ATATÜRK'e bu sütünlardan en son mektup yazdığımda 2000 yılının 10 Kasım' ıydı. Etrafımda olup* bitenleri Ata' ya şikayet etmiştim. En samimi hislerimle* beni en iyi anlayak kişiye* Mustafa Kemal Atatürk' e içimi dökmüştüm. Aradan 6 yıla yakın bir süre geçti... İçimde biriken kelimeler* boğazımdan tırmanıp* dilimin ucuna geliyor. Belki onları yine tutamayacağım.
Sevgili Atam*
senin senin vefatından 10 - 15 yıl sonra televizyon denilen bir alet yaygınlaştı. O tarihten 15 -20 yıl sonra ülkemize geldi. Çoluk çocuk karşısında toplaştık ve bir daha önünden kalkamadık. Günümüzün en az beş saatini o tembel kutusunun önünde geçiriyoruz. Şimdilik sadece övünüp* güveniyoruz. Bir süre sonra inşallah çalışmaya da başlıyacağız...
O kutunun içinde neler mi var?
Cumhuriyet'i emanet ettiğin gençler yarışıyor. Para ödülünü kazanmak için ... Kimi kafasını yılanlı* fareli kavanozalara daldırıyor* kimi çarkıfelek çeviriyor* kimi tuzak yarışmalarının pekinde kontör harcayıp* duruyor. Bir kısmı da Yunan gençleri ile ıssız adada cenk ediyor. Kuru kafaları zamanında sepete atabilen* balık oltası kazanıyor.
Sakarya' da Dumlupınar' da Sedd-ül Bahir' de belki de kemikler sızlıyor...
Cepheye sırtında top mermisini taşıyan kadınlar da yok şimdi. Onun yeri e ellerinde simli mendillerle sabah stüdyolarında bir ağlayıp* bir gülenler var. Yedi düvel yine etrafımızı çevirmiş. Ama bizimkiler bu kez Meriç ile Ahu'yu Safiye ile Faik' e kurşun yetiştiriyor...
İlahiyat profesörleri o kutunun içinde ''Doğum sonrası rahim estetiği yapılmalı mı yapılmamalı mı?'' üzerine fetva veriyor. Bir takım cüppeli vatandaşlar* dünya nimetlerinden bir salkım bile müritlerinden sakınıp* kendileri ''talkını'' mideye indiriyor. Bu ülkenin çocukları* sis efektli programlarla kulun her başı sıkıştığında ak sakallı dedelerin imdadına yetiştişeceğine inandırılıyor. Televizyon dizileri Mafya Açık Öğretim Fakültesi' ne dönüşmüş. Mezunları okul bahçesinde döner bıçağı sallıyor...
Sevgili Atam*
sen bilmezsin ''reyting'' diye bir düşmanımız daha türedi. Ne Yunan'a * ne Fransız'a ne ANZAC gavuruna benziyor. Eti kemiği yok. Süngü işlemiyor... Pençesine düşeni; dinden* imandan* ahlaktan* doğru yoldan çıkartıyor. Bilmezsin ki reyting adına ne güneşler batıyor...
Ah be sevgili Atam*
sen bilmezsin* artık her şey reklam almak için yapılıyor. Utanmasalar Ata ile Türk' ün* Ay ile Yıldız' ın arasına bile reklam alacaklar...
Atam* bilsen içimde ne fırtınalar kopuyor...
O kutunun içinde hep ''Az sonra'' diyorlar.
Az sonra olacakları kimse görmüyor...
Gazeteden ALINTIdır.
Sevgili Atam*
senin senin vefatından 10 - 15 yıl sonra televizyon denilen bir alet yaygınlaştı. O tarihten 15 -20 yıl sonra ülkemize geldi. Çoluk çocuk karşısında toplaştık ve bir daha önünden kalkamadık. Günümüzün en az beş saatini o tembel kutusunun önünde geçiriyoruz. Şimdilik sadece övünüp* güveniyoruz. Bir süre sonra inşallah çalışmaya da başlıyacağız...
O kutunun içinde neler mi var?
Cumhuriyet'i emanet ettiğin gençler yarışıyor. Para ödülünü kazanmak için ... Kimi kafasını yılanlı* fareli kavanozalara daldırıyor* kimi çarkıfelek çeviriyor* kimi tuzak yarışmalarının pekinde kontör harcayıp* duruyor. Bir kısmı da Yunan gençleri ile ıssız adada cenk ediyor. Kuru kafaları zamanında sepete atabilen* balık oltası kazanıyor.
Sakarya' da Dumlupınar' da Sedd-ül Bahir' de belki de kemikler sızlıyor...
Cepheye sırtında top mermisini taşıyan kadınlar da yok şimdi. Onun yeri e ellerinde simli mendillerle sabah stüdyolarında bir ağlayıp* bir gülenler var. Yedi düvel yine etrafımızı çevirmiş. Ama bizimkiler bu kez Meriç ile Ahu'yu Safiye ile Faik' e kurşun yetiştiriyor...
İlahiyat profesörleri o kutunun içinde ''Doğum sonrası rahim estetiği yapılmalı mı yapılmamalı mı?'' üzerine fetva veriyor. Bir takım cüppeli vatandaşlar* dünya nimetlerinden bir salkım bile müritlerinden sakınıp* kendileri ''talkını'' mideye indiriyor. Bu ülkenin çocukları* sis efektli programlarla kulun her başı sıkıştığında ak sakallı dedelerin imdadına yetiştişeceğine inandırılıyor. Televizyon dizileri Mafya Açık Öğretim Fakültesi' ne dönüşmüş. Mezunları okul bahçesinde döner bıçağı sallıyor...
Sevgili Atam*
sen bilmezsin ''reyting'' diye bir düşmanımız daha türedi. Ne Yunan'a * ne Fransız'a ne ANZAC gavuruna benziyor. Eti kemiği yok. Süngü işlemiyor... Pençesine düşeni; dinden* imandan* ahlaktan* doğru yoldan çıkartıyor. Bilmezsin ki reyting adına ne güneşler batıyor...
Ah be sevgili Atam*
sen bilmezsin* artık her şey reklam almak için yapılıyor. Utanmasalar Ata ile Türk' ün* Ay ile Yıldız' ın arasına bile reklam alacaklar...
Atam* bilsen içimde ne fırtınalar kopuyor...
O kutunun içinde hep ''Az sonra'' diyorlar.
Az sonra olacakları kimse görmüyor...
Gazeteden ALINTIdır.