Güneydoğu ve Yaşadıklarım...

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Genghis Khan

Kıdemli Üye
18 Haz 2009
4,460
7
Kayseri'de Bir Gece...

Operasyonların hızını kaybettiği günlerde askerlerimden bazılarını izine yolladım, onlar izinlerinden dönünceye kadar merkezden yedek kuvvet gönderdiler. İzine gidip gitmemekte tereddüt ediyordum, gitsem kırık kandımı görebilecektim, ancak aklım hep burada olacaktı, Kubi'de gitmemişti izine. Vaz geçtim, gitmeyecektim; beni bırakmayanı ben nasıl bırakabilirdim ki...

Ertesi gün emir mahiyetinde bir izin mesajı geldi. İki saat içerisinde yerime bakacak devremin bulunduğu bir helikopter burada olacaktı ve acilen hazırlanmam gerektiği söyleniyordu. Alelacele mekanik hareketlerle toparlandım. Bu arada da Kubilay'ın da izin kâğıdını hazırladım, birlikte gidecektik.

- " Hocam, nereye gideyim ben, anam yok babam yok, bekleyenim yok, bırak kalayım burada, hem sizden sonra en kıdemli benim "

diyerek işi şamataya getirmeye çalışıyor, gelmek istemiyordu. Onu bırakamazdım ;

- Bu bir emirdir , diyerek geçiştirdim.

Helikopter Kayseri Askeri Havaalanı'na indiğinde hava kararmak üzereydi, uçaklarda yer bulamamıştık.

- " Hocam, kaldık mı yine karavanaya " ...

İkimizin de gülmekten karınlarımıza ağrılar girmişti, Kubilay'ın bana hocam olarak hitap ettiğini duyan diğer subaylar bir şeyler söyleyecek oldular ki bir el hareketiyle susturdum onları.

Yemekhane'nin yolunu tuttuk, erbaş yemekhanesine yönelmiştik ki;

- " Komutanım sizin yemekhane diğer tarafta, askeriniz buraya girebilir " ...

Kubilay'ı da alarak diğer yemekhaneye yollandık; bu kez de ;

- " Komutanım, erbaş yemekhanesi diğer tarafta, siz buraya girebilirsiniz. " ...

Zıvanadan çıkmıştım, beni erbaş yemekhanesine, Kubilay'ı da Subay yemekhanesine sokmamışladır, biz neredeydik ; karakolumuzu özlemiştik...Bağırdım, çağırdım, aklıma gelen küfürleri bağıra çağıra söyledim ortalığa, askerin şahsına hiç bir şey söylememiştim. Birden arkamdan tok bir ses geldi ;

- " O emirleri veren göbekli paşa benim asteğmenim " ...

Tamam dedim, şimdi askerliğim uzadı işte, utanmıştım. Günlerdir traş olamayışımız, eskiyen elbiselerimiz, yara bere içindeki ellerimiz, yüzümüz Paşanın dikkatini çekmiş, dikkatle bizi süzüyordu;

- " Gelin benimle " ...

Çocuklarını bayram sabahı alışverişe gö türen baba gibiydi, temiz elbiseler sağladı bize bizzat;

- " Kendinize çeki düzen verdikten sonra sizi yemekhanede bekliyorum " ...

Hah dedik, herkesin içinde fırçaların en büyüğünü afiyetle midemize indirecektik .

- " Hocam, kaçalım mı " ...

Aklıma da gelmedi değil hani, iyi de nereye kaçacaktık, gülüştük Kubilay ile.

Yemekhaneye indik, sanki herkes bizi bekliyordu, kimse yemeğine dokunmamış, Paşanın gelmesiyle tok bir selam hareketi ile herkes ayağa fırlamıştı, Paşa'nın arkamızda olduğunu o an farkettik.

Masasına aldı Paşa bizi, masanın üzerinde her çeşit yemek var, tatlı desen hangisini yiyeceğini şaşırıyor insan.

Paşa ayağa kalktı, aynı anda yine tok bir sesle tüm yemekhane ayaktaydı. Paşa konuşmasına bir dakika ara verdikten sonra, hafif çe bize bakarak benim karakolumun adını söylemesi bizde soğuk duş etkisi yaptı, Kubilay ile birbirimize bakıyorduk halâ...

İyi de Paşa bizi nereden tanıyor, isimlerimizi nereden biliyordu, hadi bildi diyelim, uçaklarda yer bulamadığımızdan ve birliğe geri döndüğümüzden nereden haberi vardı, hadi bundan da haberi var diyelim, bu kadar yemek nesin nesiydi? Basit bir asteğmen ve askeri için bu kadar şatafat olmazdı...

Karakolda olduğumuz aylarda ülkede ne de merkezde ne olup bittiğinden haberimiz olmazdı, ayrı bir dünyada yaşıyorduk sanki. Seçimler olmuş mu, kuraklık var mı, kim şampiyon olmuş, hangi transfer yapılmış...Bizi ilgilendirmiyordu bu; bizi ilgilendiren yegâne şey görev bölgemizdeki halkı korumak ve beraberce hayatta kalabilmekti...

Fazla olmasa da verdiğimiz şehitlere rağmen karakolumuzun adı merkezde ve diğer karakollarda duyulmuş, bölgedeki en iyi 3 karakoldan biri haline gelmiştik. Hakkımızda tüm araştırmalar yapılmış, kimin ne olduğu istihbarat tarafından belirlenmiş, katıldığımız her operasyon ve sonrası gözlem altına alınmış. Benim izin emrimi de bizzat Paşa vermiş. Tüm bunları Paşanın söylediklerinden ( ve de söylemediklerinden ) anladık.

