Türk Mucizesi

21 Eki 2009
62
0
Türk Mucizesi

"Şu Çılgın Türkler" ve "Diriliş-Çanakkale 1915"in yazarı Turgut Özakman'ın yakın Türk tarihini anlattığı üçüncü kitabı "Cumhuriyet-Türk Mucizesi"nin ilk cildi okurlarla buluşuyor.

medya.php
Cumhuriyet- “Şu Çılgın Türkler” ve “Diriliş - Çanakkale 1915”in yazarı Turgut Özakman’ın yakın Türk tarihini anlattığı üçüncü kitabı “Cumhuriyet - Türk Mucizesi”nin ilk cildi okurlarla buluşuyor. “Türkiye Üçlemesi” serisinin son kitabı “Cumhuriyet - Türk Mucizesi”, 1922 ile 1938 yılları arasında yaşanan bütün tarihi olayları belgeleriyle roman tarzında anlatıyor. Toplam iki ciltten oluşan kitabın ilk cildi, İzmir’in kurtuluşuyla (9 Eylül 1922) başlayıp Cumhuriyetin ilanıyla (29 Ekim 1923) sona ererken, yeni yılda yayımlanacak ikinci ciltte ise Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamını yitirişine (10 Kasım 1938) kadarki 15 yıl ele alıyor.

Özakman’ın son kitabı, 1915’te Çanakkale Destanı ile başlayan Milli Mücadele dönemindeki Kuvayı Milliye ruhuyla süren yakın tarihimizin Cumhuriyetin çağdaşlaşma hamlesiyle değişen Türkiye’yi okuyucuya sunuyor. Bilgi Yayınevi’nden çıkan Cumhuriyet - Türk Mucizesi ile birlikte 1915 ve 1938 arasındaki 23 yılda yakın Türk tarihinin sancıları, acıları, sıkıntıları, kahramanlıkları ve Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşu usta bir üslupla anlatılarak “Türkiye Üçlemesi” sona eriyor. Özakman’ın Şu Çılgın Türkler adlı kitabı 374, Diriliş - Çanakkale 1915 adlı kitabı ise 102. baskıyı yapması, son kitabının da büyük satış oranları yakalayacağını gösteriyor. Özakman ile Cumhuriyet - Türk Mucizesi adlı kitabı ve kitabında ele aldığı cumhuriyet dönemiyle ilgili yaptığımız söyleşi ile kitaptan alıntılar şöyle:

Kitabın kapağındaki anlamlı fotoğraf

- Yeni kitabınızın kapağında 2007 yılında gerçekleştirilen Cumhuriyet Mitingleri’nden bir fotoğraf yer alıyor. Bu fotoğrafı özellikle seçmenizin bir nedeni var mı?

ÖZAKMAN - Kitabın kapağında İzmir Gündoğdu Meydanı’nda yapılan Cumhuriyet Mitingi’nin fotoğrafı bulunuyor. Kadınlar, erkekler, çocuklar ve bayraklar olsun, kalabalık bir fotoğraf olsun istedik. Zaten cumhuriyet de bu demektir. Bu nedenle bu fotoğrafı kullandık.

- ‘Cumhuriyet - Türk Mucizesi’ adlı kitabınız ‘Diriliş-Çanakkale 1915’ ve ‘Şu Çılgın Türkler’ ile birlikte bir üçleme olarak nitelendirilebilir mi?

ÖZAKMAN - Evet, “Cumhuriyet - Türk Mucizesi”, “Türkiye Üçlemesi”nin üçüncü ve son kitabıdır. Son kitap iki cilt olacak. Birinci cilt cumhuriyetin ilanıyla bitiyor. Birinci ciltte Büyük Zafer’den Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar ki olaylar yer alıyor. Bir yanda cumhuriyetçiler var, öte yanda bu daha iyi, daha insanca, daha onurlu düzeni istemeyenler... Ders ve ibret verici, uyarıcı bir dönem. Bu dönemi bilmeden sonraki olayları doğru değerlendirmek zor olur. İkinci cilt ise Cumhuriyetin ilanından Atatürk’ün ölümüne kadar ki süreci anlatacak. İki cilt halinde 1922-1938 yılları arasındaki dönemi ele alacağım. İlk cilt 400 sayfalık bir kitap, ikinci cilt de 400 sayfalık bir kitap olacak; toplam 800 sayfadan oluşacak. İkinci ciltte son söz yazacağım. Son sözle kitaplarımı bugüne bağlamayı düşünüyorum. Böylece bu seri bitmiş olacak.

