Ertuğrul Gazi (ö. 1281-82)nin biyografisiyle ilgili ilk bilgiler, ölümünden yaklaşık 100-150 yıl sonra 15. yüzyılda kaleme alınan Osmanlı kroniklerinde yer almaktadır. Söz konusu kaynaklar, Oğuzların Kayı boyuna mensup olarak zikrettikleri Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazinin babasının adını Ertuğrul olarak verirler. Ertuğrul Gazinin annesi günümüzde Domaniçte medfûn olan Hayme Ana(Haymana)dır. Ertuğrulun kardeşleri Sungur Tekin, Gün Doğdu ve Dündardır. Ertuğrul Beyin Halime Hatunla evliliklerinden olan oğulları ise, Saru Yatı(Savcı), Gündüz Alp ve Osman Beylerdir.
Kayılara mensup Ertuğrul Gazinin atalarının ise, 9. asırdan itibaren Selçuklularla birlikte Ceyhun nehrini geçerek İrana geldikleri kabul edilmektedir. Horasan bölgesinde Merv ve Mahana yerleşen Kayılar Moğol saldırıları sebebiyle Azerbaycana ve Doğu Anadoluda Ahlat bölgesine yerleşmişlerdir. Buradan Anadoluya yapılan akınlara iştirak etmişlerdir. Daha sonra Ahlat emirlerine bağlanarak Gürcülere ve Trabzon Rum İmparatorluğuna karşı savaşmışlardır. 13. yüzyıl başlarında Ahlatın Eyyubilere geçmesi ve akabinde Moğol istilası sebebiyle Mardine gelerek kendileri gibi Kayı boyuna mensup Artukoğullarına bağlanmışlardır.
Burada bir süre kalan Gündüz Alp ve ona tabi Türkmenler, Moğolların Mardin ve çevresini istila etmesi sonucu Anadolu içlerine göç etmişler ve Erzurum yakınlarındaki Pasinler ovasına yerleşmişlerdir. Gündüz Alpin burada 1228 yılında vefat etmesi üzerine aşiretin başına Ertuğrul Gazi geçmiştir. Moğol saldırılarının bu bölgede de şiddetlenmesiyle Sungur Tegin ve Gündoğdu Ahlata geri dönmüşler, Ertuğrul Gazi ve kardeşi Dündar Bey ise batıya doğru hareket ettikleri sırada bir Moğol birliğiyle savaşan Selçuklu ordusuna yardım ederek savaşın kazanılmasında önemli rol oynamışlardır. Savaştan sonra Alaaddin Keykubad, Ertuğrul Gaziye hilat giydirmiş ve Ankara yakınlarındaki Karacadağ ve çevresini ikta olarak vermiştir.(1230)
Burada bir süre kaldıktan sonra oğlu Savcı(Saru Yatı)yı Sultana gönderen Ertuğrul Gazi, yeni yurt isteğinde bulunmuştur. Ardından Söğüte gelerek Bizans kasaba ve köylerine akınlarda bulunmuştur. Alaaddin Keykubadın 1231de İznik Rum İmparatorluğuyla Eskişehir yakınlarındaki Ermeniderbendinde yaptığı savaşa da iştirak ederek savaşın kazanılmasında etkili olan Ertuğrul Gaziye Eskişehir ve çevresi verilmiştir. 1231de Karacahisarı ve daha sonra Söğütü ele geçiren Ertuğrul Gaziye bu bölge yurtluk olarak verilmiştir.
Ertuğrul Gazi ve Babası
Buraya kadar genellikle ittifak halinde olan kroniklerin, Ertuğrul Gazinin babası hususunda ikiye ayrıldıkları görülür. Osmanlı erken dönem kaynaklarından olan Ahmedî(ö. 1412), Karamanî Mehmed Paşa(ö. 1481), Enverî(ö. 16. yüzyıl) ve Ruhî(ö. 1522) Ertuğrul Gazinin babasını Gök Alpin oğlu Gündüz Alp olarak verir. Aşıkpaşazâde(ö. 1484), Oruç Bey(ö. 16. yüzyıl) ve Neşrî(ö. 1520) ise Ertuğrulun babasını Kaya Alpin oğlu Süleyman Şah olarak verir. Şükrullah(ö. 1488), İdris-i Bitlisî(ö. 1520), Kemalpaşazâde(ö. 1536), Lütfi Paşa(ö. 1541), Hoca Sadeddin(ö. 1599) ve Gelibolulu Mustafa Âlî(ö. 1600) de bu rivayeti kabul ederler.