Yemeğe gelince, duyunca kulaklarımıza inanamadık, o gün arefe günüydü ve ertesi gün mübarek Kurban Bayramı'ydı. Pes dedik, bu kadar mı soyutlandık " dış dünyadan " ...

Yemekler yenildi, kan ter içinde zorla Paşa tarafından bana konuşma yaptırıldı. Öğretmen olmama rağmen oradaki bir kaç asteğmenden biri olmamdan olsa gerek ayakta zor duruyordum, konuşmakta güçlük çekiyordum. Konuşmamı tam bitirmiştim ki Paşa;

- " Hadi bakalım asker, sıra sende " ...

Kendimi tutamadım, Paşanın Kubilaya söylediği bu söz beni kahkahalara boğmuştu, Paşa hariç herkesin şaşkın bakışları arasında gülmekten kendimi alamadım.

Konuşmasını bitiren Paşa yavaşça ayağa kalktı, dosyasından çıkardığı iki belgeyi açıklamalarının sonunda bana verdi. Biri karakola verilen başarı belgei, diğeri ise şahsıma ait başarı belgesi idi, gözlerim dolmuştu; karakoldaki diğer askerlerimin de yanımda olup bunu görmesini çok istedim o an.

- " Bir saat içinde Ankara'ya doğru yola çıkacak helikopterde olmalısınız, güle güle git oğlum, yaptığını asla unutmayacağız, eşinin cenazesine gitmeyip, silah zoruyla karakola yönlendirdiğin helikopteri kullanan Yüzbaşı herşeyi anlattı, başın sağ olsun; seninle gurur duyuyoruz..."

Başımı kaldırdığımda herkesin gözü üzerimizdeydi, Kubilay titreyen bacakları ile ayakta durmaya çalışıyor, bense gözyaşlarıma hakim olmaya uğraşıyordum. Bir an gözlerim karardı, eşimi gördüm, uzatmaya çalıştığım elimi itmeye çalışıyor " gelme " diyordu ; " gelme " ... Bir kaç dakika sürdü bu, gitmemi istemiyordu, belkid e o helikoptere binmemi istemiyordu. Çoğunuza garip gelebilir belki, ama ben bu tür şeylere inanırım; Allah tarafından insanların kimi zaman rüya ya da bu tür olaylar ile karşılaşrtırdığına çok şahit oldum.

Titrek sesle sadece Paşanın duyabileceği kısık bir sesle Paşaya o an gördüklerimi anlattım. Paşa bir an duraksadı, ayağa kalktı, emir subayını çağırdı ve ;

- " Hemen başka bir helikopter hazırlatın, diğer helikopteri bakıma yollayacaksınız " ..

Daha sonra öğrendim ki, helikopterin kuyruk pervanesinde devir bozukluğu tespit edilmiş, havalandığı taktirde kısa sürede kontrolden çıkıp yere çakılması içten bile değilmiş.

Gökyüzüne baktım ;

- " Biliyorum, halâ gitmedin, halâ benimlesin " ...

----------------------
DEVAM EDECEK
----------------------
Genghis Khan
Nisan / 1992
 
Son düzenleme:

Genghis Khan

Kıdemli Üye
18 Haz 2009
4,460
7
Kürt Salih

Lütfen aşağıdakileri dikkatli okuyun, belki o zaman yaptığınız ayrımcılıktan utanabilirsiniz...!!!

------------------------------------------------------------------------------------

Kürt Salih derdik ona; Kürt Salih aşağı, Kürt Salih yukarı, eee ; benim bile bir lâkabım vardı, onun mu olmasındı?

Karakola geldiğimde yıldızımız pek barışmamıştı, sürekli Kürtçe konuşmaya çalışıyor, söylediklerimizi anlamamazlıktan geliyordu. Sonraları farkına vardım ve kendimden utandım ki Salih Türkçe'yi tam olarak konuşamıyordu, anlıyor; ancak konuşamıyordu. Zamanla öğrendi, biz de Kürtçe'yi öğrenmeye başlamıştık yavaş yavaş. Giderek karakolda sevilenler arasına girmeyi başardı, hem de hiç bir şey yapmadan, çaba göstermeden; insandı Salih...

Bahar kendini göstermeye başlamış, operasyonlar irili ufaklı hız kazanmıştı; dur durak yoktu. Yine karakolda istirahatte olduğumuz bir gece acil operasyon emri geldi;iki saat içinde yola çıkılması gerekiyordu. Teçhizatımız her zaman hazırdı, ancak askerlerim henüz tam anlamıyla dinlenmemişlerdi, beni her zaman korkutan bu olmuştur; yorgunluk... En küçük bir dikkatsizlik sonucu bir kişinin bile yapacağı hata, birden fazlasının canından olmasına yeterdi.

Yola çıktık, her zamanki gibi mayıncılar en önde, Kubilay ve ben arkalarında yavaş ancak emin adımlarla intikale başladık. En arkadan Salih'in sesi duyuluyordu bazen, telsizle birileriyle konuştuğunu söylediler, Salih'e sorduğumda komşu karakoldan arkadaşıyla konuştuğunu söyledi; Salih'in civar karakollarda arkadaşı yoktu. İçime bir şüphe düştü; ama konduramıyordum Salih'e, yapmaz diyordum, benim askerim bunu yapmaz, kim olursa olsun; yapmamalıydı.

- " Hocam, bırakta şunun ifadesini alayım, neymiş şu telsiz konuşmaları, öğrenirim "...

