Atatürk, sık sık memleketi dolaşan bir liderdi.Çiftçi,işçi, sanatkar, esnaf ile konuşur, memleketin derdini arar bulur, sorunları meclise getirir, milletvekilleri ile görüşür, bakanlardan hesap sorardı. Ülke sorunlarının çözümünde; Halkı dinler,onları anlamaya çalışırdı.
Ülkenin ancak köy kalkınması ve sanayinin gelişmesi yoluyla zenginleşeceğine inanıyordu.
Köylünün; akılcı, yaratıcı, üreticilik açısından yetişmesi gereğini öngörüyordu.
Çağdaş bir Türkiye için emeğini ve yüreğini ortaya koyan köylünün, her koşulda korunması, desteklenmesi Atatürk'ün hep hayali olmuş ve bu konuda somut adımlar atılmıştır.
Atatürk'e göre; Türkiye'nin hakiki sahibi ve efendisi, hakiki üreticisi köylüdür.
16 Mart 1923 'de Adana'da ''Türk Ocağı Çifçileri'' tarafından verilen ziyafette; Atatürk:
''Muhterem çiftçiler sizler hepimizin babasısınız, efendimizsiniz'' demişti.
Demek istediğim şu ki;
Türkiye; dünya ölçeğinde, kendi ürettiği gıda ürünlerinin kendisine yettiği ,yedi ülkeden biriydi. Geleneksel bir tarım ve hayvancılık ülkesiydik,şimdi bir çok şeyi ithal eder olduk, hem de hiç alakası olmayan ülkelerden...
Bugün ise, üretimsiz bir kalkınma modelinin,Türkiye 'ye dayatılmaya çalışılması milletin kafasını karıştırıyor.
Üretimden düşürülen köylü; şehirlere göç ediyor, iş bulamıyor, konut bulamıyor, işin gerçeği göç eden köylüler sürünmek zorunda bırakılıyor. İşsizleşme oranı artıyor, suç oranlarında da artışa yol açıyor.
Merak etmemiz gereken şu ki;
Bu kadar zengin imkanları, toprakları, akarsuları, ovaları ve meraları olan bu ülke neden ve nasıl bu hale getirildi?
Türkiye kendi öz kaynaklarına dönmeli, tarım ve hayvancılığı milli politika haline getirmelidir.
Atatürk'ün bir çiftçiyle yaşadığı gerçek bir olayı dile getirerek, çiftçiye verdiği değere dikkat çekmek istedim.
İşte böyle yurt gezilerinden birinde Orta Anadoluda tarlasında çift süren bir çiftçi ile karşılaşmıştır.
- Kolay gele bereketli ola ağa.
- Allah razı olsun bey.
- Hayrola ağa öküzün teki ne oldu?
- Devlete borcumuz vardı bey, icra kapımızı çalınca çaresiz kaldık koca öküzü satıp borcumuzu ödedik.
- Sağlık olsun ağa diyerek konuşmasını kısa kesmiştir.
Çiftçinin adı Halil Ağa idi. Atatürkün yanındakiler İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Salih Bozok, Kılıç Ali, Hüsrev Gerede, Emir Subayı Resuhi Bey ve daha birkaç yakını vardı.Yürüyorlardı. Atatürk düşünceli idi. Salih Bozoku yanına çağırdı:
Salih,yarın sabah git, Halil Ağayı bul, bana getir. Benim kim olduğumu sorarsa, bizim bey seni bir kahve içmeye çağırıyor de
Ertesi gün Salih Bozok, Halil Ağayı bulmuş Atatürkün yanına getirmiştir.Atatürk ayağa kalkarak; Buyur Halil Ağa deyip bir sandalye göstermiştir. Zamanın başbakanı İsmet İnönü de salonda bulunuyordu ve olanlardan habersizdi. Atatürk, Halil Ağaya dönerek: Halil Ağa anlat şu vergi işini bir daha demişti.
Halil Ağa, vergi borcunu icrayı, satılan öküzünü tekrar anlattı. Atatürk kaşlarını çatarak İsmet Paşa ve Şükrü Kayaya dönerek; Arkadaşlar,biz İstiklal Savaşını Halil Ağanın öküzünü icra yoluyla satalım diye yapmadık. Bu memlekette adaleti, vatandaşı böyle mi koruyacağız, gerekirse vergi borcu ertelenebilir. Köylünün çift sürdüğü öküzü elinden alınmaz.
Halil Ağa Sen Atatürk Paşamsın galiba, beni bağışla kusur ettim diye yalvaracak oldu. O ise; Sana güle güle Halil Ağa, sen bizim gözümüzü açtın diye Halil Ağayı ayakta uğurladı. Atatürk, Türk köylüsünün borcu konusunda çok titiz davranmıştır.
