Al Tabancayı, Öldür Beni

cansın

Özel Üye
27 Nis 2008
8,788
31
Hamdullah Suphi Tanrıöver dostları uğruna pek kendini veren bir arkadaşımızdır. Atatürk'ü memleketin aydın takımı ile tanıştırmak için daima çalışırdı. Bir gün kendisine rahmetli Yusuf Akçora'yı takdim etmek ister. Atatürk:
-Adını işitirim ama, tanımıyorum. Kimdir bu zat? diye sorar. Hamdullah:
-Mütefekkirlerimizdendir, cevabını verir.

Yusuf Akçora hoş ve ciddi yüzü, gözlüğü, kısa sakalı ve çok defa üniversite kürsülerinde görünen kafası ile gerçekten bir 'mütefekkir' tipi idi. Atatürk derdi ki:
-Mütefekkir kelimesini duymuştum, fakat mütefekkir denen bir kimse görmemiştim.

Yanıma oturunca doğrusu içime bir ürküntü geldi. Bir müteferrikle nasıl konuşmalı idi? Âdeta imtihan korkusu geçiriyordum. Biraz sonra gördüm ki pekâlâ sizinle olduğu gibi onunla da görüşülür. Sorduğu sualler kolay kolay cevap vereceğim şeylerdi. Nasıl rahat ettiğimi bilemezsiniz.

Kensinin gözünde birini daha, Abdülhak Hâmid'i de büyütmüştük. Şöhreti de eski ve azametli idi. Sıkılgan olan Atatürk onunla karşılaşmağa da hayli ehemmiyet vermişti. Hıristiyan olan karısı ile geldi, sofraya oturdu. Bir iki kadehten sonra kendinden geçmişe benziyordu. Kabaca şeyler de söylüyordu. Meselâ sofrada birkaç Türk hanımı da varken, kendi eşini göstererek:
-Var mıdır Türkler arasında böyle hanım? sözünü de ağzından kaçırdı.

Atatürk yabancı 'eş' lerden hoşlanmazdı. Türk kadının şerefini yükseltmek ve ona hiç târiz ettirmemek başlıca meraklarından biri olduğunu bilirdik. Bu söz üzerine kıpkırmızı kesildi. Bir fırtına kopmasından ürküyorduk. Misafir de yaşlı idi.
Kendini güçlükle tuttu. Başka bahislere geçti. Ondan sonra misafirle de pek alâkalı olmadı. Zaman hayli ilerlemişti. Misafir kendisinden galiba bir şey sordu. Sözünü iyi işitmeyen Atatürk:
-Ne buyurdunuz beyefendi? dedi.
-Bana beyefendi demeyiniz.
-Ya ne diyelim efendim?
-Sadece adam deyiniz.
-İşte onu diyemediğim için beyefendi diyorum ya!

Falih Rıfkı ATAY




.....................................
 

cansın

Özel Üye
27 Nis 2008
8,788
31
Birgün Çankaya civarında bir köylü evine girmiştik. Girdiğimiz kulübede ihtiyar bir köylü karısı oturuyordu. Bize ikram edilen kahveleri içerken Atatürk, köylü ile konuşmamı söyledi. Ben, bu buyruğa uyarak ak sakallı köylüye ilk aklıma geleni sordum:
-Sen Gazi'yi tanır mısın?
İhtiyar beni, saçma bir soru sormuşum gibi küçümseme ile süzdü:
-Gazi'yi tanımayan var mı ki? dedi ve ekledi:
-Ben görmedim ama, her hafta Hacı Bayram Veli camiinde cuma namazı kılarmış. Tâ göbeğine kadar sakalları varmış. Melek gibi, nur yüzlü, Peygamber bibi uğurlu bir ihtiyarmış.
Gülmemi güç tutarak Atatürk'ün tamamen tıraşlı ve genç yüzüne baktım. O, kaşlarını kaldırarak kendini tanıtmamamı emretti. Dışarı çıktığımız zaman da güldü ve:
-Varsın, dedi, o da öyle bilsin. Gerçeği öğrenmek belki biçarenin hayalini yıkar. Onun hayalindeki şirin sakallıyı öldürüp de sevgisini kaybetmekte ne anlam var?