‘Barış canavarın karnından çıkarıldı’

- Cumhuriyet - Türk Mucizesi’nin ilk cildinde okurlar hangi konuları ayrıntılarıyla okuyabilecekler?

ÖZAKMAN
- Mudanya Antlaşması ile Lozan Antlaşması görüşmeleri sırasında müttefiklerin tutumları, davranışları, oyunları, tuzakları, üslupları unutulmaması gereken olaylardır. Lozan bu yüzden eşi bulunmayan, uzun ve çok çetin bir boğuşma halinde geçmiştir. Kuvayı Milliye ruhu ile emperyalizm, Çanakkale’den, Anadolu’dan sonra, Lozan’da da karşılaşmış ve Kuvayı Milliye ruhu galip gelmiştir. Lozan’da barış canavarın karnından sökülüp çıkarılmıştır. Mudanya ve Lozan Milli Mücadele’nin masa başındaki devamıdır. Birkaç kez savaşın eşiğine gelinmiştir. İç sorunlar da çok dramatiktir: Meclis’te gelenekçiler ile Cumhuriyetçilerin çekişmesi, saltanatın kaldırılması, Ali Kemal’in yakalanması, Vahidettin’in ve hainlerin kaçması, karşıdevrimin oluşmaya başlaması, Milli Mücadele’yi başlatan kadronun ikiye bölünmesi iç sorunların başlıcasıdır. Halkı coşturan olaylar sürmektedir: İstanbul’a gelen Refet Paşa’nın ve bir bölük Türk askerinin olağanüstü karşılanışı, Trakya’nın il il geri alınışı, İstanbul’u geri almak için yapılan gizli hazırlıklar, Türk - İngiliz futbol karşılaşması, sonunda işgalcilerin Türk sancağını selamlayarak çekip gitmeleri, Türk ordusunun İstanbul’a girmesi bu emsalsiz olayların başlıcalarıdır.

‘Bilim adamları Türk mucizesi diyor...’

- Bu dönemin temel özelliği nedir?

ÖZAKMAN -
Bu dönemde özgürlük, toplumsal uyanışa, değişime de yol açar. Kadınlar peçelerini atmaya, çarşaftan çıkarak manto giymeye başlar. Büyük sorunların nasıl çözüleceği daha yoğun olarak konuşulup tartışılır. Mustafa Kemal Paşa’nın dünyaya kapalı bir Doğu ülkesini cumhuriyete, aydınlanmaya, uygarlığa, çağdaşlaşmaya adım adım hazırlaması, halkın çağrıya katılması bu dönemin en önemli özelliğidir. M. Kemal Paşa’nın örnek bir aile olmak için yaptığı talihsiz evlilik de bu dönemde yer alıyor. Dönem Ankara’nın başkent olması ve türlü çatışmalardan geçilerek 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanı ile sona eriyor.

- Cumhuriyet kitabına neden ‘Türk Mucizesi’ adını da verdiniz?

ÖZAKMAN -
Objektif bilim adamları Milli Mücadele ile başlayıp Cumhuriyet’le süren bu dönemi “Türk Mucizesi” diye adlandırıyorlar. Emperyalizmi, paralı askerlerini, işbirlikçilerini yenmek, bu hayâsızca akının kökünü kazımak, kurtuluşun sadece bir parçasıydı. Gerçek kurtuluş için Batı ülkeleri ile baş edebilecek kadar güçlü olmak, yoksulluğu, ilkelliği, geriliği, çağdışılığı, bilgisizliği yenmek, aklı özgür kılmak, aydınlanmayı yaşamak, bağnazlığa son vermek, hoşgörüyü yerleştirmek, kadın - erkek eşitliğini sağlamak, yüzde 93 okur - yazar olmayan halkı bilgilendirmek, eğitmek, yurttaş olmalarını sağlamak, millet olmak, sanayileşmek, salgın hastalıkları kırmak gerekiyordu. Bunlar ancak barış döneminde başarılabilirdi. Bunun için Türkiye’yi parçalamak için çok çeşitli planlar hazırlamış, uygulamış ve sonunda yenilmiş müttefiklerle önce ateşkes, sonra da barış masasına oturmak gerekiyordu. Yoksul Türkiye’nin zaferi bütün mazlum ülkeleri etkiler, müttefikler yani emperyalizm bundan çok rahatsız olur. Barış için çok zorluk çıkarırlar. Sevr’in yumuşatılmış bir örneğini kabul ettirmek için çalışırlar. Hatta İngiltere, Çanakkale olayını bahane ederek dünyayı yeniden Türkiye’ye karşı savaşa davet edecektir.