Cevap vermedim Kubilay'a, sadece baktım, hzılı adımlarla mayıncılara doğru yöneldi, anlamıştı kızdığımı. Yaklaşık 1 saat sonra Salih geldi yanıma; hem yürüyor hem de konuşuyorduk. Acaba yapmalı mıydım söylediklerini ? Ya yaparsam.... Ya yapmazsam...
Hızlı düşünüp karar vermek zorundaydım. Kubilay'ı çağırdım hemen, diğerlerine 15 dakika sonra vadi girişinden önce yolumuzu değiştirerek vadi içinden değil de, vadi yamacından doğru devam edeceğimizi söylemesini istedim. Şaşkın gözlerle bakıyordu, ancak hemen gidip diğerlerine durumu bildirdi. Riske giremezdim, aramıza yeni katılan Astsubay'ı çağırarak, yanıne 25 kişi alıp daha önce belirlenen istikametten devam etmesini söyledim, biz de 30 kişi ile intikale devam edecektik.

- " Komutanım yapma, bırakma Astsubayımı orada, onlar da gelsin bizimle, gitmesinler oradan "...

Bunları söyleyen Salihti, ama yapamazdım, biliyordum, iki gruptan biri büyük tehlikedeydi, ama hangimiz...?

- " Madem öyle, ben de onlarla gideceğim komutanım " ...

Salih onlarla gitti...

24 saat sonra çevrimden haykırıyorlardı ;

- " Pusuya düştük " ...

Astsubayımdı bunu söyleyen, yıklıdım. Onlara ulaşmamız en iyi şartlarda ve tüm hızımıza rağmen en az 18 saatti, civarda gelebilecek destek karakol da yoktu.

- " Dayanın aslanım, gereksiz yere atış yapmayın, cephaneyi idareli kullanın, yola çıktık bile " ...

Herkese sadece cephaneleri alıp diğer eşyalarını bırakmalarını söyledim, hızlı hareket etmeliydik, yoksa olacakları düşünmek bile istemiyordum. Bir yandan da koordinatları alıyordum, kestirme yoldan gitmeye karar verdim, kayalıklar tehlikeli olmakla birlikte, bize en az 4 saat kazanıracaktı.

Silah seslerini duyabiliyorduk artık, gece karanlığında havadaki izli mermileri bile farkeder olmuştuk, ama en az 5 km daha vardı. Yaklaşmıştık, silüetler karanlıkta görülebiliyordu. Şerefsizler, bizim geri dönebileceğimizi tahmin bile edemeden arkalarından ateşe başladık, bizimkilerin atış yoğunluğu artmıştı, iki ateş arasında kalmışlardı, naraları duyuyordum, haydi aslanlarım diyordum bağırarak, dayanın, sizi oradan çıkaracağım...

Çıkaramadık...

Başaramadım...

Çatışma 3 saat kadar daha sürdü, hemen bizimkilerin yanına doğru koşmaya başladık, yamaçtan aşağıya bırakmıştık kendimizi. Koşarken telsizden gelen konuşmalar yüreğime oturdu, içim acıdı, anaları düşündüm, sevgililerini düşündüm, ya bebeler...

Yanlarına gittiğimizde hem ağlıyor, hem de sayıyordum; tam 14 şehit. Allahım bana bunu neden yapıyorsun diye haykırdım, yankılandı sesim minik vadide. Salih'in yanına çöktüm, başını kucağıma aldım, gözlerimin içine bakıyordu, ama dimdik ayaktaydı sanki; Allahım bu nasıl bir ****netti...

Salih kucağımda şehit düştü, tam 12 mermi isabet etmişti Salih'e. Astsubayım az ileride yatıyordu, geri kalanlarını topladık, 2 havan topu deliği vardı toprak zeminde, kaçmamış, bırakmamıştı askerlerine; 4 ay sonra gideceği izinde evlenecekti, ben ne cevap verecektim sevdiceğine...?

Salih'in naşını köyüne hep birlikte merkezden izin alarak gö türdük, köyündeki minik şehitliğe defnettik. Ailesini sordum, sordum ve bir kez daha yıkıldım; Salih'in ailesi terör örgütü tarafından yıllar önce katledilmiş.

Bir ay sonra merkezden gelen bir emir ile merkeze çağrıldım. Merkeze gittiğimde minik bir törenle 14 şehit verdiğim çatışma için bana üstün başarı madalyası vereceklerini öğrendim. Bu nasıl işti, hiddetlendim;

- " 14 şehit için beni asmalısınız, mu madalyayı asla kabul etmiyorum "

Albayıma olanları anlattım, madalyanın Salih'in ailesine verilmesi sağladım.

Telsiz konuşmalarına gelince; Salih, telsizden teröristlerin çevrimini yakalayarak konuşmalarına girmiş, kendini onlardan gibi tanıtarak koordinatları öğrendikten sonra bana bilgi vermişti. Birliğin tamamını diğer istikamete yöneltebilirdim; ancak ileride ne olduğunu bilmediğimden ikiye bölmem gerekiyordu. Doğru olanı yaptığımı biliyorum; ancak her Salih adını duyduğumda içim yanar, unutamıyorum...