Çiftçiye ve köylüye verdiği önemle hep anılacak olan, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü aramızdan ayrılışının 73.yıl dönümünde, bir kez daha minnet, şükran ve rahmetle anıyor, manevi huzurunda saygıyla eğiliyoruz.
Ülkenin ancak köy kalkınması ve sanayinin gelişmesi yoluyla zenginleşeceğine inanıyordu.
Köylünün; akılcı, yaratıcı, üreticilik açısından yetişmesi gereğini öngörüyordu.
Çağdaş bir Türkiye için emeğini ve yüreğini ortaya koyan köylünün, her koşulda korunması, desteklenmesi Atatürk'ün hep hayali olmuş ve bu konuda somut adımlar atılmıştır.
Atatürk'e göre; Türkiye'nin hakiki sahibi ve efendisi, hakiki üreticisi köylüdür.
16 Mart 1923 'de Adana'da ''Türk Ocağı Çifçileri'' tarafından verilen ziyafette; Atatürk:
''Muhterem çiftçiler sizler hepimizin babasısınız, efendimizsiniz'' demişti.
Demek istediğim şu ki;
Türkiye; dünya ölçeğinde, kendi ürettiği gıda ürünlerinin kendisine yettiği ,yedi ülkeden biriydi. Geleneksel bir tarım ve hayvancılık ülkesiydik,şimdi bir çok şeyi ithal eder olduk, hem de hiç alakası olmayan ülkelerden...
Bugün ise, üretimsiz bir kalkınma modelinin,Türkiye 'ye dayatılmaya çalışılması milletin kafasını karıştırıyor.
Üretimden düşürülen köylü; şehirlere göç ediyor, iş bulamıyor, konut bulamıyor, işin gerçeği göç eden köylüler sürünmek zorunda bırakılıyor. İşsizleşme oranı artıyor, suç oranlarında da artışa yol açıyor.
Merak etmemiz gereken şu ki;
Bu kadar zengin imkanları, toprakları, akarsuları, ovaları ve meraları olan bu ülke neden ve nasıl bu hale getirildi?
Türkiye kendi öz kaynaklarına dönmeli, tarım ve hayvancılığı milli politika haline getirmelidir.
Atatürk'ün bir çiftçiyle yaşadığı gerçek bir olayı dile getirerek, çiftçiye verdiği değere dikkat çekmek istedim.
İşte böyle yurt gezilerinden birinde Orta Anadoluda tarlasında çift süren bir çiftçi ile karşılaşmıştır.
- Kolay gele bereketli ola ağa.
- Allah razı olsun bey.
- Hayrola ağa öküzün teki ne oldu?
- Devlete borcumuz vardı bey, icra kapımızı çalınca çaresiz kaldık koca öküzü satıp borcumuzu ödedik.
- Sağlık olsun ağa diyerek konuşmasını kısa kesmiştir.
Çiftçinin adı Halil Ağa idi. Atatürkün yanındakiler İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Salih Bozok, Kılıç Ali, Hüsrev Gerede, Emir Subayı Resuhi Bey ve daha birkaç yakını vardı.Yürüyorlardı. Atatürk düşünceli idi. Salih Bozoku yanına çağırdı:
Salih,yarın sabah git, Halil Ağayı bul, bana getir. Benim kim olduğumu sorarsa, bizim bey seni bir kahve içmeye çağırıyor de
Ertesi gün Salih Bozok, Halil Ağayı bulmuş Atatürkün yanına getirmiştir.Atatürk ayağa kalkarak; Buyur Halil Ağa deyip bir sandalye göstermiştir. Zamanın başbakanı İsmet İnönü de salonda bulunuyordu ve olanlardan habersizdi. Atatürk, Halil Ağaya dönerek: Halil Ağa anlat şu vergi işini bir daha demişti.
Halil Ağa, vergi borcunu icrayı, satılan öküzünü tekrar anlattı. Atatürk kaşlarını çatarak İsmet Paşa ve Şükrü Kayaya dönerek; Arkadaşlar,biz İstiklal Savaşını Halil Ağanın öküzünü icra yoluyla satalım diye yapmadık. Bu memlekette adaleti, vatandaşı böyle mi koruyacağız, gerekirse vergi borcu ertelenebilir. Köylünün çift sürdüğü öküzü elinden alınmaz.
Halil Ağa Sen Atatürk Paşamsın galiba, beni bağışla kusur ettim diye yalvaracak oldu. O ise; Sana güle güle Halil Ağa, sen bizim gözümüzü açtın diye Halil Ağayı ayakta uğurladı. Atatürk, Türk köylüsünün borcu konusunda çok titiz davranmıştır.
Çiftçiye ve köylüye verdiği önemle hep anılacak olan, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü aramızdan ayrılışının 73.yıl dönümünde, bir kez daha minnet, şükran ve rahmetle anıyor, manevi huzurunda saygıyla eğiliyoruz.