İşte bu noktada tartışılan kişi de Süleyman Şahtır. Fırat nehrini geçip Diyarbakıra gitmek isterken atının ayağının batması sonucu boğulduğuna inanılan ve Caber Kalesi eteklerine defnedilerek Mezar-ı Türk olarak bilinen bu türbede yatan Süleyman Şah, Osmanlıların atası mıdır? Değil midir? Aşıkpaşazâde ve Neşrî Tarihinde Kayıların Moğol istilası sebebiyle asıl memleketleri Mahana dönmek istedikleri bir sırada gerçekleşen olayla ilgili rivayet şöyledir: Süleyman Şah, aşiretiyle birlikte vatanı aslîsine yönelip, Halep diyarından gitmek isteyip, Caber Kalesi yanına geldi. Orada Fırat ırmağından geçmek istedi. Atını suya sürdü. Suda çukur/yar olduğu için at sürçüp Süleyman Şah suya düşünce burada vefat etti. Caber kalesi altında defn ettiler. Şimdilerde buraya Mezarı Türk derler.
Kaynaklarda ismi geçen Süleyman Şahın 1075te İznikte Türkiye Selçuklularını kurduğu bilinen ve Halep yakınlarında Tutuş(Alparslanın oğlu ve Suriye Meliki)la 1086da yaptığı Ayn Saylam Savaşı sonrasında vefat eden Kutalmışoğlu Süleyman Şah olması kronolojik olarak mümkün değildir. Nitekim 1181lerde doğduğu kabul edilen Ertuğrul Gazi ile aralarında 100 yıl olup bir baba-oğul ilişkisinden bahsetmek mümkün değildir. Süleyman Şahla ilgili bu hikaye tarihî hadiselere de mutabık değildir. Çünkü söz konusu kaynaklarda Süleyman Şahın babası Kutalmış olarak değil de Kaya Alp olarak verilmektedir. Dolayısıyla burada adı geçen Süleyman Şahın, Türkiye Selçuklularının kurucusu olması tarihsel verilere uygun değildir.
Bu noktada Süleyman Şahla ilgili bir başka yaklaşım ise Caber kalesinde yatan kişinin Kutalmışoğlu Süleyman Şah olamayacağı şeklindedir. Kutalmışoğlu Süleyman Şahın mezarı Halep kapısında olup, Rakka şehrindeki Caber kalesinde olması düşünülemez. Ayrıca Caber kalesi Süleyman Şahın ölümünden sonra Melik Şah tarafından alınmış olup Haleb kapısında yatan Süleyman Şahın oraya nakledilmesi için de ne bir delil ve ne de bir sebep vardır. Osmanlı kroniklerinde nehri geçerken boğulduğuna inanılan şahıs ise aslında I. Kılıçarslan olup 1107de Habur nehrini geçerken boğulmuştur.
Nitekim Haçlılara karşı başarılarından dolayı kendine güveni artan Kılıç Arslan, 1107de Musulu ele geçirmiş, Musula bir dizdar atayıp Habura yönelmiştir. Ancak burada yerinden ettiği Musul Emiri Cavalı/Çavlı ile Halep Emiri Rıdvanın birlikleriyle karşılaşmıştır. Savaşın başlarında harikulade bir cesaret gösteren Kılıç Arslan, savaşın aleyhine seyretmesiyle atıyla Habur nehrine atlamış ve yüzmeye başlamıştır. Bar Hebraeusa göre, Kendisi ve atı zırhlı oldukları ve arkasından gelenler de ona ok attıkları için atı boğuldu ve o da atı ile birlikte aynı akıbete uğradı. Birkaç gün sonra cesedi nehrin kıyısına vurdu ve Kılıç Arslan Damşan adlı köye gömüldü. İşte muhtemelen Süleyman Şahın Halep önlerinde ölümüyle, oğlu I. Kılıç Arslanın Habur nehrinde boğularak ölümü sözlü tarihte birleştirilmiş ve bu rivayet Osmanlı tarihçilerinin bir kısmı tarafından Süleyman Şahın suda boğularak ölümüne dönüştürülmüş ve Habur nehri de Fırat nehrine dönüşerek günümüze intikal etmiştir.