--------------------
DEVAM EDECEK
--------------------
Genghis Khan
Nisan 1992 / Siirt Kuzeyi
 
Son düzenleme:

cansın

Özel Üye
27 Nis 2008
8,788
31
Yaşam canlılık demektir. Canlılık ise eylem demektir. Eylemleriniz bütün bir milletin tabiatından kaderine hükmeden anlamlı yaşam değerleri gerçekleştiren, böylece onları yansıtan bir yaşamdır. Nitekim bir değere kendini adamadan, o yola baş koymadan hiç bir kutsî ödev meydana getirilemez. Siz manevî sorumluluğunuzla, barış yolunda adaleti de aşan bir tutum sergilemiş olmakla bir çok kimsenin acıklı alın yazısı doğmadan önce ölmek olduğu gibi tam tersi olan öldüğü zaman doğmuş kahramanları kendinizde, parçanızda, niteliğinizde, kalbinizde barındırmışsınız. Ne mutlu size Murat Cengiz
 

kaptanasi

Yeni üye
5 Ağu 2009
6
0
gerçekten çok güzel bi anı..bir çok yerde agladım
bende güneydogu luyum diyarbakırlıyım ve orda yasıyorum.....
inanın bana diyarbakır terörist degil öle kürtler vardırki vatanı için canını verir.
bu dagdakilerde kandırılmış insanlardır.medya diyarbakır ı terör yuvası olarak gösteriyor ama öle degil. bir çok insan aklını basına aldı böle oyunlara gelmiyor.ama yinede oyuna gelenler var onlarıda allah hak yola getirsin diyecek bişey yokkkkkk
 

nakres_38

Uzman üye
10 Ağu 2009
1,586
0
eywallah kardeşş..bende askerligimi siirt 3.komando tugayında yaptım..bizde yaşadık kendimize göre silinmeyecek günler...ama bizimki anlatılamaz bey****ELİMELERLE TERİMLERİN BİRLEŞMESİ İMKANSIZ. çılgın bixici nakres_38_07..
SELAMETLE
 

Genghis Khan

Kıdemli Üye
18 Haz 2009
4,460
7
Köy Baskını...!

Artık kayıp vermek istemiyorduk. Her verdiğimiz şehit canımızdan, gücümüzden bir parçayı alıp gö türüyordu; ancak her seferinde hırslanıyor, intikam ateşi her yanımızı kaplıyordu; güçsüzken güçleniyorduk...

Baharın kendini iyiden iyiye hissettirmesiyle yuavlarından çıkan hain sürüsü her yerdeydi. Bu yüzden karakolların görev bölgeleri genişletilmiş, zaman zaman da olsa birbirlerinin sorumluluk alanlarında operasyon yapar olmuştu tüm karakollar. Onlar her yerdeydi, ancak biz onlardan daima bir adım önde olmaya çalışıyor, gelen en küçük istihbarat bilgileri gözden kaçırılmadan çok büyük bir dikkatle inceleniyordu.

Son operasyonda çok sayıda şehit verdiğimiz için yaklaşık bir aydır görev verilmiyordu bize;hem dinlenmemiz, hem de moralman toparlanabilmemiz için. Artık yeter diye geçirdim içimden, hemen merkeze bir mesaj göndererek göreve hazır artık olduğumuzu, her an her yerde verilecek görevi en iyi şekilde yerine getirmeye can attığımızı söyledim. Mesaja yanıt beklerken telsizimden duyduğum ses bir an olsun irkiltti beni; duymuş olduğum kod Tugay Komutanı' nın emir subayına aitti. Bir kaç gün içerisinde hazır bulunmamızı, ...... Karakolu'nun görev dahilindeki köylerden birine mühimmat ve silah araştırması için gönderileceğimizi söyledi.

Haberi askerlerime verdiğimde gözlerindeki sevinci size anlatabilmem imkânsız. Bir kaç saat içinde herkes hazırdı, yine yüzler gülüyor, alınabilecek muhtemel bir intikam düşüncesi yüzlerdeki sevinci daha da büyütüyordu.

İki gün sonra emir geldi, ..... Karakolu bize yaklaşık 5 gün mesafedeydi. Helikopterlerin neredeyse tamamı görevde , bizim araçlarımız da yetersiz olduğundan bu mesafeyi yrüyerek katedmek zorundaydık. Gidiş, kalış ve dönüşü hesaplayarak herkesin cephane ve erzağını ona göre yanına almasını söyledim.

Yola Çıkmıştık...

Ne bir görüntü, ne de taciz, köyü silüet halince seçebiliyorduk. Geceyi burada geçireceğimizi, gün ağarmadan yola çıkıp, günün ilk ışıkları ile birlikte köye gireceğimizi söyledim ve herkese teker teker tembih ettim; bu bir baskın değil, sadece kontroldü, herkes tüm dikkatini bu işe verecek köylünün kılına zarar getirmeyecekti aksi bir durum olmadığı taktirde; baskına değil kontrole gidiyorduk...

Gün ağarmadan yola çıktık köye yaklaşmak üzereyken gösterdiğim noktalarda Halil ve iki askerin daha mevzi almasını söyledim, 6 kişi de karşı tepeye yerleşecekti. Hepsi şaşkın gözlerle yüzüme bakıyordu. Ters bir durumla karşılaşırsak bizi kimin koruyacağını sordum; çıt yok... Halil uzun menzilli Kanasıyla, karşı tepedikerl ise uçaksavar ve havanlarla her an destek olabilmek için hazırda bekleyeceklerdi.

Köye girdik...

Bir taraftan etrafımıza doluşan çocuklara yanımızda getirdiğimiz çikolataları paylaştırmaya çalışırken, diğer taraftan da gözlerimizle evleri, çevreyi kolaçan ediyorduk. Evleri aramaya kalksak tepki verebilirlerdi, tek tek evlere girmek de olmazdı; bu bizim için büyük tehlike oluştururdu.

Gülücükler, çocuk seslerine rağmen köylüde bir gerginlik vardı. Yanıma gelen Kubilay' da aynı şeyi sezmiş, ne yapacağımız konuşuyorduk. Toplu durmamalarını, 4-5 kişilik gruplar halinde arada en az 15 metre olacak şekilde bir şey yokmuş gibi etrafta gezinmelerini söyledim.

