Yenişehir Savaşı ve Şehzadeler Meselesi

Voodooo

Yeni üye
27 Nis 2012
12
0
Yenişehir Savaşı ve Şehzadeler Meselesi

Yavuz Sultan Selim, idareyi ele geçirdiği zaman, düşmanları sindirilmiş ve hudutları sağlama bağlanmış bir Rumeli'ye karşılık, devletin geleceğine göz dikmiş Sark (Doğu) düşmanlarıyla yüz yüze gelmişti. Fakat iç emniyet sağlanmadan dışarı ile uğraşmak mümkün değildi. Her saltanat değişikliğinde oldugu gibi, yine taht rakibi birkaç şehzâde çıkabilirdi. Bunlar, tahtı ele geçirmek için komsu bazı devletlerle anlaşmalar da yapabilirlerdi. Böyle durumlarda üzerinde ittifak edilen konu, genellikle kendileri ile anlaşılan devletlere bazı bölgelerin terk edilmesi seklinde oluyordu. Bu yüzden, bazı şehzâdelerin basının gitmesi gerekiyordu. Ne çare ki, onlar gitmeyecek olsa, memleket gidecek veya memlekette kan gövdeyi ***ürecekti. Memleketi ve bütün bir tebaayı (vatandaşı) böyle bir duruma sokmamak için Osmanlı hükümdarları gözlerinden yaslar aka aka kardeşlerini ortadan kaldırmayı adeta bir vazife biliyorlardı. Zira bu, memleketin selâmeti için gerekliydi. Bununla beraber, daha önce de belirtildiği gibi Yavuz Sultan Selim, zararlı bir faaliyete girişmedikleri takdirde kardeşlerine bir fenalık yapmayacağına dair babasına söz vermişti. Bu söze rağmen o, ağabeyleri olan şehzâde Ahmed ile şehzâde Korkut'un durumları ile yakından ilgileniyordu. Zira elde ettiği devlet idaresinin ve tahtının temellerinin sağlamlaşması bir bakıma bu ilgiye bağlıydı. Aksi takdirde tahtı ile birlikte devlet de elden çıkabilirdi. Devletin elden gitmesi bir tarafa, zarar görmesi dahi bütün bir Müslüman toplumun yok olması veya başka din mensuplarının idaresine girmesi demekti. Nitekim kısa bir süre içinde cereyan eden hadiseler, Yavuz Sultan Selim'in bu ilgi konusunda ne kadar hakli oldugunu ortaya koyacaktır. Gerçekten, şehzâde Ahmed, kardeşi Selim'in, babasının yerine tahta geçmesini bir türlü kabul edememişti. O, gerek babasının, gerekse devlet adamlarının vaatleriyle kendisini Osmanlı tahtının tek varisi olarak biliyordu. Tahtı ele geçirmek için de her şeyi yapmaya hazırdı. Onun, devletin yönetimini ele geçirme faaliyetleri yüzünden Sultan Selim, Ahmed gailesini bertaraf etmek üzere hazırlanmak zorunda kalır. Zira Ahmed, babası II. Bâyezid'in sağlığında hükümdar olmak üzere harekete geçmiş, Üsküdar'a kadar gelmiş, fakat yeniçerilerin müdahalesi sonunda geri dönerek Konya'ya çekilmiş ve orada hükümdarlığını ilan ederek her tarafa hükümler göndermeye başlamıştı. Ahmet. Konya'da padişahlığını ilan etmekle kalmamış, ayni zamanda oğlu Alaeddin'i göndererek l9 Haziran l5l2'de Bursa'yı da ele geçirmişti. Alaeddin, Bursa Subaşısı'nı öldürterek Hutbe ve Sikkeyi babası Sultan Ahmed adına çevirtmek ister. Fakat Bursa halkı buna karsı direnerek Selim'e bağlı olduklarını göstermeye ve ona itaat etmeye devam eder. Lütfi Pasa, Alaeddin'in Bursa'da yaptıklarını çok özet bir sekilde su ifadelerle nakleder: "Sultan Alaeddin, Bursa'ya gelüp ve Bursa'yı zapt edüb subaşısını ve Sultan Selim'e tabi olanların ekserin (çoğunu) kılıçtan geçürüp ve