Peki bu rivayet karışıklığının sebebi nerede aranmalıdır? İnalcıka göre, 1380lerde Osmanlıyı küçümseme amacıyla Kadı Burhaneddin, kayıg boyu kelimesinden hareketle Osman Gazinin bir kayıkçı oğlu olduğunu iddia etmiş, Timur da bir mektubunda Yıldırım Bayezide bir kayıkçı Türkmen soyundan gelmişsin diye hakaret etmek istemiştir. Dolayısıyla Osmanlı hanedanının soyu Timurdan sonra oğlu Şahruh zamanında bir diplomatik tartışma konusu olmuştur. Fetret devri sonrasında Şahruha tabilik ve özellikle Selçuklu sultanlarının eski payitahtı Konyaya yerleşerek kendilerini Türkiye Selçuklularının varisi ve diğer uc beylerinin hâmisi sayan Karamanoğullarına karşı Selçuklu sultanlarının varisi olma iddiasıyla Ertuğrulun babası Süleyman Şah rivayeti dillendirilmiştir.
Feridun Emecene göre de Kutalmışoğlu Süleyman Şahla ilgili rivayetlerin ön plana çıkarılması Osmanlıların, Türkiye Selçuklularının varisi olduğunu ispatlama gayretlerinden ibarettir. Neşride de geçen, cedd-i Osman Süleyman Şah dahi tevatürdür. ifadeleri de bu rivayetin asılsız olduğunu ortaya koymaktadır. Emecene göre Osmanlı tarihlerindeki nehri geçerken boğulma rivayeti ise Süleyman Şaha değil, oğlu I. Kılıçarslanın Habur Irmağında boğulmasına uygundur. İşte Süleyman Şah ve oğlu Kılıçarslana ait bu sözlü kültür Osmanlıya intikal ederken bir takım Osmanlı tarihçileri tarafından Süleyman Şah, Osmanlının atası olarak görülmüştür.
Konuyla ilgili kaynakların şahitliğini yetersiz gören Osman Turana göre de, bu rivayetlerin Kutalmışoğullarının bu havalide geçirdikleri mücadeleler esnasında onlarla birlikte Kayı boyundan olan ve Kutalmışoğlu Süleyman Şahla karışan bir başka şahsın burada medfun(gömülü) bulunması ile alakalı olması ihtimali de vardır. Osmanlı son devir tarihçilerinden Necib Asım ve Mehmed Arifin Osmanlı Tarihinde Kaya Alpin oğlu olarak zikredilen Süleyman Şahın ölüm tarihi 1228 olarak vermeleri de ikinci bir Süleyman Şahın varlığını tartışmaya açmaktadır. Nitekim bu bilgi tarihsel kronolojiye de uygun olup, 13. yüzyıl başlarında vefat eden başka bir Süleyman Şah iddiasını ihtiyat kaydı şartıyla akla getirmektedir. Dolayısıyla, Süleyman Şah, Osman Gazinin dedesi, Ertuğrul Gazinin de babasıdır. şeklindeki inanç bir başka Süleyman Şahla ilgili olabilir. Bu noktada son dönemin popüler dizilerinden biri olan Diriliş filminde de Ertuğrul Gazinin babası olarak gösterilen Süleyman Şah karakteriyle ilgili olarak hiçbir tarihî altyapısı ve kaynağı yoktur denilemez.
Sonuç
Son tahlilde, kuruluş devriyle ilgili kaynakların ilk elden kaynaklar olmayıp geç devre ait olmaları, rivayet farklılıklarının da bu süreçte artması gibi sebeplerden dolayı Osmanlıların kökeni, Anadoluya gelişleri gibi muhtelif konularla birlikte Ertuğrul Beyin gerçek hal tercümesinin ortaya konulmasını zorlaştırmaktadır. Ertuğrul Gazinin babasının Süleyman Şah olduğu şeklindeki anlayış Osmanlı şifahî/sözlü kültüründe yayılan bir rivayete dayanmakta olup, son dönem tarihçilerinin kabul ettiği genel görüş ise, Osmanlı sultanları silsilesinde Gündüz Alpi en üste yerleştirmek gerektiği şeklindedir. Yine Gündüz Alpin Ertuğrul Gazinin babası olduğunu kaydeden eserlerin pek çoğunun, Süleyman Şah olduğunu kaydeden eserlerden daha önce kaleme alınmış olması da bu ihtimali kuvvetlendirmektedir. Uzunçarşılı da, Françes gibi Bizans kaynaklarını delil göstererek Gündüz Alp rivayetinin tercihe şayan olduğunu ifade eder. Ertuğrul Gazinin büyük oğlunun adının Gündüz olması da bu nazariyeyi kuvvetlendirmektedir.