Evlerden birinin arkasında topraktaki renk değişikliği dikkatimi çekti, mayın olamazdı, hem eve çok yakın, hem de zemin çok sertleştirilmişti. Yeniden dolaşmaya başladım; bir kaç evde o köyden olmadığı izlenimi veren kişiler vardı, dışarı çıkmıyorlar evin içinden her adımımızı gözetliyorlardı. Yanıma yaklaşan bir çocuk paldır küldür düştü, elinden tutup kaldırmaya çalışırken elime bir kağıt tutuşturdu gözlerimin içine bakarak; ağlıyordu...

- " Amca, annem ve kızkardeşim içeride , yanında 2 adam var, biri yaralı, öküzlerin altında 3 kişi daha var, karşı kayalıklarda 6 kişi sizi bekliyor "....

Bu nasıl bir mesajdı böyle, öğretmeni olmayan, Türkçesi oldukça bozuk bu yavrucak ne zaman ve nasıl hzırlamıştı bu notu...? Gözlerim yaşardı...

Hemen telsizle mors alfabesiyle Halil'e mesaj gönderdim, karşı tepedeki 6 kişiyide alarak verdiğim koordinata gitmesini, kayalıklardaki 6 kişinin her adımını sessizce ve hiç bir şey yapmadan gözlemsini istedim. Kubilay'ı çağırarak durumu anlattım ve askerlerin arasında gezinerek herkese içinde bulunduğumuz durumu söylemesini istedim. Belliydi ki biz harekete geçmeden onlar bir şey yapmayacaktı, yani kozlar biizm elimizdeydi her şeye rağmen, bu fırsatı iyi değerlendirmeliydik, acil bir plân yapmam gerekiyordu; ne köylüye, ne de bize zarar gelsin istemiyordum.

- " Hocam, bende 3 gaz bombası var, arkadaşlar sis bombalarını da taktılar, tabancanı bana ver, susturucu da var nasıl olsa, bırak gireyim şu eve " ...

Aslanım benim, elbette Kubilay'dan başkası değildi bu. Evet, o eve bir kişini gizlice girmesinden başka seçeneğimiz yoktu. Ya ben ya Kubilay girecektik. Kubilay yine cebinden parasını çıkardı ve;

- " Tura gelirse ben girerim Hocam "...

Yere düşen paraya baktım, yine tura gelmişti; bu kaçıncıydı, bir kez olsun yazı gel yahu diye geçirdim içimden. ( Aylar sonra Kubilay' ı şehit verdiğimiz gün yüreğim parçalandığı, canımdan can gittiği gün, cebindeki eşyaları alırken paranın her iki tarafının da tura olduğunu o gün öğrenecek bir taraftan gözümden yaşlar boşalırken, diğer yandan da acı bir gülümseme kaplayacaktı yüzümü...)

Dokuz kişi ahırın bulunduğu tarafa giderek hazır bekleyecek, Halil ve yanındakiler ise ilk atış sesinden sonra kayalıklardakileri ateş altına alacaktı, o taraftan bize tek atış dahi gelmesi sonumuz olurdu çünkü hem menzillerinde, hem de açık görüş alanlarındaydık. Havanları Halil ile birlikte bıraktığım iyi olmuştu, kayalıklardakileri tehlike olarak görmüyordum artık, içim rahattı. Asıl büyük tehlike köydeydi bizim için; ahır ve yaralının bulunduğu ev... Herkes Kubilay'dan gelecek işareti bekleyecekti; sonrası malum...

Kubilay kendini gizlemeyi başararak evin arkasına dolaştı, biz de onları farkettiğimizi hissettirmemek için elimizi tetiğe dahi uzatmıyorduk. Aradan 15 dk geçti, içeriden 2 el ıslık sesi duyuldu, tabancamın namlusundaki susturucudan çıkan seslerdi bunlar; 2 kişi 2 atış; başka bir atışın olmaması sevindirici olsa da Kubilay'ın halâ işaret vermemiş olması endişelendiriyordu ki beni; içeriden o hınzır gülümsemesiyle el salladı Kubilay. Aslanım benim, içeridekileri halletmişti. Telsizi mandalladığımı gören ahırın çevresindeki askerlerim ahırı öyle bir ateş altına altı ki, içeriden canlı çıkması imkânsızdı. Onlarla birlikte Halil ve yanındakiler kayalıkları havan yağmuruna tutmuştu, uçaksavarlar ve Mg-3 ler öyle çalışıyordu ki, Mg-3'lerin tutukluk yapmaması için dua ediyordum.

On dakika, sadece 10 dk içinde her şey bitmişti; yarım saat sonra Halil'den telsiz çevrimi geldi;

- " Komutanım 6 leş, yaralımız ve şehidimiz yoktur "...

On dakika içinde 11 leş ve hiç kayıp yok; mükemmeldi bu, hepsini alnından öpmemek için zor tutuyordum kendimi. Etrafı iyice kontrol ettikten sonra köylülerle vedalaşıp oradan ayrılmak üzere hareket ediyorduk ki Kanas'ın o muhteşem sesini duydum. Tek atış; arkamdaki yere yığılmıştı. Dürbünümle Halil'e baktığımda el sallıyordu; Halil'di arkamdakini vuran. Tabancasını çıkarmış, ancak bana ateş etmeye fırsat bulamadan Halil'in hedefi olmuştu. Köyde terör örgütüne destek veren 3 kişiden biri daha ( diğer ikisi dağ kadrosunda ) ortaya çaıkmış oldu.