Salih BOZOK



....................................
 

cansın

Özel Üye
27 Nis 2008
8,788
31
Harp okulundan sonra onu Sofya'da yarbay rütbesiyle, ataşemiliter olarak gördüm. Ben o zaman Bulgar Sobranyasında (Meclisinde) milletvekili idim. Dört arkadaşımla birlikte Bulgaristan'daki Tükleri temsil ediyorduk. Kendisiyle hemen her zaman konuşur, dertleşirdik. O sıralarda Fethi Okyar, Sofyada Osmanlı Elçisi olarak bulunuyordu. Birgün, gene Mustafa Kemal ile beraberdik. Bulgarların düzenlediği bir kostümlü baloya, yabancı devlet temsilcilerini de milli giysileriyle davet eder bir mektup geldi. Hiç unutmam, birdenbire gözleri parladı. Bana döndü ve:
-'İsmail, sen Bulgar trenlerinde parasız gezebiliyorsun. İstanbul'a git. Bana bir yeniçeri ağası kostümü getir' dedi. Bir de Enver Paşa'ya hitap eder bir mektup yazdı. İstanbul'a geldim, dediği kostümü aldım ve döndüm. Baloya beraber gittik. O, bu giysiyle bütün bakışları kendine çekiyordu. İri vücuduna ayrı bir heybet veren bu giysi ve yüzündeki maske, O'nun gözlerindeki sonsuz parıltılara efsaneleşen bir kudret de katmıştı. Bütün konuklar, bunun kim olduğun birbirlerine soruyorlardı.
Bir süre sonra, büyük ödüllü bir dans yarışmasına girdi. Bulgar Başbakanının kızına kavalyelik ediyordu. Zaten bu kız daha önce O'nun flörtü idi. Mustafa Kemal çok güzel dans ederdi. Nitekim, bütün valsleri olağanüstü bir başarı ile bitirerek yarışma birinciliğini kazandı. Bu ara Bulgar Meclis başkanı bana, bu gencin kim olduğunu sormuştu. Önce tanımadığımı söyledim, sonra ataşemiliter Mustafa Kemal olduğunu öğrenince hayranlığını şöyle belirtmişti:
-'Müthiş, müthiş bir adam!'

İsmail Hakkı KAVALALI



.................................
 

experiment0258

Yeni üye
15 Nis 2008
25
1
Bitane Bayrak Dikili Duracak Ayyıldız Yıkılmayacak...
megajl7.jpg
 
Son düzenleme:

cansın

Özel Üye
27 Nis 2008
8,788
31
Elaziz

YÜRÜYORUZ

1937 senesinin bahar aylarından biri.Bütün şehir büyük bir coşku ve heyecan ile sokaklara dökülmüş. Elaziz Mustafa Kemal'i bekliyor...
Dördüncü Umum Müfettişliği Umum Kumandanı General Abdullah Alpdoğan ve komşu vilayetlerin kumandanları, valiler müşavirler
askeri törenle Mustafa Kemal'i trenden alıyorlar. Okullar, öğretmenler, memurlar, halk bütün Elaziz sevgi dolu kalpleriyle yollara dökülmüşler. Atatürk, şereflendirdiği Elazizlileri derin bir samimiyetle selamlayarak kumandanlığa gidiyor.
Eşim Kültür Müşaviri, ben de öğretmen olarak gece Halkevinde verilecek yemeğe davetliyiz. Atatürk'ü yakından görmek en büyük şansım ve gururum oldu. Elaziz Halkevi Türkiye'nin seçkin ve çok verimli bir çalışma merkezi idi. Konferans salonu, o gece ulaşabileceği bahtiyarlığın büyüklüğüne, uygun bir şekilde hazırlanmıştır. Duvarlar yıllarca özene özene seçilen Ata'ya ait tablolar ile doluydu. Erkenden gitmiştik. Sabırsızlıkla Atatürk'ü bekliyorduk. Birden kapı açıldı ve bir ışık dalgası gözlerimizi kamaştırdı. Atatürk binayı sarsan alkışlar ile içeri girdi. Yavaş yavaş duvardaki tabloları inceleyerek dolaştılar. Kendilerine ayrılan masaya oturmadılar. Merakla kendilerini takip ediyorduk. Biraz sonra gördük ki büyük bir titizlikle hazırlanan masa yerinden kalktı, giriş kapısının hemen solundaki duvarda bulunan tablonun tam karşısına kondu. Bu tablo, karlar üstünde kaputuna sarılmış yatan Ata'nın vatan bekçiliği yaptığı tablodur. Atatürk ile beraber, devrin başvekili Sayın Celal Bayar, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Kazım Orbay, Elaziz milletvekili şair Fazıl Ahmet Aykaç, şair İsmail Müştak, yaverleri ve şimdi ismini hatırlayamadığım milletvekilleri ve seçkin kimseler vardı. Herkes oturduktan sonra, Celal Bayar ortaya çıktı, bütün salona hitap ederek;

