmüştü.” (3) Bütün bu başarısızlıkların nedeni aynı kişi olmuştu. Genç Türk Generali Mustafa Kemal; Batılıların bütün gücüne ve avantajlarına rağmen Emperyalistlerin hayallerini yıkmış, Anadolu ve Trakya’nın Hıristiyanlaştırılmasını, sömürgeleştirilmesini önlediği gibi, Osmanlı Devletinin enkazı arasından genç ve yeni modern bir devlet kurmayı başarabilmiş, adeta inanılmaz bir mucize gerçekleştirmişti.

Tabii ki bütün bu gelişmeler belirli bir dönemin sonunu getirirken, yeni bir dönemi, “Özgürlükler Dönemini” başlatmıştır. Bu yeni dönemi başlatanlar bu sefer Avrupalılar değil Türklerdir. Avrupa ve Hıristiyan batı dünyası Türkler için zor şartları oluşturmaya çalışmışlar, ancak gördükleri direnç ve akıllı stratejiler sonunda başarılı olamamışlardır. Onları başarısızlığa uğratan, 1922’de 41 yaşına gelmiş olan Mustafa Kemal; artık ezilen bütün dünya insanları için bir umut, bir ışık, bir özgürlük temsilcisi olmuştur. Bu konuda bazı izlenimler O’nun sadece Türk ve Müslümanlar için değil, diğer uluslar için ne anlam taşıdığını açıklamaya yeterli olacaktır.

“Osmanlı yenilgisinin ve mütarekenin şoka uğrattığı İslam Dünyası, 1919 baharından itibaren Türkiye’deki olayları büyük bir dikkatle izlemeye başladı. O güne kadar tanınmamış biri olan Mustafa Kemal’i keşfetti (daha önceki kahraman Enver Paşa idi) ve Mustafa Kemal’in Avrupa’ya meydan okuyuşunu heyecanla izlemeye başladılar. Ege’de Yunan işgali, Müttefik birliklerin İstanbul’a girişi, Sevres Anlaşması, İslâm toplumlarının Türklerle dayanışmaya girmelerinin çeşitli nedenlerini oluşturuyordu. Bu cümleden olmak üzere, Tunus’ta Türkiye olayları çok yakından izleniyordu. İstanbul’un İngilizler tarafından işgalini protesto amacıyla Mart 1920’de kralın sarayının önünde bir gösteri düzenlendi. Bu olaylar dizisi içinde, Sakarya Meydan Muharebesi (Eylül 1921) tartışmasız dönüm noktasını oluşturdu. Türklerin Yunanlılara ve bunların arkasındaki İngiliz emperyalizmine karşı zaferi, sömürgeleştirilmiş Müslüman halklara, Avrupa’ya kafa tutulabileceği duygusunu veriyordu. İngiltere yenilmez değildir. Ajitasyon Türklerin başarısı tarafından özendirildi.

Tunus’ta olduğu gibi Suriye’de de gazeteler Kemalistlerin lehinde aktif bir kampanya yürüttüler. Mustafa Kemal’in ve Halifenin etrafında toplanmayı savundular. Zaferin ilanı, Tunus kentinde gösterilere yol açtı. Türklerin davasına duyulan sempati, giderek İslâm Dünyasının kurtuluşu biçiminde daha genel bir umuda dönüşüyordu.

Ancak Türklerin lehine yapılan en gösterişli dayanışma toplantıları Anadolu’yu yeniden fetheden Türk birliklerinin İzmir’e girişi (Eylül 1922) dolayısıyla yapıldı. İslâm Dünyası, Fas’tan Endonezya’ya kadar toplantılar düzenleyerek, mitingler yaparak Türklerin zaferinden duyduğu sevinci ortaya koydu. Filistin’de, Ş**’da, Tunus’ta, Hindistan Müslümanları arasında, Yemen’de ve Hatta Etiyopya’da Adis Ababa’daki Müslüman halk arasında düzenlenen gösteriler hakkında tanıklar vardır. Türklerin zaferi ilan edilince Kudüs Mustafa Kemal’in resimleriyle donatılıyor, Gazze’de, Nablus’ta pencerelere Türk Bayrakları asılıyor, camilerde dualar okunuyor ve Kudüs’teki El Aksa camiinde büyük bir toplantı yapılıyordu... Malezya’da Hintli Müslümanlar tarafından işletilen dükkânlar Mustafa Kemal’in resimlerini satıyor ve Malezyalı gençler bunlardan yüzlerce satın alıyorlardı. M. Kemal’in portresi, tıpkı (Enver) Sedat’ın Kahire’deki evinde olduğu gibi; Türk dostu çevrelerde boy gösteriyordu. Öyle anlaşılıyor ki, Pakistan’daki eski ailelerin çatı katlarında günümüzde bile (1980’lerde) bu resimlere rastlanıyor.” (4)

“Mısır’dan Hindistan’a kadar bütün İslam diyarında, köylüler O’nu Allah’ın sevgilisi, din adamları imanın kılıcı, siyaset adamları Doğunun devrimcisi diye andılar.” (5)

Bu günlerde gelişmeleri çok yakından izleyen bir Fransız basın mensubu Pierre Benoit şahit olduğu olayları şu sözlerle anlatmaktadır:

“Bazı Arap ülkelerinde gençler, başlattıkları hürriyet mücadelelerinde, kendilerini durdurmak için açılan ateşler karşısında semayı dalgalandıran bir gürleyişle coşkun ve korkusuzca haykırıyor ve ‘ Yaşasın Mustafa Kemal’ diye bağırıyorlardı.”

Hürriyet mücadelelerinin dışında Atatürk’ün yaptığı reformlar da özellikle Müslim ve Gayrı Müslim topluluklar için emsal teşkil etmiş, gelişmekte olan birçok ülke lideri onun reformlarını örnek alarak kendi uluslarının gelişmesine katkı sağlamışlardır. Bu konudaki en somut örneklerden biri Tunus Devlet Başkanlarından Habib Burgibadır. Burgiba görüşlerini şu sözlerle dile getirmiştir.“ Mustafa kemalin kişiliği, halk kitlelerinin ayaklanması ve halk mücadelelerinin önderi olmuştur. Bu mücadeleler onun ölümünden sonra genişlemiş, pek çok Üçüncü Dünya ülkesini esaretten kurtarmıştır.”