Karakola gittiğimizde telsizcim civar karakollardan ve merkezden gelen sayfalar dolusu tebrik mesajını verdi. Askerlerime dönerek ;

- " Sizi ben eğitmedim, buraya eğitilip gönderildiniz. İlk geldiğinizde beni sevmeyen, benim de sevmediğim kişiler vardı aranızda. Ama hanginizin kılına zarar gelse içim acıyor, benim herşeyim ailem ve sizsiniz. Bu elimdekiler benim değil, sizin başarınızın eseridir.... "

Konuşmam deva ederken bir ses duydum sesin sahibini kovalamaya başladım ;

- " Yine öğretmenlik günleri geldi aklına bizim hocanın " ...

Kubilay'dı bu. Bizi o halde gören askerler bir taraftan gülşüyor bir taraftan da aralarında iddiaya giriyorlardı, yakalardı, yakalayamazdı, o daha hızlı koşar, bu bilmem ne yapar....

Nefesim kesilmek üzereyken Kubilay durdu, yakalamıştım. Kulağıma eğilerek ;

- " Amma yaptın hocam, komutan askerini yakalayamadı dedirtirmiyim ben sana " ...

Dilim tutuldu, çok şey söylemek istedim; ancak bu kadar büyük yüreklere verecek cevabım yoktu...

-----------------------
DEVAM EDECEK
-----------------------
Genghis Khan
Nisan 1992 / Siirt Kuzeydoğusu
 
Son düzenleme:

Genghis Khan

Kıdemli Üye
18 Haz 2009
4,460
7
Tek kişilik Pusu...!

Yüzümüzün akıyla, her şeyden önemlisi şehit vermeden çıktığımız o çatışmadan sonra irili ufaklı operasyonler devam ediyordu, bahar geçiyor, neredeyse yaz geliyordu, özlemiştik kuş cıvıltılarını; insan olduğumuz aklımıza geldi birden...!

İştahla askerlerimle yemeğimi yerden muhaberecinin koşarak geldiğini gördüm, yeni bir operasyonun belirtisiydi bu; hayırlısı diye geçirdim içimden. Mesaj yine şifreliydi, şifresini çözünce gördüklerime bir an inanasım gelmedi ve hemen telsize sarılarak Tugay ile irtibata geçtim; doğrulamışlardı. Yüzümün asıldığını gören askerlerimi endişeli bir bekleyiş almıştı; beni bu şekilde gördükleri pek vaki değildir, ancak gizleyemedim bu kez.

Yerime bakmak üzere devrelerimden birini göndereceklerdi 10 günlüğüne ve 2 gün sonra beni almaya gelecek helikopter ile tek kişil göreve gidecektim. Bu neredeyse hiç ratslanır bir olay değildi, duyuyordum bu tür görevleri, ancak karşı karşıya geleceğimi hiç düşünmemiştim; çünkü gidenlerin çok azı geri dönüyordu. Bir anda öylesine bir gurur ve cesaret kapladı ki her yerimi, o an dünyayı yıkıp yeniden inşa edebilirim hissine kapıldım...

Askerlerime durumu anlattığımda homurdanmalar, sorular, küfürler havada uçuşmaya başladı.

- " Hadi iyisiniz, 10 gün sayemde yan gelip yatacaksınız "

dedim.

Sen misin bunu söyleyen, ilk atılan her zaman olduğu gibi Kubilay oldu;

- " Hocam, yan gelip yatmaya gelmedik biz buraya, senin nereye gideceğini, nasıl olduğunu bilemeyeceğimiz günlerde bize rahat olur mu " ...

Öylesine şanslıydım ki, Allah bana böylesine askerleri silah arkadaşı olarak nasip etmişti, Allah hepsinden tekrar tekrar razı olsun, şehit olanlara rahmet eylesin...

Görev hakkında hiç bir bilgim yoktu, helikopterde öğrenecek ve direkt görev yerine gö türülecektim. Yalnız Kanasımı yanıma almam emredilmişti. Tahminim sınır ötesine gizli geçiş olmuştu, ama uzun silahlardan biriyle bu nasıl olacaktı ki...?

Helikopterin sesini duyduğumuzda askerlerimle tek tek helalleştim. Eşimin mezarını yaptırması için Kubilay'dan söz aldım, bıçağımı geldiği ilk günden beri onu isteyen Halil'e verdim, Pilot arkadaşımın hediyesi olan İsviçre el yapımı tabancamı ve günlüğümü Kubilay'a verdim. Her şey tamamdı ; ölmeye hazırdım... Elim telsize gitti annemlerle telefon bağlantısı isteyecektim, vaz geçtim, gerek yoktu, annem sesimden anlar gözüne uyku girmezdi kadıncağızın, vaz geçtim.

Helikopterden Kubilay'ın gözlerini silmeye çalıştığını görebiliyordum; dönüşü olmayan bir görev olabilirdi bu; hüzünlendim; sanki beni çocuklarımdan ayırıyorlardı. Silkinerek kendime geldim, vatan kutsaldı, duygusallığı bırakmalıydım kenara; ölmem gerekiysa ölecektim...

- " Aslanım, al bakalım şunu, hadi hayırlı olsun, kusura bakma töreni sensiz yapmak zorunda kaldık" ... dedi ve kahkahalarla güldü...

Plt. Yzb.' dı bunları söyleyen, Teğmen rütbesini elime tutuşturmuştu, anlam veremedim. Aylar önce terfi almam mümkün değildi, askerliğimin son bir ayında Teğmen rütbesini takmam gerekiyordu.

- " Bak aslanım, belki de geri dönemeyeceksin bu görevden, sen bu rütbeyi çoktan hakettin, şimdi takmanı uygun gördüler; kendinle gurur duymalısın" ...

Babamım sözleri geldi aklıma beni askere uğurladığı gün, gözlerim kızarmıştı ;

- " Geri dönmezsen üzülmem " demişti babam...