mîrîye müteallik emvâli (malları) zapt edüp ve şehirlisinden dahi nice mal ve menal alub ve babası Sultan Ahmed adına Hutbe okudub" Lütfi Paşa'nın verdiği bu bilgi, Şehzâde Alaeddin'in, Bursa'da yaptıklarını ortaya koyup sergilediği gibi, babasının, hükümdar olarak vazifeyi deruhte etmesi halinde yapabileceği isler hakkında da bir ip ucu vermektedir. Şehzâde Ahmed, böyle bir hareket karsisinda Selim'in sessiz kalmayacağını kestirmiş olmalı ki, yanında bulunan ve kendisini destekleyen devlet adamlarının teşviki ile yardim talebinde bulunmak üzere oğlu Murad'ı da Sah İsmail'e göndermişti. Sah İsmail'in izniyle etrafında 20 bin civarında asker toplanır. O da gelip Tokat taraflarında halka eziyet etmeye baslar. Ordusunda bulunan Kara İskender, onun hem komutanı hem de akil hocası idi. Öbür taraftan Sah İsmail'in adamı Nur Ali de etrafı yakıp yıkıyor ve " İl ü gün Sah İsmail'indir" diye ilan ediyordu. Şehzâde Ahmed ve oğullarının hareketleri, halk üzerinde çok kötü tesirler meydana getirmeye baslar. Zira halk, daha önce alışmış oldugu sükûnet, devlete güvenme ve haksiz bir sekilde vergi vermeme prensipleri artik ortadan kaldırılmış, idareyi ele geçirmek isteyen bu insanların keyfine göre vergi vermek ve onlara hizmet etmekle yükümlü tutulmuştu. Öbür taraftan Yavuz Sultan Selim, Kefe'de bulunan oğlu Süleyman'ı İstanbul'a çağırıp onu, yerine Kaim-i makam (Kaymakam) bıraktıktan sonra askerini toplayıp durumun enine boyuna tartışılması için müzakere açar ve der ki: " Babama söz vermiştim, kardeşlerim rahat durdukları müddetçe onlara dokunmayacaktım. Fakat görüyorsunuz, memleket ne hale geldi? Benim arzum sonuna kadar bunlarla savaşmak ve memleketi bunlardan kurtarmaktır." Bu arada kardeşi Ahmet'e de bu durumdan vaz geçmesi için bir mektup yazıp ileri gelen devlet adamlarından biri ile gönderir. Fakat Ahmed, basına toplamış oldugu Turgutlu ve Varsak askeri ile Selim'in bu barış teklifini kabul etmeyip isyana devam eder. Bundan sonra, devlet erkânının tamamı, Selim'i destekler. Selim'in arzusu üzerine İstanbul'dan Anadolu'ya geçilir. l5 Cemaziyülevvel 9l8 (29 Temmuz l5l2 )'de Bursa üzerine gidilir. Halk tarafindan şehri terk etmeye mecbur bırakılan Alaeddin, çekilmek zorunda kalmıştı. Bu esnada Ankara'da bulunan Ahmed, Amasya'ya geri dönmüş ise de Amasya Sancakbeyi Mustafa Paşa'nın, şehrin kapılarını açmaması ve bu arada Ankara'ya kadar ilerleyen Yavuz Sultan Selim'in kuvvetleri tarafindan takip edildiğinden doğuya doğru kaçmaya devam eder. Darende ve Malatya'yı geçip oradan Mısır Sultani veya Sah İsmail'e sığınmak ister. Yavuz Selim'in, takibi için gönderdiği Malkoçoğlu Tur Ali Bey, peşinden Darende ve Malatya'ya kadar gelir. Tur Ali Bey, buradan Yavuz Selim'e bir mektup yazarak Memlûk topraklarına girip girmeme hususunda fikrini sorar. Bunun üzerine Yavuz Selim, Memlûk topraklarına girmeden geri dönmesini ister. Tur Ali Bey, oradan Sivas'a gelir. Bursa'dan Ankara'ya gelmiş olan Yavuz Selim de kisin yaklaşması üzerine Bursa'ya döner. Ahmed, Darende'den Yavuz'a bir mektup gönderir. Mektubunda kendisinin yabancı bir devlete