Düşman vatanın bayrağına dayamış hançerini
Kurtaracak yok mudur bahtı kara maderini
Düşman dayasın vatanın bağrına hançerini
Kurtaracak bulunur elbet bahtı kara maderini

Diyen vatan evladı aramızdadır diyerek toplantıyı açtı.
Atatürk, biraz rahatsızdı. Başı ile her köşeyi ayrı ayrı selâmladı.
Her toplantıda milleti için yaratıcı kararlar alan ulu önder, Fazıl Ahmet Aykaç'ı yanlarına çağırarak 'Bu geceden itibaren Elaziz, Elazığ olacaktır.' demiş ve sebebini şöyle açıklamıştır.

'Şehirlerimizi şahıs isimleri ile adlandırmak yerine, şehirlerin kendilerine has nitelikleri ile adlandırılmasını istiyorum. Elaziz çok verimli bir diyardır. Feyz, bereket diyarıdır. Halkı mert ve çalışkandır. Türklerde bir adet vardır, çalışmaya gidenlerin yanına azık koyarlar. Türkçemizde sona gelen (k) sesi yumuşar ve (g) olur. Onun için Elaziz, Elazığ olacaktır. Bunları buradaki topluma iyice açıklayın' dediler. Fazıl Ahmet bu tarihi değer taşıyan açıklamayı Elazığ salonlarından bütün yurda yapmış oldu. Salondakiler yolumuza ışık tutan Ata'nın bildirisini coşkunca alkışlayıp minnetlerini ifade ettiler. Yemek, biraz müzik, daha sonra da Ata'nın isteği ile şiirler okundu. İsmail Müştak, Tevfik Fikret'in '95'e Doğru', Fazıl Ahmet Aykaç kendisinin yazdığı 'Gözümle Gördüm' şiirini okudular. Atatürk, Abdullah Paşa'ya 'Hep benim misafirlerim okudular, ev sahiplerinden de birşeyler bekliyoruz' dedi. Abdullah Paşa'nın ayağa kalkarak 'Cemile Hanım' dediğini duydum. Şaşırdım. Ellerim ayaklarım titremeye başladı. Ancak, bu hayatımın en mutlu daveti idi. Kalktım, Atatürk'ün huzuruna doğru yürüdüm. Aklıma bir şey gelmiyordu...
Atatürk ilkelerini canla başla benimseyen bir öğretmen olarak, 1934'de Ankara Kız Lisesi'nde öğretmenken, halk evinde yaptığımız bir müsamerede okunmak üzere 'Yürüyoruz' adlı bir parça yazmıştım. Ezberimde olduğu için, etrafımdakileri görmeden, bütün samimiyetim ve gücümle bu parçayı okudum. Ben okurken Atatürk her cümlesini başları ile tasdik etmişler.
Bitirdiğim zaman, Şükrü Kaya Bey beni Atatürk'ün yanına ***ürdü. Atatürk bana 'Cemile Hanım, en büyük gururum sizlersiniz, böyle kadınları olan bir millet ebediyen yaşayacaktır. Vatan sizlere emanettir' dedi. Gözyaşlarımla mukabele ettiğimi hatırlıyorum.
Biraz sonra, bütün salon generallerimizle beraber Harp Okulu Marşı'nı okuyorduk. Bu muhteşem gece böylece sona eriyordu.