Silopiye gidecek, bir gece kaldıktan sonra sessiz uçuş yapan helikopter ile Şırnak - Hakkari arasında yer alan Kato Dağı'nda önceden belirlenen noktaya paraşüt ile atlayış yapacaktım. Aynı bölgede benim gibi 4 Teğmen daha olacaktı, ancak haberleşme imkânımız olmayacaktı, telsiz yok, işaret fişeği yok, harita yok, yok yok....

Kokrtum, yoksa korkmamalı mıydım? Bilri misiniz o dağları, ya da arazide rüzgarın sesini dinlediniz mi hiç...? Bir süre sonra bu ses ürkürtür sizi, gördüğünüz her şey üzerinize gelmeye başlar geceleri, bir hafta sonra halisülasyonlar başlar, kendi kendinize konuşmaya başladığınızda ise işiniz bitmiştir...

Bölgede bir hafta sonra başlayacak opperasyonlara uzak destek amacıyla yerleştirilecektik belirlenen noktalara. Bölük komutanları hariç orada olduğumuzu kimse bilmeyecekti. İyice dinlenmemizi, bir hafta yetecek kadar cephane ve erzağı yanımıza almamız gerektiği söylendi. Brifing salonunda diğer teğmenlerle göz göze geldik, herkesin sinirleri gerilmişti. İçerida sadece beşimiz kalmıştık, kimseden çıt çıkmıyordu. İçlerinden biri;

- " Sen şu ... Karakolu'nun komutanı öğretmen değil misin, hadi gidip bir şeyler içelim, bir daha fırsatımız olmayabilir " ... dedi.

Hep birlikte kalktık, dışarıdan askerkere gizli gizli aldırttığımız içkileri alarak yataklarımıza uzanarak ertesi ve daha sonraki günler olabilecekleri konuşmaya başladık. Dalmışım, uyandığımda kimsenin içkisine dokunmadığını gördüm gülerek, laftı işte bizimki, askerde, hele ki böylesine bir operasyon öncesi bırakın içkiyi, yemek bile yiyememiştik.

Helikoptere bindiğimizde paraşütlerimizin son kontrollerini yaptık, ay yoktu, bizi göremezdi kimse. İyi de biz atlayacağımız yeri nasıl görecektik. 1 nci dünya savaşında ve Kıbrıs Savaşı'nda askerlerimizin yaşadıkları muhtemel olayları düşündüm ve utandım kendimden, sızlama artık Murat, yeter...

Aramızda helalleştik, Atom Mühendisi olan bir teğmen kulağıma eğilerek;

- " Hocam dikkat et,bu kez vurulmamaya bak, kedi gibisin, ama hakların azaldı" ...

demesiyle birlikte içeride kahkahalar koptu, ama kimse neden güldüğünü bilmiyordu.

- " Kızlar neşenizi bozmak istemem, ama hazırlanın 60 sn içerisinde atlayışlar yapılacak " ...

Yere indiğimde öylece kaldım, etrafı dinledim yarım saat kadar ne olur ne olmaz diye, ses yoktu. Hemen kendime bir yer bularak mevzilendim ve kamuflajımı yaptıktan sonra arkama yaslanarak beklemeye ve düşünmeye başladım. Diğer Teğmenlerle aynı bölgedeydik, koordinatlarımızı biliyorduk, bize son anda Bölük Komutanlarının' da varlığımızdan haberdar edilmeyecekleri söylendi; artık beş kişiydik, canlarımız Allah'a emanet beklemeye başlamıştık. En büyük sıkıntı ihtiyaç gidermekti, bulunduğumuz yerden ayrılmamız civardaki muhtemel terör örgütü mensuplarınca farkedilmemize yol açacak, bu da bir çuval inciri mahfedecekti. Erzak yönünden sıkıntımız yoktu, atlayıştan önce mini bir paraşüt ile erzak çantamızı atmıştık. Neler vardı neler içinde; ceviz, çikolata, fındık, kuru üzüm, helva, konserveler.... seç beğen ye misali. Ancak neredeyse iki gün geçmesine rağmen birine bile dokunmamıştım, gergindim, ne olacağını bilmiyordum, kimin nereden geleceği belli değildi; gelirlerse tabii... Ancak her ne olursa olsun yakınımıza dahi yaklaşanmayacakalrı noktalar itina ile seçilmişti. Biz onları görecektik, onlar bizi değil.

Dördüncü gün operasyon başlayacaktı, hava ışımaya başlamıştı; karnımı geceden tıka basa doldurdum, ne bulduysam hepsinden yedim.