- İlk cilt yaklaşık 13 aylık bir dönemi, ikinci cilt ise 15 yıllık bir dönemi ele alıyor. İkinci cildin bu kadar uzun bir dönemi ele almasının bir nedeni var mı?

ÖZAKMAN -
İkinci cilt, Atatürk’ün hayatı ile sınırlı olarak Kasım 1938’e kadarki Cumhuriyetimizin15 yılını yansıtacak. Neyimiz varsa bu döneme borçluyuz. Birçok yurtseverlik, özveri, toplumsal kahramanlık destanı ve hainlik olaylarıyla dolu olağanüstü bir dönem bu. Bu mucizeyi dokuyan bütün olayları tümüyle anlatmak imkânsız. Cumhuriyet döneminin baskın niteliği çağdaşlaşmak, çağdaş uygarlığa ulaşmaya çalışmak, bu yolda kalkınmak, uyanmak. Bu dönemle ilgili bütün özellikleri çağdaşlaşma terimi kucaklıyor: Milliliği de, laikliği de, bağımsızlığı da, özgürlüğü de, cumhuriyetçiliği, dolayısıyla demokrasiyi de. Bu nedenle ikinci ciltte asıl kurtuluş olan çağdaşlaşmayı Atatürk’ün bu büyük idealini anlatmaya çalıştım. Cumhuriyet döneminin temel vasfı çağdaşlaşmaktır. Atatürk’ün büyük projesi çağdaşlaşmadır. Atatürk “Batılılaşma” tabirini de çok az kullanmıştır. Atatürk, “uygarlık” ve “muassır” ifadelerini kullanmıştır. Batılı tabirini kullanmıştır çünkü uygarlık orada yeşerdi. 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu zaman dünyanın 5’te 4’ü sömürgelerden ibaretti. 5’te 1’i de bağımsız ülkelerdi. Bir Doğulu ülkede cumhuriyetin ilan edilmesi inanılmaz bir şeydir. Adeta tarihin mantığına aykırı bir şeydir. Bu oldu. İyi ki de oldu. Padişahın kulu olmaktan çıkıp, yurttaş olduk. Vatan padişahın mülküydü, cumhuriyetin ilanıyla hepimizin oldu. Saltanat padişah ve ailesine aitti, halkın oldu. Cumhuriyet bu üç büyük devrimi taşıyor içinde. Ayrıca cumhuriyet eşittir demokrasidir. Atatürk’ün bir sözü vardır: “İnsanoğlunun ümidi demokrasidir.” Cumhuriyet ile yapılan her şey iki kelimededir: Çağdaşlık ve millilik. Karşı düşünceleri ve hareketleri de anlattım.

Şeyh Said İsyanı’na ve İzmir Suikastı’na yer verdim. Türk tarihinin ezeli sorunu olan karanlık ile aydınlık, ortaçağ ile çağdaşlaşma arasındaki çatışmayı da yansıtmaya çalıştım. Yan konulardan önemli olanları da ihmal etmedim. Hiç olmazsa dipnotlarla bilgi sundum.

- İkinci cilt ne zaman okuyucuyla buluşacak?

ÖZAKMAN -
Yeni yıla yetişecek. Bir aksilik olmazsa aralık ayının sonunda ya da ocak ayının başlarında kitapçılarda olacak.