1939 yılında Hindistan Meclis Başkanı olan Sir Abdurrahim de şu sözlerle paralel bir görüşü ortaya koyuyor ve: “ O, uğraşılarıyla yalnız Türkiye’de değil, bütün Doğu Dünyasına kurtuluş yolunu göstermiştir. O Tarih büyüğünün, o Türk kahramanının, o Doğunun kurtuluş ve uygarlık önderinin eserlerini her zaman sevgi ve saygı ile anacağız” diyordu.

Bu konuda Çin Basınının görüşü de şöyledir: “Atatürk istilaları nasıl bir ruhla ve ne gibi vasıtalarla püskürttüğünü bize göstermek yoluyla ulusal kurtuluşun yöntemini göstermiştir. O’nun düşünüş ve tutumunun kalplerimizde her an canlı kalacağını, ulusal bağımsızlığımızda bize güç ve destek olacağını düşünüyoruz.”

Bir Macar Gazetesi Pester Lloyd 1938’de Atatürk’ün ölümü nedeni ile yazdığı bir başyazısında : “ Dünya bu harp ve barış kahramanı büyük adamın ölümü ile yoksul düşmüştür. Güçlükleri ve zorlukları yenme kararı ve aman bilmeyen savaş galiplerinin yenilenlere uygulamaya çalıştıkları Pranga Siyasetini ilk kıran Atatürk olmuştur.” Sözleri ile genel kanısını belirtiyordu.

Atatürk’ün sadece Türk insanı için değil, bütün insanlık âlemi için attığı en büyük adımlardan biri bize göre“Kadın Hakları” konusunda yaptığı reformlar ve atılımlardır. Günümüzde ne yazık ki dinsel inanışlar bahane edilerek yeniden yok edilmeğe çalışılan bu reformlar, o dönemde sadece Türk Kadınlarını değil bütün dünya kadınlığını tam bir özgürlüğe ulaştırmağa çalışıyordu. Bu konuda birkaç örnek vermek isteriz.

1938 yılında Uluslararası Kadınlar Birliği Romanya delegesi olan Prenses Aleksandrina Cantacuzene “Atatürk, dünya üzerinde yeni bir dönem açmış bir insandır. Ben onun Türk Kadınına verdiği haklarla, bir ülkede Anayı layık olduğu yüceliğe eriştirip Batıya ders verdiğini nasıl unuturum.” Derken, Tunus Milletvekili ve Kadınlar Birliği Başkanı Radhia Haddad da “ Atatürk’ün anısı yalnız Türk kadınlarının değil, özgürlük ve gelişme aşığı bütün dünya kadınlarının gönlünde sonsuza dek yaşayacaktır.” Sözleri ile Atatürk’ün yaptıklarının kadın dünyası için ne kadar önemli ve örnek bir hareket olduğunu vurguluyordu.

Atatürk’ün ve reformlarının özellikle Ortadoğu ve İslam ülkeleri için ne anlam ifade ettiğini ve yazımızı Mısırlı bir yazar M.M. Muşarrafa’nın sözleri ile noktalamak istiyoruz.

“ Atatürk’ün Doğu için değeri somut ve olumludur. Çünkü o bize, kültürce Batının etkileri altında kalıp boğuluruz diye korktuğumuz korkuların temelsiz olduğunu göstermiştir. O Doğulu uluslara, ulusal bütünlüklerini yitirmeden, kendi değerlerini yeni durumlara nasıl uygulayacaklarını göstermiştir.”


DİPNOTLAR:


(1) Michael Llewellyn Smith, Anadolu Üzerindeki Göz S.352.354.365–374 ( Hürriyet Yayınları, İstanbul–1978)

(2) David Fromkin: A Peace to End All Peace, The Fall of The Otoman Empire And The Creation of The Modern Middle East S.560. ( Avon Boks, New York–1990: Türkçesi Barışa Son Veren Barış 1914–1922, Sabah Yayınları, İstanbul)

(3) Aynı Eser, S.560–561. var Memoirs of David Lloyd George, V.I, p.1050–1051, London, Colhams Press Limitet.

(4) François Georgeon ve İskender Gökalp: Kemalizm ve İslâm Dünyası, S.25- 27 (Çev. Cüneyt Akalın, Arba, İstanbul –1990).

(5) Selahaddin Çiller, Atatürk İçin Diyorlar ki; S.95, Fransız Gazeteci Marcel Sauvage, Cumhuriyet, 5 Ağustos 1935 (Varlık Yayınevi, İstanbul –1965).
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
ATATÜRK ve KADIN