Osman Gazinin hutbe okutturup sikke kestirdiği şeklindeki rivayet ve bu bağlamda Osman Gaziye aidiyeti kabul edilen bir sikkenin de varlığı -ki bu sikkede Osman bin Ertuğrul bin Gündüz Alp yani Gündüz Alp oğlu Ertuğrul oğlu Osman yazılıdır- Ertuğrulun babasının Gündüz Alp olduğu görüşünü desteklemektedir. Adı geçen Gündüz Alpin kabri ise Ankara Beypazarına bağlı Hırkatepe köyündedir.
İstanbul Arkeoloji Müzesinde bulunan ve İbrahim Artuk tarafından Osman Gaziye ait olduğu kabul edilen sikkede Ertuğrulun babasının Gündüz Alp olduğu görülmektedir.
Kaynakça
Afyoncu, Erhan, Sorularla Osmanlı İmparatorluğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2014, s. 33-34.
Artuk, İbrahim, Osmanlı Beyliğinin Kurucusu Osman Gaziye Ait Sikke, Türkiyenin Sosyal ve Ekonomik Tarihi(1071-1920), Ankara 1980, s. 27-33.
Ahmedî, İskendernâme, haz. İsmail Ünver, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1983, 65b.
Almaz, Hasan, Şükrullah bin Şihabeddin Ahmed bin Zeyneddin Zeki-Behcetüt-Tevârih(İnceleme-Metin-Tercüme), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2004, s. 357-358.
Âşıkpaşazâde Tarihi, haz. Necdet Öztürk, Bilge Kültür Sanat, İstanbul 2013, s. 5-6.
Başar, Fahamettin, Ertuğrul Gazi, İslam Ansiklopedisi, TDV, c. 11, Ankara 1995, s. 314-315.
Düsturname-i Enverî, haz. Necdet Öztürk, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2012, s. 19.
Emecen, Feridun, İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası, Kitabevi, İstanbul 2008, s. 4, 11.
Gelibolulu Mustafa Âlî, Künhül Ahbar, haz. Ahmet Uğur vd., Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 1997, s. 30-33.
Gregory Abul-Farac(Bar Hebraeus), Abul-Farac Tarihi, çev. Ömer Rıza Doğrul, TTK, Ankara 1999, c. II, s. 346-347.
Imber, Colin, Osmanlı Hanedan Efsanesi, Söğütten İstanbula, İmge Kitabevi, Ankara 2005, s. 258-261.
İbn-i Kemal, Tevarihi Ali Osman, I. Defter, haz. Şerafettin Turan, TTK, Ankara 1991, s. 38, 41-42.
İdrisi Bitlisi, Heşt Bihişt, c. I, haz. Mehmet Karataş vd., BETAV Yayınları, Ankara 2008, s. 74.
İnalcık, Halil, Kuruluş Dönemi Osmanlı Sultanları(1302-1481), İsam Yayınları, İstanbul 2010, s. 20.
İnalcık, Halil, Kuruluş, Hayykitap, İstanbul 2011, s. 118, 124.
Mevlana Mehmed Neşri, Cihannümâ, haz. Necdet Öztürk, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2008, s. 30-32.
Mustafa Cezar, Mufassal Osmanlı Tarihi, c. I, TTK, Ankara 2010, s. 35-36.
Necib Asım-Mehmed Arif, Osmanlı Tarihi, İstanbul 1335, s. 549-551, 557-558.
Oruç Beğ Tarihi, haz. Necdet Öztürk, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2008, s. 2.
Şimşirgil, Ahmet, Kayı I, KTB Yayınları, İstanbul 2010, s. 16.
Turan, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1993, s. 81.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, c. I, TTK, Ankara 2008, s. 100.