Nikon ile gözetlemeye devam ederken, yaklaşık 4 km den ilk birlikleri görebildim. Başlamıştı... Kuşatma harekâtı yapılacaktı, gördüğüm ilk birlik öncülerdi, diğerleri Kuzey yamacından tırmanmaya çoktan başlamış olmalıydılar, Batı yakasını ise Bolu'dan takviye edilen komandolar çoktan tutmuş olmalıydı. Operasyonun tüm detaylarını biliyorduk. Ama biz... Bizi bilen yoktu... Beklenen sıcak çatışma görüş alanımızda ve yaklaşık 2,5 km deki mesafede gerçekleşecekti, tahminler bu yönceydi. Ancak gördüğüm birlik neredeyse 1,5 km ye yaklaşmıştı; bir şeyler oluyordu. muhakkak onları görmüşlerdi, ama neredeydi bu şe refsizler. Gözlüğümü de takarak de li gibi etrafa bakmaya başladım, evet , işte görmüştüm yansımayı. Hiç düşünmeden nişan alarak atışımı yaptım, tamamdı, keskin nişancıılarından birini vurmuştum. İlk atışımla birlikte dürbünüme sarıldım tekrar, aşağısı kıyamet gibiydi, birliğin üzerine yağmur gibi havanlar yağıyordu, iki havacıyı da gördüm, bir daha atış yapamadılar. İkincisine atışımı yaparken, arkalarındaki iki makinalı tüfekçinin yere yıkıldığını gördüm, hey gidi koçlar, diğer Teğmenler de atışa başlamıştı, harikaydılar. Bizim nerede olduğumuz kestirmeleri imkânsızdı, susturucularımız vardı, ses yok, görüntü yok, biz rahattık; ama ya aşağıdakiler. Askerlerin bir bir vurulduklarını görüyordum, ama hareket ediyorlardı; şu an için şehit yoktu. İki keskin nişancıyı daha vurdum, ama bri yaralanmıştı, tekrar atış yapmama izin vermeden kendini kayalığın ardına atarak bulunduğum yeri işaret ediyordu ki, ensesine yediği mermiyle yere yığıldı. Teğmenlerden biri daha görmüştü onu. Ama beni de görmüş olabilirlerdi. Bulunduğum yere havanlar düşmeye başladı, başımı ellerimin arasına alarak dua etmeye başladım, bir saate yakın sürdürdüler havan atışını, sonra sustu havanlar. Dürbünle baktığımda yerde cesetlerini gördüm gülerek. İki Kobra makinalı tüfeklerle bulundukları yeri delik deşik etmişti, ne zaman geldiniz, ne ara ateş ettiniz.... Gürültüden seslerini dahi duyamamıştım. Ancak arazi şartları helikopter ve uçakların tam destek vermesini engelliyordu, hem bölgede çok sayıda asker vardı, hava desteği tehlikeliydi.

Terörist gurup dağınık halde yaklaşık 150 kişiydi, sayıları azalsa da bitmek bilmiyorlardı, sanki bir yerlerden yenileri geliyordu. Daha sonra bölgede yapılan incelemelerde çok sayıda yer altı mağarası tespit edilecekti. Bir kısmının ters istikamete doğru yöneldiğini görünce Bolu Komando'nun arkadan sarma operasyonuna başladığını anladım, işleri bitmişti; ya ölecek ya da teslim olacaklardı.

Hava kararıyordu, tam bize göreydi bu, gece görüşlerle rahatlıkla atış yapabilir, tek tek sayılarını azaltabilirdik. Öyle de oldu; 14 tane saydım vurabildiğim gece boyunca, yaralıları saymamıştım. Diğer Teğmenlerin bulunduğu iki yerden atış gelmiyordu, sanki orada yüzlerce asker yomuş gibi, sanki sadece beşimiz varmış gibi onlar için üzüldüm...

Bolu Komando'nun kıskacı işe yaramış, kaçamayacağını anlayan çapulcular rastgele ateş aömaya başlamıştı, aşağıdan gelen yoğun ateş geri gitmelerine de engel oluyorlardı; işte kurt kapanı buydu, yemişlerdi tokadı. Ancak sayıları birden o kadar azalmıştı ki, ışınlandılar sandım, yeraltı mağaralarından çoktan kaçmış olmalıydılar; zaten alttan sürekli destek geldiği belliydi, onlarcasının ölmesine rağmen sayıları neredeyde hep sabitti.

Teröristlerin atışı yok denecek kadar azalmıştı, artık son anlarını yaşıyorlardı. Ne yapacağımı düşünürken kalkmaya karar verdim, ancak aşağıdakilerin benden haberleri yoktu, askerler tarafından vurulabilirdim. Aşağıdaki komutanlardan birinin açısını yakalayarak aynamla mors alfabesi gönderdim, cevap gelince dünyalar benim oldu, anlamışlardı.

Yerimden yavaşça doğrularak kamuflajlarımı attım, üzerimden büyük bir yük kalkmıştı, ne kadar da ağırlarmış diye güldüm kendi kendime. Dizlerimin üzerine kalkmıştım ki göğsümdeki acıyla yere yıkıldım, vurulmuştum. Beni fark etmiş, izlemeye almış olmalıdılar. Keskin nişancıları da gördüğü anda vurmuştu beni. Kanı durduramıyordum, kalbimin yaklaşık 5-6 cm altındaydı. elimi sırtıma gö türebildim zorla, delik yoktu, halâ içerideydi kurşun. Gözlerim kararmaya başladı, kelime-i şehadet getirdiğimi ve eşimi gördüğümü hatırlıyorum, gülüyordum...

Sonraki 1,5 ay hiç bir şey hatırlamıyorum; hayatımın tamamen yitik zamanlarından biri. Yoğun bakım ünitesinde kaldığım 1 ayın sonunda benden ümidi kesmişler, yaşarken şehitlikte yerim bile hazrılanmış. Ama yok; Allah yine nasip etmedi bana şehit olmayı; eşimin, askerlerimin yanına gitmeyi. 1,5 ay sonra açmışım gözlerimi, seri operasyonlardan sonra 2,5 ay sonra tam olarak ayağa kalktım; helikopter beni bekliyordu; özlemiştim karakolumu...

--------------------

Beş teğmenden 3 kişi geri dönebildik, diğer ikisi alınlarından tek kurşunla şehit oldular. 86 leş sayılmış, gö türülenler muhakkak vardır, yer altı mağaraları yerle bir edilmiş, diğer birliklerde toplam 12 şehit, çok sayıda yaralı. Yine de başarılı bir görev.

Hayat devam ediyor.....


---------------------
DEVAM EDECEK
---------------------
Genghis Khan
Kato Dağı / 1992
---------------------
 
Son düzenleme:
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.