iltica etmesinin Osmanlı Devleti için büyük bir utanç vesilesi olacağını bildirerek anlaşma teklifinde bulunur. Bu mektuba karşılık veren Yavuz Sultan Selim, onun bu teklifini red ederek sadece Müslüman bir devlette kalabileceğini bildirerek bu şartla her türlü ihtiyacının karşılanacağını söylemişti. Bu sıralarda, Amasya'yı zapt eden Ahmed'i ani bir baskın ile ele geçirme teşebbüsü de sonuçsuz kalmıştı. Bununla beraber Yavuz Sultan Selim, Ahmet'e olan meyli yüzünden Vezir-i Azam Koca Mustafa Paşa'yı Ahmet'le haberleşiyor diye Bursa'da idam ettirerek onun yerine Hersekzâde Ahmed Paşa'yı dördüncü defa olarak sadarete getirir. Yavuz Sultan Selim, devletin bekası ve halkının selâmeti için şehzâdeler gailesini bütünüyle bertaraf etmek zorunda idi. Tarihî bilgi ve tecrübeler, hayatta kalan şehzâdelerin devamlı olarak devlet için bir problem olduklarını, diş güçlerin, bunların saltanat hırsından devamlı surette yararlandıklarını gösteriyordu. Bunun içindir ki, Yavuz Sultan Selim, Şehzâde Mahmud'un oğulları Kastamonu Beyi Musa ile Orhan ve Emir han, Âlemşah'ın oğlu Çankırı Beyi Osman ve Şehinşah'ın oğlu Nigde Beyi Mehmed'i de ortadan kaldırmak zorunda kalır. Selim, ilmi, irfanı ve cömertliği ile her sınıf halkın, bu arada yeniçerilerin sevgisini kazanmış bulunan ağabeyi Korkut'un saltanat hakkındaki görüşlerini öğrenmek için, kendisine devlet ricali ağzından mektuplar yazdırır. Bu mektuplara kanan Korkut'un, hâla saltanata gelme arzusunda oldugunu "derûnunun saltanat havası ile" gören Yavuz Sultan Selim, Bursa'dan hareketle Saruhan (Manisa) üzerine yürür. Maksadı onu kendi sarayında ansızın bastırmaktı. Bu haberi alan Korkut, yanına Pervâne (Piyale) adli lalasını alarak Rodos şövalyelerine veya Avrupa devletlerinden birine iltica etmek gayesiyle gizlice Antalya'ya doğru kaçmaya muvaffak olmuştu. Bu kaçış esnasında onun Teke ili'nde veya Hamim ili'nde bir mağaraya gizlendiği bildirilmekle birlikte onun Bergama civarında bulunan bir mağaraya gizlendiği anlaşılmaktadır.* Sultan Selim, gelip ağabeyi Korkut'u bulamayınca, onun Frenk veya Mısır'a gitme ihtimalini düşünerek denizler dâhil olmak üzere her tarafı kontrol altına alır. Ağabeyini yakalayamayan Yavuz Sultan Selim, geri dönerken Anadolu'dan kus uçurtmaz olur. Bu esnada Korkut Çelebi, yerini keşfeden Türkmenlerin ihbarı üzerine Piyâle ile birlikte yakalanır. Bursa'ya getirildiği bir sırada Eğrigöz'de 9 Mart l5l3'te Kapıcıbaşı Sinan Ağa tarafindan uykuda iken yay kirişi ile boğulmak suretiyle öldürülür. Daha önce Muhafızlar tarafindan Korkut'un yanından uzaklaştırılmış bulunan Piyâle, döndüğünde efendisinin öldürülmüş oldugunu görerek büyük bir teessüre kapılır. Artik hiç birsek kendisini avutamaz. Onun tek tesellisi, ölünceye kadar, Bursa'da Sultan Orhan türbesine defn edilen Korkut'un türbedârlığını yapmak olur. Gerçekten Sultan Selim, Şehzâde Korkut'un nedimi (lala) olan Piyale'yi efendisine sâdıkane hizmet ettiği için takdir edip mükafatlandırır. Bol ve külliyetli miktardaki bir tahsisatla onu türbedarlığa tayin eder. Korkul Çelebi'nin ölümü üzerine üç günlük