- 28 Haz 2007
- 3
- 0
İşte, Fatih Sultan Mehmet, işte İstanbul'da bir Rum;
Fatih Sultan Mehmet talepte bulunuyor, diyor ki:
"Orada cami yapacağım, arazini bana satmanı istiyorum."
Biliyorsunuz her arazinin bir rayiç bedeli vardır; yani o çevrede o arazinin ne kadar para ettiği aşağı yukarı herkes tarafından bilinir. Alt hududu bir de üst hududu vardır. Fatih Sultan Mehmet, üst hududun iki katını veriyor; ama Rum vermemekle ısrar ediyor. Cami kurulmasına gönlü razı olmuyor. Bir Hıristiyan; bu da onun kabahati değil, içinden gelen şey öyle. Hak sahibi vermezse vermez; ama Fatih Sultan Mehmet'in de kızmış kafası.
"O kadar fazla para verdiğim halde, bu adam vermiyor; demek ki bunu inadından yapıyor; nefsani davranış bu. Ben cami yapacağım, benimki nefsani değil ruhani" diyor.
Alıyor adamın arsasını, bastırıyor; camiyi yapıyor.
Adam perişan. Adamı üzgün gören biri:
"Ya bu kadar üzüntünün sebebi ne?"
Anlatıyor adam derdini "İşte" diyor. "Yapabileceğim bir şey yok ki! Bunu yapan Padişah; daha ötesi yok, onun üstünde kimse yok. O bana bunu yaptığına göre her şey bitti". diyor.
Bizim Osmanlı diyor ki: "Her şey bitmedi, bu memlekette kadılar vardır. Gidersin kadıya, adaletsizliği anlatırsın. Padişah da olsa o hesabı görür".
"Yani" diyor "ne demek istiyorsun?" (Adam hiç inanamıyor bir defa söylenenlere.) Adamcağız hiç inanamıyor; ama "Hadi gideyim mahkemeye, ben müracaat edeyim." diyor. Kadıya müracaat ediyor.
Gerçekten de Fatih Sultan Mehmet mahkemeye gelince, adamın gözleri hayretten açılıyor. Fatih Sultan Mehmet ayakta; Kadı Efendi oturuyor ve mahkeme başlıyor. Fatih Sultan Mehmet'in, adamın arsasını zorla iktisab etmekten elinin kesilmesi konusunda bir karara varılıyor. Fatih Sultan Mehmet'in eli kesilecek. Ama Osmanlı adaletinde, bir müessese daha var; eğer bir şeyin bedeli ödenirse ve alacaklı taraf, hak sahibi taraf bunu kabul ederse, o ceza düşer. Bu kanun gereğince teklifte bulunuluyor.
Deniyor ki: "Bunun bedeli şu kadar altın, bu kadar altına karşılık, onun elinin kesilmesinden vazgeçiyorsan,, Padişah ödemese bile, onu sana beyt'ül mal öder. Razı mısın?"
Rum, şaşkın şaşkınPadişah'a bakıyor , inanamıyor, sonra "Tabi razıyım. Razı olmaz mıyım? O padişah" diyor.
Adam razı olduktan sonra, Fatih Sultan Mehmet diyor ki :
"Benden beyt'ül mal'ın talebi 200 altın; ama ben 2000 altın vereceğim ve her gün de bir altın daha ödenmesini istiyorum. Senenin 365 günü, her gün bir altın ödenecek bu zata."
Ve mahkeme biter bitmez kadı yerinden kalkıyor, Fatih Sultan Mehmet'in ayaklarının yanına gelip diz çöküyor,
"Padişahım şu ana kadar ben, Allah'ı temsil ediyordum, ben oturuyordum siz ayaktaydınız. Çünkü siz maznun mevkiindeydiniz. Allah'ı temsil eden siz değildiniz. Adaleti veya adaletsizliği temsil ettiğiniz mahkemenin sonunda belli olacaktı. Ben Allah'ı temsil ediyordum; adaletin sahibi bendim o sırada. Şimdi benim görevim bitti. Şimdi bana, sana tâbî olan, senin imparatorluğunun bir kadısı olarak el etek öpmek düşer" diyor. Padişahın eteğini öpüyor ve ondan sonra padişah oturuyor, ötekiler dışarı çıkıyorlar.