Yinanç, Mükrimin Halil, Ertuğrul Gazi, İslam Ansiklopedisi, MEB, c. 4, İstanbul 1964, s. 328.
Yücel, Yaşar- Halil Erdoğan Cengiz, Rûhî Tarihi, Belgeler, c. XIV, Sayı: 18, TTK, Ankara 1989-1992, s. 375, 379. (ss. 349-472)
Yazar Doç. Dr. Ali KOZAN'a saygılarımla.
Kayılara mensup Ertuğrul Gazinin atalarının ise, 9. asırdan itibaren Selçuklularla birlikte Ceyhun nehrini geçerek İrana geldikleri kabul edilmektedir. Horasan bölgesinde Merv ve Mahana yerleşen Kayılar Moğol saldırıları sebebiyle Azerbaycana ve Doğu Anadoluda Ahlat bölgesine yerleşmişlerdir. Buradan Anadoluya yapılan akınlara iştirak etmişlerdir. Daha sonra Ahlat emirlerine bağlanarak Gürcülere ve Trabzon Rum İmparatorluğuna karşı savaşmışlardır. 13. yüzyıl başlarında Ahlatın Eyyubilere geçmesi ve akabinde Moğol istilası sebebiyle Mardine gelerek kendileri gibi Kayı boyuna mensup Artukoğullarına bağlanmışlardır.
Burada bir süre kalan Gündüz Alp ve ona tabi Türkmenler, Moğolların Mardin ve çevresini istila etmesi sonucu Anadolu içlerine göç etmişler ve Erzurum yakınlarındaki Pasinler ovasına yerleşmişlerdir. Gündüz Alpin burada 1228 yılında vefat etmesi üzerine aşiretin başına Ertuğrul Gazi geçmiştir. Moğol saldırılarının bu bölgede de şiddetlenmesiyle Sungur Tegin ve Gündoğdu Ahlata geri dönmüşler, Ertuğrul Gazi ve kardeşi Dündar Bey ise batıya doğru hareket ettikleri sırada bir Moğol birliğiyle savaşan Selçuklu ordusuna yardım ederek savaşın kazanılmasında önemli rol oynamışlardır. Savaştan sonra Alaaddin Keykubad, Ertuğrul Gaziye hilat giydirmiş ve Ankara yakınlarındaki Karacadağ ve çevresini ikta olarak vermiştir.(1230)
Burada bir süre kaldıktan sonra oğlu Savcı(Saru Yatı)yı Sultana gönderen Ertuğrul Gazi, yeni yurt isteğinde bulunmuştur. Ardından Söğüte gelerek Bizans kasaba ve köylerine akınlarda bulunmuştur. Alaaddin Keykubadın 1231de İznik Rum İmparatorluğuyla Eskişehir yakınlarındaki Ermeniderbendinde yaptığı savaşa da iştirak ederek savaşın kazanılmasında etkili olan Ertuğrul Gaziye Eskişehir ve çevresi verilmiştir. 1231de Karacahisarı ve daha sonra Söğütü ele geçiren Ertuğrul Gaziye bu bölge yurtluk olarak verilmiştir.
Ertuğrul Gazi ve Babası
Buraya kadar genellikle ittifak halinde olan kroniklerin, Ertuğrul Gazinin babası hususunda ikiye ayrıldıkları görülür. Osmanlı erken dönem kaynaklarından olan Ahmedî(ö. 1412), Karamanî Mehmed Paşa(ö. 1481), Enverî(ö. 16. yüzyıl) ve Ruhî(ö. 1522) Ertuğrul Gazinin babasını Gök Alpin oğlu Gündüz Alp olarak verir. Aşıkpaşazâde(ö. 1484), Oruç Bey(ö. 16. yüzyıl) ve Neşrî(ö. 1520) ise Ertuğrulun babasını Kaya Alpin oğlu Süleyman Şah olarak verir. Şükrullah(ö. 1488), İdris-i Bitlisî(ö. 1520), Kemalpaşazâde(ö. 1536), Lütfi Paşa(ö. 1541), Hoca Sadeddin(ö. 1599) ve Gelibolulu Mustafa Âlî(ö. 1600) de bu rivayeti kabul ederler.