genel bir matem ilan eden Yavuz Sultan Selim, biraderinin saklandığı yeri haber veren Türkmenlerden bazılarını öldürtür. Korkul, Osmanoğulları'nın kıymetli bir mensubu idi. Âlim, fâzıl, sair ve musikişinastı. Bahriye (denizcilik) isleriyle ilgilenmekten büyük bir haz duyduğu gibi denizcileri de himaye ederdi. Devletin, denizcilikle ilgili gelecekteki hedeflerini derin bir vukufla görüp takdir ettiği rivayet edilir. Keza Barbaros biraderlerin onun himayesini gören denizcilerimiz oldugu söylenir. Yavuz'un hükümdar ilan edildiği sırada İstanbul'da bulunan Şehzâde Korkul, ona sadik kalacağına ve saltanat dâvasına kalkışmayacağına dair söz vermişti. Selim de muhalefet edilmediği müddetçe rahat ve müreffeh bir hayat geçirebileceğini kendisine vaade etmişti. Bununla beraber Korkut'un büyük bir huzursuzluk ve sıkıntı içinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Çünkü her şeyden önce Yavuz'un verdiği söze sadik kalıp kalamayacağı belli değildi. Ayrıca onun sert ve haşin tabiatını da biliyordu. Belki de bunları dikkate aldığı içindir ki, İstanbul'dan ayrılıp sancağına hareket ettiği zaman Yavuz'dan Midilli Adası'nı istemişti. Bu talebi yaparken elbette bir düşüncesi vardı. Bunu sadece gelir bakımından mı istemişti, yoksa basına nasıl olsa bir felaket geleceğini düşünerek, buradan Mısır'a veya amcası Cem gibi başka bir ülkeye kaçmayı mı düşünmüştü? Bunu şimdilik kesin olarak söylemeye imkân yoktur. Ancak onun bu arzusu, ne padişahça ne de henüz o tarihlerde sağ olan II. Bâyezid tarafindan olumlu karşılanmıştı. Bununla beraber Yavuz Sultan Selim, istediklerinden daha çoğunun verilebileceğini ancak biraz sabırlı olması lazım geleceğini kendisine bildirir. Bu vaade samimi olmasa bile tam zamanında yapılması bakımından dikkate sayandı. Çünkü Şehzâde Ahmed isyanının devam ettiği bu sıralarda Korkut'un da ayaklanacağına dair söylentiler çoğalmıştı. Öyle bir an geldi ki bizzat Şehzâde Korkul bir mektupla Yavuz'a "taife-i ehl-i nifakın" bos durmadığını ve aleyhinde birçok şeyler uydurduğunu, bunlara inanılmaması gerektiğini ve kendisinin tam bir sadakat içinde bulunduğunu bildirmek zorunda kalır. Selim'in, bu mektuba verdiği cevapta kısaca "sen sözünde durdukça bu cânipten asla endişe etmemelisin" denilmişti. Korkut'un şüpheli bir hareketi de, Midilli'yi elde edemeyince Teke ve Alâiye taraflarının kendisine verilmesini istemesi idi. Halbuki vaktiyle kendisine ait olan bu yerlerden o, sıhhatine elverişli olmadığını söyleyerek ayrılmış bulunuyordu. Onun, yeniden bu topraklara sahip olmak istemesini, bir tehlike vukuunda, deniz yolu ile başka bir tarafa kolayca kaçma maksadına bağlamak mümkün oldugu gibi idare ettiği toprakların biraz daha genişletilmesi seklinde yorumlamak da mümkündür. Ancak, şehzâdenin bu gibi istekleri, Yavuz'un şüphelerini artırmaktan başka bir ise yaramadı. Yavuz Sultan Selim, Ahmet'e karsı kesin sonuç almak için harekete geçme zamaninin geldiğine karar vererek, devlet ricali ağzından ona da mektuplar göndertmiş, geldiği takdirde bu ricalin kendisine iltihak edecekleri bildirilmişti. Bu mektuplardan