Fatih Sultan Mehmet talepte bulunuyor, diyor ki:
"Orada cami yapacağım, arazini bana satmanı istiyorum."
Biliyorsunuz her arazinin bir rayiç bedeli vardır; yani o çevrede o arazinin ne kadar para ettiği aşağı yukarı herkes tarafından bilinir. Alt hududu bir de üst hududu vardır. Fatih Sultan Mehmet, üst hududun iki katını veriyor; ama Rum vermemekle ısrar ediyor. Cami kurulmasına gönlü razı olmuyor. Bir Hıristiyan; bu da onun kabahati değil, içinden gelen şey öyle. Hak sahibi vermezse vermez; ama Fatih Sultan Mehmet'in de kızmış kafası.
"O kadar fazla para verdiğim halde, bu adam vermiyor; demek ki bunu inadından yapıyor; nefsani davranış bu. Ben cami yapacağım, benimki nefsani değil ruhani" diyor.
Alıyor adamın arsasını, bastırıyor; camiyi yapıyor.
Adam perişan. Adamı üzgün gören biri:
"Ya bu kadar üzüntünün sebebi ne?"
Anlatıyor adam derdini "İşte" diyor. "Yapabileceğim bir şey yok ki! Bunu yapan Padişah; daha ötesi yok, onun üstünde kimse yok. O bana bunu yaptığına göre her şey bitti". diyor.
Bizim Osmanlı diyor ki: "Her şey bitmedi, bu memlekette kadılar vardır. Gidersin kadıya, adaletsizliği anlatırsın. Padişah da olsa o hesabı görür".
"Yani" diyor "ne demek istiyorsun?" (Adam hiç inanamıyor bir defa söylenenlere.) Adamcağız hiç inanamıyor; ama "Hadi gideyim mahkemeye, ben müracaat edeyim." diyor. Kadıya müracaat ediyor.
Gerçekten de Fatih Sultan Mehmet mahkemeye gelince, adamın gözleri hayretten açılıyor. Fatih Sultan Mehmet ayakta; Kadı Efendi oturuyor ve mahkeme başlıyor. Fatih Sultan Mehmet'in, adamın arsasını zorla iktisab etmekten elinin kesilmesi konusunda bir karara varılıyor. Fatih Sultan Mehmet'in eli kesilecek. Ama Osmanlı adaletinde, bir müessese daha var; eğer bir şeyin bedeli ödenirse ve alacaklı taraf, hak sahibi taraf bunu kabul ederse, o ceza düşer. Bu kanun gereğince teklifte bulunuluyor.
Deniyor ki: "Bunun bedeli şu kadar altın, bu kadar altına karşılık, onun elinin kesilmesinden vazgeçiyorsan,, Padişah ödemese bile, onu sana beyt'ül mal öder. Razı mısın?"
Rum, şaşkın şaşkınPadişah'a bakıyor , inanamıyor, sonra "Tabi razıyım. Razı olmaz mıyım? O padişah" diyor.
Adam razı olduktan sonra, Fatih Sultan Mehmet diyor ki :
"Benden beyt'ül mal'ın talebi 200 altın; ama ben 2000 altın vereceğim ve her gün de bir altın daha ödenmesini istiyorum. Senenin 365 günü, her gün bir altın ödenecek bu zata."
Ve mahkeme biter bitmez kadı yerinden kalkıyor, Fatih Sultan Mehmet'in ayaklarının yanına gelip diz çöküyor,
"Padişahım şu ana kadar ben, Allah'ı temsil ediyordum, ben oturuyordum siz ayaktaydınız. Çünkü siz maznun mevkiindeydiniz. Allah'ı temsil eden siz değildiniz. Adaleti veya adaletsizliği temsil ettiğiniz mahkemenin sonunda belli olacaktı. Ben Allah'ı temsil ediyordum; adaletin sahibi bendim o sırada. Şimdi benim görevim bitti. Şimdi bana, sana tâbî olan, senin imparatorluğunun bir kadısı olarak el etek öpmek düşer" diyor. Padişahın eteğini öpüyor ve ondan sonra padişah oturuyor, ötekiler dışarı çıkıyorlar.