İşte bu noktada tartışılan kişi de Süleyman Şahtır. Fırat nehrini geçip Diyarbakıra gitmek isterken atının ayağının batması sonucu boğulduğuna inanılan ve Caber Kalesi eteklerine defnedilerek Mezar-ı Türk olarak bilinen bu türbede yatan Süleyman Şah, Osmanlıların atası mıdır? Değil midir? Aşıkpaşazâde ve Neşrî Tarihinde Kayıların Moğol istilası sebebiyle asıl memleketleri Mahana dönmek istedikleri bir sırada gerçekleşen olayla ilgili rivayet şöyledir: Süleyman Şah, aşiretiyle birlikte vatanı aslîsine yönelip, Halep diyarından gitmek isteyip, Caber Kalesi yanına geldi. Orada Fırat ırmağından geçmek istedi. Atını suya sürdü. Suda çukur/yar olduğu için at sürçüp Süleyman Şah suya düşünce burada vefat etti. Caber kalesi altında defn ettiler. Şimdilerde buraya Mezarı Türk derler.
Kaynaklarda ismi geçen Süleyman Şahın 1075te İznikte Türkiye Selçuklularını kurduğu bilinen ve Halep yakınlarında Tutuş(Alparslanın oğlu ve Suriye Meliki)la 1086da yaptığı Ayn Saylam Savaşı sonrasında vefat eden Kutalmışoğlu Süleyman Şah olması kronolojik olarak mümkün değildir. Nitekim 1181lerde doğduğu kabul edilen Ertuğrul Gazi ile aralarında 100 yıl olup bir baba-oğul ilişkisinden bahsetmek mümkün değildir. Süleyman Şahla ilgili bu hikaye tarihî hadiselere de mutabık değildir. Çünkü söz konusu kaynaklarda Süleyman Şahın babası Kutalmış olarak değil de Kaya Alp olarak verilmektedir. Dolayısıyla burada adı geçen Süleyman Şahın, Türkiye Selçuklularının kurucusu olması tarihsel verilere uygun değildir.
Bu noktada Süleyman Şahla ilgili bir başka yaklaşım ise Caber kalesinde yatan kişinin Kutalmışoğlu Süleyman Şah olamayacağı şeklindedir. Kutalmışoğlu Süleyman Şahın mezarı Halep kapısında olup, Rakka şehrindeki Caber kalesinde olması düşünülemez. Ayrıca Caber kalesi Süleyman Şahın ölümünden sonra Melik Şah tarafından alınmış olup Haleb kapısında yatan Süleyman Şahın oraya nakledilmesi için de ne bir delil ve ne de bir sebep vardır. Osmanlı kroniklerinde nehri geçerken boğulduğuna inanılan şahıs ise aslında I. Kılıçarslan olup 1107de Habur nehrini geçerken boğulmuştur.
Nitekim Haçlılara karşı başarılarından dolayı kendine güveni artan Kılıç Arslan, 1107de Musulu ele geçirmiş, Musula bir dizdar atayıp Habura yönelmiştir. Ancak burada yerinden ettiği Musul Emiri Cavalı/Çavlı ile Halep Emiri Rıdvanın birlikleriyle karşılaşmıştır. Savaşın başlarında harikulade bir cesaret gösteren Kılıç Arslan, savaşın aleyhine seyretmesiyle atıyla Habur nehrine atlamış ve yüzmeye başlamıştır. Bar Hebraeusa göre, Kendisi ve atı zırhlı oldukları ve arkasından gelenler de ona ok attıkları için atı boğuldu ve o da atı ile birlikte aynı akıbete uğradı. Birkaç gün sonra cesedi nehrin kıyısına vurdu ve Kılıç Arslan Damşan adlı köye gömüldü. İşte muhtemelen Süleyman Şahın Halep önlerinde ölümüyle, oğlu I. Kılıç Arslanın Habur nehrinde boğularak ölümü sözlü tarihte birleştirilmiş ve bu rivayet Osmanlı tarihçilerinin bir kısmı tarafından Süleyman Şahın suda boğularak ölümüne dönüştürülmüş ve Habur nehri de Fırat nehrine dönüşerek günümüze intikal etmiştir.