cesaret alan Ahmed, topladığı kuvvetler ile Bursa üzerine yürümüştü. İki kardeş Yenişehir Ovası'nda karsılaştıkları zaman Ahmed, kendisine gönderilen mektupların uydurma oldugunu anlamış ise de artik savası kabul etmekten başka çare bulamamıştı. Burada maglub olan Ahmed kaçarken atından düşerek yakalanır. Yakalandıktan sonra kardeşi Selim'e adam gönderip özür diler ve kendisini affedip küçük bir yer vermesini ister. Fakat Selim, Sah kulu olayında askerinin basında olup onlarla savaşmadığı ve birçok Müslüman'ın ölümüne sebep oldugu için kendisini bağışlamaz. Bundan sonra Selim, fitnenin ortadan kalkması için, daha önce Korkut'u öldürdüğünü gördüğümüz Sinan Ağayı gönderip 8 Safer 9l9 (5 Nisan l5l3)'ta onu da boğdurur. Tahnit edilen cesedi, Bursa'da II. Murad türbesi dâhilinde bulunan Şehinşah'ın türbesi yanına defn edilir. Bununla beraber Selim, bu olaydan dolayı çok üzülmüştü. Selim, bu üzüntüsünün bir nişânesi olmak üzere Bursa'da bin koyun kestirecek ve fakirlere de 700.000 akça dağıtacaktır. Şehzâdelerin sebep oldugu iç karışıklıkları sona erdiren Yavuz Sultan Selim, yukarıda görüldüğü gibi kardeşlerini ortadan kaldırmaya muvaffak olur. O, kardeşleri arasında en çok Korkut'u severdi. Kaynaklar, Yavuz Selim'in, Korkut'un idamı esnasında adeta çocuklar gibi ağladığını kaydederler. Onun, bu esnada "nesi-i Osman"ın bu garip kaderine âh-u vah ettiği de nakledilir. Yavuz'un bu şekildeki davranışları, kardeşleri ve yeğenleri hakkındaki mülahazaları, onun iki yönünü açıkça ortaya koymaktadır. Biraderlerinin ölümüne karsı derin ve insanî bir acı duymakta ve bunun için ağlamakta, onlarin kadın, kız, ana ve hizmetinde bulunanlara en büyük lütfü gösterip elinden gelen iyiliği yapmaktadır. İste bu, onun kardeşlik tarafıdır. Bununla beraber, Osmanlı mülkünün parçalanmaması ve milletin rahat etmesi (nizâm-i âlem için ) de kardeşlerinin katlini emretmekteydi. Bu, onun devlet reisliği vazifesidir. Bu vazife kendisine, devletin selâmetinin, akrabalık, şahsî alaka ve muhabbetinden daha üstün oldugunu devamlı olarak hatırlatıp duruyordu. Bunun için, birbirine zıt gibi görünen bu iki hareketi, gelecekteki nesillere ve tarihe, bu isleri isteyerek yapmadığını, kardeşlerini isteyerek ortadan kaldırmadığını, bunu yaparken de büyük bir izdi rap ve acı çektiğini, buna rağmen devletin devam ve tekâmülü için buna mecbur oldugunu anlatan beliğ ifadelerle doludur. nesi-i Osman'ın müşterek ızdırabı olan bu acıyı duyanların hareketlerini takdirle karşılamak gerekir. Devletin selâmeti için kardeşlerini ve onlarin çocuklarını ortadan kaldırmayı bir vazife bilen Sultan Selim, idam ettirdiği kardeş ve yeğenlerinin servetlerini hazineye mal etmeyerek tamamını ölenlerin zevcelerine, kızlarına, analarına, başka bir ifadeyle kanunî mirasçılarına vermişti. O, bu kadarla da kalmayarak bunların tamamına maaş bağlatmıştı. Ayrıca o, ağabeyi Korkut'un iki kızı hakkında pek lütufkâr davranmıştı. Sultan Ahmet'in pek büyük olan mal ve servetini, son kurusuna kadar hayatta bulunan yaslı anası Bülbül Hatun'a vermiş, oğlunun sanına layık hayır eserleri