Kadın hakları ve kadınların erkeklerle eşitliği konusunda geçen asırdan itibaren batı ülkelerinde ve toplumlarında yoğun mücadelelerin verildiği ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere' nin bu mücadelelerin en şiddetlilerini yaşadığı bilinmektedir. Ülkemizde, gerek Osmanlı İmparatorluğu ve gerek Cumhuriyet döneminde kadınlarımızın kendi hakları konusunda, batı ülkelerindekine benzer şekilde mücadele ettiklerini söylemek mümkün değildir. Ama biz kadınlara birçok batı ülkesinden daha evvel bu hak Atatürk tarafından verilmiş ve hatta adeta sunulmuştur. Cumhuriyet Dönemi ve Kadın Hakları teokratik bir devlet yapısının ve kadın haklarının kısıtlı olduğu bir toplum düzeninin olduğu Osmanlı İmparatorluğu' ndan, kadın-erkek eşitliğinin kabul edildiği modern Türkiye Cumhuriyeti' ne geçiş, bir çok devrimler ile mümkün olabilmiştir. Bu devrimler içinde, kadınların erkekler ile eşit toplumsal varlıklar olarak toplum içinde yerlerini almaları bir uygarlık aşamasıdır ve Atatürk Devrimleri' nin en önde gelenlerinden birisidir. 1926 yılında Büyük Millet Meclisi tarafından kabulle yürürlüğe giren ve Türk kadınlarını "şeriat" zincirinden kurtaran Medeni Kanun ile, Türk kadınına bin yıl evvel kaybettiği hakların iade edilmesinin temeli oluşmuştur. Artık kadın güçlenmeye, kişiliğini bulmaya başlamış ve erkeğinin yanında sosyal faaliyetlere katılmaya hazırdır. Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Haklarının Verilmesi Medeni Kanun ile erkeklerle eşit haklara sahip olan Türk kadınına, 3. TBMM tarafından 3 Nisan 1930' da kabul edilen bir yasa ile belediye seçimlerine katılma hakkı tanınmıştır. 1931 yılında da Türk kadını ilk kez tıp dünyasında varlığını göstermiş ve ilk kadın cerrahımız çalışmaya başlamıştır. 4 Mayıs 1931' de ilk toplantısını yapan IV. TBMM tarafından 26 EKim 1932' de kabul edilen bir yasa ile Türk kadınına muhtar, köy ihtiyar kurulu üyeliğine seçilme ve seçme hakkı tanınmış; ertesi yıl da, 8 Ekim 1934' de kabul edilen ve 5 Aralık 1934'de yürürlüğe giren bir başka yasa ile kadın-erkek eşitliği alanında bütün haklar, "Kadınlara Milletvekili Seçme ve Seçilme Hakkı" nın tanınmasıyla verilmiş oluyordu. Atatürk' ün Kadın Hakları Konusundaki Görüşleri ve Gerçekleştirdikleri, bugün dünya aydınlarının ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı 'nın yaymaya çalıştığı kadın hakları ile ilgili görüşler, Atatürk tarafından çok önceleri dile getirilmiş ve çoğunlukla da uygulama alanına sokulmuştur. Atatürk, Cumhuriyet' in ilanından dokuz ay önce Şubat 1923 'de şöyle demiştir:

"Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun, bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organı işlemezse, o sosyal toplum felçlidir."

Atatürk, çağdaş bir düşüncenin ürünü olan bu sözleriyle kadının toplumdaki yerini belirlemiştir. Atatürk' ün Türk kadınına beslediği sevgi ve saygı, Kurtuluş Savaşı' ndaki gözlemleri ile iyice perçinleşmiştir. 1923 yılında Konya' da yaptığı bir konuşmada, bu hissiyatını büyük bir içtenlikle dile getirir.

"Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere ***ürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim, diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakar, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim."

Atatürk 30 Mart 1923' de Vakit Gazetesi' nde yayınlanan bir beyanatında;

"İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?"
Türkler tarih boyunca, babaerkil denilen aile yapısını gönüllerine yerleştirememişler ve benimseyememişlerdir. İşte Atatürk, milletin geçmişindeki ve özünde var olan fakat özlem haline getirilmiş bir hakkı, bir duyguyu devlet varlığına geçiren devrimci olmuştur.

"Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın"

diyerek, yaptıklarının gerekçesini az, öz ve muhteşem bir ifade ile belirtmiştir. Kadınların giysileri de Atatürk' ün üzerinde çok önemle durduğu bir başka konu olmuştur. Bu konuda Atatürk, 1 Eylül 1925' de İkdam Gazetesi' nde yayınlanan bir beyanatında şöyle dedi:

"Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başında bir bez, peştemal veya buna benzer birşeyler asararak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın manası neye delalet eder? Medeni bir millet anası, bir millet kızı için bu garip şekiller, bu vahşi vaziyet nedir? Bu hal milleti çok gülünç gösterir ve derhal düzeltilmesi lazımdır".

1925 yılında İnebolu gezisinde Atatürk, örtünen kadınlarla ilgili şunları söyledi:

"Onlar yüzlerini cihana göstersinler ve gözleri ile cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak hiçbir şey yoktur. Önemli olarak şunu ihtar edeyim ki, bu halin muhafazasında inat ve taassup, hepimizi en az kurbanlık koyun olmak istidadından kurtaramaz.."

31 Temmuz 1932' de Türkiye güzeli Keriman Halis' in, Belçika' da yapılan yarışmada dünya güzeli seçilmesi üzerine Atatürk O'na "Ece" ünvanını verir ve Türk kadınına şöyle seslenir:

"Şunu ilave edeyim ki! Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihten bildiğim için, Türk kızlarından birisinin dünya güzeli seçilmiş olmasını çok tabii buldum. Fakat Türk gençlerine bu münasebetle şunu hatırlatmayı da lüzumlu görürüm: Övünç duyduğumuz tabii güzelliğinizi fenni tarzda muhafaza etmesini biliniz ve bu yolda uyanık olunuz ve bu gelişmelerin aralıksız gerçekleşmesini ihmal etmeyiniz. Bununla beraber, asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, analarınızın ve atalarınızın oldukları gibi, yüksek kültürde ve yüksek faziletle dünya birinciliğini elde tutmaktır."

Atatürk, 18 Nisan 1935' de kendisinin himayesinde İstanbul' da toplanan ve aralarında ünlü nükleer fizikçi Madam Eve Curie' nin de bulunduğu, dünyanın dört bir yanından gelen kadınların katıldığı "Milletlerarası İlk Kadın Kongresi" delegelerine şöyle seslenir:

"Türk kadınının dünya kadınlığına elini vererek, dünyanın barış ve güveni için çalışacağına emin olabilirsiniz."

Ulu önder, Türk kadınlarının hiçbir alanda erkeklerden ve Avrupalı kadınlardan geri kalmayacakları yolundaki inancını da şu sözleriyle belirtmiştir:

"Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip, donanmaktır. Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım."

Türk toplumunun gelişip yükselmesinde aile yapısının önemine inanan Atatürk, şöyle demektedir:

"Bu millet esas terbiyesini aileden almaktadır. Türk milleti öyle analara sahiptir ki her bir devrin büyük adamlarını bu analar yetiştirmiştir. Türk kadını daha büyük nesiller yetiştirmeye kabiliyetlidir."