Peki bu rivayet karışıklığının sebebi nerede aranmalıdır? İnalcıka göre, 1380lerde Osmanlıyı küçümseme amacıyla Kadı Burhaneddin, kayıg boyu kelimesinden hareketle Osman Gazinin bir kayıkçı oğlu olduğunu iddia etmiş, Timur da bir mektubunda Yıldırım Bayezide bir kayıkçı Türkmen soyundan gelmişsin diye hakaret etmek istemiştir. Dolayısıyla Osmanlı hanedanının soyu Timurdan sonra oğlu Şahruh zamanında bir diplomatik tartışma konusu olmuştur. Fetret devri sonrasında Şahruha tabilik ve özellikle Selçuklu sultanlarının eski payitahtı Konyaya yerleşerek kendilerini Türkiye Selçuklularının varisi ve diğer uc beylerinin hâmisi sayan Karamanoğullarına karşı Selçuklu sultanlarının varisi olma iddiasıyla Ertuğrulun babası Süleyman Şah rivayeti dillendirilmiştir.
Feridun Emecene göre de Kutalmışoğlu Süleyman Şahla ilgili rivayetlerin ön plana çıkarılması Osmanlıların, Türkiye Selçuklularının varisi olduğunu ispatlama gayretlerinden ibarettir. Neşride de geçen, cedd-i Osman Süleyman Şah dahi tevatürdür. ifadeleri de bu rivayetin asılsız olduğunu ortaya koymaktadır. Emecene göre Osmanlı tarihlerindeki nehri geçerken boğulma rivayeti ise Süleyman Şaha değil, oğlu I. Kılıçarslanın Habur Irmağında boğulmasına uygundur. İşte Süleyman Şah ve oğlu Kılıçarslana ait bu sözlü kültür Osmanlıya intikal ederken bir takım Osmanlı tarihçileri tarafından Süleyman Şah, Osmanlının atası olarak görülmüştür.
Konuyla ilgili kaynakların şahitliğini yetersiz gören Osman Turana göre de, bu rivayetlerin Kutalmışoğullarının bu havalide geçirdikleri mücadeleler esnasında onlarla birlikte Kayı boyundan olan ve Kutalmışoğlu Süleyman Şahla karışan bir başka şahsın burada medfun(gömülü) bulunması ile alakalı olması ihtimali de vardır. Osmanlı son devir tarihçilerinden Necib Asım ve Mehmed Arifin Osmanlı Tarihinde Kaya Alpin oğlu olarak zikredilen Süleyman Şahın ölüm tarihi 1228 olarak vermeleri de ikinci bir Süleyman Şahın varlığını tartışmaya açmaktadır. Nitekim bu bilgi tarihsel kronolojiye de uygun olup, 13. yüzyıl başlarında vefat eden başka bir Süleyman Şah iddiasını ihtiyat kaydı şartıyla akla getirmektedir. Dolayısıyla, Süleyman Şah, Osman Gazinin dedesi, Ertuğrul Gazinin de babasıdır. şeklindeki inanç bir başka Süleyman Şahla ilgili olabilir. Bu noktada son dönemin popüler dizilerinden biri olan Diriliş filminde de Ertuğrul Gazinin babası olarak gösterilen Süleyman Şah karakteriyle ilgili olarak hiçbir tarihî altyapısı ve kaynağı yoktur denilemez.
Sonuç
Son tahlilde, kuruluş devriyle ilgili kaynakların ilk elden kaynaklar olmayıp geç devre ait olmaları, rivayet farklılıklarının da bu süreçte artması gibi sebeplerden dolayı Osmanlıların kökeni, Anadoluya gelişleri gibi muhtelif konularla birlikte Ertuğrul Beyin gerçek hal tercümesinin ortaya konulmasını zorlaştırmaktadır. Ertuğrul Gazinin babasının Süleyman Şah olduğu şeklindeki anlayış Osmanlı şifahî/sözlü kültüründe yayılan bir rivayete dayanmakta olup, son dönem tarihçilerinin kabul ettiği genel görüş ise, Osmanlı sultanları silsilesinde Gündüz Alpi en üste yerleştirmek gerektiği şeklindedir. Yine Gündüz Alpin Ertuğrul Gazinin babası olduğunu kaydeden eserlerin pek çoğunun, Süleyman Şah olduğunu kaydeden eserlerden daha önce kaleme alınmış olması da bu ihtimali kuvvetlendirmektedir. Uzunçarşılı da, Françes gibi Bizans kaynaklarını delil göstererek Gündüz Alp rivayetinin tercihe şayan olduğunu ifade eder. Ertuğrul Gazinin büyük oğlunun adının Gündüz olması da bu nazariyeyi kuvvetlendirmektedir.