yaptırmasını da tavsiye etmişti. Bu durum göz önüne alındığı zaman, daha önce sözü edilen idamlardan, Yavuz'un sorumlu tutulamayacağını, devletin birlik ve beraberliği ile yüksek menfaatlerinin bunu gerektirdiğini söyleyebiliriz. babasının son saltanat yıllarını ve memleketin Sah İsmail'in propagandası sonucunda düştüğü durumu bir süre vali bulunduğu Trabzon şehrinden endişe ile takib eden Yavuz, sonunda babasını tahttan indirerek devletin islerini ele almıştı. II. Bâyezid devri sona ererken, gevşemiş olan idareden türlü şekillerde faydalanmak isteyenler, kendi emellerini, ideolojilerini ve çıkarlarını gerçekleştirmek üzere harekete geçip halkın huzurunu bozmuşlardı. Bu hâle sebep olanlar arasında, vezirden devletin en küçük görevlisine kadar olanlar vardı. Tansel, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi'nde 3l92 (ll) numarada kayıtlı bulunan Ali b. Abdülkerim Halife'nin, Yavuz Sultan Selim'e sunduğu rapora dayanarak hemen her zümrenin, memlekette bu neviden kanunsuz hareketlere giriştiğini açıklar. Gerçekten, âlim, cesur ve konulara vâkıf bir kimse olan Ali b. Abdülkerim Halife, ana baslıklar halinde raporunda su konulara temas etmektedir: a. Rüşvet belası kadılara kadar inmiştir. b.Yer yer lüzumsuzca konan vergiler, halkı çok zor durumda bırakmıştır. c. Ölen şahısların mirasları evladına kalmayıp Beylik araziye katılarak, yetimlerin aç kalmaları. d. Ulakların zulmü ve yağmaları. e. Toplumun, gayr-i meşru (içki, zina, riba, afyon vs. gibi) islere düşkünlüğü. f. Kızılbaş tehlikesi. Bu bakımdan biz de, burada ana hatları ile bilgi vermek suretiyle bir hatırlatma yaparak konuyu islemeye çalışacağız. Ali b. Abdülkerim, raporunda bu konuya geniş bir yer ayırmaktadır. Gerçekten, birliğini kurup Akkoyunlu Devleti'ni ortadan kaldıran, Iran, Azerbaycan, Horasan ve Irak'ı zapt eden Sah İsmail, bütün gücünü Osmanlı topraklarına çevirmişti. Kendisi, Trabzon Rum İmparatorluğu'nun akrabası sıfatıyla Osmanlı topraklarında hak iddia ediyordu. Halbuki böyle kritik bir dönemde Osmanlı toprakları, birbirinden çok farklı, hatta birbirlerine düşman zümre ve sınıfların toplandığı bir saha halinde idi. Aşırı Rafızî, Babâî ve Bâtinî akidelerini benimseyenlerin yanında Kalenderî, Haydarî, Abdal ve Seyyahlar vardı. Sah İsmail, bütün bunları kendisine bağlamıştı. Bu gruplar, sadece onun propagandasını yapmakla kalmıyor, ayni zamanda "Nezir" adındaki vergiyi de muntazaman ona ödüyorlardı. Rumenlideki Şeyh Bedreddin taraftarları da bunlarla birlikte hareket ediyorlardı. Bunlar, Sünnî Müslüman'ı öldürmek kâfir öldürmek kadar gazâdır, sevaptır diyorlardı. farklı dinî kimlik taşıyan bu gruplar, her an Sah İsmail'in gelmesini bekliyorlardı. Bunlar, "Şah Şah" diye Osmanlı'yı yıkmak isterlerdi. g. O, Osmanlı idaresinin, II Bâyezid döneminin sonlarında nasıl bozulup yozlaşmış oldugunu da anlatır. Devlet adamlarının vergi ve gelirden başka bir şey düşünmediklerini, "halkın bir kısminin yokluktan öldüğünü" belirterek, halkı idare edenlerin "azgın ve bozgun" oldugunu ifade eder.
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.