Türk kadını, yüzyıllardır özlemini çektiği haklarına sahip olmada; en azimli, inançlı ve güçlü desteği Atatürk' ten almış ve çağdaş ülke kadınlarının önüne geçmiştir. Örneğin; İtalya' da kadınlar ancak 1948 yılında seçimlere girebilmişler. Japon kadınları ise seçim haklarını ancak 1950 yılında alabilmiştir. Medeni Kanun' ları aldığımız İsviçre' de ise, kadınlar haklarını 1971 yılına kadar alamazken, çağdaşlamada örnek aldığımız İsveç ve Danimarka gibi ülkelerde de durum farklı değilken, Türk kadınına 1935 yılında seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Bu vesile ile bakın Atatürk nasıl seslenir:

"Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasi hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını, evdeki medeni mevkiini selahiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasi hayatla, Belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu selahiyet ve lihakatle kullancaktır."

Atatürk hayatta iken yapılan son seçim olan, 1935 yılı seçimlerinde ilk kez seçilme hakkını da kullanan Türk kadını, TBMM' ne onsekiz kadın milletvekili ile girmiştir. Bu onsekiz Türk kadının yüce meclisin çalışmalarına ne ölçüde katkıda bulundukları ve kararlarında ne denli etkili oldukları meclis tutanakları ile sabittir. Ayrıca kişisel tutumları da övünç vesilesi ve geleceğe olan inançları kuvvetlendirici mahiyette olmuştur. Atatürk' ün, çağı ve değişeni değil, değişecek zamanı milletine göstermesi, kadın hakları ve kadın-erkek eşitliği konularında, "BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi", "İnsan Hakları Sözleşmesi" gibi konular, daha insanlık tarihinin ufkunda bile görünmemişken Türk Kadınına, haklarını vermesinin değeri daha iyi anlaşılır. Bağımsızlık mücadelesi yapan ülkeler nasıl Atatürk' ü örnek bir lider almışlarsa, kadın hakları uğruna uğraş ve savaş verenler de, onu bir devrimci olarak aynı şekilde örnek almak durumundadırlar. Çünkü bütün insanlık tarihi boyunca, tarihin hiçbir döneminde, hiçbir lider kadın hakları konusunda Atatürk kadar önsezili ve öngörüşlü olmamış, onun kadar uğraş ve savaş vermemiştir. Ne mutlu bir Atatürk yetiştiren Türk kadınına, ne mutlu O'na sahip olan Türk milletine...
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
Münir Hayri Egeli ile 1937 yılında kaleme aldığı ve yeni ortaya çıkarılan Ben Bir İnkıláp Çocuğuyum adlı filmin senaryosunda Atatürk; Emine, Hatice, Makedonyalı Eleni, Naciye'den de bahsediyor. Atatürk'ün bu senaryosu yakında filme çekilecek. Münir Hayri Egeli bu senaryonun varlığından 1954'te yazdığı Bilinmeyen Yönleriyle Atatürk kitabında bahsetmiş. Fakat bu detay herkesin gözünden kaçmış. İşte bu detaya araştırmacı-yazar İlknur Güntürkü Kalıpçı ulaşmış. Şimdi Atatürk'ün vasiyetinin yerine getirilmesi için bu senaryo filme çekilecek. Filmde Atatürk'ün 1927-1938 yılları arasında politik kişiliğinden çok aşkları ve insani yönü anlatılacak.

DÖRT AŞK HİKAYESİ VAR

Filmin adı belli: Ben Bir İnkıláp Çocuğuyum. Yönetmeni de belli: Biray Dalkıran. Bu hafta gösterime giren Cennet filmiyle adı gündeme gelen yönetmen Biray Dalkıran Atatürk'ün vasiyeti olan bu filmi çekecek olmaktan dolayı çok mutlu. İlknur Kalıpçı kendisine projeden bahsettiğinde çok heyecanlanan Dalkıran ‘Atatürk'ün senaryonun filme çekilmesini vasiyet ettiğini öğrendiğimde ‘Bu filmi kesinlikle ben yapmalıyım' dedim. Bu vasiyeti yerine getirecek olmak benim için büyük bir gurur' diyor.
Herkes gibi kendilerinin de Mustafa Kemal'i sadece devlet adamlığı ve askerliğiyle tanıdıklarını anlatan Dalkıran ‘Meğer bilmediğimiz pek çok yönü varmış. Bizim de senaryoda en çok özel hayatı ilgimizi çekti. Herkes Atatürk'ün iki aşkı olduğunu bilir ama meğer dört aşkı daha varmış. Mesela Emine, Hatice, Makedonyalı Eleni, Naciye varmış. Kitapta ondan da bahsetmiş. Zaten filmi de bu aşk hikayesiyle başlatmak istiyoruz' diyor.

FİLM BENİ BİTİREBİLİR DE


Filmin çekimlerine bir ay sonra başlanacak. Bu proje için 8-10 milyon dolar gibi büyük rakamlar gözden çıkarılmış. Bu paranın büyük bir kısmını Sarı Zeybek projesine destek olan Türkiye Sivil Toplum Kuruluşları Konfederasyonu Genel Başkanı Hasan Ekşi karşılayacak.

‘Başrol oyuncusu belli oldu mu?' diye sorduğumuz Dalkıran Atatürk'ü oynayacak kişiyle ilgili kriterlerini şöyle anlatıyor: ‘Ünlü biri olması konusunda da ısrarcı değiliz. Sonuçta Atatürk'ün belli kıstasları var. Duruşu, hareketleri, mimikleri, dudak hareketleri gibi... Mesela Haluk Bilginer düşündüğümüz isimler arasında. Tabii önceden Atatürk'ü canlandırmış kişiler de listemizde yer alıyor.'

Dalkıran çekeceği filme güveniyor ama kariyerini de düşünmüyor değil: ‘Bu film direkt kariyerimle ilgili. Bundan önce birçok film, belgesel, klip ve reklam filmleri çektim. Ama bu film bambaşka ve hiçbir şeyle kıyaslanamaz. Bu film başarısız olursa kariyerim biter' diyor.