Osman Gazinin hutbe okutturup sikke kestirdiği şeklindeki rivayet ve bu bağlamda Osman Gaziye aidiyeti kabul edilen bir sikkenin de varlığı -ki bu sikkede Osman bin Ertuğrul bin Gündüz Alp yani Gündüz Alp oğlu Ertuğrul oğlu Osman yazılıdır- Ertuğrulun babasının Gündüz Alp olduğu görüşünü desteklemektedir. Adı geçen Gündüz Alpin kabri ise Ankara Beypazarına bağlı Hırkatepe köyündedir.
İstanbul Arkeoloji Müzesinde bulunan ve İbrahim Artuk tarafından Osman Gaziye ait olduğu kabul edilen sikkede Ertuğrulun babasının Gündüz Alp olduğu görülmektedir.
Kaynakça
Afyoncu, Erhan, Sorularla Osmanlı İmparatorluğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2014, s. 33-34.
Artuk, İbrahim, Osmanlı Beyliğinin Kurucusu Osman Gaziye Ait Sikke, Türkiyenin Sosyal ve Ekonomik Tarihi(1071-1920), Ankara 1980, s. 27-33.
Ahmedî, İskendernâme, haz. İsmail Ünver, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1983, 65b.
Almaz, Hasan, Şükrullah bin Şihabeddin Ahmed bin Zeyneddin Zeki-Behcetüt-Tevârih(İnceleme-Metin-Tercüme), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2004, s. 357-358.
Âşıkpaşazâde Tarihi, haz. Necdet Öztürk, Bilge Kültür Sanat, İstanbul 2013, s. 5-6.
Başar, Fahamettin, Ertuğrul Gazi, İslam Ansiklopedisi, TDV, c. 11, Ankara 1995, s. 314-315.
Düsturname-i Enverî, haz. Necdet Öztürk, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2012, s. 19.
Emecen, Feridun, İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası, Kitabevi, İstanbul 2008, s. 4, 11.
Gelibolulu Mustafa Âlî, Künhül Ahbar, haz. Ahmet Uğur vd., Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 1997, s. 30-33.
Gregory Abul-Farac(Bar Hebraeus), Abul-Farac Tarihi, çev. Ömer Rıza Doğrul, TTK, Ankara 1999, c. II, s. 346-347.
Imber, Colin, Osmanlı Hanedan Efsanesi, Söğütten İstanbula, İmge Kitabevi, Ankara 2005, s. 258-261.
İbn-i Kemal, Tevarihi Ali Osman, I. Defter, haz. Şerafettin Turan, TTK, Ankara 1991, s. 38, 41-42.
İdrisi Bitlisi, Heşt Bihişt, c. I, haz. Mehmet Karataş vd., BETAV Yayınları, Ankara 2008, s. 74.
İnalcık, Halil, Kuruluş Dönemi Osmanlı Sultanları(1302-1481), İsam Yayınları, İstanbul 2010, s. 20.
İnalcık, Halil, Kuruluş, Hayykitap, İstanbul 2011, s. 118, 124.
Mevlana Mehmed Neşri, Cihannümâ, haz. Necdet Öztürk, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2008, s. 30-32.
Mustafa Cezar, Mufassal Osmanlı Tarihi, c. I, TTK, Ankara 2010, s. 35-36.
Necib Asım-Mehmed Arif, Osmanlı Tarihi, İstanbul 1335, s. 549-551, 557-558.
Oruç Beğ Tarihi, haz. Necdet Öztürk, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2008, s. 2.
Şimşirgil, Ahmet, Kayı I, KTB Yayınları, İstanbul 2010, s. 16.
Turan, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1993, s. 81.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, c. I, TTK, Ankara 2008, s. 100.
Yinanç, Mükrimin Halil, Ertuğrul Gazi, İslam Ansiklopedisi, MEB, c. 4, İstanbul 1964, s. 328.
Yücel, Yaşar- Halil Erdoğan Cengiz, Rûhî Tarihi, Belgeler, c. XIV, Sayı: 18, TTK, Ankara 1989-1992, s. 375, 379. (ss. 349-472)
Yazar Doç. Dr. Ali KOZAN'a saygılarımla.
Son düzenleme: