Ulu Önderin Bir Kaç Anısı

KaRa_HiL@L

Katılımcı Üye
19 Şub 2006
448
13
VaTaN BeKÇiSi
Atatürk’ün Anıları

Yugoslavya Kralı müteveffa Aleksandr, Balkan Atlantı'nın imzasını takip eden günlerde memleketimize gelmişti. Atatürk'le sohbeti sırasında, şahsına ve Türk Milleti'ne karşı duyduğu yakınlığı ve iyi hisleri ifade için dedi ki:
"- Cihan Harbini takip eden mütareke günlerinde, İtilaf devletleri Yunanistan'dan evvel Türkiye'yi işgali bana teklif etmişlerdi. Fakat hiç tereddüt etmeden bu teklifi reddettim, bunun üzerine Yunanlıları tercihe mecbur kaldılar."
Mustafa kemal muhatabının sözlerini sükunetle dinledi ve birden yerinden kalkıp, muhatabını şaşkınlık içinde bırakarak elini sıktı:
"-Size ve milletinize geçmiş olsun Ekselans..." dedi.
Ve anlatmak istedi ki, Türk topraklarına saldıran kim olursa olsun akibeti değişmeyecekti!


***

Daha sonra, kalb-i alakası uğruna taç ve tahtını terkederek, İngiltere Krallığı makamını terkedip Windsor Dük'ü olarak kalmayı tercih eden İngiltere Kralı 8. Edward da Atatürk'ün misafiri olmuştu. Neşeli bir akşam yemeğini takip eden sohbet sırasında, mevzu, Türk ordusunun savaş gücüne intikal etti. İngiliz hakikatçiliği ile, Mustafa Kemal'in ne eşşiz bir kumandan olduğunu bilen misafiri, Atatürk'e o tarihte bir milyonluk insan gücü olan Türk ordusunun *** milyonla harp sahnesine çıkmasının, dünya barışı için "Ne güvenilecek kuvvet..." olduğunu söyledi. Atatürk'ün "*** milyon"u "bir milyon" olarak nezaketle tashihini de şu hayranlık duygusuyla tamamladı:
"-Evet Atatürk... Bir milyon Türk ordusu, bir milyon da şahsen siz. Ben tahminimde hata etmedim."
Başkumandanlık yıllarını hatırlayan Gazi, atavik gururu dünyaca malum olan haşmetli misafirinin bu nazik esprisinden elbette çok mütehassis olmuştu. Fakat ona Türk ordusu ve bilhassa hayatında en sevdiği varlık olan Mehmetçik için daha aydınlık bir f***r vermek istedi:
"- Eğer, yurt ve dünya sulhu ve insanlık hürriyetleri için bir kuvvet dengesi olarak ihtiyaç olursa, bizim ordumuzun her ferdini bana layık gördüğünüz ölçü içinde ölçebilirsiniz."
Yani bir milyon kere bir milyonluk bir kuvvet... Milletinin kıymeti için böylecesine sonsuz güven sahibi idi.
"Bir Türk dünyaya bedeldir." , "Ne mutlu Türk'üm diyene!" hükümlerinde asla "politika" kokmaz. Bu daha çok milletinin aslında var olan hasletlerini devrin bilgi ve tekniği ile cihazlamak hasretini, kendisinden sonra geleceklere inandırmak duygusunun ifadesi idi.


****

Atatürk'ün bahçe mimarı Mevlüt Baysal anlatıyor:
Çankaya Köşkü'nün bahçesini yapıyordum. Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk. Çok ihtiyar ve geniş bir ağaç Ata'nın geçeceği yolu kapatıyordu. Ağacın bir yanı dik bir sırt, diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. Ata, havuz tarafındaki kısma yaslanarak karşıya geçti. Derhal atıldım:
- Emrederseniz derhal keselim Paşam!
Bir an yüzüme baktı, sonra:
- Yahu, dedi, sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin!

****
Atatürk, 1936'da bir lise öğrencisine şunları yazdırmıştır: "Garb senden, Türk'ten çok geriydi. Manada, f***rde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün garb, nihayet teknikte bir tefevvuk gösteriyorsa ey Türk çocuğu, o kabahat da senin değil, senden evvelkilerin affolunmaz ihmalinin bir neticesidir."


****


Bir gün Müslüman memleketlerinden birinde (Mısır'da) bağımsızlık davası için çalışan liderlerden biri, Mustafa Kemal'i görmeye gelmişti. Kendisine:
-"Bizim hareketin de başına geçmek istemez misiniz?" diye sordu.
Olabilecek şey değildi ama insan yoklamalarını pek seven Mustafa Kemal:
-"Yarım milyonunuz bu uğurda ölür mü?" diye sordu.
Adamcağız yüzüne bakakaldı.
-"Fakat Paşa Hazretleri yarım milyonumuzun ölmesine ne lüzum var? Başımızda siz olacaksınız ya..."
-"Benimle olmaz beyefendi hazretleri, yalnız benimle olmaz. Ne vakit halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse, o zaman gelip beni ararsınız."


****

Düşman 18 Mart 1915'te donanma saldırısında başarısızlığa uğraması üzerine karadan zorlama yapmak üzerine boğaz dışındaki adalara yığınak yapmaya koyuldu. Bu haber alındıktan sonra 22 Mart 1915'te Çanakkale bölgesinde beşinci ordu kuruldu. Bütün kuvvetler ordu emrindeydi. Ordu 15. Kolorduyu Maydos çevresinde bırakarak 19. tümeni 19 Nisan'da yedek alarak Biga'ya geldi. 25 Nisan 1915'te tanyeri ağarırken Arıburnu ve Seddülbahir bölgesine ilk düşman birlikleri çıktı. Arıburnu'na çıkan kuvvet gözetleme taburunu püskürterek, sonradan Kemalyeri adı verilen yere kadar ilerledi, burada arkasından koşup gelen 27. Türk alayı ile karşılaştı. Düşman çıkarmasını haber alan Mustafa Kemal, Conkbayırı yönünde yürüyen düşmana karşı ordudan emir almayı beklemeden kuvvetlerini harekete geçirdi. Birliklerine kendisi yol bularak Kocaçimen tepesine vardı. Askerlerine orada kısa bir dinlenme vererek, Alata gidilmediği için yanındakilerle yaya olarak Conkbayırına geldi. Orada cephaneleri bittiği için ve düşmanca kovalanan bir gözetleme bölüğüne rastladı: - Niçin kaçıyorsunuz? Dedi. - Efendim düşman... - Nerede düşman? - İşte... diye 261 rakımlı tepeyi gösterdi. Gerçekten de düşman birinci avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış, serbestçe ilerliyordu. Askerleri dinlenmeleri için bırakmış ve düşman da bu tepeye gelmişti. Düşman ona kendi askerlerinden daha yakındı. Bulunduğu yere gelseler kuvvetleri pek kötü duruma düşeceklerdi. O zaman bir mantıkla mı yoksa içgüdüsel olarak mı bilinmez kaçan erlere: - Düşmandan kaçılmaz, dedi. - Cephanemiz kalmadı, dediler. - Cephanemiz yoksa süngümüz var, dedi. Ve bağırarak: - Süngü tak! Dedi. Yere yatırdı. Aynı zamanda Conkbayırı'na doğru ilerleyen piyade alayı ile Cebel bataryasının erlerini marş marşla bulunduğu yere gelmeleri için emir subayını yolladı. Erler yere yatınca, düşmanda yere yatmıştı. İşte savaşın kazanıldığı an bu andı...


****


Yeni Türk Alfabesinin Kabulü
Atatürk 1928 yılı Haziran'ında, yeni Türk Alfabesi'nin tespiti ile ilgili bir komisyon kurulmasını istedi. Çalışmaların sonucu olan alfabeyi Ata'ya Falih Rıfkı Atay getirdi. Atatürk bunları uzun uzun inceledi ve sordu:
- Yeni yazıyı uygulamak için ne düşündünüz?
Falih Rıfkı: - Bir onbeş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa süreli *** öneri var dedi.
Öneri sahiplerine göre ilk zamanlar *** yazı bir arada öğrenilecekti. Gazeteler yarım sütundan başlayarak yavaş yavaş yeni yazılı kısmı artıracaklardı. Daireler ve yüksek okullar içinde bazı yöntemler düşünülmüştü. Atatürk Falih Rıfkı'ya baktı:
- Bu, ya üç ayda olur ya da hiç olmaz, dedi.
Hayli radikal bir devrimci iken Falih Rıfkı dahi şaşırmış ve bakakalmıştı. Atatürk devam etti ve:
- Çocuğum, dedi, gazetelerde yarım sütun eski yazı kaldığı zaman dahi herkes bu eski yazılı parçayı okuyacaktır. İşte bu yüzden olmaz, dedi.


****


Çanakkale Geçilmez.
10 Ağustos 1915. Conkbayırı'nı almak ve bütün boğaza hakim olmak için İngilizler 20.000 kişilik bir kuvvetle günlerce kazdıkları siperlere yerleşmişler, hücum anını bekliyorlardı. Gecenin karanlığı tamamen kalkmış, tan ağarmak üzereydi. 8. tümen komutanı ve diğer subaylarını çağırdım:
- Mutlaka düşmanı yeneceğinize inanıyorum ancak siz acele etmeyin, evvela ben ileri gideyim, size ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birlikte atılırsınız. Bu durumdan askerlerini de haberdar etmelerini istedim. Hücum baskın şeklinde olacaktı. Sakin adımlarla ve süzülerek düşmana 20 -30 metre yaklaştım. Binlerce askerin bulunduğu Conkbayırı'ndan ses çıkmıyordu. Dudaklar sessizce bu sıcak gecede dua ediyordu. Kontrol ettim. Kırbacımı başımın üstüne kaldırıp çevirdim ve birden aşağı indirdim. Saat 4:30 da kıyametler kopmuştu. İngilizler neye uğradıklarını şaşırmıştı. "Allah Allah" sesleri bütün cephelerde, karanlıkta gökleri yıkıyordu.
Her taraf duman içinde ve heyecan her yere hakim olmuştu. Düşmanın topçu ateşi büyük çukurlar açıyor, her tarafa şarapnel ve kurşun yağıyordu. Büyük bir şarapnel parçası tam kalbimin üzerine çarptı, sarsıldım, elimi göğsüme ***ürdüm, kan akmıyordu. Olayı Yarbay Servet Bey'den başka kimse görmemişti. Ona parmağımla susmasını emrettim. Çünkü vurulduğumun duyulması bütün cephelerde panik yaratabilirdi. Kalbimin üzerinde bulunan saat param parça olmuştu. O gün akşama kadar birliklerin başında daha hırslı olarak çarpmıştım. Yalnız bu şarapnel vücudumla kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi bırakmıştı.
Aynı günün gecesi, yani 10 Ağustos günü, beni mutlak ölümden kurtaran ve parçalanan saatimi Ordu Komutanı Liman von Sanders Paşa' ya hatıra olarak verdim. Çok şaşırmış, heyecanlanmıştı. Kendisi de alıp cep saatini bana hediye etti. Bu hücumlarda İngilizler binlerce ölü bırakarak tamamen geri çekildi ve Çanakkale' nin geçilmeyeceğini iyice anlamış oldular.


****


Savarona
Atatürk'ün İstanbul'daki mutluluklarından biri Florya'yı keşfetmesi oldu. Birkaç gidip gelmeden sonra buradaki plajı canlandırmaya karar verdi. Deniz köşkü, alaturka deniz hamamı gibi bir şeydi. Atatürk denize o kadar ihtiraslı bağlanmıştı ki yıllarca yaz aylarını adeta su içinde geçirdi. Yüzme ve kürek idmanları yapar ve burada da halktan ayrılmazdı. İlk projeye göre Atatürk Köşkü kumsalın sonundaki bir tepecik üstüne yapılacaktı, aşağıda da bir banyo yeri hazırlanacaktı. Kalabalıktan uzaklaşmayı istemedi. Yine ilk projeye göre demir yolu geriye alınacaktı:
Canım, dedi. Ankara'da dağ başında yaşıyorum, İstanbul'da Saraya hapsoluyorum; bırakın burada gelenleri gidenleri, hiç olmazsa tren gürültüsünü duyayım.
Son zamanlarda Şile' yi görmüş, pek sevmişti yaşasaydı orasını da canlandıracaktı.
Büyükçe tekne olarak emrinde Ertuğrul Yatı vardı. Marmara için yapılmış bu yatla bir defa Karadeniz'e çıkmıştı. Sert bir havada yat az daha batıyordu. Memleket kıyılarını dolaşmak üzere İstanbul'dan uzaklaşınca Denizyollarının bir yolcu gemisini seferden alıkoymak gerekiyordu. İşte Atatürk'e yeni bir yat alınması bu gereksinimden doğmuştu.
Amerikalı bir milyoner kadının yaptırmış olduğu Savarona, ileri sürülen bir düşünceye göre Amerika'ya sokulmadığı için, ucuza alınmıştı. Planlarını görmüş ve yatı çok beğenmişti. Ne yazık ki yat geldği zaman Atatürk'ün ölümcül bir hastalığı vardı. Pek sevdiği bu yatta çok zamanı yatakta geçirdi. Bir gün şöyle dedi:
-Bir çocuk oyuncağını bekler gibi bu yatı beklemiştim. Mezarım mı olacak bu tekne benim? Atatürk'ü ölüm yatağına Savarona' daki kamarasından bir koltuğun içinde ancak ***ürebildiler. Yat Dolmabahçe Sarayı önünde boynunu bükerek Atatürk'ü boşuna bekledi.