Asker dediler Atatürk'e kız vermediler
Senaryoda Atatürk'ün komşu kızı Hatice'ye de aşık olduğu yazılı. Hatta Atatürk ile birlikte senaryoyu kaleme alan Münir Hayri Egeli'nin anlatımına göre, Hatice Hanım bir kış gecesi Egeli'nin ısrarlarına dayanamayarak hikayesini şöyle anlatmış:

‘Selanik'te Zübeyde Teyzelere yakın oturuyorduk. Mustafa Bey'i çocukluğumdan beri kapımızın önünden geçtikçe görürdüm. Naciye isminde bizden çok büyük bir kız arkadaşımız onun her geçişinde pencereye koşar onu seyrederdi. Arkadaşlarla karar verdik, ilk fırsatta Naciye Abla'nın sevgisini Mustafa Bey'e duyuracaktık. Zübeyde Teyzelere de sık sık gittiğim için bu işi bana verdiler. O gün evlerine gittim ve sofadan geçerken bir saksı içinde kırmızı karanfiller gördüm. Hemen birini kopardım, Mustafa Bey'in odasına girdim. Masanın üzerinde bir tarih kitabı vardı. Hemen karanfili kitabın açık sayfasına koydum. Mustafa Bey geldi. Annemin ve annesinin ellerini öptü. Çiçekten dolayı çok heyecanlı idim. Mustafa Bey benim heyecanlı olduğumu hissetti ve dikkatlice gözlerime baktı. Daha sonra derslerinin olduğunu söyleyip odasına çıktı. Birdenbire Mustafa Bey'in merdivenlerden indiğini ayak seslerinden anladım. ‘Bu çiçeği benim kitabımın arasına kim koydu?' diyecek gibi geliyordu.

Mustafa Bey odanın kapısında göründü. Gözlerimle ben ettim sen etme der gibi ona baktım. Oda bana o manalı mavi gözleriyle bakıyordu. Mustafa Bey bir arkadaşını görmek için tekrar dışarı çıkacağını söyledi ve gitti. O günden sonra ne Zübeyde Teyzelere gidiyordum ne de Mustafa Bey'in görünebileceği yerlere uğrayabiliyordum. Bir gün evdeki büyütmeden Zübeyde Teyze'nin beni Mustafa Bey'e istediğini öğrendim. Annem askerler hep uzaklara giderler, ben kızımdan uzaklaşamam düşüncesiyle işi sürüncemeye sürmüş. Mustafa Bey Harbiye'den erkanıharp yüzbaşısı olarak çıktığın da tekrar beni istedi. Ama annem yine fikrinden vazgeçmedi ve beni başka biriyle söz kestirdi.'

İLK GÖZ AĞRISI EMİNE'YDİ


Mustafa Kemal Atatürk'ün özel hayatında genelde Fikriye ve Latife Hanım'ın adı geçiyor. Latife Hanım 1923-1925 yılları arasında Atatürk ile evliydi. Atatürk ile birbirine aşık olduğu söylenen Fikriye Hanım'ın ise aşkına karşılık bulamadığı için 1924 yılında Çankaya Köşkü önünde silahla intihar ettiği belirtiliyordu. Ama senaryoya göre Atatürk'ün hayatında bir de Emine var. Münir Hayri Egeli'nin Bilinmeyen Yönleriyle Atatürk kitabında ve senaryoda Atatürk'ün ilk ve son aşkının Selanik Merkez Kumandanı Şevki Paşa'nın kızı Emine Hanım olduğu yazıyor. Atatürk ölümüne kadar kız kardeşi Makbule Hanım vasıtasıyla ondan haber aldığında mutlu olmuş, evlenmediğini öğrendiğinde çocuklar gibi neşelenmiş. Hatta çok sevdiğini söylediği Eminem şarkısını da bu yüzden çok severmiş ve şarkı her çalındığı ortamda iştirak edip kimi zaman gözlerinden yaş gelirmiş.

Mustafa Kemal Selanik'ten ayrılırken Emine Hanım'ın ‘Harbiye'ye ne zaman gidiyorsun?' yazdığı nota şöyle cevap vermiş: ‘Bu dakikada vapura gidiyorum. Bu an-i mes'um bize kan ağlatacak. Bendeniz sizi unutmayacağıma vicdanen yemin eder, sizden de aynı vefayı beklerim, allahaısmarladık. Mustafa Kemal'


‘Bu senaryonun ruhuna sadık kalınması elzem'
Filmin senaryosunu Atatürk ile yazan Münir Hayri Egeli 1904'te İstanbul'da doğdu. Çeşitli okullarda öğretmenlik ve müdürlük görevlerinde bulundu. Milli Temsil Akademisi (Devlet Tiyatrosu) ve film rejisörlüğü de yaptı.

Egeli, kitabında senaryonun yazılma kararının nasıl alındığını özetle şöyle anlatmış: ‘Bir gün beni Çankaya'dan çağırttılar. Atatürk kütüphanedeydi. ‘...şirketinden bir mektup aldım. İnkılábımıza dair film yapmak istiyorlar. Bu bizim işimiz olmalı. Bu senaryo benim hayatımla mesela bir öğretmenin hayatını muvazi olarak yürütmelidir' dedi ve ‘Senaryo düşün' emrini verdi. Senaryoyu iki gün sonra yaverine verdim.

Atatürk senaryoyu okumuş ve sayfa sayfa tashih etmiş, birçok yerine de uzun uzun eklemeler yapmıştı. ‘Bu senaryonun film olması neye mütevakkıf?' diye sordu. Bir bütçe yaptım verdim. Beni rejisörlük öğrenmem için Almanya ve İtalya'ya gönderdi. Döndüğümde Atatürk ‘Şimdi senaryoyu bir daha gözden geçirelim. Düzeltmeden sonra iyi bir film olur' dedi. O dönemde rahatsızlandı. Senaryonun sonun da şu cümleler onun son emriydi: ‘Bu senaryonun ruhuna sadık kalınması elzemdir.''