YÜRÜYORUZ

Karşımızda varılacak bir amaç var.
Gönüllerimiz onun ateşiyle tutuşmuş,
Durup dinlenmeden, oturup eğlenmeden
Ona doğru yürüyoruz.
En eski Türk tarihi bir hızdı, bir engin ışıktı
Bir taşkın kudretti ve bir yüce hayattı.
Bu ışık, bu kudret, bu hayat
Şimdi başka dünyaların malıdır.
Karanlıklar içerisinde meşalesini bizden yakanlar,
Şimdi birer güneş oldular.
Fakat, henüz ana ışık sönmemiştir, yeniden doğuyor.
Yakın bir ufkun ötesinde
Büyük ve muhteşem Türk dünyası var.
Hazırlığımızı yaptık, yola çıktık.
Ona doğru güçle, inançla, sevinçle yürüyoruz.
Artık, taassup ayaklarımızın altında bir çöküntüdür.
Hıyanet bir magluptur.
Cehaletin kara sahası,
Her gün biraz daha küçülüyor.
Cumhuriyetin güzel aydınlığı
Her gün biraz daha genişliyor.
Karşı durmalar, tereddütler, şüpheler, imansızlıklar,
Hepsi birer birer döküldüler.
Hepsinin ortasında şahlanan inkılâp,
Ayaklanan bir hakikat gibi yürüyor.
Hep ondayız, hep onda toplandık.
Ona zarar verebilecek en küçük şeyi gözetleyerek,
İterek ve çiğneyerek yürüyoruz.
Bir tek davamız var; nabzımızda vuran o, gözlerimizde yanan o.
Ufuklara bakarak ona ülkü diyoruz
Gönlümüze bakarak O'na Atatürk diyoruz.
Hep o sese, O'nun aydınlığına yürüyoruz.




................................................
 

cansın

Özel Üye
27 Nis 2008
8,788
31
Bir halk toplantısında, bir genç Ona şu soruyu sordu:
-Paşam, sana diktatör diyorlar, ne dersin?
-Ben, diktatör olsaydım, sen bana şimdi bu soruyu soramazdın!

Vedat Nedim Tör

................................
 

mesutgun1982

Uzman üye
20 Mar 2008
1,069
3
sanırım daha önce okuyup teşekkür etmiştim ama yine teşekkür etme ihticı hissettim.emeğine sağlık.tüm kemalistlere selam olsun.
 

cansın

Özel Üye
27 Nis 2008
8,788
31
Ankara'da yakıcı bir yaz günü idi. Atatürk beraberinde arkadaşları ve yaverleri olduğu halde Kızılcahamam’a giderken kazan köyü yakınlarında durmuş ve otomobilinden inmişti. Köyün kadını, genci, yaşlısı, ihtiyarı köylerin içinden geçen, şosede duran bu yabancı konukları görünce hep koşuştular. Kimi su seyirtti, kimi ayran, bunlardan biri, güğümünden aktardığı soğuk ayranı Ata'ya uzattı:

- Bir soğuk ayran içer misiniz, dedi.

Bu çorak iklimin kavurduğu yüzünde bronzlaşmış Türk kadının en bariz ifadelerini taşıyan, bir Türk Anası idi. Böğrüne sıkıştırdığı kundağı biraz daha bastırdıktan sonra, sağ elindeki ayran bardağını uzattı, bekledi. Ata, ayranı kana kana içmiş ve biran durakladıktan sonra ona:

- Senin kocan kim? diye sormuştu

Köylü kadını,yüzü tunçlaşmış, elleri nasırlı bir Türk Anası Ankara'nın kendine has şivesi ile kocasının Sakarya harbinde boğazından yaralanmış bir cengaver olduğunu söyledi. Ata bir soru daha sordu:

- Ne zaman doğdun?

- 1919'da Atatürk Samsun'a çıktığı zaman doğdum.

Ata, bir an düşündü. Yıl 1934 idi. Kadının bu ifadesine göre 15 yaşında olması lazım gelirdi. Halbuki karşısındaki kadın 25 yaşlarında görünüyordu tekrar sordu:

- Nasıl olur

Evet, nasıl olurdu. Bu Satı Kadın hiç tereddütsüz, o her zamanki nüktedan haliyle ve memleketin işgal altında geçirdiği acı yılları ima ederek:

- Evet Paşam, ondan evvel yaşamıyordum ki!

Tam 6 çocuklu bu Anadolu kadını 1890 dogumluydu. Kazan köyünün muhtarıydı. Türkiye’deki ilk kadın muhtardı.
-Babam Kara Mehmet’lerden. Kazan’ın muhtarlık mühürü bana ondan miras kaldı. Sizi görmek fırsatını bize bahşettiğiniz için bahtiyarlık duyuyoruz Paşam.
-Peki kadınların da erkekler gibi çalışıp çalışıp çeşitli mevkilere yükselmesi konusunda ne düşünüyorsun?

-Şüphesiz doğrudur. Ve kadınlarımız Cumhuriyet’in mefkuresi altında bunu başarmak azmine sahiptir. Biz kadınlar hedefe yürüyecek ve Cumhuriyet meşalesini her alanda taşıyacağız Paşam.

Mustafa Kemal bu yanıttan son derece memnun olmuştu. Bu konuşma onu bir hayli düşündürdü. Ayrılırken yaverine kadının ismini ve adresini not ettirdi.

Satı Kadın niçin milletvekili seçildiğini bilmiyordu. Ama Mustafa Kemal onu neden seçtiğini bilecekti. Çünkü kurduğu Cumhuriyet’in temelinde bu ülkenin kadınların da olduğunu biliyordu. Seçmek ve seçilmek onların da haklarıydı. 1923’te İzmir’de yaptığı konuşmasında diyorduki: “Şuna inanmak lazımdır ki, dünya yüzünde gördüğünüz her şey kadının eseridir.”



Sait Arif Terzioğlu’nun “Yazılmayan Yönleriyle Atatürk” adlı eserinden alınmıştır.
 

muratuzun

Katılımcı Üye
10 Tem 2008
717
7
güzel bir şehir
WELCOME TO THE TURKISH DELEGATION

Dünyanın en büyük uluslar arası topluluğuna Türkiye'nin katılması için yapılan öneri karşısında Gazi Mustafa Kemal şöyle dedi:
"Başvurmayı düşünmüyoruz, fakat davet ederlerse katılırız."
Topluluk, "Başvurma zorunluluğu" uygulamaktan ilk kez vazgeçti ve 43 üyenin oybirliğiyle, Türkiye'nin topluluğa davet edilmesine kararı verildi.
Bu davet üzerine Türkiye,
Milletler Cemiyeti'ne katılmayı kabul etti.
Yıl 1932 idi.
[Milletler Cemiyeti'nin bir üyesi olması için Türkiye'ye davet yapılması konusundaki önerge hazırlandı.
(1 Temmuz 1932)]
♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣♣


EFENDİLER!

Avrupa'nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesime karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vâdisine yuvarlanadurmuştur.
Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi.
Halbuki,
hangi istiklâl vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin pilanlarıyla yükselebilsin?..
Târih, böyle bir hâdiseyi kaydetmemiştir!..

M.K.Atatürk
 
Üst

Turkhackteam.org internet sitesi 5651 sayılı kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında "Yer Sağlayıcı" konumundadır. İçerikler ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Turkhackteam.org; Yer sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir. Türkhackteam saldırı timleri Türk sitelerine hiçbir zararlı faaliyette bulunmaz. Türkhackteam üyelerinin yaptığı bireysel hack faaliyetlerinden Türkhackteam sorumlu değildir. Sitelerinize Türkhackteam ismi kullanılarak hack faaliyetinde bulunulursa, site-sunucu erişim loglarından bu faaliyeti gerçekleştiren ip adresini tespit edip diğer kanıtlarla birlikte savcılığa suç duyurusunda bulununuz.