‘Gerçeğe ihanet etmedim’

- İki ciltten oluşan serinin son kitabındaki olayları da belgelere dayanarak roman tarzında kaleme almışsınız.

ÖZAKMAN -
Bu dönemi de “Diriliş” ve “Şu Çılgın Türkler” gibi sağlıklı, dürüst belgelere, güvenilir, namuslu tanıklara dayanarak, gerçeğe en uygun biçimde yansıtmaya gayret ettim. İkinci cildin sonunda yer alacak olan geniş kaynakçaya bakarak bu konudaki yoğun gayretimi görebilirsiniz. Bu dönemle ilgili aleyhte eserleri de yok saymadım, hepsini inceledim, gerekenlere kaynakçada yer verdim. Bütün bu özenler, dikkatler, çabalar, emekler, araştırmalar, kılı kırk yarmalar, sizlere ve çevrenize Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ve ilk 15 yılının gerçek hikâyesini anlatmak içindir. Bir iki roman tipinin dışında herkes ve her olay gerçektir. Hepsinin kanıtları ve tanıkları dipnotlarda gösterilmiştir. “Diriliş”ten ve “Şu Çılgın Türkler”den gelen birkaç roman tipi Cumhuriyette de yer alıyor. Bunlar o dönemlerin tipik kişileridir. Tartışmalı kaynaklara gönderme yapmıyorum, herkesin kabul edeceği sağlıklı kaynaklara gönderme yapıyorum. Bine yakın kitaptan süzülmüş bilgileri veriyorum. Kolay anlatım için bazı olayları birleştirdim. Kişileri düşünce ve üsluplarını saygıyla dikkate alarak konuşturdum. Cumhuriyet dönemini de, tıpkı Çanakkale ve Milli Mücadele gibi hayale ihtiyaç göstermeyen çarpıcı büyük olaylarla dolu. Bu bakımdan kendimden bir sahne yazmış, bazı şeyleri abartmış değilim. Gerçeğe ihanet etmedim.



‘Türkiye'nin çektiği acıları yansıtan bir iddianame’

(Lozan’da) İsmet Paşa hazırladığı konuşmayı okumaya başladı. Gazeteci Ali Naci Karacan, gazetesine konuşmayı şöyle özetleyecekti: “Bu bir konuşma değil, Türkiye’nin çektiği acıları yansıtan bir iddianame.” Barış bekleyen Türkiye’nin nasıl işgal edildiğini, parçalanmak istendiğini anlatan İsmet Paşa, “Türk milleti varlığını korumayı, istiklalini kazanmayı başardı...” dedi, “..Bunun için hadsiz hesapsız fedakârlıklara katlandı. Her yaşta ve mevkideki Türkler, kadınlar ve çocuklar, bu savunma savaşına katıldılar. 1918 tarihinden sonra Türk milletinin maruz kaldığı sonsuz hücumları ve ıstırapları, burada hatırlamaktan kendimi alamıyorum. Gerek bu hücumları, gerekse hiçbir askeri zorunluk olmaksızın Türkiye topraklarının en bayındır kısımlarını bilerek mahvetmek ve yıkmak amacıyla yapılmış olan tahribatı, hiçbir şekilde mazur göstermek kabil değildir. Hâlâ bu dakikada bile bir milyondan ziyade masum Türk’ün Anadolu ovalarında ve yaylalarında evsiz ve ekmeksiz dolaştığını da hatırlatmak isterim.” Çıt çıkmıyor, Venizelos bu ağır suçlamaların muhatabı olarak renkten renge giriyordu. Türkiye’nin acıları ve istekleri, ilk kez aracısız, sulandırılmadan, doğru olarak Batı kamuoyuna ulaşmaktaydı.


Kitaptan

Cumhuriyetle ilgili birinci madde saat 19.37’de sürekli alkışlar, sevinç çığlıkları arasında kabul edildi. Öbür maddeler de oylandı. Kanunun tümünün oya sunulması aşamasına gelinmişti. Başkan da heyecanlıydı. Titreyen bir sesle dedi ki:

“Kanunun tümünü kabul edenler lütfen el kaldırsın.”

Başkan cumhuriyet rejimini oya sunuyordu.

Bütün eller havaya kalktı.

“Oybirliği ile kabul edilmiştir.”

Saat 20.30’du.

Öyle bir alkış patladı ki şiddetinden pencere camları zangırdadı. Yalnız milletvekilleri değil dinleyiciler, gazeteciler, Meclis memurları da alkışlıyor, onlar da milletvekilleri gibi kucaklaşıyordu. Ağlayanlar vardı. Haber dışarda bekleyen kalabalığa ulaşmıştı. Onlar da alkışlamaya ve bağırmaya başladılar.

“Yaşasın Cumhuriyet!!!”

İsmail Hakkı Tekçe dışarı koştu. Namluları istasyon yönüne dönük duran toplara sırayla “Ateş!” emrini verdi. Toplar yeri göğü inleterek Türkiye Cumhuriyeti’nin doğumunu duyurdular.


Mustafa Kemal Paşa'ya coşkulu karşılama

Ankara istasyonu bayraklar, defne dalları ile süslenmişti. Peron tıklım tıklım doluydu. Milletvekilleri, elçiler, yöneticiler, subaylar, basın mensupları, kalabalığa karışabilen halk ve bir bando ile bir şeref birliği, Başkomutan’ı bekliyordu.

Makinist istasyona düdüğünü öttüre öttüre girdi, Gazi Paşa’nın ineceği kapıyı, yere serilen yol halısına denk getirmeyi başardı. Bando ‘Hhoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa’ bestesini çalmaya başlamıştı. Salih Bozok kapıyı açtı ve geri çekildi.

Başkomutan Mareşal Gazi M. Kemal Paşa, sade mareşal üniforması, tığ gibi endamı, çok yakışan kalpağı ile vagon kapısının çerçevesi içinde göründü.

41 yaşındaydı.

Sanki bir cephanelik patladı. Öyle bir gürültü yükseldi kalabalıktan. Alkış ve çığlıklara sevinç gözyaşları karıştı. Meclis adına Dr. Adnan Adıvar ilerledi. Başkomutan’ın elini sıktı, sonra dayanamadı. heyecan içinde kucakladı.



İsmet Paşa'dan Lord Curzon'a: Biz asıl sizi yendik

Uzun süren Türk-Rus görüşmesi Lord Curzon’u huzursuz etmişti. İsmet Paşa’nın ağzını aramak, durumunu öğrenebilmek için ertesi sabah randevu alarak ziyarete geldi.

İsmet Paşa ayrıntıya girmeden Türk-Rus ilişkilerinin iyi olduğunu söylemekle yetindi. Lord Curzon birçok konuda dolaşarak bir bilgi gösterisi yaptıktan sonra fırsatını düşünüp İsmet Paşa’yı uyardı: “Siz Yunanistan’ı yendiniz, İngiltere’yi değil. Bunu unutmayın.”

İsmet Paşa, “Hayır...” diye düşündü, “Yalnız Yunanı yenmedik, güneyde müttefikleriniz Fransızları yendik, onun silahlandırdığı Ermenileri yendik, müttefikiniz İtalyanları Anadolu’dan uzaklaştırdık, sizin silahlandırdığınız Doğu Ermenilerini ve Pontus çetelerini yendik, sizin İstanbul yönetimiyle birlikte azdırdığınız isyancıları yendik, silah ve para ile desteklediğiniz Kuva-yı İnzibatiye’yi yendik, en son olarak da maşanız Yunan ordusunu yenip denize döktük, Mondros’u yendik, Sevr’i yendik, Üçlü Antlaşma’yı yendik. Bunların hepsinin arkasında siz vardınız, hepsinin ipleri, dümeni, düğmesi sizin elinizdeydi.

Biz asıl sizi yendik!

Hırçınlığınızın, telaşınızın, durmaksızın entrika çevirmenizin nedeni bu. Bunu örtbas etmeye, kaybınızı gidermeye çalışıyorsunuz.

Biz sizi burada da yeneceğiz!”
 
21 Eki 2009
62
0
Milli mücadelede de telekulaklar vardı. Atatürk-Latife Hanım evliliği bir hataydı. İzmir, Trabzon neyse Musul da o. Atatürk, “Musul’u İngilizlere vermedik, kardeşimiz Iraklılara verdik” dedi. Lozan dünyadaki en büyük diplomatik başarı. ŞU Çılgın Türkler ve Diriliş romanlarının yazarı Turgut Özakman’ın üçlemesinin son kitabı “Cumhuriyet-Türk Mucizesi”in ilk cildi 29 Ekim’de yayınlanıyor. Kitabın detaylarını ve o dönemde yaşananları Hürriyet’le paylaşan Özakman çok çarpıcı açıklamalarda bulundu. İşte, Özakman’ın kitabıyla ilgili söyledikleri:
“Devraldığımız mirasa bakınca, cumhuriyet neler yaptı, işte o mucizeyi görüyor insan. İstanbul telefon, yabancı bir şirketin elinde. Gizli örgütler falan var. Hayatta hiçbir zaman telefonda konuşmuyorlar, çünkü dinleniyor. Lozan görüşmeleri sırasında Türk heyeti, daha ucuz olduğu için İngilizlerin telgraf hattını kullanıyor. Türk heyeti sürekli şifre değiştiriyor. Çok önemli talimatları da kuryeyle yolluyorlar. Öyle koruyorlar.
Barışa ihtiyacımız vardı
Lozan’da üç büyük eksiğimiz var; boğazlara tamamen egemen olmuyoruz ama başkası da egemen değil, Hatay ve Musul. Boğazlar Möntreux Anlaşması ile düzeliyor. Hatay çok sonra ele geçirilebiliyor. Musul elden gidiyor. İzmir neyse, Trabzon neyse, Musul da o. Türklerin çoğunlukta olduğu bir yer. Üstelik Mondros Mütakeresi ilan edildikten sonra İngilizler küstahça oradaki zavallı 6. Ordu’yu bastıra bastıra zorla gelip Musul’u işgal eder.
Ya savaşacaktık ya Milletler Cemiyeti’ne gidecektik. Ki sonunda Musul’u bizim dışımızda tuttular, Irak’a verdiler. Türkiye 12 yıldır barışı beklemiş, inanılmaz derecede derin yaraları var. Bunların hepsini sarmak için barışa su gibi, hava gibi muhtaç. Lozan kurulu hareket etmeden evvel mecliste yapılan toplantıda Kürtler diyorlar ki, ‘Sakın Musul’u unutmayın. İngilizler Musul’u almak isterlerse biz Musul’suz olmayız, orası bizim vatanımız’ diye bağırıyor avaz avaz adamlar.
Atatürk de hata yaptı
Atatürk yanlış yapmaz derlerse ben itiraz ediyorum. Latife Hanım’la evlenmesi işte o hatalardan bir tanesiydi. Onunla evlenirse ideal bir çift olarak Türkiye’de halkı uygarlaştırma projesinin içinde bunların çok işlevsel olacağını düşünüyor. Son zamanlarda çıkan bir kitapta bizim uygarlık devrimlerimizin arkasında sanki Latife Hanım varmış gibi gösteriliyor. Söz konusu bile değil.
İkinci cildin içinde tabii iki büyük olay var. Biri Şeyh Sait olayı çok büyük bir talihsizliktir, Türkiye için ve Kürtlük için çok büyük bir talihsizliktir. İkincisi ise Atatürk’e suikast. O talihsizliği bir de o zamanki İstiklal Mahkemesi’nin bir bölüm ittihatçıları da bu davanın içerisine sokup onlardan dördünün idamına karar vermesi… Cavit Bey’in idamı siyasi bir karar gibi geliyor bana. Cavit Bey bu hızlı rüzgarda devrildi.
Lozan müthiş bir olay
Rauf Bey çok alıngan bir adam, çok duyarlı bir insan. Aynı zamanda duygusal bir adam. Bütün hayatında bunu görebiliyorsun. Siyasi hayatında sırtında çok büyük bir kambur taşıyor: Mondros. Bunu unutması mümkün değil. Bu onun en büyük kompleksi. Mondros üç gün sürmüştür, Lozan sekiz ay sürmüş bir olay ve müthiş bir olay. Lozan’ı sahiden oturup birinin çok teferruatı ile yeniden yazması lazım. Ben ana hatları gençler için anlatmaya çalıştım. O zamanki Lozan’daki ABD gözcüsünün bir lafı var, diyor ki: “Bu dünyadaki en büyük diplomatik başarılardan biri.”
Oğlumu değil Paşa’yı seviyor
“ZÜBEYDE Hanım bakıcı kızla Salih Bey’i odasına çağırttı:
“Beni iyi dinleyesin. Latife iyi kız, çok iyi kız. Gözümün içine bakıyor. Allah razı olsun. Ama oğluma göre değil.”
Salih Bey sarsıldı. Kızcağız Zübeyde Hanım’ın gönlünü kazanabilmek için parçalanıyordu.
“Niye? Ne kusuru var?”
Zübeyde Hanım gözlerini kapadı. Uzun bir sessizlikten sonra “Kusuru yok” dedi, “Ama anlıyorum ki oğluma uygun değil. O oğlumu değil, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’yı seviyor.”
Musul tesellimiz
“MİLLETLER Cemiyeti Musul’u İngilizlerin baskısıyla Irak’a verdi. İngilizler orada sömürücü olarak duruyorlardı. Tabii petrol bölgesinin Türkiye’ye geçmesini istemediler. Atatürk’ün bir sözü var: Biz Musul’u İngilizlere vermedik. Kardeşimiz Iraklılara verdik. Onun için bu bir tesellidir bizim için.
Paşalar konsey olmak istediler
“İSMET Paşa’nın anılarında var. Fevzi Çakmak vasıtasıyla şöyle bir teklifte bulunuyorlar: “Milli mücadeleyi ilk başlatan büyükler olarak biz bir konsey gibi duralım bir kenarda, her şey bizden sorulsun.” Bunun hukukta bir adı yok, parlamenter hayatta, demokraside, cumhuriyette böyle bir şeyin adı yok. İsmet Paşa da Fevzi Çakmak’a, “Bu hukuka aykırı. Devlet sistemimize aykırı. Herkes nerdeyse yetkisi o kadardır. Herkes o yetkisinin içerisinde kalacak” diyor. Fevzi Paşa bu cevaptan sonra konuyu Atatürk’e açmadan öbürkülere olumsuz cevabı veriyor ve bu iş kapanıyor.
KİTAPTAN BİR BÖLÜM
Aşk, haddini bilmemektir
HALİDE Edip Hanım veda için İsmet Paşa’ya uğradı. Üzerinde cepheye geldiğinden beri üniforma olarak giydiği lacivert giysi, kolunda yeni rütbesi, başçavuş işareti vardı.
İsmet Paşa Halide Edip Hanım’ı bırakmadı. Çay söyledi. Bir soru aklını kurcalıyordu, sordu:
“Latife Hanım’ı nasıl buluyorsunuz?”
Halide Edip Hanım Latife Hanım konusunda kararsız görünüyordu. Bir rahatsızlığı vardı. Kibarca, “çok çekici, zarif” dedi, sonra hemen sordu: “Siz nasıl buldunuz?”
İsmet Paşa Latife Hanım’ı beğenmişti. Bu konunun evlilikle sonuçlanmasını istediğini belli etti. Halide Edip Hanım “Fikriye Hanım çok üzülecek” dedi.
“Neden?”
“Bir yıldan fazladır Paşa’ya canla başla bakıyordu.”
İsmet Paşa önemsemedi:
“Akrabası değil mi? Bir saygı görevi olarak bakıyordur.”
“Öyle başlamış olabilir ama durum artık değişik. Bence Paşa’ya iyice aşık. Paşanın sarı tesbihini bir muska, kutsal bir kolye gibi boynunda taşıyor. Öyle sanıyorum ki evleneceklerini umuyor.”
İsmet Paşa itiraz etti :
“Yoo! İyi bir hanım olabilir. Ama Paşa’nın eşi olmak için yeterli mi?”
Halide Edip Hanım gülümsedi:
“Aşk, haddini bilmemektir zaten.”
 
13 Eki 2009
211
0
Emeğine eline Sağlık Devrem güzel paylaşım
Ama Bende arkadaşlara katılıyorum Floood Yapmasan Daha iyi olacak :D
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.