METNİN ORJİNALİNİ DE ARIYORLAR

Atatürk'ün filmle ilgili vasiyeti Milli Kütüphane'nin kasasında saklıydı. Filmin ekibi geçen hafta senaryonun orijinalini bulmak üzere Ankara'ya Milli Kütüphane'ye gitti. Onlara Milli Kütüphane Başkanı Tuncel Acar yardımcı oldu. Kütüphanede bulunan kasada Atatürk ile ilgili belgeleri sakladıklarını, ekibe de belgelerin dijital kopyasını gösterdiklerini söyleyen Acar ‘Ancak senaryonun orijinali bizde değil' diyor. Film ekibi şimdi Çankaya Köşkü ve Anıtkabir'den gelecek yanıtı bekliyor.

Filmin yapımcı-organizatörü Arif Ekşi Ankara'ya giderek senaryoyu araştıran ekipte yer almış. Ekşi ‘Bizim için Münir Hayri Egeli'nin Bilinmeyen Yönleriyle Atatürk adlı kitabında yazılanlar yeterli. Çalışmalara da başladık. Ama yine de senaryonun orijinalini arıyoruz' diye konuşuyor.

KAPIYI AÇAN MÜNİR HAYRİ'NİN KİTABI OLDU

Bundan 18 yıl önce ‘Atatürk'ün elinin dokunmadığı bir alan var mı?' diyerek kolları sıvayan araştırmacı-yazar İlknur Güntürkün Kalıpçı bulduğu bir belgede yazanlar üzerine Münir Hayri Egeli'nin 1954'te yazdığı Bilinmeyen Yönleriyle Atatürk adlı kitaba ulaşmış. Böylece Mustafa Kemal'in yazdığı bir senaryo olduğunu öğrenmiş. Kalıpçı ‘Münir Hayri Egeli kitapta net olarak senaryoyu 1937 yılında Çankaya'da yazdıklarını anlatmış' diyor. Senaryoda Ata'nın genellikle insani yönünün anlatıldığını da söyleyen Kalıpçı ‘Atatürk'ün bilinmeyen yönlerini öğreneceksiniz. Bu senaryoda ağlaması, kızması, aşk hayatı da anlatılıyor' diyor
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
wmplayer200603311356305bv0.jpg


Kefen sıyrıldı ve...

Özel solüsyonla ıslatılmış pamuk kitlesi kaldırılınca
Ata'nın
yüzü ortaya çıktı. Derisi kahverengi bir hal almış, ama hatları
bozulmamıştı.Sanki uyuyordu...

8 Kasım 1953 Pazar gecesi saat 23.00'da Prof. Dr. Kamile
Şevki
Mutlu'nun ev telefonu çaldı. Prof. Mutlu, Ankara Tıp Fakültesi
Histoloji ve Ambriyoloji Kürsüsü Başkanı'ydı.Patalogdu. Arayan
ise
Ankara Valisi Kemal Aygün'dü...
Aygün, "Hocam" dedi, "10 Kasım günü Atamızın naaşını
Anıtkabir'e taşıyacağız. Bunun için bir komite kurduk. Naaşı
geleneklere uygun olarak toprağa defnedeceğiz. Ancak bozulmadan
korunduğunu belgelemek için muayene etmenizi rica
ediyoruz."Prof. Mutlu
önce reddetti. Mutlu, o sırada 40 derece ateşle yatıyordu.
Hastalığını
gerekçe göstererek bu görevi bir başka meslektaşının yapmasını
rica
etti.Ancak Vali Aygün ısrarcıydı: "Ben sizi sarar sarmalar
***ürürüm,
bu tarihi bir görev" dedi. Mutlu kabul etti ve 9 Kasım sabahı
Etnografya Müzesi'ne gitti. Başbakan Adnan Menderes oradaydı.
Meclis
Başkanı Refik Koraltan ve eski başkan Abdülhalik Renda
da...Mutlu,
görevden affını istemekle ne büyük hata ettiğini o zaman anladı.
Gerçekten
tarihi bir tanıklıktı bu...
Ata'nın gül ağacından tabutu, 4 Kasım günü, geçici
kabrinden
çıkarılıp müzenin holündeki mermer katafalka konulmuştu. Bir
hafta
boyunca sırayla öğrenciler, subaylar ve generaller katafalk
başında
nöbet tutmuştu. Nihayet tabutun açılma günü gelip de komite
üyeleri
tamam olunca Prof. Kamile Mutlu "Başlayın" talimatını verdi.
Bunun
üzerine tabutun vidaları söküldü. Tahta tabutun içinde madeni
bir
sanduka bulunuyordu. Bu sandukada gaz birikmiş olma ihtimali
düşünülerek önce bir burgu ile delik açıldı. Gaz ya da koku
çıkmadı.Sanduka
talaş doluydu.
Sandukanın içi, muhafaza solüsyonu ile ıslatılmış tahta talaşı
doluydu.
Bu talaş, naaşın ayak yönüne doğru toplandı. Talaşın arasında,
ağzı
kapalı ve içi sıvı dolu bir şişe bulundu. Bu,cesedi muhafaza
için
kullanılan solüsyondan bir numuneydi. Üzerinde terkibi
yazılıydı.Ata'nın naaşı beyaz kefene sarılmış, sonra kahverengi
bir
muşambayla kaplanmıştı.Sargıları açmaya başladılar. Herkes
nefesini
tutmuştu. Çünkü, "Naaş çürüyüp bozulmuş, çıkan gazlar tabutu
patlatmış,
nöbetçi er, kokudan bayılmış" diye bir sürü söylenti
geziniyordu. Ve 15
yıl sonra ilk kez Ata'nın yüzünü göreceklerdi.Kefenin sargıları
aralanınca Prof. Kamile Şevki Mutlu, orada bulunanların
yardımıyla
katafalka çıktı ve Atatürk'ün yüzüne baktı. Ata'nın derisi
kahverengi
bir hal almış, ama yüz hatları bozulmamıştı. Menderes sapsarı
olmuştu
Prof. Mutlu, gördüğü tabloyu daha sonra şöyle
anlatacaktı:"Yüzünü örten
ıslak pamuk kitlesi kaldırılınca Ata'nın heykel gibi duran yüzü
ile
karşılaştım. Uzun sarı saçlarından ince bir tutam, sol göz
kapağının
üzerine düşmüştü. Atatürk, Dolmabahçe Sarayı'ndaki yatağında
uyuyor
gibiydi."
Prof. Mutlu, kenarda bekleyen komite üyelerini tabutun
başına
çağırdı. Onlar da tek tek tabutun içine baktılar.En başta
Başbakan
Adnan Menderes vardı. Koyu renk takım elbisesi içindeki Menderes
de
yanındakilerin yardımıyla katafalka çıktı,ürkek bir şekilde
aşağı,
tabuta doğru baktı. O an ne olduğunu Prof. Kamile Mutlu'dan
aktaralım: "Menderes çok heyecanlandı.Rengi sapsarı oldu. Bir de
baktım
ki, müzenin kapısına doğru gidiyor. Atatürk'ün yüzüne bakmadı.
Tahmin
ediyorum, kendinde o kuvveti bulamadı. En sona Abdülhalik Renda
kalmıştı. O da Ata'yla karşı karşıya gelir gelmez tabutun yanına
yığılıverdi.
Salondaki herkes Atatürk'ü tek tek gördükten sonra naaş,
tekrar
solüsyonla ıslatıldı. Ata'nın başı pamuklarla örtüldü ve vücudu
beyaz
kefenle sarıldı. Bu sırada bir komiser,orada görevli adli tıp
doçenti Dr.
Cahit Özen'in yanına yaklaşıp avucunda taşıdığı bir kâğıdı
gösterdi ve
şöyle dedi:"Bu kâğıdı,Atatürk'ün hemşiresi Makbule Hanım
gönderdi.Kefenin içine Atatürk'ün göğsü üstünekonmasını
istiyor."Doç.
Özen, kâğıda bir göz attı. Eski Türkçe bir şeyler yazılıydı.
"Böyle bir
kâğıdı Atatürk kabul etmez. Bize kızar, darılır" dedi.Komiser
kâğıdı
katlayıp cebine koydu ve uzaklaştı. Bütün işlemler bittikten
sonra
salonda bulunanlar naaşın iki yanından geçip hep bir ağızdan
besmele
çektiler ve cesedi yeni tabuta yerleştirdiler. Bu tabut da 15
yıl
içinde yattığı büyük gül ağacı tabutun içine konuldu. Üzeri
bayrakla
örtüldükten sonra kapağı kapatıldı.
Ve 10 Kasım sabahı, Ata'nın naaşı 15 yıl önce onu
Dolmabahçe'den Ankara'ya taşıyan top arabasına yerleştirilip son
durağı
olacak Anıtkabir'e taşındı. Artık ebediyen orada kalacaktı...
Atatürk'ün tabutu, Menderes'in huzurunda açılmıştı
Ata'nın 15 yıl Etnografya Müzesi'nde bekletilen naaşı,12
askerin
omuzları üzerinde oradan alınmış ve 136 asteğmenin çektiği bir
top
arabası ve matem marşı eşliğinde Anıtkabir'e taşınmıştı.Radyodan
naklen
yayımlanan o görkemli tören, en az 15 yıl önceki kadar
hüzünlüdür.Ancak
o törenden hemen önce yaşananlar, tarihçilerin pek ilgisini
çekmemiştir. Bilindiği gibi, Anıtkabir yapılana dek, Atatürk'ün
naaşının korunabilmesi için "tahnit" denilen bir işlem
yapılmıştı.
Gülhane Patolojik Anatomi profesörü Dr. Lütfi Aksu tarafından
gerçekleştirilen bu işlem sırasında naaşa, şırıngayla özel bir
formül
enjekte edilmiş ve üzerine formüllerin yapıştırıldığı iki küçük
ilaç
şişesi, Ata'nın koltuk altlarına yerleştirilmişti. Bu işlem
sayesinde
Ata'nın naaşı da -diyelim bugün Lenin'in mozolesinde olduğu gibi
-
öldüğü günkü haliyle korunabilirdi. Ancak İslam dini, ölünün
defnini
şart koştuğundan,geçici tahnitin bozulması şarttı.
Nakilden önce, bu işlem için bir komite kuruldu. O
komite,törenden bir gün önce, Başbakan Adnan Menderes'in
huzurunda
Atatürk'ün tabutunun açılmasını kararlaştırdı.Tabut açılınca
tahnit
bozulacak ve ceset çürümeye başlayacaktı.Bir başka deyişle
Atatürk'ün
(mumyalanmış gibi) korunmuş naaşını son görenler, o törene
katılanlar
olacaktı. Atatürk'le ilgili belgesel çalışmaları sırasında o
törene
katılanların bir kısmıyla konuşmuştuk.Bu yazıda yer alan
bilgilerin bir
kısmı o tanıklıklara, önemli bir bölümü ise değerli Atatürk
araştırmacısı Prof. Dr. Utkan Kocatürk'ün, Prof.Dr. Kamile Şevki
Mutlu
ile yaptığı sohbetten aktardıklarına dayanıyor.
Ata'nın yarım asır önceki son yolculuğu, sanırım bu
ayrıntılarla
daha da ilginç bir boyut kazanıyor.

Atatürk'ü son görenler anlatıyor:

'Yüzünde iki günlük sakal vardı'

Osman Ersoy ve Halide İntepe, 10 Kasım 1953'te
Etnografya
Müzesi'nde asistan olarak çalışıyorlardı. O yüzden 50 yıl önceki
o
töreni ve tabutun içindeki Atatürk'ü son kez görme fırsatı
buldular.
İzlenimlerini şöyle anlattılar:
• OSMAN ERSOY: "Sağlığında görmemiştim Atatürk'ü... Korkunç
heyecanlıydım. Biz çalışanlar, asistanlar, memurlar sıra ile
katafalka
çıktık. Oldukça sararmış ve küçülmüş bir çehre... 1 - 2 günlük
sakalı
vardı. Kaşları fevkalade iyi şekilde fark ediliyordu."

^^ Gözleri aralıktı^^

==> HALİDE İNTEPE: Tabut kapanmadan en son gittim baktım.
Başı yana
doğru eğikti. Yüzü hiç bozulmamıştı. Azıcık sakalları çıkmıştı.
Hani
insan hasret giderek ölürse, gözleri aralık kalırmış ya, öyle
aralıktı
gözleri... Ama bir ölü yüzü yoktu. Uyuyor gibiydi.
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
110563ak8.jpg


Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu (AKDTYK) öncülüğünde, Atatürk Araştırma Merkezi (ATAM) tarafından yürütülen Atatürk Ansiklopedisi 700 başlıkan oluşacak

''Atatürk Ansiklopedisi'' Yürütme Kurulu üyesi ve Anadolu Üniversitesi (AÜ) Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. İlhan Güneş, hazırlığını sürdürdükleri Atatürk Ansiklopedisi ile Atatürk hakkındaki yanlışlıkların düzeltilmesini amaçladıklarını söyledi.

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Taşbaşı Kültür Merkezi'nde düzenlenen bir etkinliğe katılan Prof. Dr. Güneş, gazetecilerin, Atatürk Ansiklopedisi ile ilgili sorularını yanıtladı.

Prof. Dr. Güneş, Atatürk Ansiklopedisi çalışmalarının Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu (AKDTYK) öncülüğünde, Atatürk Araştırma Merkezi (ATAM) tarafından yürütüldüğünü; ansiklopedinin yaklaşık 700 başlıktan oluştuğunu belirtti.

Ansiklopedinin 2 cilt olacağını ifade eden Prof. Dr. Güneş, şöyle konuştu:

''Yaklaşık 300 başlık oluştu. Metinleri ansiklopedi baskısına dönüştürmek için çalışmalar sürüyor. Yürütme kurulundaki arkadaşların bütün çabası, Atatürk Ansiklopedisi'ni 10 Kasım'a yetiştirmek. Ansiklopedide, Atatürk, Atatürk ile ilgili yerler, kurumlar, kuruluşlar, olaylar, kişiler yer alacak. Atatürk'e muhalefet etmiş kişiler de ansiklopedide yer bulacak. Atatürk Ansiklopedisi ile öğrencilere, gençlere, Atatürk hakkında biraz daha detaylı ve geniş bilgiler aktaracağız. Uzun makaleler şekilinde bir ansiklopedi olmayacak. Atatürk Ansiklopedisi'ni her kültür düzeyindeki vatandaş anlayacak. Atatürk Ansiklopedisi ile Atatürk hakkındaki yanlışlıkların düzeltilmesini amaçlıyoruz.''

Prof. Dr. Güneş, Türkiye'de çeşitli üniversitelerde çalışan yaklaşık 150 öğretim üyesinden başlık beklediklerini; ansiklopedinin yabancı dillere çevrilmesinin de söz konusu olduğunu bildirdi.

Atatürk Ansiklopedisi çalışmaları, AKDTYK Başkanı Prof. Dr. Sadık Kemal Tural başkanlığında Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Prof. Dr. Seçil Karal Akgün, Prof. Dr. İhsan Güneş, Prof. Dr. İzzet Öztoprak, Prof. Dr. Hale Şıvgın, Prof. Dr. Mehmet Akif Tural, Yrd. Doç. Dr. Gülseren Akalın, Yrd. Doç. Dr. İsmet Görgülü ile Dr. Hüseyin Ağca'dan oluşan Yürütme Kurulu tarafından sürdürülüyor.
 

_EReNCaN65

Adanmış Üye
19 Eyl 2008
6,402
2
VAN
Zoruma Gidiyor Atam ...

Bugün arka penceremdeki köpekleri muhtara şikayete gittim ATAM,

benim MEHMET'lerimi ısırıp bana havladığında rahatsız olduğumu şikayet etmek için,kendim köpekleri susturmak yerine sırf komşularım rahatsız olmasın diye muhtara şikayete gitmek,

zoruma gidiyor ATAM

Peki muhtar ne mi diyecek?

tamam o köpekleri benim beslediğimi sen çocuklarına söyleme ben onların yemini suyunu veriyorum sen merak etme zincirlerini takarım sizi ısırmalarına (şimdilik)izin vermem.

peki ya,ısırdıkları onlardaki diş izlerini bir ömür boyu silememenin verdiği çaresizlik açtığı yaralara merhem olamadan onları teselli edememek gözyaşlarını dindirememek
ya,korkak muhtara elimde her imkan varken haddini bildirememek
çocuklarıma,
siz hiç merak etmeyin ben o köpekleri muhtara şikayet ettim diye çocuklarımi
kandırmaya çalışmak,

zoruma gidiyor ATAM

muhtarın yanından geldikten,beş gün sonra huzuruna çıkacağım yine senin
ANIT DEFTERİ'ni
çocuklarım adına imzalamak için biliyorsun yine aynı kelimeleri yazacağım

KURDUĞUN CUMHURİYET İLELEBET PAYİDAR KALACAKTIR,
ya yazamadıklarım

gerçekleri sana yazamamak,

zoruma gidiyor ATAM,

beş gün sonra huzuruna geldiğimde bana,o,deniz gözlerinle nefretle bakma olurmu
ben herşeye rağmen,her ne kedar gerçekleri yazamasamda REFORMLAR'ına
sahip çıkamasamda,

senin çiftçinin yetiştirdiği buğdayı ambarlarımda çürümesin diye huhtardan buğday almadığım için belediyeye bir milyar ceza ödesemde çiftçine kota koydurup dışardan beş alıp içerden iki sattığım için çocuklarıma övünsemde şimdiki köpekleri daha enikken
korkmayın onlar bir kaç çapulcu enik deyip bu günlerde bana havlamaları beni ısrmaları için komşularımın beslemesine ses çıkarmasamda bugün muhtara şikayte gidip nasihatle dönsemde senin huzuruna çıktığımda

bana nefretle bakma olurmu

zaten her şey zoruma gidiyor birde senin o, deniz gözlerinin nefretine dayanamam
rahat uyu ATAM

her nekadar zoruma gitsede dedelerim,babam senin REFORM'larına sadık kalmayıp
bana bu satırları yazmaya mecbur bıraksalarda ben

çocuklarımı kandırmayacağım benim zoruma gidenler

çocuklarımın zoruna gitmeyecek

SEN RAHAT UYU ATAM

unutmadan

huzuruna geldiğimde bana yine sevgiyle bak

OLUR MU!!!!
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.