****

15 YIL HÜKÜM SÜRECEKSİN...
Atatürk hakkında yapılmış birçok kehanet vardır. Bunların en ilginci onun el falına bakan bedevinin söyledikleridir.
Mustafa Kemal arkadaşları ile Bingazi'ye, Trablusgarp savaşına katılmaya gidiyordu. Yolda bir bedevi'ye rastladılar. Bedevi el falına çok iyi baktığını ve genç subaylara da isterlerse bakabileceğini söyledi. Hepsi ellerini açarak bedevinin söylediklerini dinlemeye başladı. Sıra Mustafa Kemal'e gelince, o önce baktırmak istemedi ama arkadaşlarının ısrarı karşısında, sonunda o da elini bedevi'ye açtı. Bedevi ele bakar bakmaz yerinden sıçradı ve heyecan içinde ;

"Sen padişah olacaksın" dedi ve ilave etti "15 yıl hüküm süreceksin."
Genç subaylar gülüştüler ve yollarına devam ettiler.
Aradan yıllar geçti, Mustafa Kemal Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı oldu. Cumhuriyetin 14. yılında hastalandı. Karaciğeri kötüye gittiğinde çevresindekiler ona "Artık içme Paşam" dediler.
Atatürk onlara bir zamanlar yolda rastladıkları falcı bedevi'yi hatırlattı ve gülerek ;
"Arap vaktiyle söylemişti, Bizim padişahlık nasıl olsa 15 yıl sürecek...Hesapça bu son senemizdir..."
Yıl 1938 'di...


****


ATATÜRK'ÜN GELECEĞİ GÖRDÜĞÜ OLAYLAR :
Atatürk 1931 yılında, 2.Dünya savaşı'nın patlamasının yakın olduğunu söylemiş ve bu konudaki düşüncelerini General McArthur'a şöyle anlatmıştı.
"Versay antlaşması, 1.dünya savaşı'na yol açan nedenlerden hiçbirini ortadan kaldırmadı. Tersine rakipler arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirdi. Şimdi içinde yaşadığımız barış dönemi, sadece bir ateşkesten ibarettir. Avrupa'nın geleceği Almanya'nın alacağı tavıra bağlıdır."
General McArthur'a göre, savaşın 1940-1945 yılları arasında çıkacağını söyleyen Atatürk, Almanya'nın ancak Amerika'nın savaşa katılması ile yenileceğini ifade etmiştir.
Atatürk hayatının sonlarına doğruda şöyle diyordu ;
"Bir dünya savaşı yakındır. Bu savaş sonucunda, dünyanın durumu ve dengesi baştanbaşa değişecektir."


ATATÜRK, Mussolini hakkında da şu görüşlerini açıklamıştı ;
Mussolini bir maceraperesttir. Milletini bir uçuruma sürüklemektedir. Her tarafa saldırıyor. Bu adam yüzünden, çok şımarmış olan bu millete dersini vermeyi çok isterdim, lakin yakında bir küçük millet onlara layık olduğu dersi verecektir. Ve şunuda hatırlatırım ki, bir gün gelecek,Mussolini'yi kendi milleti linç edecektir."
Bu görüşleri aynen gerçekleşmiştir
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.